280
}işi'n-nebî; İbn Allan, îthâfü ehli'I-İs-lâm ve'1-îmân bi-beyâni enne'1-Muş-tafâ lâ yahlû canhu zaman (Zâhiriyye Ktp., nr. 9276); Ebü'l-Vefâ el-Keşmîrî, Envârü'n-nübüvve fi'l-haşâ'iş; Ahmed b. Muhammed el-Eş'arî Hulâşatü'ş-şa-fâ min haşâ^işi'l-Muştaîâ; Muhammed b. Akile. 'Lfavdnü's-sa'ûde fîmâ huşşa nebiyyünâ kabîe'l-vilâde; Veliyyullah b. Habîb el-Leknevî. Keşfü'l-esiâi fî ha-ştfişi seyyidi'l-ebrâr; Molla Halîl Siirdî, Mahşûlü'l-mevâhibi'l-ehadiyye ii'l-haşâ*iş ve'ş-şemâiili'l-Muhammediy-ye; Şa'bân Muhammed İsmail, Min ha-şâ'işi'n-nebî ve şemâ'ilih (Riyad 1980) (Selâhaddin el-Müneccid, s. 187-190). Ebû Abdullah Cemâleddin Salim b. Nas-rullah el-Hamevî'nin Haşâ'işü'I-enbi-yâ'sı, Zeynüddin b. Muhammed el-Hâdî e!-Berzencî ve Kemâleddin Muhammed b. Muhammed eş-Şâmî'nin el-Haşâ'i-şü'n-nebeviyye adlı eserleri de burada zikredilmelidir.
Hasâisü'n-nebî'ye dair eser yazan bazı müellifler isim olarak "fezâil" kelimesini tercih etmişlerdir. Fatımî dâîlerinden Kâ-dî Nu'mân b. Muhammed'in (ö. 363/974) FezâHlü'n-nebiyyi'l-muhtâr ve âlihi'l-mustafeyne'l-ahyâr'ı ile bu eserin şerhi olan Şerhu'i-ahbâr îî FezâHli'n-nebiy-yi'1-muhtâr ve âli'1-muştafeyne'l-ah-yâr mine'l-e'immeti'İ-athâr'i türün ilk örnekleri olmalıdır. Ferrâ el-Begavî'nin
el-Envâr iî iezâ>ili(şema'ilfy'n-nebiy-yi'l-muhtâr'i (nşr. İbrahim el-Ya'kübî, Beyrut 1409/1989), Cemmâilfnin Fezâ'i-lü hayri'l-beriyye'si (el-Âşârü'l-merdıy-ye fî fezâ'ili hayri'l-beriyye). Ebû Şâme el-Makdisî'nin el-Muktefâ fî zikri fezâ-'ili'l-Muştafâ'sı, İbnü'l-Müneyyir'in eî-İktifâ fî fezâ'ili'l-Muştafâ'sı, İbnü'1-Bâ-rizînin Tevşîku *ura'l-îmân fî fezâ*ili ha-bîbi'r-rahmân'ı. Hasan b. Muhammed el-Hasenî'nin Nefâ'isü'd-dürer fî fezâ'ili hayri'l-beşer'i, İbn Habîb el-Halebî'nin el-Muktefâ fî zikri fezâ'ili'l-Muştafâ'sY (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2101; Dâ-rü'1-kütübi'l-Mısriyye. Tarih, nr. 309), İb-nü'I-Hür diye de anılan Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Basrfnin el-Lü-bâb fî fezâ^ili'n-nebî ve'l-aşhâb'\ (Kütahya Tavşanlı Zeytinoglu Halk Ktp., nr. 94) bu konuyla ilgili bilinen eserlerdendir. Yakın dönemde yapılmış çalışmalar arasında, Abdullah b. Muhammed b. Sıd-dîk el-Gumâri'nin el-Ehâdîşü'l-müntekâ fî fezâ'iîi şallallâhü hleyhi ve sellem (Kahire 1974), Muhammed Abdülvâhid'in Tuhfetü'l-etkıyâ fî /ezd'iJi seyyidî'1-en-biyâ1 (Delhi 1319/1900), İbnü'l-Müney-yir diye anılan Muhammed Arif b. Ahmed Saîd el-Hüseynî'nin Hamîdetü'z-zamân bi-efdaliyyeti'r-Resûli'I-a^am ^alâ sâ'in'1-enbiyâ3 bi-naşşi'l-Kur*ân (Zâhiriyye Ktp., nr. 8614), Abdullah b. Muhammed es-Sıddîk el-Hasenî'nin Fezâ'i-
lü'n-nebî fi'1-Kur'ân ve Muhammed Mahfuz Şehâme Cenk'in Kurretü'1-hyn il isbâti /ezd'ili seyyidi's-şekaleyn adlt eserleri sayılabilir (Selâhaddin el-Müneccid, s. 198-200). İzzeddin İbn Abdüsse-lâm'ın (ö. 660/1262), ResÛlulIah'm üstünlüğüne dair kırk hadisi ihtiva eden Bidâ-yetü's-sûl fî tafdîli'r-Resul (nşr. Nâsı-rüddin el-Elbânî, Beyrut 1986) ve Miin-yetü's-sûî fî tafdîli'r-Resûl (nşr. Selâhaddin el-Müneccid. Beyrut 1981) adlı eserleriyle Kemalpaşazâde'nin Efdaliy-yetü [tafdllü) nebiyyinâ hlâ sâ3iri'l-en-biyâ1 adlı risalesi (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3698; Esad Efendi, nr. 3551; Düğümlü Baba, nr. 351), Hz. Peygamberin üstünlüğünü Kur'an âyetleri, hadisler ve âlimlerin görüşlerine yer vererek anlatan özlü eserlerdendir. Yûsuf b. İsmail en-Nebhânî'ninei-Fezâ'iJu'i-Muftamme-diyye adlı eseri (nşr. Mahmûd Fâhûrî, Halep 1414/1994) konuyu bütün yönleriyle ihtiva eden bir çalışmadır. Müellif, Resûlullah'ın hayatını kısaca anlattıktan sonra tesbit edebildiği 782 eserin ismini alfabetik olarak kaydetmiş, daha sonra Hz. Peygamber'in üstünlüğüne dair Bey-zâvî tefsirinden kısa açıklamalarıyla birlikte Kur'an âyetlerini, onun hakkında diğer semavî kitaplarda bulunan bilgileri, yine bu konuda rivayet edilen hadisleri bölümler halinde ele almıştır. Ayrıca Resûlullah'ın üstünlüğünü bildiren kırk rivayeti el-Ehâdîşü'1-erba'în fî fezâHîi seyyidi'l-mürselin adlı müstakil bir eserde toplamıştır (Beyrut 1894). Aynı müellifin Cevâhirü'l-bihâr fî fezâ'üi'1-mah-(dr'ıise (I-IV, Kahire 1379/1960) hadis, tefsir, kelâm, tasavvuf, siyer ve menâkı-ba dair eserlerde Hz. Peygamber'in ha-sâis ve fezâiline dair bilgilerin yer aldığı bölümlerden alıntılar yapılarak meydana getirilmiş bir çalışmadır. Âbirî de bu konuda Türkçe olarak Efdaliyyetü nebiyyinâ Muhammed ala sâiri'l-enbiyâ' adıyla bir eser kaleme almıştır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4489). Fezâilü'n-nebî türündeki eserlerde diğer peygamberlerin mûcizeleriyle Resûl-i Ekrem'in mucizelerinin mukayese edildiği görülmektedir, özellikle müslümanlarla hıristiyanların birlikte yaşadığı bölgelerde bu tür çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. İbnü'n-Nasr es-Selâvfnın, Hz. îsâ'nın Hz. Muhammed'den üstün olduğunu ispat için yazılan bir esere reddiye olarak kaleme aldığı DaVe'J-Yesû'iyym ve tai-lü Muhammed hlâ sâ3m'l-enbiyâ3 adlı kitabı (Kahire 1318) bu çalışmalara bir örnek teşkil eder.
BİBLİYOGRAFYA :
Lisânü'l-'Arab, "bşş"md.; Kamus Tercüme-si, II, 1166, 1167; Müsned, II, 373, 381, 417; III, 144; IV, 66; V, 59, 379; el-Muva((a', "Hüsnü'l-tjuluk". 8; Dârimî, "Mukaddime", 8; Buhârt, "rİlİm", 37,"Rikâk",38, "Cum'a", 1, 12, "Menâkıb", 23. 24, "Teyemmüm", 3, "Şalât", 56, utfumus", 8; Müslim, "Cumca", 19, 21, "Mesâ-cid", 3, "Fezâ'Ü", 1. "îmân", 335; Tîrmizî. "Menâkıb", 1; a.mlf., Evşâfü'n-nebUnşr. Se-mîh Abbas), Beyrut 1405/1985, s. 370-388; Ne-sâî. "Ğusül", 26; Ebû Nuaym el-lsfahânî. De/â'i-lü'n-nübüüüe(nşr AbdülberAbbas-M. Revvâs Kalacî). Halep 1390/1970, 1, 191; II, 750-801; Bey haki, De(â*ı(ü'n-nübüuue(nşr. Abdülmu'tî Kalacî), Beyrut 1405/1985, V, 470-491; Müzeni", ei-Muhtasar, Beyrut 1410/1990, VIII, 263; Kadî İyâz. eş-Şifâ',1. 15-66,273-279,511-515; İbnü'l-Cevzî. et-Vefâ bî-ahoâli't-Muştafâ (n§r. Mustafa Abdülvâhid). Kahire 1386/1966,1,353-371, 372, 373; İbn Abdüsselâm. Bidâyetü's-sûl fî taföUİ'r-ResüllnsT. M. Nâsırüddin el-Elbânî). Beyrut 1986; İbn Belbân, et-lhsân fi takribi Sahihi İbn Hibb&n (nşr. Şuayb el-Arnaûd), Beyrut 1404/1984, I, 132; İbnü'l-Mülakkın. Gaye-tü's-sûl ft haşâ'işi'r-Resûl (nşr. Abdullah Bah-rüddin), Beyrut 1414/1994, s. 181-187; İbn Ha-cer. Fetfıu'/-/>arf(Hatîb).l, 199;Semhûdî.Ceüâ-hirüVikdeyn (nşr. Mûsâ Benây el-Alîlî), Beyrut, ts., 1/2. s. 7, 29;Süyûtî, et-Hasâ'lşû'l-kûbrû (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1387/1967,1, 37; III, 110 vd., 125 vd.; İbn Tolun, Mürşldü't-muh-târilâ haşâ'işi'l-muhtâr (nşr. Bahâ M. eş-Şâhid). [baskı yeri ve yılı yok|. naşirin mukaddimesi, s. 5-52; Keşfü'z-zunûn, I, 705-706; Ahlwardt. Verzeichnisse. IX, 205; kâhu'I-meknûn, I, 430; II, 198; Hediyyetu'l-'ârifin, II, 306, 555, 557; Brockelmann. GAL, I, 380; Suppt., I, 545; Keh-hâle, Mıfcemu't-mü'eUifîn, 1.95, 288,756; Ket-tânî, er-Risâİetü'l-müstetrafe, s. 407-412; Neb-hânî. CeuâhirU'l-bihâr fi f&â'ili'l-muhtâr, I-IV, Kahire 1960; a.mlf.. Hüccetullâh 'ateVâtemîn | nşr. Hasan Casnâ-M. Emîn Demeç), Diyarbakır, ts. (el-Mektebetü'l-lslâmî), s. 28-35; a.mlf., ei-Fetâ'iiü'l-Muhammedlyye (nşr. Mahmûd Fâ-hûrî), Halep 1414/1994; Ziriklî, el-AHâm, I, 86; M. Nâsırüddin el-Elbânî, Fıhrisü mah(ûtâti Dâ-ri't-Kütabi'?-Zâhiriyye, Dımaşk 1390/1970. s. 331; Ahmed Hicâzî es-Sekkâ, et-Bişâre bi-ne-btyyl'l-lslâm fi't-Teurât ue'i-lncîl. Kahire 1977, tür.yer.; M. Mahir Hamâde, Merâci* muhtâre 'an hayati Resutitlâh, Riyad 1402/1982, s. 279; Abdullah b. TeffcG, Tehztbü'l-Haşâ'işi'n-ne-beoiyyeti'l-kübrâ li's-Süyûti, Beyrut 1410, s. 12; Selâhaddin el-Müneccid. Mu'cem mâ ütlife 'an ResûUUâh, Kahire, ts. (Dârül-Kâdî İyâz}, s. 187-190, 198-200,211. [—ı
İRİ Erdinç Ahatlı
P HAS'AM (Benî Has'am) ~"
Adnânîler'e mensup bir Arap kabilesi.
Kabileye adını veren Has'am'ın asıl adı Eftel olup şeceresi Has'am b. Enmâr b. Nizâr b. Maad b. Adnan'dır. Eftel, bir ittifak dolayısıyla kurban edilen hayvanın kanını ellerine ve vücuduna sürdüğü için Has'am lakabıyla anılmıştır. Has'am'ın ba-
HAS'AM (Benî Has'am)
ganimet, beytülmâl hissesi ayrıldıktan sonra mücahidler arasında taksim edildi. Resul ullah'ın vefatı üzerine Humeyda b. Nu'mân başkanlığında bazı Has'amlı-lar Ezd ve Becîle ile birlikte irtidad ettiler. İrtidad hareketlerinin bastınlmasın-dan sonra Suriye ve Irak cephesindeki fetihlere katılan bu kabile mensupları Hz. Ali-Muâviye mücadelesinde ikiye ayrıldılar ve hasım ordularda yer aldılar.
Has'amli meşhur sahâbîler arasında Ebû Ruveyha el-Fezaî, Temîm b. Verkâ, Mâlik b. Abdullah el-Has'amî sayılabilir. Bunlardan Ebû Ruveyha müslüman olduğunda Hz. Peygamber ona beyaz bir sancak verdi ve bu sancağın altına girenin güvenlikte olacağını belirtti. Ebû Ruveyha. daha sonra Filistin'in fethini Hz. Ömer'e müjdelemek üzere Medine'ye gelmiştir. Mâlik b. Abdullah ise "el-kâi-dü'l-Filistinî" (Filistin kumandanı) diye tanınmış ve Muâviye ile oğlu 1. Yezîd zamanında İslâm ordusunun kumandanları arasında görev yaparak S8 (678) yılında Rumlar üzerine tertiplenen bir gazaya iştirak etmişti. Has'am kabilesine mensup bazı kadınlar Kureyşliler'le evlenmişlerdir. Bunlar arasında, özellikle ilk müslüman hanımlardan olan Esma bint Umeys ile kardeşi Selmâ meşhurdur. Es-' mâ, önce Ca'fer b. Ebû Tâlib ile evlenerek onunla birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, Ca'fer'in şehid olmasından sonra Hz. Ebû Bekir ve onun vefatı üzerine Hz. Ali tarafından nikâhlanmıştır. Selmâ ise Hz. Hamza ile evliydi. Hâüd b. Velîd'in eşi Esma da Enes b. Müdrik'in kızıdır. Kendisinden İmam Evzâî'nin rivayette bulunduğu Üseyd b. Abdurrahman el-Has'amî ile Abdülcebbâr el-Has'amî adlı mu-haddisler de bu kabiledendir.
BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'l-Kelbî. Kitâbü't-Eşnâm, s. 40-41, 46; İbn Sa'd. et-Jabakât, 1,286,348; 11, 162; İbn Dö-reyd. el-İştikâk, s. 520; Hemdânî. Şıfatü Cezl-reti'l-'Arab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekvâ'), Ri-yad 1397/1977, s. 53,119, 150, 192, 257-258, 261-262, 320, 329; İbn Hazm. Cemhere.s. 390, 391,484; Bekri, Mu'cem, I, 57-63; Yâköt. Mu'ce-mü'i-büidân, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır). I, 286; II, 9, 10, 21; Kalkaşendî, Nİhayetü'l-ereb (nşr. İbrahim el-Ebyârî). Kahire 1959, s. 172, 243; Şâmî. Sû6ü/ü 't-hüdâ, VI, 503-504; Halebî, Insâ-nüVuyûn, II!, 204; Cevâd Ali. el-Mufaşşal, I, 364, 374, 406, 516; IV, 443-444,470; V, 320; VI, 446; Koksal, islâm Tarihi (Medine), X, 123-125; Ömer Rızâ Kehhâle, Mu'cemü kabâ'ili'l-'Amb, Beyrut 1402/1982,1, 63, 331-332; Mustafa Mu-râd ed-Debbâğ, el-Kabâ'İlü'l-'Arabiyye oe se-tâ'itûhâ fî bilâdinâ Filistin, Beyrut 1986, s. 98-99; G. Levi DellaVida, "Has'am", /AV/1, s. 306-308; amir., "£haÜıfanV\ EF (İng.), IV, 1105-1106; Mustafa Fayda, "Cerir b. Abdullah", DlA, VII, 410-411; M. Yaşar Kandemir. "Esma bint
Umeys". a.c, XI, 422. H „.. . A .. J İKİ HuseyınAlgul
282
HASAN
Ebû Muhammed el-Hasen b. Alî
b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî
<ö. 49/669)
Hz. Peygamber'in torunu,
Hz. Fâtıma île Hz. Ali'nin
büyük oğlu.
3. yılın Şaban ayında (Ocak-Şubat 625) veya Ramazan ayının 15'inde (1 Mart) Medine'de doğdu. Babası ona Harb adını koymayı düşünmüşse de Hz. Peygamber. Câhiliye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebû Muhammed künyesini vermiş ve kulağına bizzat ezan okumuştur; doğumunun yedinci gününde de akîka kurbanı kestiği ve Hz. Fâtıma'dan saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istediği bilinmektedir. Kaynaklarda, Re-sûlullah'a çok benzediği için Hz. Ebû Bekir'in onu, "Ey nebiye benzeyen. Ali'ye benzemeyen" diye sevdiği ve Hz. Ali'nin de buna tebessüm ettiği belirtilir.
Hasan, kardeşi Hüseyin gibi İlk halife döneminde cereyan eden önemli olaylarda fiilen yer almamıştır. Hz. Osman'ın hilâfeti sırasında kardeşiyle birlikte Saîd b. Âs'ın Horasan seferine (29 veya 30/650 veya 651) katılmış (Belâzürî, Fütûh, s. 480; Taberî, Târih, 1. 2836), daha sonra da babası tarafından yine kardeşiyle birlikte Hz. Osman'ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirilmiştir [a.g.e., I, 3020).
Babası hilâfete geldikten sonra Hasan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm'ın ona karşı çıkmaları üzerine, Kûfeliler'i babasının yanında yer almaya ikna etmek için Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe'ye gitti. Cemel Vak'ası ve Sıffîn Savaşf nda da babasının yanında bulundu. Hz. Ali'nin şehid edilmesinin ardından (19 veya 21 Ramazan 40/26 veya 28 Ocak 661) Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmuttalib Kûfeliler'i halife olarak ona biata davet etti ve bir rivayete göre (İbn Şehrâşûb, III, 19!) aynı gün, bir rivayete göre de (Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb, II. 426) iki gün sonra Kûfe'de kendisine biat edildi. Hz. Ali ölümünden kısa bir süre önce Hasan'a biat konusunda sorulan bir soruya, "Bunu ne emreder ne de nehyederim" diye cevap vermiştir (Taberî. Târih, I, 3461); ancak Şiîler Hz. Ali'nin onu veliaht tayin ettiğine inanırlar (Fığlalı, s. 85). Hz. Hasan, Küfe Mescidi'nde halka hitaben yaptığı konuşmada Ehl-İ beyt'in meziyetlerinden ve Hz. Peygamber'e olan yakınlığından
söz etti. Ona ilk biat eden Kays b. Sa'd b. Ubâde el-Ensârî, biat sırasında kendisini Allah'ın kitabına ve Resûlullah'm sünnetine bağlı kalmanın yanı sıra isyancılara karşı savaş şartını da kabul etmesi için zorladı; fakat Hasan bu şartın aslında "Allah'ın kitabı" lafzında mevcut olduğunu söyledi (Taberî, Târih, II, I).
Hz. Ali'nin şehid edildiğini ve Hasan'ın halifeliğe getirildiğini haber alan Muâviye b. Ebû Süfyân, onun taraftarlarını ve Kûfeliler'i kendi safına çekmek için yoğun bir faaliyet başlattı; Abdullah b. Âmir kumandasında Suriye, Filistin ve el-Cezî-re kuvvetlerinden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu durumu Kûfe'de bulunduğu sırada öğrenen Hz. Hasan da Abdullah b. Âmir'le karşılaşmak üzere Medâin'e doğru yola çıktı. Bu sırada, iki taraf arasında anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi konusunda zaman zaman eski meseleleri de kurcalayan mektuplar teati edilmiş (Ebü'l-Ferecel-Jsfahânî,Me/câ(i7ü'(-Tâtibiyyın, s. 46-77), ancak bu yazışmalar durumu gerginleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Muâviye Musul'a ulaşıp orada konaklayınca Hz. Hasan, Ubeydullah b. Abbas kumandasında 12.000 kişilik bir öncü birliğini ona karşı gönderdi ve Ubeydullah'a, Muâviye ile müzakerelerde bulunmak isteyen Kays b. Sa'd ve Saîd b. Kays el-Hemdânî ile istişare etmesini söyledi. Fakat bu arada, konakladığı Medâin'in Sâbât mevkiinde ordusun-daki savaşa karşı isteksizliği sezince bir konuşma yaparak aslında hiçbir müslü-mana karşı kötü hisler beslemediğini, adamlarının pek çoğunun savaştan hoşlanmadığını bildiğini, bunun için de onların arzu etmedikleri bir şeyle karşı karşıya kalmalarını istemediğini söyledi. Büyük bir şaşkınlık yaratan bu sözler üzerine Hâricîler'in görüşlerini benimseyen bir grup, "Hasan da babası gibi küfre düşmüştür" diyerek üzerine yürüdü ve altından seccadesini çekip elbisesini çekiştirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Hasan, Rebîa ve Hemdân kabilelerine mensup sâdık adamlarının yanına sığındı; onlar da etrafını çevirip saldırganları uzaklaş-
tırdilar. Hz. Hasan daha sonra Medâin'e gitmek üzere hareket etti. Ancak yolda kendisini öldürmeye teşebbüs eden Hâ-ricî Cerrah b. Sinan el-Esedî tarafından yaralandı ve şehre ulaşınca valinin evinde tedavi gördü. Bu sırada Muâviye, bir yandan Hz. Hasan'ın taraftarlarınca tartaklanıp yaralandığı haberini etrafa yayarken bir yandan da Enbâr'da onun öncü kumandanı Ubeydullah b. Abbas ile Kays b. Sa'd'ı kuşattı. Muâviye'nin öncü kumandanı Abdullah b. Âmir de Medâin'e giderek şehrin dışına çıkan Hasan'ın ordusunun karşısında mevzilendi ve onlara Muâviye'nin de Enbâr'ı kuşattığını, aslında savaş niyeti taşımadıklarını ve Hz. Hasan'ın kendisi de dahil olmak üzere askerlerinden onlara sığınanların hayatlarının bağışlanacağını söyledi. Bu sözler karşısında çoğunluk savaştan kaçındığını belli etti; Hz. Hasan da Medâin'e dönerek hilâfeti Muâviye'ye teslim etmek için belirlediği şartları Abdullah b. Âmir'e bildirmek zorunda kaldı. İleri sürdüğü şartlar şunlardır: 1. İntikam için Iraklı-lar'dan hiç kimse tutuklanmayacaktır. 2. Milliyetine bakılmaksızın herkes emniyet içinde olacaktır. 3. İşlenmiş suçların tamamı affedilecektir. 4. Ahvaz'ın haracı yıllık olarak kendisine ödenecektir, s. Kardeşi Hüseyin'e 2 milyon dirhem verilecektir. 6. Hâşimoğulları'na da Abdü-şemsûğullan'na (Ümeyye) gösterilen yakınlık gösterilecek ve aynı ihsanlarda bulunulacaktır (Dîneverî, s. 221-222). İbnü'l-Esîr bu şartlara Hz. Ali'ye sövmemeyi de ilâve etmiştir {el-Kâmil, III, 405}. Aynca muahhar bir Sünnî kaynakla (Süyûtî, s. 191) Şiî eserleri (meselâ bk. İbnTolun. s. 65; İbrahim el-Mûsevî ez-Zencânî, i, 143; M. Husain Tabatabai, s. 56), anlaşma şartlarına hilâfetin Muâviye'nin ölümü halinde Hasan'a iade edilmesi maddesini de eklemişlerdir. İbn Hacer el-Heytemî bu maddeyi, "Muâviye kendisinden sonra yerine kimseyi tayin etmeyecek, bu iş ondan sonra müslümanlann şûrası ile tes-bit edilecektir" şeklinde verirse de (eş-ŞauâHlcu'l-muhrika, s. 136) anlaşmada böyle bir maddenin bulunması olayların gelişmesine pek uygun düşmemektedir; çünkü Muâviye, oğtu Yezîd'e biat aldığı zaman Hz. Hasan'Ia yapılmış anlaşma uyarınca hilâfete aday gösteremeyeceği yolunda kendisine karşı herhangi bir itirazın ileri sürüldüğü sabit değildir.
Abdullah b. Âmir Hz. Hasan'ın şartlarını Muâviye'ye götürdü. Muâviye de bunları kendi eliyle yazarak mühürledi ve Hz. Hasan'a iade etti (25 Rebîülevvel 41/29
Temmuz 661; bk. Mes'ûdî, Mürûcü'z-ze-heb, II, 426; İbnü'1-Esîr, el-Kâmit, III, 405-406; tbrâhim el-Mûsevî ez-Zencânî, I, 143). Şartlarının kabul edilmesine memnun olan Hz. Hasan, anlaşmayı Kays b. Sa'd'a bildirerek yetkilerini Muâviye'ye devretmesini ve Medâin'e dönmesini emretti. Bu duruma öfkelenen Kays, kumandası altındaki 4000 adamına ya sapıklığa düşmüş bir imama (Muâviye) itaat etmelerini veya imam olmadığı halde kendisine uyarak savaşa girmelerini önerdi, onlar da birinci şıkkı tercih ettiler (İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, III, 407). Bu arada Hz. Hüseyin ve Hucr b. Adî gibi bazı kimseler, Hz. Hasan'ın Muâviye ile anlaşmasına, arkasındaki müslümanları küçük düşürdüğü gerekçesiyle karşı çıktılarsa da Hasan kararından dönmeyerek adamları ile birlikte Medâin'den Kûfe'ye gitti ve oraya gelen Muâviye'ye vardıkları anlaşmayı şahsen de teyit ettirdi (Cemâziyelevvei 41/Eylül 661). İslâm tarihinde 41 yılına bu uzlaşmadan dolayı "âmü'l-cemâa" (birlik yılı) denilmiştir. Böylece Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin'in şiddetle karşı çıkmasına rağmen Muâviye ile anlaşarak Hz. Peygam-ber'in işaret ettiği gibi (Buhârî, "Sulh", 9-, "Fiten", 20) müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemiş ve insanların kısa bir süre için de olsa barış ve huzur içinde yaşamalarına vesile olmuştur. Hz. Hasan daha sonra ailesiyle birlikte Medine'ye gitti ve hayatının geri kalan kısmını orada siyasetten uzak bir şekilde geçirdi. Ancak sonunda, rivayete göre Yezîd b. Muâviye ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan eşlerinden Ca'de bint Eş'as b. Kays tarafından zehirlendi (İbnü'1-Esîr el-Kâmil, III. 460; a.mlf.. üsdü'l-ğâbe, 11, 15; Süyûtî, s. 192) ve 28 Safer 49 (7 Nisan 669) tarihinde vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Hüseyin'e Resûl-i Ekrem'in yanına, bu mümkün olmadığı takdirde Cennetü'l-Ba-ki'de annesinin yanına gömülmesini vasiyet etmiş, Mervân b. Hakem birinci teklife karşı çıktığı için Medine Valisi Saîd b. Âs'ın kıldırdığı cenaze namazından sonra Cennetü'l-Baki'de annesinin yanına defnedilmiştir.
"Müctebâ, takî. zekT ve "sıbt" lakapla-nyla tanınan Hz. Hasan halim selim, cömert, sakin, vakarlı, siyaset ve fitneden kaçınan bir yaratılışa sahipti. Onun hilâfette kalış süresi hakkında farklı görüşler vardır; müelliflerin bir kısmına göre dört ay üç gün (meselâ bk. İbn Şehrâ-şûb, III, 192), bir kısmına göre de altı ay üç gün (meselâ bk. el-lmâme ue's-siyâ-se, I, 140; Mes'ûdî, et-Tenbîh, s. 260; Sü-
HASAIM
yûtî, s. 191-192) halifelik yapmıştır. Muâviye ile anlaşma 25 Rebîülevvel 41 (29 Temmuz 661) tarihinde yapıldığına göre ikinci rivayetin daha isabetli olması gerekir. Hz. Hasan doğrudan Resûl-i Ekrem'den, anne ve babasından on üç hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de oğlu Hasan ile Süveyd b. Gafele, Ebü'l-Havrâ es-Sa'dî, Şa'bî. Hübeyre b. Yerim, Asbağ b. Nübâte ve Müseyyeb b. Necebe rivayette bulunmuşlardır.
"Mıtlak" {çok boşayan} lakabıyla da anılan Hz. Hasan'ın hayatında 100'e yakın evlilik yaptığı söylenir; hatta Şiî müelliflerinden İbn Şehrâşûb'a göre ayrıca 250 veya 300 cariyesi olmuştur {Menâkıbü ÂliEbîTâlib,]\\, 192; Süyûtî, s. 191;İbrâ-him el-Mûsevî ez-Zencânî, 1, 145). Ancak onun hakkında müstakil bir araştırma yapan Bakır Şerif el-Kureşî, bu rivayetlere karşı çıkarak kendisinin sadece on üç evlilik yaptığını söylemektedir [Ha-yâtü'l-Imâm el-Hasan b. cAlî, II, 443-460). Çocuklarının sayısı da ihtilaflıdır; kız erkek on iki, on beş, on altı, on dokuz, yirmi ve yirmi iki çocuğu olduğu rivayet edilir. Kaynaklarda adları verilen çocukları şunlardır: Zeyd. Hasan, Kasım, Ebû Bekir, Abdullah, Amr, Abdurrahman, Hüseyin. Muhammed, Ya'küb, İsmail ve Tal-ha. Tarihçiler, soyunun Hasan el-Müsen-nâ ve Zeyd adlı çocuklarıyla devam ettiğinde birleşirler. Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere "şerif unvanı verilmiştir. Tarihte bunlar tarafından kurulan İdrîsîler, Ressîler, Sa'dîler ve halen devam eden Fi-lâlîler ile (Fas) Hâşimîler (Ürdün) gibi birçok hanedan vardır.
Kaynaklar. Resûl-i Ekrem'in "cennetin efendileri" dediği ve haklarında, "Alla-hım. ben onları seviyorum, sen de sev!" diye dua ettiği iki torununu çok sevdiğini, İsteklerini tereddütsüz yerine getirdiğini, onlarla oyun oynadığını, sırtına bindirip gezdirdiğini, hatta secdede iken sırtına bindiklerinde ininceye kadar kalkmadığını belirtir ve onlara olan düşkünlüğünü gösteren birçok rivayet naklederler. Bunlardan biri de şudur: Bir gün Hz. Peygamber minberde iken Hasan ile Hüseyin'in düşe kalka mescide girdiklerini görmüş, konuşmasını yanda keserek aşağı İnip onları bağrına basmış. "Cenâb-ı Hak, 'Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir' (et-Tegâbün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım" dedikten sonra konuşmasına devam etmiştir (İbn Mâce, "Libâs", 20; Tirmi-zî, "Menâkıb", 30; Nesâî, "Cum'a", 30,
283
HASAN
"cîdeyn", 27;). Hz. Hasan, Ehl-i beyt'e ve Âl-i abâ'ya dahil olmasının yanında kardeşi Hüseyin'le birlikte Hz. Peygamber'in neslini günümüze kadar devam ettiren iki kişiden biridir. Hasan ve Hüseyin'e duyulan sevgi ve şefkat Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra da devam etmiştir. Meselâ Hz. Ömer. hilâfeti sırasında divan teşkilâtını kurup herkesin tahsisatını belirlerken onlara Bedir Savaşı'na katılanlara verilen miktarda tahsisat ayırmıştır (Taberî, Târîh, I, 2413). Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ile birlikte bütün İslâm dünyasında olduğu gibi Türkler arasında da Resûl-i Ekrem'in sevgili torunları sıfatıyla daima tebcil edilmiş, sevilmiş ve sayılmış, adları çocuklara verilen en yaygın isimler arasında yer almıştır.
Hz. Hasan bazı Sünnî âlimlerce, babasının şehid edilmesinden hilâfeti Muâvi-ye b. Ebû Süfyân'a devretmesine kadar geçen sürede Hulefâ-yi Râşidîn'in beşincisi ve sonuncusu kabul edilir (Şevkânî, s. 606) Şiî kültüründe ise Hasan, bizzat Hz. Ali tarafından tayin edilmiş ikinci imam ve on dört "ma'sûm-ı pâk"in (Çâr-deh Ma'sûnvı Pâk) dördüncüsü olarak görülür ve kendisine birçok keramet İzafe edilir. Ancak bazı Şiî toplulukları Muâviye ile barış yaptığı için ona karşı çıkmış ve kendisini tenkit etmişlerdir (Nevbahtî, s. 24). Bugün İran ve Irak gibi Şiîler'in yaşadığı yerlerde. Hz. Hüseyin için muharrem ayının ilk on bir gününde yapılan taziye âyinleri kadar gösterişli olmamakla beraber. 28 Safer günü hem Hz. Peygamber'in hem de Hz. Hasan'ın vefatı münasebetiyle dinî törenler yapılmaktadır.
Resûl-i Ekrem'in torunu. Hz. Ali ve Fâ-tıma'nın büyük oğlu ve müslüman kanının dökülmesini istemeyerek hilâfetten feragat etmiş bir kişi olarak Hz. Hasan üzerine geniş bir literatür teşekkül etmiştir. Onun hakkında İslâm tarihi kaynaklarından ve biyografik eserlerden başka müstakil çalışmaların da yapıldığı görülmektedir. Hadis külliyatından Buhâri ile Müslim'in çeşitli bölümlerinde Resû-lullah'ın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında söylediği birçok hadis mevcuttur (Buhârî, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebî", 18.22; Müslim, "Fezâ'ilü'ş-şahâbe", 32, 56. 58-61. 67). Her iki eserde de Hasan ile Hüseyin'in faziletlerine dair müstakil birer bab açılmış ve Hz. Peygamber'in yalnız biri veya her ikisi için söylediği medihkâr sözler kaydedilmiştir. Tirmizrde de "Me-nâkıbü'I-Hasan ve'1-Hüseyn" ve "Menâkı-
Dostları ilə paylaş: |