Bati etkiSİndeki TÜrk edebitayi tanzimat dönemi(1860-1896) GİRİŞ



Yüklə 186,22 Kb.
səhifə1/3
tarix09.02.2018
ölçüsü186,22 Kb.
#42532
  1   2   3

BATI ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİTAYI - TANZİMAT DÖNEMİ(1860-1896)


GİRİŞ

Türk edebiyatı üç döneme ayrılır: İslam öncesi, İslam etkisindeki ve Batı etkisindeki edebiyat. İslam’dan önce Türk edebiyatının ürünleri genelde sözlüdür. Destanlar, sagular, koşuklar, savlar bu dönemin ürünleridir. Ayrıca bu dönemde oluşumunu milattan öncelere kadar indirebileceğimiz bir nazım ve nesir dili vardır. Orhun Kitabeleri’ndeki dile bakıldığında bu gayet açık bir şekilde görülebilir.

Türkler Müslümanlaştıktan sonra yeni bir edebiyat doğmaya başlamıştır. Bu edebiyatın kaynakları Kur’an, hadisler, tasavvuf, Farsların Şehname’si, Arap edebiyatı, yerli malzemedir. Kutadgu Bilig, İslami dönemin ilk ürünüdür ve bu Şehname kalıbıyla yazılmıştır. Ayrıca ilk dönem ürünlerinde aruzun heceye yakın kalıpları kullanılmıştır. On birinci asırdan itibaren dile Farsçadan ve Arapçadan kelimeler girmeye başlamıştır.

13 ve 14. asırda Yunus Divanı’ndan da anlaşılacağı üzere dil milliliğini korumaktadır. Bilhassa bu dönemde Türkçe yazan şairlere Farsça tam anlamıyla nüfuz edememiştir. 15. asra geçtiğimizde Necati, Şeyhi ve Ahmet Paşa’yla beraber dil Arapça ve Farsçadan oldukça fazla etkilenmeye başlamıştır. Yeni bir şiir dili doğmaktadır. Bu dil Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden örülü Osmanlı Türkçesidir. Dilde ve edebiyattaki bu kökten değişimin en birinci sebebi aruz ölçüsü, diğer sebepler İran ve Arap edebiyatlarının etkisidir. Bu dönemde şairler İran şairleriyle boy ölçüşebilmek için yarışmışlar, onları taklit etmişlerdir. Ayrıca medrese eğitimi ve tecvit kurallarının farz gibi telakkisi bu dil değişimini hızlandırmıştır.

Divan şiirinin olgunlaşması İstanbul ağzıyladır. Bilhassa 16. asırda Baki, 17. asırda Nef’i, Şeyhülislam Yahya, 18. asırda Nedim bu olgunlaşmanın göstergeleridir. Baki’yle beraber aruzun ahengi Türkçeye uymaya başlamıştır.

Kafka hatıralarında bir Yahudi için, Almanca anne ve baba kelimelerinin hiçbir zaman tam manasıyla bu kelimelerden beklenen sıcaklığı vermediğini söyler. Divan şiiri de kimi değerlendirmecilere göre böyledir. Sanat, estetik harikuladedir ama istenen sıcaklık yoktur; çünkü şiir dili yüzde seksenlere varan yabancı kelime ve tamlamaların hâkimiyetindedir.

Divan şiir bir bakıma ümmet şiiridir. Çin’den Fas’a, Tunus’a, Tuna’ya kadar olan coğrafyayı içine alır. Bununla da kalmaz Farslı şairlerin hayallerini, kelimelerini, tarihini ve mitolojisini de içine katar. İmparatorluğun şartları da divan şiirini çok etkilemiştir. Tanzimat’tan itibaren divan şiirinin en çok eleştirilen yönleri de hazır hayalleri, yabancı dilden alınan kelimeler ve sıkı kuralcılığıdır. Örneğin sevgili mazmunu: Göz kamaştıran aydınlığıyla güneşe; güzelliği, nazı ve istiğnasıyla güle; kaşı, gözü, kirpiği, yan bakışı ile hükümdara benzer. Hükümdar beşeri anlamda padişah, ilahi anlamda Allah, beşeri aşk anlamında sevgilidir. Şiirde şairin hususiyetlerine göre anlam değişir. Aynı mazmunu Fuzuli kullansa başka mana veririz, Nedim kullansa başka mana veririz. Namık Kemal, bu hazır hayallerle alay etmiştir. Tasavvuf ise divan şiirinde her çağda etkili olmuştur.

Divan şiirinin kafiyeye sıkı sıkıya bağlılığı aynı uyakla birçok şiir yazılmasına, nazirelere, tahmis, terbi, taştir gibi nazım şekillerinin zorunluluğuna sebep olmuştur. Kaliteli şairler aynı kafiyelerle farklı söyleyiş güzelliğine ulaşmışlar ama kalitesiz şairler aynı kafiyelerin taklitçisi olarak kalmışlardır. Bilhassa taştir söylemek çok zordur. Nitekim edebiyatımızda şairin beytine uygun bir taştir bulmak çok güçtür.

Doğu edebiyatında kendi kendine yeterim anlayışı vardır. Nitekim eski Yunan ve Latin edebiyatları hulasa şeklinde tercüme edilmiştir. Tanzimat’a kadar Osmanlı edebiyat anlayışı da bu vaziyettedir. Batı’dan yeni türlere rağbet edilmemiştir. Tanzimat’la beraber Batılı türler edebiyatımıza girmeye başlamıştır. Giren bu yeni türler aslında toplumun Batılılaşmasıyla bire bir orantılıdır. 1839 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı kapılarını Batı’ya sonuna kadar açtığını bir bakıma ilan etmiştir. İmparatorluk asırlarca içinde yaşadığı bir medeniyetin dairesinden çıkıp mücadele halinde bulunduğu bir medeniyet dairesine girdiğini ilan etmiş, onun değerlerini açıkça kabul etmiştir. Bu fermandan sonra Batı’nın tesiri günden güne artmış ve bu özümseme sürecinin ardından 1860’ta yeni edebiyat başlamıştır. Sanatçılar asrın sonlarına doğru kaliteli ürünler vermeye başlar.

Batı ile ta Haçlı Seferlerine dayanan sıkı ve devamlı münasebetimiz III. Ahmet Devrine kadar ne örf ve adette ne de fikir ve sanat meselelerinde belli başlı bir tesir göstermez. Osmanlı, Avrupalının Rönesans’ından, Reform’undan bigâne kalmıştır. Matbaanın açılmasıyla bazı etkileşimler olsa da bu bir toplumu harekete geçirecek seviyede değildir.

17. asırda Evliya Çelebi’nin Avrupa’ya bakışıyla 18. asırda Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin bakışı bir değildir. Evliya Çelebi Batı’yı kendinden yüksek seviyede görmez, Batı ile Osmanlı’yı teferruatlı bir şekilde kıyas etmez. Çünkü o dönemde Osmanlı Batı’dan daha üstün görünmektedir. Bir asır sonra Mehmet Çelebi Batı’ya karşı daha kıyasa dayalı ve hayranlıkla bakar. Bu da Osmanlı’nın Batı’dan daha geride olduğunun göstergesidir. Yirmi sekizinci Mehmet Çelebi’nin sefaretnamesinde (1720) Batı’yı bütün olarak gözlemlemiş ve değerlendirmiştir. Bu sunulan rapor gereği gibi değerlendirilemediği için yetkililerce iyi anlaşılamamıştır.

Osmanlı Devleti’nde Batılı anlamda yenilikler ara ara kesintiye uğrasa da Lale Devrinden itibaren devam edegelmiştir: 1726’da Tercüme Heyeti kurulmuş, 1728’de matbaa faaliyete geçmiştir. Matbaada sadece doğu eserlerinin çevirisi vardır. Pozitif bilimler önemsenmemiştir. Yapılan yenilikler daha çok ordu ile ilgilidir. 1826’da yeniliklerin düşmanı olan Yeniçeri Ocağı kaldırılınca yenilik çalışmaları artış göstermiştir. Yeniçerilerin tarikatı olan Bektaşiliğin tekkeleri de genel mana da kapatılmış, tarikat devletçe gözetim altına alınmıştır. II. Mahmut döneminde ordu, maarif vs. alanlarda yenilikler başlamıştır. Harp okulu açılmış, bu okulda öğretim Fransızcadır. Avrupa’ya öğrenci gönderilmiştir. İlk resmi gazete Takvim-i Vakayi (1831) haftada bir gün Türkçe ve Fransızca olarak yayımlanmaya başlamıştır. Yine bu dönemde ilkokul seviyesinde Rüştiyeler İstanbul’da açılmıştır. Bu okullarla beraber ilköğretim zorunlu hale getirilmiştir. 1839’da Tanzimat Fermanı ilan edilmiş, bu fermanla devlet halkıyla barışma, hak ve özgürlükler verme yoluna gitmiştir. Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nin kapılarını Batı’ya açtığının bir duyurusudur. Yenileşme Osmanlı’da devlet yöneticileri ve aydınlar tarafından savunulmuştur. Halkın böyle bir hareketi olmamıştır. 19. asrın padişahlarından III. Selim, II. Mahmut ve I. Abdülmecid yenilik taraftarıydılar. Tanzimat’ın mimarı Mustafa Reşit Paşa tam anlamıyla kanun, adalet, medeniyet, Batı taraftarı bir aydın veziriazamdı.

19. asra geldiğimizde Batılı yaşam tarzı bilhassa sosyetik muhitlerde rağbet görmeye başlar. Batı, gençler tarafından taklit edilmeye başlanır: Fransızca öğrenmek, Batılılar gibi giyinmek, hal ve hareketler sergilemek… İstanbul’da bilhassa Beyoğlu’nda ecnebi kıyafet ve adetleri görülür. Batı hayatının unsurları taklit ve moda ile gündelik hayata girmeye başlar. Devrin gazetelerindeki bakıldığında her gün Avrupa’dan yeni bir modanın geldiğini görebiliriz. 19. asır baştan sona Batılılaşmanın temellerinin atıldığı bir yüzyıldır. Yüzyılın ikinci yarısında Batılılaşma hız kazanmıştır.

Bu asırda divan şiiri tıkanmıştı. Kaliteli, gelecek nesilleri etkileyecek büyük bir şair çıkmadı. Enderunlu Vasıf, Nedim’in yolundan gidiyor, şiire mahalli unsurları sokuyor ancak başarılı olamıyordu. İzzet Molla’nın Mihnet-i Keşan adlı mesnevisi bir nevi gezi yazısı türündeydi. Akif Paşa, Adem Kasidesi ile yokluğu anlatır, ölüm ve şikayet temleri üzerinde durur. Divan şiiri 19. asır boyunca devam etmiş ancak son divan şiiri ustası Şeyh Galip’e erişememiştir.

1865’te gizlice İstanbul’da kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin amacı padişaha meşrutiyeti ilan ettirmektir. Bu cemiyete genelde devlet memurluğu yapmış, dönemin iyi yetişmiş şahısları katılmaktadır. Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal bu cemiyetin üyesidirler. 1867’de bu cemiyet hakkında araştırmalar başlar. Cemiyetin kadrosu Avrupa’ya kaçar. Avrupa’da Mustafa Fazıl Paşa bu kişileri himaye eder. Avrupa’da fikirlerini gazeteler aracılığıyla yaymaya devam ederler. Nitekim meşrutiyetin ilanıyla birçoğu yurda dönmüştür.

Kısa bir meşrutiyet yönetiminden sonra meclisin kapatılmasıyla meşrutiyet yerini mutlakiyete bırakır. Tanzimat’ın bu ilk ve ateşli edebi neslinin hem siyasi hem de edebi hayatları sona erer. Fakat bu neslin ektiği tohumlar yeşermiştir. Ahmed Rıza, Mizancı Mehmed Murad, Abdullah Cevdet, Sami Paşazade Sezai, Ali Kemal, İbrahim Temo, İshak Sukuti, Tunalı Hilmi Yeni Osmanlıların Fransızca karşılığı olan Jön Türkler’i kendilerine ad yaparak, İttihat ve Terakki isimli yine gizli bir siyasi cemiyet kurmuşlardır (1889) . Amaçları meşrutiyeti yeniden ilan ettirmektir. Yurt içinde ve dışında sürdürdükleri mücadelelerinin karşılığı olarak 1908’de meşrutiyeti ilan ettirmişlerdir.

Tanzimat edebiyatında cereyan eden fikirlerin ilki Osmanlıcılıktır. Osmanlıcılık, din ve mezhep farkı gözetmeksizin, imparatorlukta yaşayan bütün halkların tek bir milletten oluştuğu görüşüdür. Bu fikir Tanzimat senelerinde herhangi bir muhalefete uğramamıştır. Osmanlıcılığı, İslamcılık takip eder. İslam Birliği anlayışı Abdülhamit döneminin genel politikasıdır. İstanbul’da bir Aşiret Mektebi kurdurarak Arap ve Kürt aşiret beylerinin çocuklarını okutup onların ilerde devletin değişik mevkilerinde yer alacak ve Türklerle kaynaşacak şekilde yetiştirilmelerini sağlamak için gösterdiği çaba kısa zamanda boşa çıkmıştır. Türkçülük akımı 1900’lere kadar pek dile gelmese de tohumları bu dönemde atılmıştır. Milliyetçi akımın ürünü olan bu akım yeni kurulacak devletin fikri ideolojisidir. Bu görüşü az da olsa dillendirenler: Süleyman Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Ahmet Mithat’tır. Batılıcılık akımı Tanzimattan sonra kendini göstermeye başlamıştır.


Tanzimat Dönemi Türk

Edebiyatının Genel Özellikleri

Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’in 1960’ta yayımlanmasıyla başlar, 1896 yılına kadar devam eder.

Tanzimat edebiyatını iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönemde Şinasi, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi ve Ziya Paşa; ikinci dönemde Recaizade Mahmut Ekrem, Abdulhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Nabızade Nazım ve Muallim Naci en etkin isimlerdir.

Birinci dönemde “toplum için sanat” anlayışı hâkimken ikinci dönemde genelde “sanat için sanat” anlayışı hâkimdir. Birinci dönem sanatçıları toplumsal konulara ağırlık verirken; ikinci dönem sanatçıları bireysel konulara yönelmişlerdir.

Roman, hikâye, makale, deneme, tiyatro gibi Batılı türler edebiyatımıza bu dönemde girmiştir.

Bu asırda; eğitimde, şiirde, nesirde, hayat tarzında vs. alanlarda hep ikiliğin olduğu görülür: eski-yeni, doğu-batı, klasik-modern…

Dilin sadeleşmesi sürekli savunulmuş ancak şiirde aruzun varlığı bu çabaları boşa çıkarmış kayda değer bir başarı sağlanamamıştır. Nesir alanında ise divan nesrine ve Tanzimat şiirine göre oldukça sade bir dil vardır. Tanzimat’ın ikinci döneminde ise dil tekrar ağırlaşır.

Tanzimat Dönemi eserleri teknik olarak kusurludur. Bu dönemde kaleme alınan türler hakkında sanatçılar daha az bilgi sabidirler. Yabancı dilleri de çok gelişmiş değildir. Tanzimat eserlerine önemli ama güzel değil diyebiliriz.

Nesir alanında sadeleşme gazeteyle başlamıştır. İlk gazete olan Takvim-i Vakayi 1831’de haftada bir gün çıkmaya başlar. Bu en uzun soluklu gazetemizdir. 1922-23’e kadar yayın hayatına devam eder. Bu gazetede daha çok halkın ilgisini uyandıracak güncel haberler, memur tayinleri, ülkede yaşanan gelişmeler vs. daha çok resmi konular yer almaktadır. Eleştiri ve değerlendirmelere pek girilmemektedir. Ardından yarı resmi gazete olan Ceride-i Havadis ile toplum gazete kültürüne sahip olmaya başlamış, bu gazeteler zorunlu olarak nesir dilinde bir sadeleşmeyi beraberinde getirmiştir. Bu gazete bizde gazete ve gazetecilik mesleğinin yerleşmesinde öncü olmuştur. Günlük haberlerden, trajedi, komedi, vodvil ve opera gibi sanat haberlerine kadar değişik nitelikteki yazıların yanı sıra bu gazete Ali Bey, Münif Efendi gibi gençleri de yazı hayatına kazandırmıştır. İlk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’le beraber dilde sadeleşme savunulmuş, bu konu hakkında makaleler yazılmıştır. Ayrıca Batı dillerinden de sızmalar başlamıştır. 1860’ta ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, Şinasi ve Agâh Efendi tarafından çıkarılmıştır. Bu gazeteyi 1862’de Şinasi’nin çıkarmaya başladığı ve Namık Kemal’in devam ettirdiği Tasvir-i Efkar, 1866’da başyazarlığını Ali Suavi’nin yaptığı Muhbir, 1872’de Namık Kemal’in başyazarlığını yaptığı İbret, 1873’te Ebuzziya Tevfik’in çıkardığı Hadika, 1875’te başyazarlığını Kemal Paşazade Said’in yaptığı Vakit, 1876’da başyazarlığını Şemseddin Sami’nin yaptığı Sabah gazeteleri takip etti.Bu gazetelerle birlikte teşkilatlı olmamakla beraber siyasi idareye bir muhalefet doğmuş oldu. Paris’te Ziya Paşa ve Namık Kemal Hürriyet gazetesini, Ali Suavi de Londra’da İhbar gazetesini çıkarmıştır.

Gazete, 1860 Tercüman-ı Ahval’den 1873 Vatan yahut Silistre’ye kadar yeniliği tek başına idare eder. Gazetelerde çeşitli fikri ve edebi konuların işlenmesi tenkit türünün doğmasına katkı sağlar; roman, hikaye, tiyatro, makale, eleştiri türlerindeki yazılar gazetelerde yayımlanır; gazete, halkı eğitmek için bir çeşit okul olarak telakki edilir; dilin sadeleşmesi gerektiği savunulur; tercüme faaliyetlerin hızlanmasında büyük etkisi olur. Bu çalışmalar etrafında hakiki, gerçek, somut bir insan teşekkül eder. Tanzimat döneminin hemen hemen bütün önemli simaları gazetede yetişmiştir. Abdülhak Hamit Tarhan gazete terbiyesinden geçmemiştir, nitekim savrukluğu, düzensizliği bunun sonucudur.

Tasvir-i Efkar’ın kimi nüshaları yirmi bin civarında satmıştır. Bu da gösteriyor ki kitleler okuma zevkini gazetede tatmıştır. Gazeteye kadar kapalı bir zümrenin imtiyazı olan fikir ve edebiyat umumun malı olmuştur.

Şairler şiirlerini sıcağı sıcağına gazetede yayımlamışlardır. Bu da şiiri topluma indirmiştir. Örneğin Namık Kemal makalelerini yazarken kendini toplumun karşısında nutuk çeken biri olarak düşünmüşse bunu şiirlerinde (Hürriyet Kasidesi) de yapar.

1873’ten sonra gazete yerini kitaba ve tiyatroya bırakmaya başlar. Gazetenin tek başına üstlendiği bu yenilik misyonu artık kitap ve tiyatro ile paylaşılmaktadır.

Şiir alanında Şinasi’nin Batı dillerinden çevirileri yeniliğin anahtarı olmuştur. Bu çeviriler eski şiire de bir başkaldırıdır. Tanzimat sanatçısı yeni fikir, imge ve anlatımı eski şekillerle (gazel, kaside, terkib-i bent vb.) sunmuştur. Yeni şekil denemeleri bilhassa Abdülhak Hamit Tarhan da görülür. Birinci dönemde şiire vatan, millet, hürriyet, adalet, ilim, akıl, medeniyet, kanun, hak ve ödevler gibi toplumu ilgilendiren imgeler girmiştir. İkinci dönemde ise aşk, acı, metafizik, tabiat ve ölüm temleri sıkça işlenir. Tanzimat şiiri şekil olarak divan şiirinin benzeridir ama içerik olarak yenidir.

Şiirde ölçü aruzdur. Hece ölçüsü sanatçılarca denenmiştir. Abdülhak Hamit Tarhan tarafından ölçüsüz şiir de yazılmıştır. Kafiye ve redif hala etkinliğini sürdürmektedir. Eski, klasik, soyut sevgili tipi değişmiş; yerine yaşayan kadın sevgili olmuştur. Şiir hayatla buluşmuştur. Bu dönemde Ziya Paşa vecize gibi beyitlerle bir nevi hikemi şiir temsilcisidir, Namık Kemal divan şiirine hücum etmiştir, Hamit tüm kuralları yıkan adamdır. İlk pastoral şiir olan Sahra’yı, ilk kafiyesiz ve ölçüsüz şiiri de Hamit yazmıştır. Şiirde romantizmin etkisi vardır. Bilhassa ikinci dönemde ağır doğa tasvirleri yapılmıştır bu akımın etkisiyle.

Lemartine’den etkilenilmiştir. Şiire yeni istiareler girmiştir. Eski şiir din, tasavvuf ve İran kaynaklarına bağlıyken yeni şiir eski Yunan ve Latin kaynaklarıyla Avrupa edebiyatlarının etkisi altına girmeye başlamıştır. Şinasi’nin “Demez mi ki biriniz su kızı suya boğmuş.” mısrasında su perisi istiaresini bütün edebiyatımızda göremeyiz. Bu istiare Yunan mitosundan gelir.

Sadullah Paşa’nın 19. Asır Manzumesi bize Tanzimat şiiri ve fikri hakkında bilgi verir. Bu manzumede eski devrin eleştirisi ve yeni devrin yani akıl devrinin övgüsü vardır.



Tiyatro Tanzimat’tan önce bizde yoktu. Meddah, Karagöz ve orta oyunu tiyatroyla pek alakalı değildi.

İtalyan müzisyeni Donizetti, II. Mahmut devrinde mehterin yerine ilk batılı askeri bandoyu kurmuştur. Abdülmecit devrinde saraydaki genç erkek ve kızlardan oluşan iki fanfarla -yalnız madeni nefesli çalgılardan kurulu müzik topluluğu- bir de bale topluluğu kurmuştur.

1840 yılında devlet bir tiyatro binasına sahiptir. İlk tiyatro İtalyanların Basco Tiyatrosudur.(1840) . İtalyanlardan sonra Fransızlar 1843 yılında tiyatro binası yaptırmışlardır. Yabancı toplulukların İstanbul’da temsiller vermesi, bu temsillere halkın rağbet etmesi tiyatro binalarının yapılmasını sağlar. İlk yerli teşebbüs ise Hoca Naum’un tiyatrosudur(1854) . Bu girişimlerden sonra tiyatro Türk halkı arasında rağbet gören bir tür olmuştur. İlk ciddi yerli tiyatro Güllü Agop(Osmanlı Tiyatrosu) ’tur(1867). Bu tiyatroyu 1884’te II. Abdülhamit yıktırır. Artık 1908’e kadar tiyatrolara tuluat tiyatroları hakimdir.

Tanzimat tiyatrosu kaynağını hem halk tiyatrosu, hem de Batı tiyatrosu örneklerinden almıştır. Moliere. Racirine. CorneilIe, Goldoni, Shakespeare gibi Batılı tiyatro yazarlarının eserlerinden çeviri ve uyarlamalar yapılmıştır.

1870'li yıllara kadar komedi türü daha fazla rağbet görmüş, bu tarihten sonra romantik tiyatro daha fazla etkin olmaya başlamıştır. "Ancak romantik dramda ferdi ihtiraslar büyük yer tuttuğundan tarihi temalara değer veren Tanzimat tiyatrosunun daha çekici olan ferdi konulara yönelmesini önlemek amacıyla "Milli Tiyatro" adını verdikleri bir tiyatro çeşidi çıkarılmış ve bununla da konularını İslam tarihinden veya Osmanlı imparatorluğundaki Müslüman halkların hayatından alan piyesler kastedilmiştir. Abdulhak Hamit, Şemseddin Sami gibi sanatçılar bu görüşe uygun eserler vermiştir. Oyunlarda sosyal fayda esastır, tarihi konular işlenmiştir.1880’den sonra dil ağırlaşmaya başlamıştır. Artık tiyatrolar oynanmak için değil okunmak içindir.

İlk tiyatro eserimizi Şinasi’nin Şair Evlenmesi’dir. Ardından Ali Haydar Bey’in manzum tiyatrosu olan Sergüzeşt-i Perviz ve II. Ersas’ın Sergüzeşti izler. 1870 ila 1880 yılları arasında 400 civarında oyun yazılmıştır. Ahmet Vefik Paşa, Moliere adapteleriyle; Direktör Ali Bey, yerli komedileriyle; Teodor Kasap, yine Moliere tercümeleriyle; Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemseddin Sami, Abdulhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem gibi sanatçıların katkısıyla bu dönemde tiyatronun alt yapısı oluşturulmuştur.

Tiyatro oyuncuları genelde Ermenilerdir. Saf Türkçeyi sahnede ne yazık ki pek göremiyoruz. İlk kadı oyuncumuz Afife Jale 1919’da sahnede görülecektir.

Tanzimat sanatçıları için tiyatro Kemal’in deyişiyle “Faydalı bir eğlencedir.” Bir mekteptir. Tiyatro, halkı eğitmek için bir araç olarak görülmüştür.

Tanzimat Döneminde kaleme alınan oyunlar genellikle komedi, trajedi, dram ve melodramdır. Şair Evlenmesi ile başlayan komedi tarzı, Ahmet Vefik Paşa’nın uyarlamalarıyla rağbet kazanır. Trajedi ise Ali Haydar Bey’in Sergüzeşt-i Perviz’i ve II. Ersas’ın basit kuruluştaki denemeleri ile görünür. Bu türün en başarılı örneklerini Hamit; Nesteren, Eşber, Tezer, Hakan, Sardanapal gibi oyunları iler verir. Dramları ise iki koldan değerlendirmek gerekir. Birincisi tarihi dramlardır. Bu tarzın başarılı örnekleri arasında Hamit’in Macera-yı Aşk; Namık Kemal’in Celaleddin Harzamşah; Şemseddin Sami’nin Gave ile Seydi Yahya; Samipaşazade Sezai’nin Şîr adlı piyesleri gösterilebilir. İkincisi ise romantik dramlardır. Bu türe örnek olarak da Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre, Gülnihal ve Akif Bey; Ebuzziya Tevfik’in Ecel-i Kaza; Hamit’in Finten, Ahmet Mithat’ın Ahz-ı Sar ile Çerkes Özdenler adlı oyunları verilebilir. Melodram türünde ise Recaizade Ekrem’in Afife Anjelik, Vuslat; Ahmet Mithat Efendi’nin Hükm-i Dil; Hamit’in İçli Kız adlı oyunları alınabilir.

Roman ve hikâye türlerinin benzerleri olabilecek türler eski edebiyatta mesneviler ve halk hikâyeleriydi. Ama bu türler roman ve hikâyenin yerini tam tutamıyordu. Anlatılanlar pek yaşanabilir cinsten değildi, fazlaca abartı vardı, ayrıca sanat yapmak esastı.

İslam’da ilk günah anlayışının olmaması halk hikâyeciliğinden romana geçişi engellemiştir diyebiliriz. Rusların romancılığı gözümüzün önünde çok başarılı bir şekilde ilerlerken biz de bu gelişim çok yavaş olmuştur. Rusların Ortadoks Kilisesi’ndeki aleni itiraf müessesesine neler borçlu olduğu malumdur. Bizde mesnevi ve halk hikâyesinden romana geçmekte zorlanışımızın en önemli engellerinden biri de tenkit eksikliğidir. Nitekim eleştiri olursa gelişim olacaktır.

Eski edebiyatın nesri de ne yazık ki süs ve sanat yığınıdır. Bu hal Tanzimat romancısını bocalatmıştır. Bir birikim olmayınca kaliteli değil de daha çok çeviri ya da uyarlama tarzı eserlerin verilmesine sebep olmuştur. Hatta ilk dönem romancıları eserlerinde halk hikâyeciliği geleneğinden çok yararlanmışlardır. Halk bu kültürle yetişmiş, ne yapabilirlerdi ki!

Nesrin kendini tamamlayamamasın sebeplerinden biri de resim, heykeltıraş gibi sanatların bizim medeniyetimizde yokluğudur. Sanatçılar renkten, çizgiden yoksun kalmışlar ve bu yoksunluğu, bu sanat eksikliğini süslü, secili nesirle doldurmaya çalışmışlardır. Tahsil dilinin de Türkçe olmayışı nesri olumsuz etkilemiş uzun cümle ve tamlamalarla oluşturulmuş bir edebiyat karşımıza çıkmıştır. 19. Asırdan itibaren medresenin yanında yeni okulların da açılması, Avrupa’ya öğrenciler gönderilmesi, dilde sadeleşme cereyanı ve gazete nesrin gelişmesine çok katkıda bulunmuştur.

Tanzimat Devri Türk Edebiyatı başlangıcında ve gelişmesinde çevirilerin çok önemlidir. İlk ürünlerde çeviriler dikkat çekmektedir.Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği Telemak adlı roman ilk çeviri romanımız olup dil ve anlatım yönüyle Nergisi’nin süslü nesrine benzer. Bu eserle Doğulu bir anlatımla da olsa Yunan mitolojisi edebiyatımıza girmiştir. Truva savaşına katılan Yunan mitolojik kahramanlarından Odiseus’un savaş dönüşü yolunu kaybetmesi, bu gecikmeyi merak eden babasının aramak için oğlu Telemakas’un yola çıkması, kendisine insan kılığına girerek yoldaşlık eden akıl ve bilgi tanrıçası Atena’nın ülke yönetiminde nelere uyulması gerektiği hakkında telkin ve tavsiyelerden oluşan bir eserdir. Eserin roman tekniği ile bir alakası yoktur. Kutadgu Bilig’de olduğu gibi telkin ve tavsiyeler yer alır. Victor Hugo’nun Sefilleri özetlenerek Münif Paşa tarafından; Robenson, Ahmet Lutfi tarafından; Monte Cristo, Teodor Kasap tarafından çevrilmiştir. Volfaire, Malicse, Bernardin de Saint Prierre, Chateabriand, Lemartine, Alexandre Dumas Fils, Junes Verne, Rocine, Labbe Prevost, Detave Feulliet, Jean Jacgues Roesseau, Eugene Sue, George Ohnet, Tanzimatçıların en çok beğendikleri yapıtlarını çevirdikleri şair ve yazarlardır.

Bu dönem sanatçılarının çevirileri tesadüfen olmuştur. Sanatçı eline geçirdiği ya da bildiği birini almış romanını çevirmiştir. Hugo’nun Sefilleri bile özet şeklinde çevrilmiştir. Balzac, Stendal, Dickens, Cervantes’i çevirmemeleri büyük bir talihsizlik olmuştur. Ayrıca bu dönem sanatçıları iyi bir Batı tahsili de görmemiştir. Eserleri genelde tercümelerinden okumuşlardır.

İlk hikaye Letaif-i Rivayat ve Kıssadan Hisse ile Ahmet Mithat Efendi’ye aittir. Hemen ardından Emin Nihat’ın Müsameretname’si yayımlanır. Letaif-i Rivayat, rivayetlerin güzelleri demektir. Müsameretname ise gece sohbetleri demektir. Bu iki sanatçı da eski meddah hikâyeciliğinden çok şeyler taşıdıkları muhakkaktır. Bu ilk denemeler teknik bakımından kusurludur. Batılı teknikle yazılmış ilk hikâye olarak Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler’i söylenebilir.

Türk edebiyatında hikayenin masaldan kurtuluşu 19. yüzyılın sonlarındadır. Batı anlayışında bizde ilk hikaye örneklerini verenler Nabizade Nazım “Kara Bibik”, Ebubekir Hazım Tepeyran “Küçük Paşa”, Samipaşazade Sezai “Küçük Şeyler” ikinci dönem Tanzimat Edebiyatı içerisinde anılmaya değer. Karabibik’iin önsözü, Türk Edebiyatı’nda realizm ve naturalizmin ilk ve küçük bir beyannamesi halindedir. Cezmi’den sonra “İslam Birliği” ideolojisini ele alan “Turfanda mı yoksa Turfa mı?” (1890) romanının yazarı Mehmed Murad’ı da kaydetmek gerekir. Devrinin siyasi olaylarına muhalif olarak karışan ve “Mizan” adında bir gazete çıkardığı için Mizancı Murad Bey (? – 1917) diye de anılan yazar, siyasi mücadelelere de yer verdiği bu romandaki gözlemleri ve çevre tasvirleri ile dikkati çekmektedir. Vakasının bir kısmı köyü ve köylüyü kalkındırmak gayesi ile köyde geçen bu romana, Ahmed Midhat’ın Bir Gerçek Hikaye ve Bahtiyarık hikayeleri ve Nabizade Nazım’ın Karabibik hikayesi ile birlikte, aynı zamanda köy romanlarının öncüleri arasında da yer vermek gerekir.

Toplumun romana alışması A.Mithat’la gerçekleşmiştir. A. Mithat okuyucuya bir öğretmen gibi davranmış, bilgiler vermiş ve sosyal fayda için yazmıştır eserlerini.

İlk yerli roman Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ıdır. İlk edebi roman Namık Kemal’in İntibah’ı, ilk tarihi roman yine Namık Kemal’in Cezmi’si ve Ahmet Mithat Efendi’nin Yeniçeriler’idir. Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt’i romantik ögelerin ağır bastığı ancak ilk realist etkilerin görüldüğü romandır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası ilk realist romandır. İlk köy romanı Nabızade Nazım’ın Karabibik’i, ilk tezli roman yine Nabızade Nazım’ın Zehra’sıdır. Mizancı Mehmed Murat’ın Turfanda mı Yoksa Turfa mı adlı romanı ilk otobiyografik romandır. Bu dönemin en çok yazan sanatçısı Ahmet Mithat Efendi’dir. Felatun Bey’le Rakım Efendi adlı romanı Doğu-Batı çatışmasını işler.

Bu dönem roman ve hikâyelerinde esaret, aşk, yanlış Batılılaşma, mirasyedilik, hürriyet, adet ve göreneklerin eleştirisi, alafrangalık, verem hastalığı, tarih gibi konular işlenir.

Bu dönem romanlarında, romanın akışı kesilerek bilgi verilir. Kişiler tek yönlü verilir: Ya çok iyi ya çok kötüdür. Romanın sonunda iyiler mükâfatlandırılmış, kötüler cezalandırılmış, ders vermek istenmiştir. Tesadüflere yer verilir. Kişilerin isimlerine göre roller verilir. Tasvirlerde dil birden ağırlaşmış, uzun, secili cümlelere yer verilmiştir. Teknik bakımından bu dönemde yazılan hikâye ve romanlar kusurludur. İlk dönemde romantizmin ikinci dönemde realizm ve natüralizmin etkisi ağır basar.

Roman bizde iki koldan ilerlemiştir: Birinci kolda Ahmet Mithat Efendi halkı eğitmek için roman yazmış ve bu sebepten dolayı halkın yabancı olmadığı eski tür anlatımlardan faydalanmıştır. Bu geleneği ilerde Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi Gürpınar devam ettirmiştir. İkinci kol ise Namık Kemal’den gelir. Kemal romanın Batılı tarzda yazılmasını ister ve bu yüzden Batılı romanları taklit etmeyi önerir. Bu yolu Nabızade Nazım, Samipaşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem takip eder ve Servetifünun Döneminde Halit Ziya Uşaklıgil bu yoldan yürüyecektir.

İlk kadın romancımız Fatma Aliye Hanım da Tanzimat Dönemi sanatçılarındandır. Mecelle’nin en önemli yazarı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızıdır.

Eserlerde mekan genelde İstanbul’dur. İstanbul’un da Beyoğlu, Çamlıca gibi sosyetik mekanlarıdır. Nesir dili şiire ve divan edebiyatı nesrine göre oldukça sadedir.

Bu dönemde yazılan ilk makale Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval mukaddimesidir. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Recaizade, Muallim Naci gibi sanatçılar makale yayımlamışlardır. Tenkit türü de bu dönemde gelişmiştir. Edebi tenkit alanında Namık Kemal’in Takip ve Tahrib-i Harabat’ı; Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa makalesi ile Harabat’ın ön sözü; Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem’in atışmaları bu döneme damgasını vurmuştur. Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan:R. Mahmut Ekrem’dir.

İlk antoloji Ziya Paşa’nın Harabat’ıdır.

İlk günlük Direktör Ali Bey’in Seyahat Jurnali’dir.

İlk atasözleri derlemesi, Şinasi’nin Durub-ı Emsal-i Osmani’sidir.

Tanzimat Devrinde, Batılı anlamdaki mizahın ilk örneğini Ethem Pertev Paşa, Av’avaname (Havlama Kitabı) eseriyle vermiştir. Ziya Paşa’nın Zafername’si Sadrazam Ali Paşa’yı sözde göklere çıkarırken çok ağır bir şekilde hicveder. Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi ve Hirrename (Kedi Kitabı)’si hiciv örnekleridir. Direktör Ali Bey’in Lehçetü’l Hakayık adlı eseri Türkçenin ilk mizah sözlüğüdür. Bu devrin doğrudan doğruya hicivle uğraşan ismi Mehmed Eşref’tir. Teodor Kasap’ın çıkardığı Diyojen adlı gazete ilk mizah gazetesidir.

Abdulhalim Memduh’un Tarih-i Edebiyat-ı Osmani adlı eseri ilk edebiyat tarihimizdir.

Tanzimat sanatçılarından Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Direktör Ali Bey Klasisizm’den; Namık Kemal, Ahmet Mithat, Abdulhak Hamit Tarhan romantizmden; Recaizade Mahmut Ekrem ve Samipaşazade Sezai hem romantizm hem de realizmden; Nabızade Nazım naturalizden etkilenmiştir.

1880’den sonra romantizm en parlak devrini yaşarken, yavaş yavaş pozitivist, realist ve materyalist fikirler belirmeğe başlamıştır. Bu fikirlerin en tanınmış temsilcisi Beşir Fuad’dır.


Yüklə 186,22 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin