İMÂDÜDDİN ZENGÎ 643 İMÂDÜLMÜLK
(ö. 1215/1800) Bâbürlü veziri.
1157 (1744) yılında doğdu. Asıl adı Şehâbeddin'dir. Annesi Vezir Kamerüddin Han'ın kızıdır. Babası Mîr Muhammed Penan, Dekken valiliğini ele geçirmek için çıktığı seferde öldüğü zaman sekiz yaşında olan İmâdülmülk. Delhi'de Vezir Ebü'l-Mansûr Saftar Ceng'in himayesinde büyüdü. Çocukluk döneminde devlet hizmetine girdi ve mîr bahşı makamına kadar yükseldi. Afganlı Ahmed Şah Dürrânî'nin Hindistan seferi sırasında onun safına geçti ve emîrü'l-ümerâ tayin edildi. Ancak bir müddet sonra Dürrânî'nin gözünden düşünce görevinden azledildi. Yerine Necîbüddevle'nin tayin edilmesini kabullenemeyen İmâdülmülk Ahmed Şah Dürrânî'nin Hindistan'dan ayrılmasından sonra Necîbüddevle üzerine yürüdü, ardından da güçsüz durumdaki 11. Âlemgîr'i öldürttü (1759). Bunun üzerine Ahmed Şah Dürrânî Hindistan'a dönerek İmâdül-mülk'ün müttefikleri Maratalar'ı Pani-pat'ta ağır bir yenilgiye uğrattı (1761). Olayların kendi aleyhine geliştiğini gören İmâdülmülk. bir süre Baharatpûr'da ve Fârukâbâd'da saklandıktan sonra 1773'-te Dekken'e geçti. Eski müttefikleri Maratalar'dan yardım görmesine rağmen kendini güvende hissetmediğinden İngi-lizler'in kontrolündeki Sûret'e sığındı. Bir müddet burada yaşadıktan sonra hacca gitti. Hac dönüşünde Timur Şah Abdâlî ve Zaman Şah'ın maiyetinde bulundu. 10 Rebîülâhir 1215'te (31 Ağustos 1800) Kalpî'de vefat etti.
İmâdülmülk, Âsâf ve Nizâm mahlasıy-la Farsça. Arapça, Urduca ve Türkçe şiirler yazmıştır. Farsça şiirlerini ihtiva eden divanı (Delhi 1301) ve sûfî Fahreddin Çiş-tî'nin hayatına dair Menâkıb-i Fahriyye adlı eseri yayımlanmıştır (Delhi 1315).
Bibliyografya :
Abdülkâdir Han Câisî, Târîh-i clmâdü 'l-mülk, İndia Office Library, nr. 4000; Âzâd-ı Bilgrâmî, Hizâne-i 'Âmire, Cavnpûr 1900, s. 50-54; Sto-rey, Persian Literatüre, l/l, s. 623; 1/3, s. 1028-1030; Cambridge History of İndia (ed. R. Burn). Cambrîdge 1937, IV, 415-416, 435-440, 444-448; A. S. Bazmee Ansari. "'Imâd al-Mulk", El2 (Ing.UII, 1158-1159.
İMÂLE
Fethada ve onu takip eden elifte ortaya çıkan telaffuz değişikliği anlamında dil ve kıraat terimi.
Meyi kökünden türeyen ve "bir şeyi bir tarafa doğru eğmek, yatırmak, meylettirmek" anlamına gelen imâle, sarf ve kıraat ilimlerinde "fethayı kesreye ve elifi yâ'ya yaklaştırarak seslendirmek" demektir. Arap dilinde aslolan fethalı harfi dudakları açarak 644 telaffuz etmektir. Bunun iki şekli vardır:
1. Feth-i Şedîd. Harfin fethalı okunuşunda ağzın "a" yönünde tamamen açılmasıdır ki buna "tefhim" de denmiştir. İsti'lâ harfleri ve râ ile lafzatullahın "lâm"ı istisna edilecek olursa 645 gerek dilde gerekse kıraatte fethalı harfler için -Farsça'dan Arapça'ya geçme- bu açılım doğru bulunmamıştır. 646
2. Feth-i Mutavassıt. Fethaiı harfin feth-i şedîd ile mutavassıt imâle arası bir sesle okunmasıdır ki Arapça'da feth-i şedîdin uygulandığı yerler dışında kalan fethalı harflerin tamamı bu türün örneklerini oluşturur. Türkçe'de "fener" ve "felek" kelimelerindeki ikinci "elerin verdiği ses bu tür fethe örnek olabilir.
İmâle ikiye ayrılır:
1. İmâle-i Kübrâ.647 Fet-hanın kesreye, elifin "yâ"ya -tamamen çevrilmemesi kaydıyla- iyice yaklaştınl-masıdır. Anılan iki Türkçe kelimedeki birinci Vlerin verdiği ses bu imâle türüne örnek teşkil edebilir.
2. İmâle-i Suğrâ Feth-i mutavassıtla imâie-i kübrâ arası bir seslendirmedir ki buna "taklîl, beyne beyne, beyne'l-lafza-teyn" de denir.
Kureyş fonetiğinin dahil olduğu Hicaz lehçesinde genelde imâle yoktur. Dillerinde en çok imâle bulunanlar, başta Temîm olmak üzere Esed ve Kays Aylan Kabilele-riyle Necid ahalisidir. Bu farklı fonetik incelikler, rivayet disipliniyle sınırlı olarak kıraatler içinde sağlıklı bir şekilde tesbit edilmiş ve korunmuştur. Meşhur on kıraat imamından Hamza b. Habîb. Kisâî ve Halef b. Hişâm kelimelerindeki "yâ"dan çevrilmiş elifleri imâle ile 648 okumuşlardır. Ebû Amr b. Alâ da bu tür kelimelerden "râ"dan sonra maksûr elif bulunanlarda b. Abdurrahman'ın râvisi Verş ise bunlarda imâle-i suğrâ uygulamış, ayrıca vâvî veya yâî ayırımı yapmaksızın gibi kelimeleri de bu uygulama kapsamına almıştır. Âsim kıraatinin Ebû Bekir Şu'be b. Ayyaş rivayetinde sayılı örnekleri olan imâleli okuyuş. Hafs rivayetinde Uijsy, 649 kelimesinde "râ"nın imâleli icrası ile sınırlı kalmıştır.650
İmâle zorunlu kabul edilmeyen (caiz) bir keyfiyet olmakla birlikte sesler arası uyuşmazlığı gideren, tını ve uyum güzelliği sağlayan fonetik bir keyfiyet olarak dilde ve kıraatte yaygın ve çok farklı uygulamalara konu olmuş, hemen bütün dil ve kıraat âlimleri bununla ilgilenmiş, Sîbe-veyhi el-Kitâb'm da imâleyi altı ayrı başlık altında incelemiş, daha sonra imâle konusuna ağırlık veren ya da onu müstakil olarak ele alan eserler yazılmıştır. Ebü't-Tayyib İbn Galbûn'un Kitâbü'l-İstikmân, Dânî'nin ei-Mûdih'ı bu alanın ilk eserleridir. Abdülfettâh İsmail Şelebfnin de Fi'd'dirâsâti'l-Kur'âniyye ve'1-luğaviy-ye el-imâle fi'1-kırâ'âti ve'1-lehecâti'î-'Arabiyye adlı bir çalışması vardır. (Cidde 1376/1957, 1391/1971, 1403/1983).
Bibliyografya :
Lisânü't-tArab,"myl" md.;Tehânevî. Keşşaf, 111,1351-1352;Sîbeveyhi.ffi£â£>üSîbeı>ey/n(nşr Abdüsselâm M. Hârûnj, Kahire 1402/1982, IV, 117-144; Dânî, et-Teystr [nşr. O. Pretzl), İstanbul 1930, s. 46-53; İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, I, 215, 218; M, 29-90; Mîşâl Âsî - Emîl Bedî Ya'küb. el-Mü'cemü'l-mufaşşal fı't-luğa ue'l-edeb, Beyrut 1987,1, 223-224; Emanuel Mattsson, "İmâle", İA, V/2, s. 979-980.
İMÂLE
Aruzla yazılmış şiirlerde kısa hecenin vezin gereği uzun okunması.
Sözlükte "meylettirme, bir tarafa eğme, çekme" anlamına gelen İmâle, aruz hatalarından biri olup "tabii olarak uzatılmaması gereken kısa heceleri vezne uydurmak için uzun hece halinde okumak" demektir.
Arap ve İran şiirinde de rastlanmakla beraber imâle daha ziyade Türk şiirinde kullanılmıştır. Bunun sebebi Türkçe ses yapısında uzun hecenin bulunmamasıdır. İmâle için "kısa hecenin uzun hece yerine geçirilmesi" anlamında istihlâf terimi de kullanılmış ve bazı edebiyat kitaplarında konu bu ad altında ele alınmıştır. Muallim Nâcİ istihlâfı, "imlâ harflerinin (hareke- kısa sesli) med harfleri (uzun sesli) yerine konulması" diye tanımlarken imâleyi "harekenin tabii olmayan bir biçimde uzatılması" şeklinde açıklamaktadır.651 Ona göre, "Âh ey zâlim diiinde hiss-i şefkat yok mudur" mısraındaki âh' imâlesi yerinde bir imâledir. İmâleyi medîde (mergübe) ve makbûha (doğrusu kabîha) olmak üzere iki kısma ayıran Ali Ekrem mergüb imâleyi, "Bir manzumede Farsça ve Arapça kelimelerin uzun hecelerini mâruf dereceden fazla uzatmaktır diye tanımlamakta, ka-bîh imâleyi de, "Türkçe kelimelerin kısa olan son harekelerini uzun okumaktır şeklinde açıklamaktadır. Bu tür imâleler hakkında "imâle-i maksure, illet" ve özellikle "istihfaf" terimleri de kullanılır. Bu ise "imlâ harflerini med harfleri gibi kullanmak ve onlar kadar uzatmak" demektir. Yani seslilerini gibi uzun söylemektir.652 Buna karşılık kelime sonundaki sakin "nün" harfinin uzatılmamasına azl denir. Ziya Paşa'nın Hârâbat mukaddimesinde, "Med verdi kimi elifle nûna Verdi hareke kimi sükûna" beytinde belirttiği gibi kelime sonundaki "nûn" harekeli yahut harekeli hükmünde ise üst tarafındaki harekede azl yapılamaz. Nûn"un harekeli hükmünde olması, kendisinden sonra sesli harfle başlayan kelime dolayısıyla vasıl yapılması demektir. Fuzûlî'nin, "Perişan-hâlin oldum sormadın hâl-i perîşânım Gamından derde düştüm kılmadın tedbîr-i dermanım" beytinde birinci "perişan" kelimesinde olduğu gibi üzerinde azl yapılarak kısa söylenen bu tür harflere "hurûf-ı ma'zûle" denir. Eskiden beri imâlenin, bir sessiz harfle biten Farsça kelimelerle uzun hecelerin birincisi uzun, ikincisi kısa olmak üzere iki hece kıymetinde uzatılarak okunması şeklinde anlatılan med ile karıştırıldığı ve bugün artık imâleden her ikisinin de anlaşıldığı görülmektedir. Buna karşılık son dönemlerde konuyla ilgili eserlerin bir kısmında imâle ile med ayrı ayrı gösterilmektedir. Bunlardan bazılarında tamamıyla müellifine ait şahsî imâle tasnifleri de yer almaktadır. Özellikle divan şiirinde Arapça ve Farsça asıllı kelimelerin birçok hecesinde tabii olarak görülen makbul imâle şekillerinden başka asıl itibariyle kısa heceli olan Türkçe kelimelerin türlü hecelerinde vezin zaruretiyle sunî olarak yapılmış imâle örnekleri bulmak mümkündür. Yalnız Farsça ve Arapça kelimelere benzetilerek imâleye müsait görülen "var, dağ. yar" gibi hecelerde değil Mer" gibi imâleye elverişli olmayanlarda bile imâle yapılmıştır: "Hakk'a karşı duralım er kişi niyyetine" mısraında olduğu gibi. Farsça izafet terkiplerinin kesrelerinde ve atıf "vâv"larında imâle caizdir. Bu tür imâleye şairlerin manzumelerinde sıkça rastlanmaktadır. Aruz veznini kullanan bazı son devir şairleri de 653 imâleden uzak durama-mışlardır.
Bibliyografya :
Muallim Naci. Lugat-ı Naci, İstanbul 1318, s. 120; a.mlf.. Muallim, İstanbul 1303, tür.yer.; a.mlf., Istttâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 114-118; Kâmûs-ı Tür/a, s. 162; Mehmed Sala-hî. Kâmûs-t Osmânî, İstanbul 1313, I, 446; Tâ-hirülmevlevî. Edebiyat Lügati (nşr. Kemal Edib Kürkçüoğlu), İstanbul 1973, s. 62, 73-74; Reca-İzâde Mahmud Ekrem. Ta'lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299, s. 74; Şehabeddin Süleyman - Köp-rülüzâde Mehmed Fuad, Ma'lûmât-ı Edebiyye, İstanbul 1330,1, 86, 220; Çankınlı Ahmet "Talat. Türk Şiirlerinin Vezni. İstanbul 1933, s. 32-33; İsmail Habib Sevük, Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1942, s. 67-79; Mustafa Nihat özön. Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 136; Hikmet İlaydın, Türk Edebiyatında Nazım, İstanbul 1958, s. 58-61; İskender Pala. Ansiklopedik. Dîvan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989,1, 493; Faruk K. Timurtaş. Tarih İçinde Türk Edebiyatı, İstanbul 1990, s. 45-47; Hasan Kolcu. Türk Edebiyatında Hece-Aruz Tartışmaları, Ankara 1993, tür.yer.; "İmâle", TA, XX, 104; Orhan Saik Gökyay, "İmâle", İA, V/2, s. 980;"İmâle", TDEA,IV, 375-376.
Dostları ilə paylaş: |