TANZİMAT SANATÇILARI
İbrahim Şinasi Efendi (1826-1871)
Şinasi Doğu ilimlerini öğrenmiş, Fransızca dersleri almış, devlet memurluğu yapmış bir Osmanlı aydınıdır. Devlet tarafından 1849’da Paris’e gönderilmiş, Paris’te Batı kültürünü tanımaya çalışmış ve yurda döndüğünde de bu öğrendiklerini halka ulaştırmak için çaba harcamıştır. Yusuf Kamil Paşa ve Mustafa Fazıl Paşalarla iyi anlaşmış, Ali ve Fuad Paşalarla pek anlaşamamıştır. Yeri gelmiş Ali ve Fuad Paşaları hicvetmiştir. Şinasi, siyasete hiç girmemiş, iktidarla iyi geçinmeye çalışmış, eleştirilerinde ve övgülerinde orta bir yol izlemeye çalışmış, söyleyeceklerini kapalı ifadelerle dile getirmiştir. 1865’te Paris’ kaçmış, buradaki hayatı hakkında pek bilgi sahibi değiliz ancak Litre ve Renan’la dost olduğunu bilmekteyiz. 1870’te İstanbul’a döner. Bu dönüşünde Şinasi tamamen susmuş, matbaasıyla meşgul olmuştur. 1871’de beyninde çıkan bir urdan ölmüştür.
Edebiyatımızda Batı’dan ilk şiir çevirilerini yapan Şinasi’dir. 1859’da Tercüme-i Manzume diye bu çevirileri yayımlar. Kendi şiirlerini ise Müntehabat-ı Eş’ar kitabında yayımlar.
Şinasi saf şiir taraftarı değildir. Şiirde sade bir dil aramıştır. Mücerretten müşahhasa yönelmek istemiştir. Eski şiir kökünden sarsmıştır. Şiirlere genel ad vermekten vazgeçerek özel adlar vermiştir. Çok az redif kullanmıştır. Bu tarzıyla Namık Kemal’i kendi çizgisine çekmiştir. Şiiri düşüncesi uğruna fakirleştirmekten çekinmemiştir. Buna rağmen şiirlerini eski şiirin ölçüsü olan aruzla yazmış ve bazı mısralarında eski şiirin söyleyişinden etkilenmiştir. Müntehabat-ı Eş’ar adlı şiir kitabında insanın değişmesini buluruz. Bu kitapta yeni bir kâinat görüşüyle, yeni bir dil anlayışıyla karşılaşırız.
Şinasi akla çok değer vermiştir. Birçok şiirinde de akıl kelimesi geçer. Şinasi kader karşısında kişinin hürriyetini savunur, insanın dünyada hakiki yerini almasını ister. Bu da ancak akılla mümkündür, der. Akıl onun için medeniyete ulaşmak için bir araçtır.
Şinasi’nin eserlerine bakılırsa çok güzel, estetik yapıtları yoktur. Şinasi çok da konuşmamıştır. Ama çığır açıcılığı yönüyle çok önemli biridir. Şinasi “Batı’nın Anahtarı”dır. Batılıdır, medeniyetçidir, akılcıdır, Tanzimat’ı ve onun getirdiği kanun fikrini benimsemiştir. Medeniyeti kapısını açan Reşit Paşa’yı bir peygamber gibi över, Ona “medeniyet resulü” der. Şinasi’ye göre kanun, medeniyetin tasdikleyicisidir. Adalet, hikmet, ilim, irfan, hak gibi kavramlar; zulüm, esaret ve cehaletten kurtuluşun olmazsa olmazıdır.
Şinasi doğrudan doğruya hürriyet kelimesini kullanmaz. Hiçbir rejim değişikliği tavsiyesinde bulunmaz. Bir yere kadar padişahlık da onu pek rahatsız etmez. Fakat zulüm ve esarete hücum eder. “Zulüm ve esaretin elinde köle idik; Reşit Paşa’nın kanunu, sultana haddini bildirerek bizi azat etti.” der. Hükümetin İstanbul sokaklarının aydınlatılması fikrini destekler ve bir de makale yazar. Şinasi, bu aydınlığı kalpten bedene, bedenden meskene ve bütün hayata götürmemizi ister. Şinasi’de ışık demek akıl demektir.
Şinasi, devlet ve hükümetle ilgili yazılarında kapalı ifadeler kullanır. Bu ifadelerden anladığımız kadarıyla halkın iktidara ortak olmasını istemektedir. Hatta Tasvir-i Efkâr’da buna benzer konular tartışılmıştır. Mesela “İstibdat idareleri her işi ellerinde tuttukları için mesuliyetleri daima en ağır olanlardır.” der.
Şinasi hiçbir din meselesi hakkında konuşmamıştır. Eserlerinde geçen dini kavramlar cemiyet gerçeklerinin ürünüdür. Naati yoktur. Tarihleri dışında peygamberin ismine rastlanmaz.
Şinasi tiyatro alanında da bir ilke imza atmıştır. Edebiyatımızın ilk tiyatrosu olan Şair Evlenmesi’ni yazmıştır. Tek perdelik bir töre komedisidir. Görücü usulüyle evliliğin yanlışlığı anlatılır. Batılı ögelerin yanında orta oyunu ve meddah geleneklerinin de tesiri vardır. İsimler rollere uygun olarak verilmiştir: boş ve çok konuşan düzenbaz, cahil imam Ebullaklaka, süprüntücü Atak Köse, bekçi Batak Ese, hevesli aşık Müştak Bey, genç ve güzel kız Kumru Hanım, aklı başında, becerikli dost Hikmet Efendi, sağdıç hanım Ziba Dudu. Bu oyundaki şahıslar mahalli ağızla konuşurlar. Bu eserde Şinasi yeni insanı vermeye çalışır. Eski geleneğe cephe alır, aklı ön planda tutar. Hayali olanı değil de hayatın ta kendisini anlatmaya çalışır. Halka doğru gitmek ister. Nitekim edebiyatımızın ilk atasözleri derlemesi olan Durub-ı Emsal-i Osmani adlı eseri de bu amaca yöneliktir.
Paris’teyken Şinasi’nin bütün Türk lehçelerini içine alan ve etimolojik hususiyetler üzerinde duran bir sözlük çalışması yaptığı ve yurda dönünce de bu çalışmasına devam ettiği; ancak çalışmasını tamamlamaya ömrü yetmediğini biliyoruz. Ayrıca Paris’teyken Emile Littre’den etkilenmiştir.
İlk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’i 1860 yılında Agâh Efendi ile beraber çıkarır. Bu gazetede yayımlanan Mukaddime edebiyatımızın ilk makalesidir. Bu makalede “Halkın vatanı hakkında fikirlerini söylemeye hakkı vardır.” der. Bu söz gazetenin halkın sesi olacağı iddiasını taşır. Gazetede halkın anlayacağı bir dil kullanılmasının lüzumundan bahseder. Agah Efendi ile anlaşamayınca gazeteden ayrılır ve 1862’de Tasvir-i Efkar’ı çıkarır.
Şinasi, gazeteyi bir mektep gibi düşünmüştür. Şiir, roman, hikaye, mahalli olaylar, tiyatro, makale, fizik ve kimya makaleleri, dünyadan haberler, yerli eserler, yabancı eserlerin tercümelerini gazetelerde yayımlamıştır. Gazetede okuyucusunu kendi eliyle yetiştirmek ister. Bu sebepten çok titiz davranır. Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade Mahmut Ekrem hep Şinasi’yi örnek almışlardır.
Ayrıca edebiyatımızda ilk noktalama işaretlerini kullanan, ilk fabl çevirilerini yapan sanatçıdır. Klasisizm akımından etkilenmiştir.
Şinasi’nin Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı kasidelerden
Hakk u insaf ile kan etmeden ettin kanun
Oldu batıl işi cellad-ı leimin battal
( Sen, hak ve insaf ölçüleri içinde kan dökmeden kanunlar yaptın, böylelikle alçak celladın bilinçsiz işi ortadan kalktı.)
Ziya-yı akl ile tefrik-i hüsn-ü kubh olunur
Ki nur-ı mihrdir elvan-ı eyleyen teşhir
( Güneşin ışığı, renkleri gözler önüne serdiği gibi güzellik ve çirkinliğin ayrımını da aklın ışığı yapan, söze döken bir dildir.
Acep midir medeniyet resulü dense sana
Vücud-ı mucizin eyler taassubu tahzir
( Sana “medeniyet elçisi” denilse tuhaf mı karşılanır? Çünkü senin yaratıcı varlığın bütün bağnazlığa korku verir.)
Not: Şinasi burada, Reşit Paşa’ya resul gibi kutsal ve dini bir sıfat yakıştırarak onun medeniyet yolundaki yapmak istediklerini kutsallaştırır.
Eşek ile Tilki hikâyesinden
Çıktı bir bağın içinden yaşlı bir hımar
Nakl için beldeye yüklenmiş idi ruyi Nigar
Derken aç karnına bir tilki görünce geldi
Böyle bir taze üzüm hasreti bağrın deldi
Öteki çifteyi attı bu yanaştıkça biraz
Sonra lakin aradan kalktı bütün naz u niyaz
Tilki:
Gelsem olmaz mı huzura a benim arslanım
Ta yakından bakayım hüsnünüze hayranım
Ziya Paşa (1825-1880)
Eski şiir muhitlerinde yetişmiş, çeşitli üst düzey devlet memurlukları yapmıştır. Yeni Osmanlılar Cemiyetine katılmış, cemiyetin araştırılması üzerine 1867’de Paris’e kaçmıştır. Paris’te Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğini almış; Namık Kemal’le birlikte Hürriyet gazetesini çıkarmıştır. 1870’te yurda döndüğünde çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş, Namık Kemal’le Kanun-i Esasi Komisyonunda çalışmıştır. Zeki, saray adamı, hürriyet aşığı, tam ikbale erecekken kaybeden, bütün hayatı ikiliklerle geçen Tanzimat Devri aydınıdır.
Paşa’nın şiirleri şekil ve içerik bakımından eskinin devamıdır. Hikmetli, veciz söyleyişleri vardır. Şiirlerinde devrinin eleştirileri fazlaca yer tutar. Asıl şöhretini “Terci-i Bent” ve “Terkib-i Bent”iyle sağlamıştır. Şiirleri “Eş’ar-i Ziya” adıyla basılmıştır. Terci-i Bent’inde yaratılışı ve insanı sorgular. Bu şiir Türkçede dini çerçeve içinde ilk defa felsefi bir huzursuzluğun uyanmasıdır. Bu uyanış Abdülhak Hamit Tarhan’da daha da kuvvetlenecektir. Bu şiirinde, kainatta nizamdan çok nizamsızlık görür. İnsanda kudret değil acizlik görür. Yaratılış ve insanla ilgili sorulara akıla bir cevap bulamaz; şüpheci, kaderci, aciz bir insan tipi çizer. Terkib-i Bent’i ise Bağdatlı Ruhi’ni meşhur Terkib-i Bent’ine bir naziredir. Bu şiirinde insanın mesuliyetlerinden bahseder. Adalet ister.
Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. Hece ölçüsüyle yazılmış bir de türküsü vardır. Kafiye ve redife sıkı sıkıya bağlıdır.
Ziya Paşa bir gazetecidir. Gazetede yayımladığı makaleler büyük bir cilt teşkil eder. Meşrutiyeti, adaleti ve kanunu savunur. Tanzimat’ı açıklar, eksikliklerini tenkit eder. Defter-i Amal anı kitabıdır. Veraset Mektupları Fuat Paşa’yı yermek için yazılmış iki mektubudur. Rüya’da yaşadıklarını padişaha anlatır, meşrutiyeti ilanını ister, Ali Paşa’yı ve Bab-ı Ali’yi hicveder. Tarih alanında da Engizisyon Tarihi ve Endülüs Tarihi adlı eserleri vardır. Zafername adlı eseri üç bölümden oluşur: kaside, tahmis ve şerh. Bu eserinde Paşa, devrin sadrazamı Ali Paşa’yı sözde göklere çıkararak çok ağır bir şekilde hicvetmiştir.
Şiir ve İnşa makalesinde asıl şiirimizin halk şiiri olduğunu, divan şiirin taklit olduğunu dile getirmiştir. Bu makalesinden 5-6 yıl sonra Harabat’ın mukaddimesinde tam tersini söyleyerek Halk şiirini eşek anırmasına benzetmiş ve sanat olarak görmemiş, divan şiiri hakkında değerlendirmelerde bulunmuş, asıl şiirimizin divan şiiri olduğunu söylemiştir. Bu ikilemi, Namık Kemal çok sert eleştirmiştir.
Edebiyatımızın ilk antolojisi diyebileceğimiz Harabat’ta dil zevkinin Baki’yle başladığını, İran şairlerinin üstünlüğünü, divan şiirinde üstat olan isimleri över. Bu isimlerin ve çağdaşı olan divan şairlerinin eserlerini antolojisine alır. Ziya Paşa Harabat’ın Mukaddimesi’nde “Meydan şairlerinin eşek anırtısını andıran şiirleri, bende ilk merakı uyandırmıştı.” der. Halk şiirini eleştirir. İran şairlerini, Anadolu divan şairlerini, Arap şairlerini okumuş, anladığı kadarıyla onlar hakkında değerlendirmeler de bulunmuştur. “Onda rintler bir araya geleceği için adını Harabat (mayhane) koydum.” der. Şiiri, İran şairlerinden Hafız ve Sadi’yi okuyarak öğrendiğini; Fuzuli, Baki, Nabi, Nef’i, Nedim, Şeyh Galip, Necati, Ahmet Paşa, Naili, Süleyman Çelebi, Şeyhülislam Yahya, İzzet Molla vb. birçok şairin adını zikreder onlar hakkında yorumlarda bulunur.
Ziya Paşa’dan
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm
İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez
Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın
Pek rengine aldanma felek eski felektir
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir
İkbal için ahbabı siayet yeni çıktı
Bilmez idk evvel bu dirayet yeni çıktı
( Yükselmek, iyi bir mevkie gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı.)
Milliyet-i nisyan ederek her işimizde
Efkar-ı Frenge tebaiyet yeni çıktı
(Her işimizde milli benliğimizi unutarak Batı düşüncesine körü körüne bağlılık yeni çıktı.)
Erbab-ı kemali çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dide-i huffaş ziyandan
( Yarasanın gözü ışıktan rahatsız olduğu gibi, marifet sahibi olan bir kimseyi, kendisinde eksiklik olan kişi sevmez.)
Sarban-ı vakt isen hazm eyle zira vakt olur
Bir topal merkep belasıyla katar elden gider
( Bu zamanın kervancı başı isen görevinde sebat et, işini tam yap, yoksa bir topal eşek uğruna bir büyük kervanı elden kaçırırsın.)
Kıyam-ı mülk ümidin eyleme bidad lazımsa
Muhakkaktır zeval-i devlet istibdad lazımsa
( Zulüm söz konusu ise ülkenin ayakta durmasından ümidi kes; baskı rejimi söz konusu ise devletin yok olması kaçınılmazdır.)
Ya Rab niçin bu arsada her şahs-ı arifin
Miktar-ı fazlına göre derdi olur füzun
Her kangı suya atf-ı nigah etse bi-huzur
Her kangı şeye sarf-ı hayal etse aklı dun
(Ya Rab! Bu dünyada neden her arif kişinin faziletinin ölçüsüne göre derdi artar? O, her ne tarafa baksa huzursuz olur, her ne şeyi hayal etse aklı yetersiz kalır.)
Zafername’den
Himmetiyle edeli kaide-i adl zuhur
Nice mazlumların hatırı oldu mesrur
Böyle lütfun kim eder şükrünü ifada kusur
Saysinde o kadar etti cihan kesb-i huzur
Eylemez kimse duasında dakika ihmal
(Onun yardımıyla adalet kuralları işlemekte, pek çok zavallının gönlü hoş oldu. böylesine lütfun memnuniyetini yerine getirmede kim kusur işler? Onun sayesinde cihan öylesine bir huzura kavuştu ki kimse onun için duadan geri kalmaz.)
Namık Kemal ( 1840-1888)
Namık Kemal’in çocukluğu ve ilk gençlik yılları dedesi Abdullatif Paşa’nın yanında geçmiştir. Bu zat nereye tayin olsa Kemal, onunla gitmiş, tahsilini de gittiği yerlerde tamamlamaya çalışmıştır. Namık Kemal’de her şey erkendir. 16 yaşında evlenir, yirmi iki yaşında divan sahibi olur, yirmi beş yaşında devrin en meşhur simalarında biri olur. 1860’ta Encümen-i Şuara’nın en genç ismidir. 1861’de Şinasi ile tanışır ve yeni edebiyat safına geçer. Tercüme Odası’na tayin edilir. 1862’de Tasvir-i Efkar’da yazmaya başlar. 1865’te Şinasi, Paris’e gidince gazeteyi Kemal’e bırakır. Kemal de bu tek başınalığın verdiği özgürlükle eskiye hücum eder. Bu yıldan sonra Şinasi ile Namık Kemal’in bir araya gelmediğini görürüz. Hatta Şinasi’nin cenaze merasimine bile katılamam, demiştir. Yeni Osmanlılar Cemiyetinin üyesidir. Bu cemiyetin araştırılması üzerine Paris’e kaçar. Gazeteye Recaizade Ekrem’e bırakır. Orada Mustafa Fazıl Paşa’nın korumasıyla Ziya Paşa ile birlikte Hürriyet gazetesini çıkarır. Paris’te hukuk tahsili görür. 1870’te yurda döner. Ali Paşa’nın ölümüne kadar dilini tutar, yazılarında eleştiriler yapmaz. Ali Paşa’nın ölümüyle birkaç gazetede makalelerini yayımlamaya başlar. İbret gazetesinde halka siyasetin öğretileceğinden, medeniyet yolunda rehberlik edileceğinden, daha elverişli bir basın kanunu elde etmek için çalışılacağından bahseder. 1873’te Güllü Agop tiyatrosunda “Vatan yahut Silistre” adlı oyunu sahnelenir. Bu oyun büyük tezahürat alır. Neticede İbret kapatılır ve Namık Kemal Magosa’ya sürülür. Bu sürgün 38 ay sürer. Bu sürgün süresince İntibah romanını; Zavallı Çocuk, Gülnihal, Akif Bey, Kara Bela adlı piyesleri; Takip ve Tahrib-i Harabat adlı eleştirilerini; Silistre Muhasarası, Kanije tarihi eserlerini yazar.1876’da sürgün biter, İstanbul’a gelir. Kanun-i Esasi Encümenliğinde çalışır. Adı padişahın haline teşebbüse karışır ve beş buçuk ay hapiste kalır. Hapisten çıktıktan sonra İstanbul’dan memuriyetlik verilere uzaklaştırılır. Midilli, Rodos ve Sakız’da memurluk yapar ve 1888’de Sakız’da zatürreden ölür.
Şinasi’den önce divan şiiri geleneğine bağlıyken Şinasi ile tanışınca eski şekillerle vatan, hürriyet ve hamaset şiirleri yazdı. Kemal, yeni şekiller de denemiştir. Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmış, heceyi de denemiştir. Victor Hugo’nun etkisindedir. Romantik akıma bağlıdır. Kafiye ve redifi hep kullanmıştır. Şiire vatan, millet, hak, adalet, hükümet gibi yeni imgeler getirmiştir. Vatan şairi olarak anılır. Şiir dilinin sadeleşmesini savunmuş ama dili sadeleştirememiştir. Şiirlerinde sanki karşısında bir topluluğa hitap etme havası vardır. Sanat toplum içindir görüşüne sahiptir, sosyal faydayı önemser.
Kemal tiyatroyu faydalı bir eğlence olarak tanımlar. Tiyatro bir sanattan ziyade onun için bir davadır, mekteptir. Vatanseverlik, insan hakları, sosyal bozuklukların eleştirisi, geleneği tenkit, lüzumlu gördüğü fikirleri halka aktarmak için bir araçtı tiyatro. İdeolojiktir. Piyeslerinde aşk ve ihtirasa çok yer vermiştir. Shakespeare, Hugo ve Corneille’den etkilenmiştir. Eserleri teknik bakımdan kusurludur. Namık Kemal, Vatan yahut Silistre’de, vatan sevgisini; Zavallı Çocuk'ta, genç bir kızın kendisinden oldukça yaşlı biriyle görücü yoluyla evlendirilmesine karşı çıkışını; Akif Bey'de, vatan sevgisinin kişisel mutluluktan önce geldiğini; Gülnihal'de, yarı feodal bir Rumeli şehrinde geçen zulme karşı bir isyan vakasını, baskıya karşı duyduğu tepkiyi; Karabela’da bir ihtirası; Celalettin Harzemşah'ta İslam birliği düşüncesini anlatır.
Roman alanında iki önemli eser vermiştir: İlk edebi roman olan İntibah ve ilk tarihi roman olan Cezmi. Roman geleneği bakımından Ahmet Mithat gibi her ağza gelenin söylenmemesi gerektiğini, bu alanda ilerlemek için Batı’nın örnek alınması gerektiğini savunmuştur. Eski hikayeleri olağanüstülüklerin çokluğunda dolayı kocakarı masallarına benzetir. Romanlara bir aşk unsurunun katılmasını savunur.
İntibah romanında aşk ve kadın nedir bilmeyen toy bir gencin, bir hayat kadınına âşık olması, onun rüzgârına kapılıp gitmesi ve hayatının altüst olması anlatılır. Yazar, gençlerin arkadaşlık kuracakları yahut evlenecekleri kişileri seçerken duygularının esiri olmamaları gerektiğini, daha dikkatli olmalarını, aksi takdirde hayatlarının darmadağın olacağını, mutlu olamayacaklarını anlatmak istemiştir. Cezmi’de Adil Giray’ın İran ile Osmanlı arasında yapılan savaştan sonra esir düşüp, orada Perihan, Şehriyar ve Cezmi ile olan ilişkilerini anlatmaktadır. “İki insan birbirini gerçekten seviyorsa hiçbir engel bu iki insanı birbirinden ayıramaz, mezarda bile.” ana fikri işlenir romanda.
Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa makalesi ile Harabat’ın mukaddimesindeki fikirlerin zıt oluşuna Takip ve Tahrib-i Harabat adında iki eleştirel eser yazmıştır. Namık Kemal bu eleştirilerinde, eski edebiyatın yeniden canlandırılmak istenmesine kızmıştır. “Eskiyi hortlatıyorsun, onu beraber gömmeye azmetmiştik.” sözleri eleştirilerinin kapsamını vermektedir. Kemal, edebiyatımızda İran tesirine karşıdır. Eski edebiyatın insanla hayat arasında tam bir münasebet kuramadığını söyler. “Eski şiirin ufku dardır; ancak onun bittiği yerde duygularımızın kainatı ve hayatın türlü manzarası başlar.” der. Eski şiirin hazır hayalleriyle alay eder.
Namık Kemal, gerçek kişiliğini ve kimliğini gazetede bulmuştur. O gazeteyle halka inmeyi düşünmüştür. Tanzimatçıların en büyük eksikliklerinden biri halka inmeyi düşünürler ama hiçbiri de halktan bir değildir. Hepsi elit tabakadan sanatçılardır. Gazetelerde birçok makale, tenkit yazıları yayımlanmıştır. “Lisan-ı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir” adlı makalesinde edebiyat ve dil meselelerini etraflı bir şekilde ele alır. Bu makalede, Türkçe gramer yapılmasını, bir lügat tanziminin gerekliliğini, lisanımıza mahsus bir belagat kitabının telif ve tedrisini, yabancı dillerden alınan kelimelerin Türkçede ne anlama geldiğinin ve nasıl kullanıldığının tespit edilmesi gerektiğini anlatır.
Ayrıca Kemal’in tarih ve biyografi alanlarında da eserleri vardır. Bunların en önemlileri Osmanlı Devleti’nin yükselme dönemlerini anlatan Devr-i İptila; Selahaddin-i Eyyubi, Fatih ve Yavuz Sultan Selim’in biyografilerini çizdiği Evrak-ı Peişan; İstanbul’u fethini konu alan Baraka-i Zafer ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu ve gelişmesini anlatan Osmanlı Tarihi’dir. Ayrıca Büyük İslam Tarihi, Silistre Muhasarası ve Kanije Tarihi adlı eserleri de vardır.
Namık Kemal’in siyasi, sosyal ve edebi alanlarda bazı fikirleri vardır: hürriyet, vatan, millet, eğitim, aile, hukuk, kadın, vicdan ve değerler, ferdin hakları, meşrutiyet, iktisadi fikirler, medeniyetçilik, Osmanlılık, İslam birliği, dilin sadeleşmesi.
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912)
Fakir bir esnaf ailesinde yetişti. Mithat ismini dönemin ünlü Mithat Paşa’sı vermiştir. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulundu. Bir ara tapu defterlerini kopya ederek hayatını kazandı. Politikayı sevmese de gazeteciliği onu politikaya ister istemez sürüklemiştir. Nitekim Vatan yahut Silistre piyesinin sahnelenmesinden sonra oluşan atmosferden sorumlu tutularak Rodos’a sürülmüştür. Rodos hayatı yazarımız için verimli geçmiştir. Dünyaya İkinci Geliş, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Açık Baş, Ahz-ı San, Menfa adlı eserlerini burada yazmıştır. sürgünü 1876’da biter ve bundan sonra iktidarla iyi geçinmeye çalışır. Hatta Takvim-i Vakayi’ye müdür olur. 1978’de Tercüman-ı Hakikat adlı gazetesini çıkarır. Bu gazete 1908 yılına kadar uzun bir müddet çıkacaktır. Bir nevi Ahmet Mithat gazeteciliği geçim kaynağı yapmıştır. Bu gazetede Muallim Naci, Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi gibi sanatçılar yetişecektir. Ömrünün sonlarına doğru öğretmenlik yapmıştır.
“Ben hikâyenin büyüklüğüne, küçüklüğüne asla ehemmiyet vermem. Tertip ve tasvirine bakarım. Hikâye denilen şey yalnız bir zatın hallerini anlatmaksa ona hikâye demekten ziyade bir hal tercümesi demek yakışık alır.” der. Romanın birçok vakadan oluşması gerektiğini söyler.
Ahmet Mithat Efendi halka yönelmiş, halkın kültür seviyesini yükseltmek için çalışmış, bu sebeple eserlerinde ansiklopedik bilgiler vermiş, halkı eğitmeyi amaçlamış, kendine özgü bir okuyucu kitlesi oluşturmuş, okuyucusuyla sohbet eder gibi yazmış, beğenmediği karakterleri kötüleyip beğendiklerini savunmuş yani eserlerinde taraf tutmuş, güncel konulara ağırlık vermiş, meddah-orta oyunu- halk hikayeciliği geleneğinden çokça yararlanmış, edebiyatı faydalı bir eğlence olarak görmüş, eserlerinde iyileri mükafatlandırıp kötüleri cezalandırarak okuyucuya ders vermiş, romanlarda tesadüflere çok yer vermiş, iki yüz civarında eser yazmıştır. Tüm teknik kusurlarına rağmen o, bizde halka dönük, halk için yazma yolunu açan ilk yazardır. Dili sadedir.
Eserlerinde macera, kölelik, töre, tarih, sosyal hayat, güncel konular, Batılı hayatın tenkidi, gençlerin evlendirilmesi ve okutulması bilhassa kızların okutulmasının gerekliliği, düşkün kadınlar, doğu-batı çatışması gibi konuları işlemiştir.
Milli roman görüşü vardır. Milli roman, vakasını İslam cemaatinden alan, kahramanların ferdi hayatlarını anlatan roman anlayışıdır. Bu görüşe göre her milletin farklı bir kültürü vardır. Yabancı milletlerden alınan romanlarda bu kültüre uydurulmalıdır. Toplumun iyi yanı da kötü yanı da romanları konusu olmalıdır. Yerli roman örneği de vermiştir (Müşahedat).
Hasan Mellah, yazarın ilk romanıdır. Hüseyin Fellah, Süleyman Muslu, Yeryüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında, Jön Türk diğer belli başlı romanlarıdır. Alexandre Dumas’tan etkilenmiştir. Romantik akıma bağlıdır.
Felatun Bey’le Rakım Efendi romanında Doğu’nun manevi ve ahlaki değerlerinin insana verdiği değerin Batı’dan üstün olduğunu açıkça savunmuştur. Ayrıca Batı’nın da ilmini, tekniğini ve dilini bilmenin gerekliliğini savunmuş, Doğu-Batı sentezi bir tip oluşturmak istemiştir. Körü körüne Batı taklitçiliğine karşıdır.
Letaif-i Rivayat adlı hikayeleri edebiyatımızın ilk hikayeleridir. Kıssada Hisse’de hemen bu hikayelerden sonra yayımlanmıştır.
Eyvah adlı piyesi Güllü Agop’ta Vatan yahut Silistre’den önce sahnelenmiştir. Oyunun konusu Batılılaşmanın aile çevresindeki tesirleri, birden fazla kadınla evlenmedir. Tiyatro alanında 12 kadar eseri vardır. Bütün eserleri gibi tiyatro alanında da sosyal fayda gütmüştür. Ahmet Mithat tiyatroya pek yönelmemiştir.
Avrupa’da Bir Cevelan, gezi yazısı türündeki eseridir.
Üss-i İnkılap adlı eserinin birinci cildinde Tanzimat’ı hazırlayan koşullardan II. Abdulhamit’in cülusuna kadar olan dönemin değerlendirmesini yapar. Osmanlıcılık ideolojisi anlatılır. İkinci cildinde Abdulhamit’in ilk saltanat senesini ve meşrutiyeti anlatır.
Tarih, coğrafya, edebiyat, roman, hikaye, makale, tenkit, tiyatro gibi birçok türde eseri vardır. Çok yazmasından dolayı yazı makinesi denmiştir.
Dostları ilə paylaş: |