Bibliyografya
1- J. C. Anane-G. Brown, Africa in the Nine-teenth and Twentieth Centuries, İbadan 1966.
2- A. Bourde. L'Afriçue Orientale, Paris 1968.
3- J. D. Fage. A History of West Africa, Cambridge 1969.
4- Abdurrahman Çaycı. Büyük Sahra'da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), Erzurum 1970.
5- R. Lurafhi. Sömürgecilik Tarihi (trc. Halim İnal), İstanbul 1975.
6- Charles-Andra Julien, Histoire de l'Afriçue Blanche, Paris 1976.
7- Fernand Bezy, “Du Colonialisme au neo-Colonialisme”, Le Nouueau dossierAf-rique, Marabout 1977.
8- C. Mc-Evedy. The Penguin Atlas of African History, London 1980.
9- Baskın Oran, Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği: Kara Afrika Modeli, Ankara 1980.
10- E. A. Boateng, A Polotica! Geography of Africa, Cambridge 1980.
11- G. Barraclough, Times Dünya Tarihi Atlası (trc. Zeki Özer), İstanbul 1980.
12- D. Fagel. Verity. An Atlas of African History, London 1982.
13- The Cambridge Encyclopedia of Africa (nşr. Roland Oliver), Cambridge 1984.
14- İbrahim Sughayroon. “İslam in Uganda: Traders and Trade Routes and the Establishment of islam in Uganda Kingdom”, Proceeding of the First Islamic Geographical Conference, Riyad 1984.
15- Africa South of the Sahara 1988, London 1987.
16- Henri Brunschvvig, “Politique et economie dans l'Empire Français d'Afrique Noire 1870-1914”, JAfr.H, Xl/3 (1970).
17- Olutunji Oloruntimehin, “French Colonisation and African Resistance in West Africa up to the First World War”, Tarikh, İV/3, Nigeria 1973.
18- Ishijuke kabongo. “Les Cultes africains comme manifesta-tion de la resistance au colonialisme belge (1920-1948)”, Presence Africaine, sy. 104, Paris 1977.
19- “Afrique”, EUn., I, 345-363. 82
8- Afrika'da Başlıca Islâmî Cihad ve Direniş Hareketleri.
Afrika XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın başlarında İslâm'ı yaymak ve Avrupa ülkelerinin sömürgeci genişlemesine karşı koymak amacı taşıyan bazı hareketlere sahne oldu. Tasavvuff düşünceden büyük çapta etkilenen bu hareketlerin belli başlıları şunlardır. 83
a- Fülâni Hareketi.
Batı Afrika'da sömürgecilik öncesinde en önemli İslâmî cihad hareketi. Senegal'in Futa Toro bölgesinden Nijerya'nın kuzeyindeki Hevsâ bölgesine hicret etmiş Fülânî kabilesine mensup Osman b. Pûdrnin (Osman’dan Fodyo, ö. 1817) putperest kabileler arasında İslâm'ı yaymak için başlattığı harekettir. Osman b. FÛdrnin kısa zamanda iyi sonuçlar elde etmesiyle Gobir bölgesindeki Degal'da büyük bir müslü-man topluluk meydana geldi. Bu topluluğun gittikçe güçlenmesi, bölgeyi kontrolünde tutan Hevsâ Krallığı'nda endişe uyandırdı ve iki topluluk arasında bir gerilime yol açtı. 1797'de Gobir Kralı Nafata ile onun yerine geçen Yunfa müslüman yayılmasının önüne geçmek için bazı tedbirler aldılar. Hareketin lideri Osman b. Fûdrye karşı saldırıya geçen Gobir Kralı Yunfa'nın kuvvetlerini müslümanlar başarıyla püskürterek 1806-1808 yıllan arasında bölgede birçok önemli merkezi ele geçirip nüfuzlarını genişlettiler. Gobir'in merkezi Alkalavva'yı da Fülânî hareketinin nüfuzuna alan Osman b. Fûdî. İslâmî esaslara bağlı bir devlet kurdu (1809) ve Atlantik sahillerinden Tinbüktü ve Hevsâ'ya kadar olan bölgeyi hâkimiyeti altına aldı. Daha sonra, sınırları genişleyen devletin batı kesimini kardeşi Abdullah b. Muhammed'e, doğu kesimini de oğlu Muhammed Bello'ya bıraktıysa da ölünceye kadar devleti tek başına yönetmeye devam etti.
Fülânî hareketi, Osman b. FÛdînin ölümünden sonra oğlu Muhammed Bello (o. 1838) tarafından Sokoto Halifeliği adı altında sürdürüldü. Bello, Fülânî hâkimiyetini kabul etmeyen kabilelerle devamlı bir savaş halinde idi ve kendisine itaat etmeyen kabilelere karşı 1836'da kazandığı Gavvakuke Savaşfyla hâkimiyeti altındaki topraklar en geniş sınırlarına ulaştı. Sokoto Devleti'nin sınırlan batıda Mâsînâ'dan doğuda Bagîrmfye, güneyde Yorbu'dan kuzeyde Büyük Sahra'daki Adar Agâdes'e kadar uzanıyordu. Giriştiği fetih hareketleri yanında Muhammed Bello. ilmî gelişmeyi de teşvik ederek medrese ve camiler inşa ettirdi. Kendisi de ilmî çalışmalara bizzat iştirak ederek ülkede ilmî seviyenin yükselmesine çalıştı. Aynca dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı koymak için sınırlarda ribât'lar inşa ettirdi.
Mâsînâ bölgesinde Osman b. Fûdrninkine benzer faaliyeti, Ahmedü Lobbo (Şeyh Hamedü) olarak bilinen Fülânî âlimi Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir b. Saîd gerçekleştirmiştir. Osman b. FÛdrnin emrinde cihad hareketlerine katılan Ahmedü Lobbo daha sonra Mâsînâ bölgesindeki kabileler arasında İslâm'ı yaymaya çalıştı ve 1813'te putperest Bambara kabilelerine karşı cihad ilân etti. 1826'da Tinbüktü'ye kadar ilerledi ve Hamdullahi şehrini başşehir yaparak bir İslâm devleti (Mâsînâ Şeyh Hamad Devleti) kurdu. Ahmedü Lobbo'nun ölümü üzerine (1844) devletin başına oğlu Ahmedü Şeyhu (ö. 1852) geçti ise de el-Hâc Ömer'in 1862'de başşehir Hamdullahi'yi ele geçirmesiyle bu devlet ortadan kalktı. 84
b- Tekrûr Devleti ve el-Hâc Ömer.
Bati Afrika'da Avrupa sömürgeciliğine karşı başlatılan cihad hareketlerinin önemlilerinden biri de el-Hâc Ömer'in (ö. 1864) liderliğindeki harekettir. Ticâniyye tarikatına mensup olan el-Hâc Ömer. Futa Calon bölgesinde Diaguku'da bir din öğretim ve davet merkezi kurarak (1840) etrafına büyük bir cemaat topladı. Daha sonra Dinguiray'a yerleşerek putperestleri İslâm'a davet etmeye başladı ve 1852'de putperest kabilelere karşı cihad ilân etti. Kısa zamanda bölgedeki şehirlerin çoğunu ele geçirdi. Bambuk ve Bambara Krallığı'nı kontrolüne aldı. Ardından Avrupa sömürgeciliğine karşı harekete geçti. el-Hâc Ömer'le ticari ilişki içinde olmalanna rağmen Fransızlar bölgeyi sömürgeleştirmek amacıyla. Senegal nehri kıyısındaki Medine şehrine saldırdılar (1857). Ancak el-Hâc Ömer liderliğindeki müslümanlar şehri kuvvetle savundu. Daha sonra doğuya doğru çekilmeye karar veren el-Hâc Ömer, Mâsînâ ve Bambara bölgesindeki birçok şehri kontrolüne aldı ve kurduğu Tekrûr Devleti. Tinbüktü'ye kadar uzanan bölgeye hâkim oldu. Bu arada bölgede el-Hâc Ömer'e karşı birçok ayaklanma meydana geldi. Kendisi de bu ayaklanmaların birinde öldürüldü (1864). el-Hâc Ömer'in ölümünden sonra, taraftarlanndan bir kısmı başkanlık için seçim yapılmasını isterlerken bir kısmı da onun büyük oğlunu halef tayin ettiğini iddia ettiler. el-Hâc Ömer'in yerine getirilen oğlu Ahmedü Seku ülkenin bütününe hâkim olamadığından siyasî birlik bozuldu ve 1870'te iki yıl süren bir iç savaş ortaya çıktı. Ahmedü 1880'lerde Fransızlar'ın Tekrûr Devletl'-ne yönelik işgallerine karşı koydu ise de iç ayaklanma ile dışarıdan gelen bu saldırılar karşısında yenilmekten kurtulamadı ve Tekrûr Devleti Fransızlar tarafından ortadan kaldırıldı (1893). 85
c- Mehdî Hareketleri.
Sudan Mehdisi. Sudan'da Muhammed Ahmed b. Seyyid Abdullah (ö. 1885) tarafından başlatılan ve Mehdîlik hareketi adını alan dinî-siyasî hareket, özellikte Avrupa sömürgeciliğine karşı yürütülen mücadele ile önem kazandı. 1880'e kadar Beyaz Nil üzerindeki Aba adasında münzevi bir hayat yaşayan Muhammed Ahmed. 1881’de kendisini mehdî ilân ederek faaliyetlerine başladı. Bu hareketin yayılmasında özellikle kuzeydeki kabile reislerinin yardımını gördü. Bağlı bulunduğu Semmâ-niyye tarikatını bir haberleşme vasıtası gibi kullanarak Mehdîlik hareketini bütün Sudan'a yaydı ve bölgeyi sömürgeleştirmek isteyen İngilizler'e karşı mücadele etti. Mısır'ın nüfuzundaki Sudan'ın kuzey bölgelerinde Mehdrnin etkisinin artması ve fikirlerinin yayılması üzerine Mısır'ın yönetime karşı çıktıkları gerekçesiyle Mehdî ve taraftarları üzerine askerî birlikler yollamasından sonra (1881) batıya doğru çekilen Mehdî, dostluk kurduğu ve ailevî ilişkilerle bağlı bulunduğu Baggara kabilesine sığındı. Bu arada bölgenin diğer kabile reisleri ile dinî liderlerinin desteğini kazanarak 1882'den itibaren İngilizler'e karşı hareketi büyütüp savaş esaslarına göre organize edilen silâhlı kuvvetlerinin (ensar), 1883'te Mısır-İngiliz kuvvetlerine karşı başarı kazanmalarından sonra Mehdîlik bütün Sudan'ı etkisi altına aldı. 27 Ocak 1885'te Hartum'un ele geçirilmesiyle gücü en yüksek noktaya ulaşan Mehdî, başşehri Hartum olan bir İslâm devleti kurarak mücadelesini daha da yoğunlaştırdı. Ancak kısa bir süre sonra Ölen Mehdi’nin 86 yerine geçen Abdullah b. Muhammed et-Teâyişî (ö. 1899) hareketi yaymaya devam ettiyse de Tuşki'de İngiliz-Mısır ortak kuvvetleri karşısında uğranılan yenilgi (1889), hareketin dönüm noktasını teşkil etti. Bu mağlûbiyeti takip eden iç ayaklanmaların devletin gücünü sarsması, yenilgiye yenilerin eklenmesine yol açtı ve 1896'da İngiliz-Mısır kuvvetlerinin bütün Sudan'ı ele geçirmek için başlattığı büyük askerî hareket karşısında Mehdî
kuvvetleri dağıldı. Daha sonra 1899'da Halife Abdullah'ın yenilmesiyle de Mehdî Devleti ortadan kalkmış oldu.87
Somali Mehdisi.
Somali'de Muhammed b. Abdullah Hasan'ın (ö. 1920) liderliğini yaptığı bir İslâmî direniş hareketidir. Muhammed b. Abdullah 1895'te Mekke'de Sâlihiyye tarikatına intisap ederek Somali'ye döndükten sonra bu tarikatı yaymaya çalıştı ve kısa zamanda Somali'nin İngiliz sömürgesi olan kısmında taraftar topladı. Başlangıçta sömürge yönetimiyle ilişkilerini iyi tutmakla beraber 1899'dan itibaren tutumunu değiştirerek İngilizler'e karşı cephe aldı. Aynı yıl mehdî olduğunu ilân ederek gayri müslimlere karşı cihad başlattı. İngilizler, İtalyanlarla birlikte 1900-1904 yılları arasında Mehdîlik hareketini durdurmak İçin karşı saldırıya geçtiler. Bu saldırılar karşısında ülkede bir birlik oluşturmayı amaçlayan Mehdî, kabileleri bir araya getirmeye çalıştıysa da bunda başarı sağlayamadı. Bu arada kendisinin de Sâlihiyye prensiplerinin dışına çıkan hareketleri, tarikat lideri ve kurucusu Seyyid Muhammed es-Sâlihî tarafından hoş karşılanmadı ve tarikattan çıkarılmasına sebep oldu. Muhammed b. Abdullah'ın Somali'de yirmi yıl boyunca devam eden mücadelesi, 1920 yılında İngilizler'in nihaî saldırısı karşısında uğranılan yenilgiyle sona erdi ve kendisi de kısa bir müddet sonra öldü. 88
d- Senûsîlik Hareketi.
Aynı zamanda bir tarikat olan ve Libya ile Büyük Sahra'da Avrupa sömürgeciliğine karşı etkili mücadele veren Senüsiyye hareketi, Muhammed b. Ali es-Senûsî (ö 1859) tarafından başlatıldı. Muhammed b. Ali es-Senûsî Mekke'de, Abdullah b. İdrîs el-Fâsi’nin müridi oldu ve onun ölümü üzerine ortaya çıkan gruplardan birinin liderliğine getirildi. Birkaç yıl Mekke'de kaldıktan sonra kendisine karşı gelişen muhalefet yüzünden 1840 yılında Kuzey Afrika'ya dönmek zorunda kaldı. Dönüşte uğradığı Kahire'de de aynı tavırla karşılaştı. Libya'da ise bütün karşı koyuşlara rağmen düşüncelerini kabileler arasında yaymak için uygun bir ortam buldu. 1843 yılında tarikatın ilk zaviyesini Derne ile Bingazi arasındaki Beydâ'da kurarak faaliyetlerini düzenli bir şekilde sürdürdü. 1846'da tekrar gittiği Mekke'de 1853 yılına kadar kaldı. Bu sırada ilmî çalışmalar yaparak düşünce ve prensiplerine daha düzenli bir şekil verdi. Libya'ya geri döndüğünde hareketini yeniden organize ederek daha aktif hale getirdi. Zaviyeleri büyütüp daha müstahkem yerler olan ribâtlara dönüştürdü ve hareketin merkezini Mısır sının yakınındaki Cagbub'a taşıdı. Sultan Abdülmecid'den yakın ilgi ve destek gördü. SenûsFnin ölümüyle hareketin liderliğine oğlu Muhammed el-Mehdî (ö. 1902) geçti. Diğer oğlu Muhammed eş-Şerif (ö. 1896) ise Cag-bub'daki medresenin yönetimini üstlendi. 1870'te Bingazi, 1882'de Trablusgarp zaviyelerinin kurulmasına rağmen şehirlerdeki yayılışı oldukça sınırlı kalan Senûsîlik, Sahra kabileleri arasında hızla yayılarak 1870'lerde bölgenin yansını etkisi altına aldı. XIX. yüzyılın sonunda merkezi Cagbub'dan Kufra'ya taşındı ve burada hareketin daha düzenli bir hale getirilmesi için idarî ve adlî kurumlar teşkil edildi. Ayrıca Senûsîler Kufra'da, Çad gölüne doğru ilerleyen Fransızlar ve Sudan'daki Mısır-İngiliz güçlerine karşı yer yer çatışmaya girdiler. Hareketin liderlerinden Şerifin 1896'da, Mehdrnin de 1902'de ölmelerine rağmen halefleri Senûsî hareketini devam ettirdiler. 1902'de Mehdrnin büyük oğlu Seyyid İdris çok genç yaşta liderliği üstlendi. İtalyanlar'ın Libya'ya girmeleri üzerine (1911) Osmanlı kuvvetleriyle birleşerek sömürgeciliğe karşı mücadelesini sürdüren Senüsîlik hareketi 1920'ye kadar Büyük Sahra'da gücünü korumaya devam etti. 89
e- Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî Hareketi.
Cezayir'in batısında Fransız sömürgeciliğine karşı Emir Abdülkâdir'in (ö. 1883) başlattığı hareket, kabilelerin Fransızlara karşı koymak istemelerinden doğdu. Babası tarafından bu harekete önderlik yapması için görevlendirilen Abdülkâdir, 1832'de Oran ve MuaskeF kabilelerinin bağlılıklarını temin ederek mücadeleyi başlattı. Ulemânın desteği ile bölgedeki otoritesini daha da güçlendirerek elinde bulunan kuvvetlerle düzenli bir ordu kurmayı başardı. Abdülkâdir mücadelesini iki safhada sürdürdü. 1832'den 1839'a kadar devam eden ilk devre, bir dizi silâhlı mücadele ve düşmanla taktik icabı yapılmış bazı antlaşmaları ihtiva eder; bunlardan Tafna Antlaşması'yla Cezayir'in üçte ikisini hâkimiyetine aldı. 1839'dan 1847'ye kadar olan ikinci devrede ise Fransızlar'la devamlı çarpışma halinde bulundu ve bu yüzden kurulması düşünülen devlet fikri gerçekleştirilemedi. Fransızlar'ın devamlı saldırıları karşısında Abdülkâdir Fas sultanına sığındı. Cezayir'de 1845'te Muhammed b. Abdullah'ın başlattığı direnişi fırsat bilerek tekrar ülkesine dönen Abdülkâdir 1847'de Fransızlar'a yenik düşüp esir alınmasına kadar mücadelesine devam etti. 90
f- Abdülkerîm el-Hattâbî Hareketi.
Kuzey Afrika'da İspanyol ve Fransız sömürgeci güçlerine karşı bir hareket başlatan Abdülkerîm el-Hattâbî (ö. 19631, babasının ölümünden sonra kabilesinin başına geçerek diğer kabilelerle birlikte Rif bölgesinde bağımsız bir devlet kurmak için İspanyollar'a cihad açtı. İspanyollar'a karşı 1921’de büyük Rif ayaklanmasını düzenledi; İspanyol ordusunu mağlûp ederek Rif Cumhuriyeti'ni kurdu ve bu devletin ilk başkanı oldu. Bu başarı, Abdülkerîm'e halk arasında büyük bir nüfuz sağladı. Cumhuriyetin dışarıda tanınması için yapılan teşebbüsler sonuçsuz kaldı. Fransızlar, gittikçe güçlenen Hattâbfye karşı bölgedeki etkili tarikatları ayaklandırmaya çalıştıkları gibi İspanyollar'la da anlaşarak güneyden ve kuzeyden Abdülkerîm'in ordularına saldırdılar ve onları mağlûp ettiler; Abdülkerîm'i de esir alıp sürgüne gönderdiler. Böylece Hattâbî hareketi son bulmuş oldu. 91
Bibliyografya
1- I. M. Lewis, İslam in Tropical Africa, Oxford 1966,
2- Anson P. Atterbury, İslam in Africa, Westport 1969.
3- J. D. Fage, A History of West Africa, Cambridge 1969.
4- The Cambridge History of İslam, Cambridge 1970, 11/A.
5- Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra'da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), Erzurum 1970.
6- J. Spencer Triming-ham, islam in East Africa, Oxford 1971.
7- B. C. Martin, Müslim Brotherhoods in 19th Century Africa, New York 1978.;
8- Hasan fsâ Abdüzzâhir, ed-Da'uetü'l-İslâmîyye fî Garbi İfrikıyâ ve kiyâmü devleti'l-Fûlânî, Riyad 1401/1981.
9- Muhammed Abdullah en-Nakire, Intişârü'l-lslâm fî Şarki Ifrîkiyye ve münâhedatü'l-Ğarbi tehû, Riyad 1402/1982.
10- John Obert Voli, İslam, Continuity and Change in the Modern World, Colorado 1982.
11- Fethi Yeken. et-Mevsû'atü'l-harekiyye, Amman 1403/1983.
12- Peter B. Clarke, West Africa and İslam, London 1984.
13- H. İbrahim Hasan, Intişârü't-lslâm fi'l-kârreti'l-lfrîkıyye. Kahire 1984.
14- Magali Morsy, North Africa 1800-1900, New York 1984.
15- Mervyn Hiskett, The Development of İslam in West Africa, Mew York 1984. ayrıca bk. İndeks;
16- Jamil M. Abu'n-Nasr, A Histonj of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987.
17- Edward Seli. “İslam in Africa”, The Moslem World, New York 1911.
18- Abdurrahman Zeki. “Hareketü'1-işlâhi'd-dînî fî Garbi İfrîkıyye”, Redista, XIII, Madrid 1965-66. 92
III- Din
Afrika'da yerli dinler ile sonradan yayılmış dinler arasında İslâmiyet ve Hıristiyanlık önemli yer tutar. Afrika'nın özellikle batı. ekvator ve güney bölgelerinde yaşamakta olan yerli dinler, konuşulan dillerin sayısından daha fazla olmakla birlikte üç ana din grubu içerisinde mütalaa edilebilir. Bunlar animizm, fetişizm ve totemizmdir. Orta Afrika'da pek çok taraftan bulunan animizm inanışında canlı ve cansız varlıkların birer ruhu olduğuna ve “Ruh gücü”ne inanılmaktadır. Batı Afrika klanlarının dini olan ve İçinde bir ruh veya olağan üstü bir güç olduğuna inanılan bir nesneye (fetiş) tapınmanın esas teşkil ettiği fetişizmde, insanların tabiat kuvvetlen karşısında duydukları korkulardan kurtulmak İçin başvurdukları büyü ve sihir gibi müesseseler önemli yer tutar. Daha çok büyük göller bölgesinde rastlanan totemizmde ise atalar bir bitki veya hayvanın kimliği ile bütünleştirilmek-te ve totem olarak kabul ettikleri bu nesneden türediklerine inanılmaktadır.
Afrika yerli dinlerinin günlük hayattaki yeri büyüktür. Kozmolojiyi, ölümü ve toplum ilişkilerini açıklamaya çalışan din ile sosyal ve siyasî hayat âdeta iç içedir. Aile veya kabile reisi aynı zamanda bir kâhin, âyin yöneticisi ve nis-beten tannlaştınlmış bir din adamıdır. Bu kişinin dinî reis olması İçin uzman olmasına gerek olmayıp otoritesi aileden, klandan ve siyasî konumundan gelmektedir. Afrika topluluklarında büyücülüğün sosyal hayattaki önemi giderek azalmakta ise de kırsal alanlarda yine de büyüye itibar edilmektedir. Yerli Afrika dinlerinde dikkat çeken en önemli özellik bir “Yüce varlık” inancının bulunması ve bunun yaratıcı, öldürücü bir gücü ifade etmesidir. Günlük hayatın merkezinde yer alan dinde geleneksel formüller şeklinde olan dualar nesilden nesile intikal edegelmiştir. Yazılı bir dinî metin bulunmamaktadır. Yerli dinlerin Önemli rol oynadığı Afrika toplumlarında, ölüleri ve dirileri içine alan hiyerarşik bir yapılanmanın yer aldığı gözlenmektedir. Toplum hiyeraşisinin en üst tabakasında “Atalar”, onun altında ailenin kurucusu “Dedeler” yer almaktadır. Bu iki tabaka dirilerle ölüler arasında bir geçiş basamağı olup her aile veya klanın bunlar tarafından korunduğuna inanılmaktadır. Ailenin üstünde soy, soyun üstünde köy ve köyün üstünde de klan yer almakta olup klan reisi, aynı zamanda dinî ve siyasî bir liderdir.
Afrika'da uzun bir geçmişi bulunan İslâmiyet ve Hıristiyanlık daha ziyade şehirlerde yaygındır. IV. yüzyılda Hıristiyanlık, Mısır'dan Tunus körfezine kadar olan sahada ve özellikle Aşağı Nil bölgesinde hâkimiyet kazandı. Fakat VII. yüzyılda İslâm dininin yayılmasıyla gerilemeye ve silinmeye başlayan bu din, sadece köklü bir geçmişe sahip olduğu Habeşistan'da gücünü koruyagelmiştir.
Hıristiyanlık hiçbir zaman Büyük Sah-ra'dan Batı Afrika'ya doğru sokulamamıştır. İslâmiyet ise VII. yüzyıldan İtibaren Avrupalılar'ın Gine körfezinin kuzey kıyıları boyunca uzanan sahaya gelmesine kadar geçen bin yıllık zaman zarfında Kuzey Afrika'daki bütün topluluklar tarafından benimsenmiş ve Gine körfezine kadar yayılmıştır. Hıristiyanlık bu bölgeye ancak XIX. yüzyılın ortasından itibaren nüfuz etmeye başlamıştır. Portekizliler, XVI. yüzyılda İslâmiyet'in hicrî I. asrın başlanndan itibaren yayılmaya başladığı Doğu Afrika sahilleri ve Batı'da Kongo ve Angola'nın kıyı bölgeleri ile Batı Afrika'nın bazı noktalarında misyonlar kurarak Hıristiyanlığı yaymaya çalıştılar. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda ise Hollandalı göçmenler, Hıristiyanlığın değişik bir yorumu olan Kalvinizm'i Güney Afrika'ya soktular. XIX. yüzyılın ortasından itibaren gerek Protestan gerekse Katolik misyonerler Batı. Doğu ve Merkezî Afrika'nın muhtelif kısımlarında çalışmalara başlamışlardır. Misyonerlik faaliyetleri 1860'tan sonra çok genişlemiş ve bugün artık Büyük Sahra'nın güneyindeki sahalarda Hıristiyan misyonu bulunmayan pek az yer kalmıştır. Bununla beraber Hıristiyanlık, İslâm dininin uzun zamandan beri hâkim olduğu bölgelerde fazla sayıda insanı dinlerinden döndürmeye muvaffak olamamıştır. Bugün ise İslâmiyet'in Hıristiyanlık'tan daha çabuk yayıldığı görülmektedir. Bölgelere göre yer yer oranlarda farklılıklar olmakla birlikte genel olarak Büyük Sahra'nın güneyindeki ülkelerde nüfusun % 25'ten biraz fazlası müslümandır. Hıristiyanların oranı % 25'ten az olup kalan % 50'si geleneksel kabile dinlerine bağlıdır. Afrika nüfusunun yaklaşık % 50'si müslüman olmakla beraber Gine körfezinin kuzey kıyıları boyunca sıralanan ülkelerde nüfusun % 80'den fazlası. Kuzey Afrika ülkeleri ile doğuda Somali'nin tamamı müslümandır. Kenya ve Tanzanya'da müslümanların çoğu kıyı bölgelerinde. Batı Afrika ülkelerinde ise daha çok kuzey bölgelerinde toplanmışlardır. Kongo Halk Cumhuriyeti ile Zambiya'da ise müslüman azdır. 93
Afrika'da İslâmiyet.
Afrika, müslüman nüfus oranının diğer kıtalara nisbetle en yüksek olduğu kıtadır. İslâmiyet, Afrika'da yalnız inançların değişmesine yol açmamış, bunun yanında sosyal, kültürel ve iktisadî bakımdan da kıtada bir gelişme unsuru olmuştur. Bu durum İslâmiyet'in asırlar boyunca siyasî bir güç olarak varlığını sürdürdüğü Kuzey Afrika'da en yüksek seviyede gözlenmekte, bunu doğu ve güney sahilleriyle iç bölgeler takip etmektedir. İslâmiyet'in yayılmasıyla birlikte Afrika yerlilerinin sosyal hayatında önemli gelişmeler oldu. Dar aile ve kabile bağları yerini zamanla daha güçlü sosyal ve siyasî bağlara terketti, kabileler birleşerek devletler kurdular. Eğitim ve kültür seviyesi yükseldi, büyük ilim ve kültür merkezleri doğdu. Ticaret, sanat ve ziraatta büyük ilerlemeler kaydedildi.
Yerli Afrika dinlerinde bir yüce tanrı inancının varlığı yanında, yerlilerin günlük hayatta doğum, evlenme, sünnet, ölüm, yağmur, hasat vb. münasebetlerle ilâhlar, ruhlar, çeşitli tabiat güç ve unsurları adına düzenledikleri dinî tören, dua ve kurban gibi uygulamaların cemaatle namaz, cuma ve bayram namazları, kurban, sünnet, düğün ve cenaze törenleri. Kadir, Berat. Mevlid geceleri gibi daha sağlam ve mantıkî esaslara dayalı benzerlerini İslâm'da bulmaları bu dine intibaklarını kolaylaştırdı. İslâmiyet'in tesiriyle İnsan eti yeme, tanrılara insan kurban etme, çocukları diri diri toprağa gömme gibi insanlık dışı âdetler kalktı, çırılçıplak gezenler örtünmeye, hiç yıkanmayanlar yıkanmaya başladı. Bununla birlikte İslâmiyet'in dinî ve sosyal hayat üzerindeki etkisi Afrika'nın her yerinde aynı olmamıştır. İslâmiyet'in Afrika'da gerek inanç gerek dinî yaşayış bakımından birbirinden çok farklı biçimlerde anlaşıldığı ve uygulandığı görülmektedir. Özellikle yerliler arasında İslâm ile geleneksel inanç ve hayat tarzı birbirine karışmış durumdadır. Doğu İslâm dünyasıyla baştan beri sıkı münasebetleri bulunan, ilim ve kültür merkezlerinin yaygın olduğu ve Afrika müslüman nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı Kuzey Afrika ile Doğu Afrika sahilleri boyunca İslâmî inanç ve yaşayışın sıhhatli oluşuna karşılık, buralara uzak kalan İç bölgelerde inanç ve dinî yaşayışın daha karmaşık ve zayıf olduğu müşahede edilmektedir. Esasen Afrika'da İslâm'ın en belirgin bir özelliği de bir şehir dini olarak ortaya çıkması, kırsal bölgelerde fazla etkili olmamasıdır. İslâmiyet'i kabul eden yerlilerden bazıları eski inanç ve âdetlerini İslâmî bir şekil ve renk vererek devam ettirmektedirler. Bazı yerliler tarikatlardaki zikir halkalarını çeşitli merasimlerdeki danslarla özdeşleştirirken, bazıları da kabile ve dinî reislerinin, sihirbaz ve kâhinlerin fonksiyonunu müslüman din âlimleri ve tarikat şeyhlerinin şahsında görmektedirler. Bazı bölgelerde erkeklerin dörtten fazla kadınla veya iki kız kardeşle birlikte evlenmesi, doğum, düğün, cenaze defni, bayram vb. konularda eski âdetleri uygulamaları, haram olan bazı hayvan etlerini yemeleri, tesettüre tam riayet etmemeleri de bu nevidendir. İslâm inancının bulanık ve dinî yaşayışın zayıf olması, özellikle bir kabilenin bütünüyle müslüman olması durumunda daha çok görülmektedir. Kabileden bazı kimselerin müslüman olarak ilim ve kültür merkezlerine hicret etmesi veya bu merkezlere yakın olmaları durumunda ise inanç ve yaşayışları daha sıhhatli olmaktadır. Özellikle Kuzey ve Batı Afrika'da baştan beri birbirini takip eden İslâm cihad ve ıslah hareketleri ile tarikatların yerliler arasında gerçek İslâmî inanç ve hayat tarzının yerleşmesinde büyük tesiri olmuştur. Hac ibadetinin de bu konudaki önemine İşaret etmek gerekir.
Burada işaret edilmesi gereken bir husus da İslâmiyet'in kabul görmediği bazı bölgelerde bile yerli putperest inançları etkilemiş olması ve özellikle tek tanrı inancının gelişmesinde önemli rol oynamış bulunmasıdır. Birçok yerde müslüman olmayan yerliler, hatta bazan halkın yansı müslümanlar gibi namaz kılmakta, cenaze törenleri ve bayramlara iştirak etmektedirler. Bunların müslüman âlim ve mürşidlerini vasıta kılarak tanrıdan hayır dilemeleri, çocuklarını eğitmek üzere onlara teslim etmeleri de çok sık rastlanan hususlardan biridir. Genel olarak kültür seviyesinin yüksek olduğu yerlerde İslâmî inanç ve hayat doğruluk ve saflığını korurken, eğitim ve kültür seviyesinin düşük olduğu yörelerde İnanç ve yaşayışta bulanıklık ve zaaf görülmektedir. 94
a- Kuzey Afrika'da İslâmiyet.
İslâmiyet'in, doğduğu asırda Bizans'ın elinde bulunan Kuzey Afrika'ya ulaşması oldukça erken dönemlere rastlar. Halife Hz. Ömer tarafından Mısır'ın fethi ile görevlendirilen Amr b. Âs'ın 641 yılında Mısır'ı fethetmesiyle İslâmiyet Afrika kıtasına ilk adımını atmış oldu. İslâmiyet bu fetihten sonra Nil vadisi doğrultusunda güneye ve Akdeniz sahilinden batıya doğru ilerlemeye başladı. 647de Trablusgarp'a varan Amr b. Âs Hz. Osman tarafından geri çağrılınca yerine gönderilen Abdullah b. Sa'd, Trablusgarp'tan İfrîkıyye'ye (bugünkü Tunus ve civan) kadar ilerledi ve buraların İslâmlaşmasında önemli rol oynadı. Daha sonra İfrîkıyye başkumandanlığına getirilen Ukbe b. Nâfi'in Kuzey Afrika'daki fütuhatı ve bölgedeki Berberîler'in müslüman olmalarındaki gayreti büyüktür. Ukbe 670 yılında Kayrevan şehrini kurdu ve burası kısa zamanda bölgenin en önemli ilim ve kültür merkezi haline geldi. Onun fetihleri sonunda müslümanlar Atlantik kıyılarına kadar ilerleyerek Kuzey Afrika'ya hâkim. oldular. Ukbe, sadece Akdeniz sahili şeridinde yaşayan Bizanslılarla değil aynca sahilden içeride yaşayan Berberiler'le de çarpışmış ve onları İslâm hâkimiyetine almıştır. Kısa zamanda İslâmiyet'i benimseyen Berberiler İslâm bayrağının Batı Afrika'ya kadar götürülmesinde büyük rol oynadılar. Ukbe Atlas Okyanusu kıyısındaki Tanca'ya ulaştıktan sonra güneye doğru yönelerek Lemtüne çölüne kadar ilerledi ve burada yaşayan Berberîler'i de itaat altına aldı. Ukbe b. Nâfi' Kayrevan'a geri dönerken Berberi kumandanı Kusayle tarafından öldürüldüğünde (683), bütün Kuzey Afrika İslâm hâkimiyetine girmiş, fakat Berberîler'İn hepsi müslüman olmamışlardı.
Muâviye zamanında kurulan İfrîkıyye eyaletinin valisi olan Hasan b. Nu'mân el-Gassânî İdaresinde, bölgedeki Bizans otoritesi tamamen son buldu ve Berbe-rîler üzerinde İslâm hâkimiyeti kesin olarak sağlandı. Kartaca yakınlarında Tunus şehri kurularak önemli bir merkez haline getirildi. Hasan b. Nu'mân'ın yerine 698 yılında İfrîkıyye valisi olan Mûsâ b. Nusayr da bölgede İslâm hâkimiyeti altındaki toprakları genişletti. Sahra'ya doğru ilerleyerek diğer Berberi kabileleri itaat altına aldı ve onların müslüman olmalarını sağladı. İslâm'ın hâkimiyetine giren Kuzey Afrika'da siyasî otoritenin müslümanların elinde olması, bir anda son bulmayan mahallî inanç ve geleneklerin yaşamasına engel teşkil etmemiş, bölgenin müslümanlaş-ması yavaş yavaş olmuştur.
756'da bağımsız Endülüs Emevî Devleti'nin kurulmasından sonra Kuzey Afrika'da bağımsızlık hareketleri başladı ve bölgede müstakil bazı İslâmî yönetimler doğdu. Burada Önce Haricî hanedanlar ortaya çıktı. Cezayir'in batısında hüküm süren Rüstemîler (777-909) ile Sicilmâse'de ortaya çıkan Midrârîler (772-977), Hâricî-İbâzî inanışına mensup hanedanlar idi. İbâzîler'in merkezi haline gelen Tâhert'e servet edinmek ve Haricî düşüncesine bağlılık gayesiyle İran'dan ve başka yerlerden pek çok kişi gelmiştir. Bugünkü Fas'ın bulunduğu bölgede hükümran olan İdrîsîler (788-985) Abbâsîler'e bağlı kaldılar. IX. yüzyılda bugünkü Tunus'ta kurulan Ağlebîler de (800-909) şeklen bile olsa Bağdat'a bağlı kalıp bir asır parlak bir devlet olarak yaşadılar. Ağlebîler'in yerini alan Fâtımîler (909-1171), Şiî oldukları halde bölgedeki Sünnî halka hükümran oldular. IX. yüzyılın ortalarına kadar Tunus'ta hüküm süren Fâtımîler, Kahire'ye yerleştikten sonra iyice güçlenerek bütün Kuzey Afrika'yı, Mısırın güneyini, Arap yarımadasını. Filistin ve Suriye'yi içine alan bir imparatorluk kurdular. X. yüzyılın son çeyreğinden XII. yüzyılın ortalarına kadar Tunus, Cezayir, Fas ve Sicilya'da hüküm süren Zîrîler (972-1148), Şiî olmalarına rağmen Fâtımîler'den ayrı bir hanedan idiler. Zîrfler'in bir kolu olan Hammûdîler (1040-10581, Cezayir'i Zîrîler'den alarak bir emirlik şekline getirdiler. XI. yüzyılın ortalarından XII. yüzyılın ortalarına kadar Kuzey Afrika'da hükümran olan Murâbıtlar (1056-1147) ise bölgede İslâm birliğini yeniden kurmaya çalışarak Kuzey Afrika, Endülüs, Batı ve Orta Afrika'yı içine alan bir imparatorluk kurmayı başardılar. Sünnî inanışa bağlı Murabıtlar'in başşehri Merakeş idi. Murâbıt veliahtları “Nâib” unvanıyla müslüman İspanya'da genel vali olarak görev yaptılar. Ayrıca Murâbıtlar'ın Kara Afrika'nın (Zenci Afrika, Batı ve Orta Afrika) müslümanlaşmasında büyük tesirleri görüldü. Bölgede Murabıtlar'm halefi Fas, Cezayir, Tunus ve Güney İspanya'da hüküm süren Muvahhidîler (1130-1269) oldu. Sünnî olan bu hanedanın başşehri de Merakeş idi.
Daha sonra Kuzey Afrika XIII. yüzyılda Hafsîler (1228-1574), Abdülvâdîler (Zeyyânîler) (1235-1550) ve Merînîler (1195-1470) arasında paylaşıldı. Üç asır kadar Kuzey Afrika'da hüküm süren bu hanedanlar bölgede İslâm medeniyetinin gelişmesinde, şehirlerin imar ve iskânında Önemli rol oynadılar. XVI. yüzyılın ortalarından sonra Kuzey Afrika'da hâkimiyet Osmanlılar'ın eline geçti.
İslâm dünyasında erken dönemde başlayan siyasî kargaşalıklar sebebiyle ortaya çıkan bazı aşırı siyasî-dinî akımlar, iktidar merkezlerinde yaşama imkânı bulamadıklarından başşehirden uzak bölgelere kaymış ve bu arada Kuzey Afrika Hâricîler'le İbâzîler'in ve Şiîler'in sığındıkları bir yer haline gelmiştir. Bölgede Hâricîlik uzun zaman yaşamışsa da zamanla Sünnîlik içerisinde eriyip gitmiştir. Fâtımîler zamanında bölgeye yayılan Şiîliğin de geniş bir etkisi olmamıştır. Esas itibarıyla Kuzey Afrika'da Mâlikî mezhebi yaygın olmakla birlikte bölgenin Osmanlı hâkimiyetine girmesinden sonra idarecilerin bulunduğu merkezlerde Hanefîlik de güçlenmiştir. Fransa'nın Kuzey Afrika'yı işgal etmesinden sonra ise bölgede Hıristiyanlığın etkisini artırmak için büyük gayret gösterilmiş, fakat bütün çabalara rağmen halk İslâm'ı bırakıp Hıristiyanlığa geçmemiştir. Uzun yıllar Fransa'nın sömürgesi olarak kalan Mağrib'de halk dinî bakımdan muhafazakâr, reformist ve modernist eğitimlere sahip gruplar halindedir. Özellikle Batı'da yetişenler laik ve reformist düşünceyi temsil ederken halkın büyük çoğunluğu mukafazakârdır. Son yıllarda Batı etkisine ve laik uygulamalara karşı ümmetçi-siyasî hareketlerin geliştiği gözlenmektedir. 95
b- Batı ve Orta Afrika'da İslâmiyet.
Atlas Okyanusu kıyısındaki Senegal'den Habeşistan'a kadar uzanan Büyük Sah-ra'nın güneyindeki, müslüman coğrafyacıların Sudan (Bilâdü's-Sûdân) adını verdikleri bölgenin batı ve orta kısımları, Batı Afrika'yı meydana getirmektedir. Kuzey Afrika'daki önemli merkezlerden Sudan'a inen ve Sahra'yı doğudan batıya geçen eski ticaret yolları, Batı Afrika'nın müslümanlaşmasında çok önemli rol oynamıştır. İslâm'ın Afrika'ya girişinde. Kuzey Afrika'nın müslüman Araplar tarafından fethedilerek İslâmiyet'in burada yayılması birinci safha, müslüman tüccarların Sudan'a inmeleri ve İslâm'ı bu bölgeye getirmeleri de ikinci safha olarak kabul edilebilir. İslâm'ın bu bölgeye yayılmasında yardımcı olan önemli ticaret yolları durumundaki Sicilmâse'den Takhara'ya kadar uzanıp Gana İmparatorlu-ğu'na ve yine Sicitmâse'den Tuat, Gao ve Tinbüktü'ye giden yollarla Nijerya'yı Bornu, Fas. Trablusgarp'a ve yine Nijerya'yı Hevsâ, Gât, Gadâmes ve Tunus'a bağlayan yollar sayılabilir. Ayrıca Mısır'dan Fizan. Gât ve Tadmeka'ya uğrayarak Tinbüktü'ye varan bir başka önemli ticaret yolu daha bulunuyordu.
Ticaret amacıyla Sahra'dan geçip Batı ve Orta Sudan'a gelen müslüman tüccarlar, bölgeye İslâm'ı getiren ilk öncüler oldular. VII. ve VIII. yüzyıllarda ticaret yolları üzerinde bulunan şehirlerde, bazısı dışarıdan ticaret maksadıyla buraya gelip yerleşen, bazısı da İslâm'a giren yerlilerden oluşan müslüman mahalleler doğdu. Bu asırlarda Gap, Tinbüktü, Fizan, Takeda, Sicilmâse, Gât gibi ticaret şehirlerinin sosyal yapısını yerli ve dışarıdan gelen müslümanlarla mahallî dinlere mensup olanlar meydana getiriyordu. Bu şehirler müslümanların sayısının kısa zamanda artması ile önemli ilim ve kültür merkezleri haline geldi; Gao ve Tinbüktü en önemli İslâm merkezleri olarak gelişti. Ticaret yollan üzerinde bulunan şehirlerde müslüman tüccarların etkisi ile İslâm'a girenler genellikle toplumun ileri gelen şefleri, zenginleri ve yöneticileri idi. Eşrafın İslâm'a girişi halk üzerinde olumlu etki yapıp onların da yöneticileri takip etmelerine sebep olmuşsa da şehir merkezlerinden uzak yerlerde yaşayan halk arasında mahallî putperest inançlar günümüze kadar varlığını korumuştur.
Batı ve Orta Afrika'ya müslüman tüccarların gelmelerinden sonra, XI. yüzyılda Senegal kıyılarından Batı Afrika'da güçlü bir devlet olan Gana İmparatorlu-ğu'na kadar içeriye doğru nüfuz eden Murâbıtlar ile daha sonraki asırlarda bölgeye yayılan çeşitli tarikat mensupları, İslâm dininin burada yayılmasını ve kökleşmesini sağladılar. Murâbıtlar Devleti'nin kurucusu Abdullah b. Yasin (ö. 1059), Senegal bölgesine inerek burada bir ribât inşa ettirdi ve İslâm dinini bu bölgede yaşayan Lemtûne kabilesi arasında yaymaya çalıştı. Onun mücadeleleri sonunda İslâmiyet Senegal-Nijerya yöresinde iyice yerleşmiş ve Gana İmparatorluğu üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Batı Sudan bölgesinin her tarafına dağılan Murâbıttar'la merkezî şehirlerdeki medrese ve zaviyelerde yetişen tarikat şeyhleri, İslâmiyet'i uzak köy ve şehirlere kadar götürüp yaymaya çalışmışlardır.
XI. yüzyılda Murâbıtlar'ın nüfuz sahasına giren Gana'da camilerin bulunduğu, devletin özellikle maliye, dış ilişkiler ve tercüme hizmetlerinde müslüman memurlara yer verildiği bilinmektedir. XII. yüzyıldan itibaren bugünkü Senegal, Gambia, Burkina Faso, Orta Nijer havzası ile Cad gölü çevresini içine alan Batı ve Orta Sudan'da çeşitli müslüman devletler kuruldu. Bunlardan XIII. yüzyılda Gana İmparatorluğunun kalıntıları üzerinde yükselen Mali, kısa zamanda yukarı Nijer vadisi ile Gana bölgesini ve bu bölgedeki ticaret yollarını denetimine aldı. Mısır ve Endülüs'ten gelerek Mali'ye yerleşen pek çok müslüman İslâmiyet'in bu bölgeye yayılmasında önemli rol oynamıştır. Mali Devleti'nin başında bulunanlar, özellikle hac mevsimlerinde Mekke'ye giderek İslâm dünyası ile münasebetlerini geliştirmeye çalıştılar. Devlet en güçlü dönemini yaşadığı XIV. yüzyılda Sultan (Mense) Mûsâ (1312-1337), Fas ve Mısır'la münasebet kurdu ve 1325'te hac dönüşü pek çok âlimi ülkesine getirdi. Getirdiği mimarlara ilk defa pişirilmiş tuğladan beş cami inşa ettirdi. Sultan Süleyman döneminde (1341-1360) Mali'yi ziyaret eden İbn Battûta'nın anlattığı ülkenin refahı ve kültürel zenginliği, Sultan Musa'nın çalışmalarının ürünüdür. Mali'nin sınırlan içinde bulunan Tinbüktü, bu dönemin en önemli İslâm ilim ve kültür merkezi haline geldi.
İslâmiyet Orta Nijer'deki Gao şehri çevresinde kurulmuş bulunan Songay Devletine XI. yüzyılda girmiş olmakla birlikte uzun zaman büyük bir gelişme gösteremedi. Sınırları genişleterek Tinbüktü ve Cenne gibi önemli kültür merkezlerini hâkimiyeti altına alan Sünnî Ali'nin (1464-1492) müslüman adı taşımasına rağmen, İslâmî kurallarla geleneksel putperest inançlarını bağdaştırmaya yönelik politikası İslâm'ın gelişmesine mâni oldu ve İslâm bilginleri açıkça ona karşı tavır aldılar. Songay Devleti'nde İslâm'ın asıl gelişmesi, XV. ve XVI. yüzyıllarda hüküm süren Askiya hanedanından Muhammed Türe (1493-1528) zamanında olmuştur. Hacca gitmeyi teşvik eden Muhammed Türe, ülkesinde İslâmî okulları arttırdı ve ülkeyi İslâmî eserlerle imar etti. Böylece ilim ve kültür alanında büyük bir gelişme sağlandı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Faslılar Songay'ı ele geçirerek bu devlete son verdiler.
XI. yüzyılda Murâbıtlar hareketinin tesiriyle Batı Sudan bölgesinde İslâmiyet'i ilk kabul eden halk. Senegal'in alçak ovalarında yaşayan zenci Tekrûrlar'dir. İslâm'ı kabul eden bölgenin ilk emîri 1042'de ölen Vâryâbi’dir. 96
Tekrûrlar'ın yaşadığı bölgenin güneyinde Futa Calon'da yaşayan Mandingo kabilesine de İslâm erken dönemlerde nüfuz etmiş, ancak sadece toplumun ileri gelenleri arasında benimsenerek halkın büyük bir kısmı tabiat kuvvetlerine ve çeşitli tanrılara tapmaya devam etmiştir. XIII. yüzyılda, bu kabilenin kurduğu devletin yöneticilerinin müslüman oldukları bilinmektedir. Mandingo Devleti XV. yüzyılda çevresindeki Songay, Musi, Tuareg ve Tekrûr krallıklarının hücumları sonucunda yıkıldı.
Çad gölü çevresini içine alan Orta Sudan'a da İslâmiyet ilk defa XI. yüzyılda girdi ve bölgenin en önemli merkezi olan Kanem'de Kral Hümay-Cilmi'nin (1085-1097) ihtida etmesiyle gelişme gösterdi. Mali'den buraya gelen bazı müslümanlar şehrin daha yoğun biçimde İslâmlaşmasına katkıda bulundular ve burada bir müslüman şehir devleti kuruldu. Emevî hanedanına mensup bazı kişilerin de yerleştikleri bilinen Ka-nem'in Trablusgarp'tan gelen ticaret yolu üzerinde bulunması, sultanlığın sosyal ve iktisadî hayatını önemli şekilde etkilemiştir. Burada da sultan ve eşrafın Müslümanlığı benimsemiş olmasına rağmen halk mahallî İnanışlara sahip kalmıştır. Kanem Sultanlığı'nın yerli Maylar tarafından yıkılması üzerine XIV. yüzyılda müslümanlar başşehirlerini Bornu'ya taşıdılar ve Ali Gazi, burayı müreffeh bir şehir haline getirdi. XIX. yüzyılın başlarına kadar Orta Sudan'da bir İslâm sultanlığı olarak yaşayan Kanem-Bomu. Fülânîler tarafından yıkıldı. Kanem-Bornu Sultanlığı'nın batısında bulunan Kano'ya İslâmiyet XIV. yüzyılda girmiş ve kısa zamanda gelişmiştir. Burada Özellikle Muhammed Rumfa (1463-1499) zamanında bilginler ve tüccarlar artmış, devletler arası ticaretin gelişmesi ve Kano'nun bir ilim merkezi olması için çalışılmıştır.
Batı Afrika'da İslâmiyet, Murâbıtlar hareketinden sonra en önemli gelişmesini XVIII. ve XIX. yüzyıllarda gerçekleştirmiştir. Bu gelişme, Tekrûrlar'm Futa Calon'da dinî bir devlet kurmalarıyla başladı (1720) ve o zamana kadar putperest kalmış olan Fulbeler'e karşı zafer kazanılması sonunda Futa Toru'da da benzer bir İslâm devletinin kurulmasıyla devam etti (1776). XI. yüzyıldan bu yana müslüman kalan Tekrûrlar, XVIII. yüzyılda putperest Pöller'in hâkimiyeti altına girmişlerse de dinî inançlarını korumuş ve kısa zamanda esaretten kurtulmuşlardır. 1776'da Pöller'in hâkimiyetine son veren Süleyman Bal, yeniden Tekrûr İslâm Devleti'ni kurdu. Bu devlet “Almami” denilen ve eşrafın seçtiği dinî-siyasî bir başkan tarafından idare ediliyordu. Tekrûrlu el-Hâc Ömer (ö. 1864), İslâmî kurallara göre İşleyen devleti güçlendirdi İse de Fransa'nın sömürgeci ilerlemesi karşısında yıkılmaktan kurtulamadı (1893) Yukarı Senegal ve günümüzdeki Burkina Faso'nun bulunduğu bölgede Mandingolar'dan Samori Ture'nin cihadı ve siyasî faaliyetleri XIX. yüzyılda İslâm'ın güçlenmesine katkıda bulundu. Bölgede siyasî birliğin kurulması ve sömürgeciliğe karşı verilen savaşta büyük gayretleri olan Samori Ture'nin kurduğu devlet de Fransızlar tarafından yıkıldı. İslâmiyet bugünkü Nijerya'nın kuzeyinde yaşayan Hevsâlar'a ise XIV. yüzyılın sonlarına doğru Nijer ve Bornu havalisinden gelen tüccarlar vasıtasıyla ulaştı. Gine ile Kahire arasındaki ticarette oldukça faal bir yer olan Hevsâ'ya Mısır ve Cezayir'den gelip yerleşen müslümanlar. İslâmiyet'in bu bölgeye yayılmasında önemli rol oynadılar, özellikle XV. yüzyılın ortalarında Cezayir'den gelen Muhammed b. Abdülkerîm b. Mahmud el-Magîlfnin bölgenin İslâmlaşmasındaki rolü büyüktür. XV. yüzyıldan itibaren Kano ve Katsina ilim ve kültür merkezleri oldu. Cenne ve Tinbüktülü İslâm âlimleri buradaki şehirlerde ders veriyorlardı. Bununla birlikte Hevsâlar'da İslâmiyet iyice yayılmış değildi. XIX. yüzyılda Fülânî kabilesinden olan Osman b. Fûdfnin (ö. 18171 putperestlere karşı başlattığı cihad hareketi kısa zamanda olumlu sonuç verdi ve Hevsâlar'ın çoğu İslâm'a girdi. Âlim bir kişinin oğlu olan Osman b. Fûdî. bu tarihe kadar putperest kalan Hevsâ'nın batısındaki Sokoto bölgesinin İslâm'a girmesinde büyük gayret gösterdi. Ayrıca Hevsâlar'ın kurdukları Zaria, Kano ve Katsina gibi şehir devletleri de Osman b. Fûdrnin Fülânî Devleti'nin sınırlan içinde yer aldılar. Osman b. Fûdî Tinbüktü'den Hevsâ'ya kadar geniş bir bölgeye hâkim olan Fülânî İslâm Devleti'ni kardeşi Abdullahi (Abdullah b. Muhammed) ile oğlu Muhammed Bello arasında paylaştırdı. Babasının ölümünden sonra, Muhammed Bello, bölgeyi hâkimiyetine alarak kurduğu Sokoto Devleti (1871), Batı Afrika'da XIX. yüzyılda kısa zamanda genişleyerek bölgenin en güçlü devleti oldu. Bu İslâm devleti İngiltere'nin Nijerya'yı ele geçirdiği 1900 yılına kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Bugünkü Gana ve Fildişi Sahili'nin bulunduğu bölgedeki Aganti ülkesi de XVIII. yüzyılda müslüman cemaatlerin buluşma yeri haline geldi. Buraya İslâmiyet'i özellikle Hevsâlı müslüman tüccarlar getirip yaydılar. Müslümanların burada tesis ettikleri okullar, İslâm kültürünün yerleşmesinde etkili oldu. Fülânî, Mandingo ve Hevsâ kabilelerine mensup ve genellikle ticaretle meşgul olan müslümanlar buraya gelip yerleşerek İslâm dininin güçlenmesine katkıda bulundular.
Kuzey ve Siyah Afrika'da İslâm dininin kısa zamanda yayılmasını sağlayan bazı faktörler vardır. Özellikle Siyah Afrika'da İslâm'ın yayılmasında ticaret yollan etkili olmuştur. Bu yollar üzerinde bulunan şehirlerde kısa zamanda teşekkül eden müslüman cemaatler, yerli yöneticiler ve ileri gelenler üzerinde müessir olmuş, bunun sonucunda İslâmiyet öncelikle şehirlerde yayılmış, merkezi yerlerden uzak bölgelerde ise geleneksel inançlar yaşamaya devam etmiştir. İslâmiyet'in Siyah Afrika'da hızla yayılmasının bir diğer sebebi de İslâm dininin yapısından kaynaklanmaktadır. İslâmiyet'in bu insanlara yeni bakış açıları kazandırması, toplumun yeniden toparlanmasına imkân vermesi, diğer inanç sistemlerinden üstün olması ve İslâm'a girişin sade, formalitesiz oluşu gibi özellikler bu yayılmada rol oynamıştır. Hem Kuzey Afrika'da hem de Siyah Afrika'da İslâm'ın yayılışında en önemli rolü tüccarlar, toplumun ileri gelenleri, buralara yerleşen müslüman muhacirler ve çeşitti tarikat mensupları oynamıştır. XI. yüzyılda Batı Afrika'ya İslâmiyet'in nüfuz etmesinde büyük etkisi olan Murâbıtlar'ın dışında XV. yüzyıldan itibaren de Kâdiriyye tarikatı büyük rol oynadı. XII. yüzyılın sonlarına doğru Fas'a ulaşmış olan Kâdiriyye tarikatı kısa zamanda nüfuz alanını genişleterek Batı ve Orta Sudan'da İslâmiyet'in yayılmasını hızlandıran temel unsur oldu. Tarikata mensup şeyhler ve müridler gittikleri yerlerde putperest yerlileri İslâm dinine çağırdılar ve onlara İslâmiyet'i sevdirdiler. Ayrıca Cezayir'in Fransızlar tarafından işgali sırasında yürütülen mücadelede Kâdiriyye tarikatı siyasî bir görev de yüklenmiştir.
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Ticânî (ö. 1915) tarafından Fas'ta kurulan Ticâniyye tarikatının bilhassa Mağrib'de büyük etkisi oldu. Bu tarikat mevcut yönetime itaat etmeyi savunması sebebiyle işgalci-sömürgeci yönetimler nezdinde de gayet iyi bir mevkie sahipti. Bu sebeple Ticâniyye bilhassa Fransız sömürgelerinde yayılarak halkın İslâm'a girmelerinde etkili olmuştur. XIX. yüzyılın başlarında Fas'ta kurulan Derkâviy-ye ve Medeniyye tarikatlannın yanı sıra Büyük Sahra'da geniş nüfuza sahip Senûsîliğin şeklen müslüman olanların ve putperestlerin İslâm'a girmelerinde gördüğü hizmet büyüktür. Merkezi Cag-bub'da iken, Sultan Abdülmecid'den vergi muafiyeti ve taraftarlarından öşür toplama yetkisini alan Senûsîlik, Libya ile Cad arasındaki bölgede gelişme göstermiştir. Şehirlerde tutunması sınırlı kalmakla birlikte Sahra kabileleri arasında hızla yayılmış ve XIX. yüzyılın sonlarına doğru bölgenin büyük bölümünü etkisi altına almıştır. Merkezi Cagbub'dan Kufra'ya taşındıktan sonra Senûsîlik, sömürgeciliğe karşı verilen mücadelede de çok önemli hizmetler görmüştür. Ayrıca XIX. yüzyılda Batı ve Orta Afrika'nın muhtelif bölgelerinde görülen çeşitli cihad hareketlerinin putperestlerin İslâm'a girmelerinde ve bölgede İslâm devletlerinin kurulmasında büyük etkisi olmuştur.
Bunların yanında sömürgecilik hareketleri de Siyah Afrika'da İslâm'ın yayılmasını ve güçlenmesini hızlandırmıştır. Sömürge yönetimleri döneminde geleneksel kültür ve inanç sistemlerinin gerilemesi, yaşlılara olan bağlılığın azalması ve sosyal yapıdaki değişmeler İslâm'ın yayılmasını kolaylaştırmış, Afrikalılar için İslâm bir sığınak ve yeni bir şahsiyet bulma vesilesi olmuştur.
Bugün Nijerya, Mali, Çad, Nıjer, Senegal ve Gambia gibi Batı Afrika ülkelerinde nüfusun çoğu müslümandır ve buralarda Kâdiriyye ve Ticâniyye tarikatlarının nüfuzu büyüktür. Buna karşılık Gana, Sierra Leone, Fildişi Sahili. Benin Cumhuriyeti ve Burkina Faso'da ise müslümanlar azınlıktadır ve buralarda da İslâm dışı hareketlerden biri olan ve Müslümanlık'la Hıristiyanlığı bütünleştirmeye çalışan Hindistan kökenli Kâdı-yânîlik yaygın olup propagandaya yönelik güçlü yayın araçlarına ve özel kolejlere sahiptir. 97
BİBLİYOGRAFYA
1- J. P. Rony. L'İslam en Occident: Europe-Afrique, Paris 1959.
2- J. D. Fage, A Histoıy of West Africa, Cambridge 1972.
3- J. D. Fage, M. Verity, An Atlas of African History, London 1982.
4- H. Deschamps. Les Religions de l'Afrique Noire, Paris 1977.
5- Charles-Andre Julien. Histoire de lAfriquc du Nord: Tunisie-Algerie-Maroc, Paris 1980.
6- V. Monteil, L'lslam Noir, Paris 1980.
7- V. Monteil, “L'lslam Africain”, Encyclopedia de la Pleidde Ethnoiogie Regionelet (nşr J-an Poirierl, Paris 1972.
8- C. Mc-Evedy. The Penguin Atlas of African History, London 1980.
9- T. W. Arnold, İntişârı İslâm Tarihi (trc. Hasan Gündüzer), İstanbul 1982.
10- M. Hiskette, The Deuelop-ment of İslam in West Africa, London 1984.
11- Peder B. Clarke, West Africa and İslam, London 1984.
12- J. Spencer Trimingham. A History of İslam in West Africa, Oxford 1985.
13- P. Balta. L'lslam dans le Monde, Paris 1986.
14- Jamil M. Abun-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987.
15- ismael Hamet, “La Civilization Arabe en Afrique Centrale", RMM, XIV/ 1.
16- Najor C. Bratihwaite Wallis. “The Influance of islam on African Native Law I-II”, The Müslim World, Xl/2, New York 1921.
17- XI/3 (1927).
18- Joseph J. Cooksey, “İslam in North Africa”, a.e., XXIV/4 (1934).
19- R. Le Tourneau. “L'lslam Nord-African”, Annaies de l'lnstitu-te d'Etudes Orientales, XV, Alger 1957.
20- W. Montgomery Watt. “Some Problems Before West African islâm”, The Islamic Quarterty, İV/1, London 1957.
21- E. G. ParrinrJer, “İslam and West African Indigenous Religion”, Numen, VI, Leiden 1959.
22- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılışının Belli Başlı Safhaları”, İslâmî İlimler Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyîb Okiç Armağanı, Ankara 1978.
23- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılışının Temel Etkenleri”, islâmî İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 4, Ankara 1980.
24- A. Rahman 1. Doi, “M-slim Minorities in West Africa I-ll-IU”, The Müslim World League Journal, VIII/8, Makkah 1981.
25- Vlll/9 (1981).
26- VIII/10 (1981).
27- A. Rahman 1. Doi, “The planting and diffusion of islam in Africa-South of the Sahara”, Proceeding of the First Islamic Geographical Conference, Riyad 1984.
28- William F. S. Miles. “İslam and Development in the Western Sahel”.
29- Engine or Brake, Journal Institute of Müslim Minority Affairs, VII/2, London 3986.
30- Maurice Delafosse. “Sudan”, İA, X, 772-776. 98
c- Doğu Afrika'da İslâmiyet.
İslâmiyet'in Doğu Afrika'da yayılışı, kıtanın Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahilleri boyunca ticarî münasebetler ve bu yörelere yapılan göçlerle denizden, Mısır'ın fethini müteakip Nil vadisi boyunca girişilen fetih hareketleri, ticarî faaliyetler ve yeni göçlerle de karadan olmak üzere başlıca iki yolla olmuştur. 99
Sahil Kesiminde Yayılışı.
Arapların Doğu Afrika ile ticarî münasebetleri İslâm'ın doğuşundan çok önceki tarihlere uzanmaktadır. Müslümanların Afrika ile ilk münasebetleri İse Habeşistan hicretleri sırasında meydana geldi. Mekke müşriklerinin İslâmiyet'i kabul edenlere uyguladıkları baskı ve zulmün artması üzerine Hz. Peygamber'in izniyle bir grup müslüman Habeşistan'a hicret etti; daha sonra da ikinci hicret gerçekleşti. Hicrî altıncı yılda Hz. Peygamber komşu bazı ülkelerin hükümdarları gibi Habeş Kralı Necâşî'ye de bir mektup göndererek onu İslâm'a davet etti. Necâşi’nin bu mektuba müsbet cevap verdiği bilinmektedir. Habeşistan'a hicret eden müslümanlar da Hayber'in fethine kadar (7/628) orada kaldılar.
Arapların Doğu Afrika sahilleri boyunca eskiden kurdukları ticarî münasebetler. Arap yarımadasının tamamen İslâmiyet'i kabul etmesiyle daha da gelişti. Müslüman tüccarlar Doğu Afrika sahillerinde ve bu sahillere bakan adalarda, yalnız sahil yerlileri ile değil kıtanın iç taraflarından gelenlerle de münasebet kuruyorlar ve aynı zamanda Doğu ve Güney Asya ile Afrika sahilleri ve Mısır arasındaki ticaretin önemli bir halkasını oluşturuyorlardı. Hatta bazı limanlarda kıtanın iç bölgeleriyle irtibat sadece müslüman tacirler vasıtasıyla sağlanabiliyordu.
Hz. Peygamberden sonra Hulefâ’yi Râşidîn devrinde ticaret yollarının emniyeti konusuna verilen önem. Afrika ile münasebetlerin gelişmesinde büyük rol oynadı. Emevî ve Abbasî devirlerinde devletin sınırlarının genişlemesi, refah ve servetin artması, ticarî münasebetleri daha da geliştirdi. Fildişi, altın ve diğer madenleri temin maksadıyla Hint Okyanusu'na açılarak Afrika sahilleri boyunca ilerleyen ve gittikçe güçlenerek bu bölgelerde ticareti kontrol altına alan müslüman tüccarlar daha hicrî ikinci asırda Rodezya'nın kuzeyindeki altın kaynaklarına ulaşmayı ve Zimbab-ve'den hayvan sırtında demir gibi bazı madenleri getirmeyi başardılar.
Emevîler devrinden başlamak üzere kabile, aile ve dinî cemaatler arasında görülen mücadele ve çatışmalar sonucu zaman zaman bazı gruplar, hükümdarların ve rakiplerinin sultasından uzak buldukları Doğu Afrika sahillerine ve özellikle Habeşistan'a toplu halde hicret ettiler. Bunların ilki 65 (684) yılında Haccâc'ın yönetiminden rahatsız olarak Şam yöresinden ayrılan bir grupla aynı yıl Abdülmelik b. Mervân'ın gönderdiği ordudan kaçarak Afrika sahillerine göç eden Uman İbâzîleri'dir. Yine Abdülmelik b. Mervân zamanında, daha önce Hz. Ömer devrinde de bir defa yapıldığı gibi. Kızıldeniz'de gemilerin rahatça dolaşmasını sağlamak üzere Habeş korsanlarının üzerine bir ordu gönderilerek barınakları olan Dehlek adası ele geçirildi (702). Bu, aynı zamanda Doğu Afrika sahillerinde gerçekleştirilen ilk fetihtir ve bu fetihten sonra müsiüman tacirler Dehlek adası ve Massava Limanı yoluyla Habeşistan içlerine kolayca nüfuz etme imkânı bulmuşlardır. Abdülmelik b. Mervân zamanında Afrika'ya göç eden müslümanlar Hint Okyanusu'nun bugünkü Kenya ve Tanzanya kıyılarındaki liman ve adalarda Lamu, Pate. Malindi, Mombasa ve Zengibar gibi şehirleri kurdular. Hişâm b. Abdülmelik zamanındaki Şîa isyanları sırasında çıkan bir savaşta Zeyd b. Ali'nin öldürülmesi üzerine göç eden taraftarları, Somali kıyılarındaki Benâdir bölgesine yerleştiler (740). Bu Zeydî Şiîler'den bazıları Abbasî devrinin başlarında da daha güneydeki Pemba adasına göçtüler. İslâmiyet'ten önce Araplar'ın ticarî münasebet kurmuş bulundukları Komor adaları ve Madagaskar'a da İslâmiyet hicri birinci asırda girdi.
Abbasîler zamanında Karmatîler'in çıkardıkları iç karışıklıklarda. Ahsa hükümdarının baskısından kaçan büyük bir grup Somali sahillerine hicret ederek orada bugünkü Somali'nin başşehri olan Makdişu (Mogadişu) şehrini kurdular (907) Bu bölgenin daha önceki sakinleri olan Zeydîler bu Sünnî grupla imtizaç edemeyerek daha güneye ve iç bölgelere çekilip karşılıklı evlenmeler yoluyla yerli halka karışarak Arap ve Zenci karışımı bir topluluk meydana getirdiler. Bunlara muhtemelen Ümmet-i Zeydiyye'den muharref olarak Emüzeydiç denildi. Ahsâ'dan göç eden Araplar daha sonra Brava ve Merka gibi bazı şehirleri kurdular.
X. yüzyılın ortalarında Şiraz hükümdarı, annesinin Habeş asıllı olması sebebiyle diğer kardeşleri tarafından aşağılayıcı bir muameleye mâruz kalması üzerine, aile ve tebaasından bir grupla birlikte Hürmüz adasından hareketle Afrika sahillerine yöneldi. Kendileri Şiî olduklarından Makdişu Limanı'na uğra-mayarak daha güneylere indiler ve bugünkü Tanzanya kıyılarında bulunan Kilve şehrini kurdular. Burada zamanla güçlü bir devlet meydana getiren Şîrâ-zîler'in hâkimiyeti altındaki topraklar kuzeyde Zengibar ve Pemba adasına, güneyde Süfâle'ye (Sofala) kadar uzanmaktaydı. Bunlar XVI. yüzyılın başlarında Portekizliler'in gelişine kadar hâkimiyetlerini sürdürdüler. Kilve ve Zengibar havalisi, XVII. yüzyılın sonlarına doğru Maskat (Uman) sultanları tarafından Portekizliler'den geri alınarak tekrar müslümanların hâkimiyetine sokuldu. Portekizliler bölgeye geldiğinde Kilve'de 500'den fazla cami bulunuyordu.
XII. yüzyılın başlarında Uman'da Nebhânîler Devleti'nin yıkılışından sonra, hükümdar Süleyman b. Süleyman'ın maiyetinde büyük bir grup Afrika'ya hicret ederek bugünkü Kenya kıyılarında yer alan Pate adasına vardılar. Adanın Arap ve İran asıllı sakinlerince iyi karşılanan Nebhânîler daha sonra yönetimi ellerine alarak XIX. yüyıla kadar hâkimiyetlerini sürdürdüler.
Sahil boyunca teşekkül eden müslüman sultanlıklar zamanla ticarî faaliyetlerini arttırarak özellikle altın ve fildişi temini maksadıyla Rodezya ve bugünkü Güney Afrika Cumhuriyeti'nin kuzeydoğu taraflarından kıtanın içlerine nüfuz ettiler. Mozambik'in Güney Afrika Cumhuriyeti sınırına yakın bir yerde bulunan Süfâle XVI. yüzyılda bölgenin en önemli altın ihraç limanıydı. Afrika'nın Hint Okyanusu sahilinde kuzeyde genel olarak Araplar, güneyde ise İran asıllılar hâkimdiler. Kıyı boyunca ve özellikle Zengibar ve Kilve havalisinde muhacirlerle yerli halkın kaynaşmasından Sevâhilî (sahilliler. kıyıda yaşayanlar) denilen karma bir halk oluştu. Bunlar aynı adı taşıyan ve Bantu dili ile Arapça'nın karışımı olan bir dil konuşuyorlardı. 100
İç Bölgelerde Yayılışı.
İslâmiyet'in Afrika kıtası ile karadan ilk münasebeti Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında Amr b. Âs'm Mısır'ı fethetmesiyle (20/641) olmuştur. Bizans hâkimiyeti ve kilisenin halk üzerindeki baskısı Mısır'ın fethini ve İslâmiyet'in buranın yerli halkı olan Kiptiler arasında yayılmasını kolaylaştırdı. Öyle ki Kıptîler'in çoğu daha fetih tamamlanmadan müslüman oldu ve sayılan gittikçe arttı. Bu yüzden Hz. Osman zamanında (643-655) Mısır'dan elde edilen haraç on iki milyon dinar iken Muâviye zamanında (661-679) bu miktar yedi milyon dinara düştü. Ömer b. Abdülazîz devrinde (717-720) bu miktann son derece azalması üzerine, Mısır valisi bundan böyle müslüman olacak kimselerden cizye vergisinin düşürülmemesi-ni teklif ettiyse de halife Ömer b. Abdülazîz, “Allah Hz. Muhammed'i câbî (vergi toplayan) değil, dâî (doğru yola çağıran) olarak göndermiştir” diyerek bunu reddetti.
Mısır'ın fethinden sonra müslümanlar ülkenin güney sınırından gelebilecek muhtemel bir saldırıya karşı Nûbe'ye yöneldiler. Ukbe b. Nâfi'in Nûbe'ye düzenlediği sefer bir sonuç vermedi ve Nûbeliler'le bir anlaşma yapıldı (641). Daha sonra Mısır Valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebû Şerh, Nûbe içlerinde Dongola'ya kadar vardı ve yine karşılıklı güven ve ticarî iş birliği esasına dayalı bir anlaşma yapıldı (651). Bu arada Kızıldeniz ile Nil arasındaki Becâ bölgesinde yaşayan halkın birçoğu İslâmiyet'i kabul etti. Daha sonraki yıllarda Mısır'da haraç âmili olan (723-734) Ubeydullah b. Habhâb Becâlılar'la bir anlaşma yaptı ve bunun ardından aralarında Cüheyne. Himyer ve Hevâzin gibi tanınmış kabile mensuplarının da bulunduğu birçok Arap Becâ ülkesine yerleşti. Bu yeni İskân hareketinden sonra İslâmiyet bölgede süratle yayıldı ve hicrî II. yüzyılın başlarından İtibaren bazı Becâ hükümdarları da İslâm'a girmeye başladı.
Mısır ile Sudan arasına yerleşmiş bulunan Benî Rebîa kabilesi X. yüzyıldan itibaren Becâlılar'la münasebetlerini geliştirerek Allâki madenlerini kontrolleri altına aldılar. Bu asnn müslüman müellifleri Becâ bölgesindeki Sevâkin (Suakin) ve Ayzâb (Aidhab) gibi şehirlerdeki parlak İslâmî hayatı tasvir etmektedirler. Selâhaddîn-i Eyyûbî zamanında Nûbelîler'in düşmanca bazı teşebbüsleri sebebiyle Selâhaddin'in kardeşi Turan Şah Aşağı Nûbe'yi istilâ etti (1173), fakat ülkeyi ilhak etmedi. Muhacir ve tacirler vasıtasıyla İslâmiyet giderek gelişme gösterirken Nûbe'de çok eski tarihlerde yerleşen Hıristiyanlık gittikçe zayıflamaya yüz tuttu ve İlk defa XIV. yüzyılda Nûbe'de müslüman sultanlıklar görülmeye başladı. Bölgenin en büyük yerleşim merkezlerinden biri olan Dongola şehri hükümdarı İslâmiyet'i kabul etti ve Mısır halifesi adına hutbe okuttu.
Hz. Peygamber zamanında yapılan hicretlerden sonra asırlar boyunca müslümanlann Habeşistan'a nüfuzu son derece sınırlı olmuştur. Hz. Ömer devrinde Kureyş kabilesinin Benî Manzum kolu Habeşistan'a hicret etmişti. Bunların bugünkü Adisababa'nın bulunduğu yerdeki Süve (Shoa) bölgesinde müslüman bir sultanlık kurdukları (896) bilinmektedir. Bu tarihlerden itibaren müslümanlar Habeşistan'ın içlerine nüfuz etmeye başladı, güneyde Sİdâmâ ile kuzeyde Tigre'ye yerleştiler. Daha iç taraflarda bulunan Cuba (bugün Sudan'ın güneyindeki Juba) bölgesi İslâmiyet'i kabul etti. XII. yüzyılın başlarında Şüve hükümdarları burayı hâkimiyetleri altına aldılar ve İslâmiyet Şüve'nin doğusunda yayılmaya başladı. XIII. asırda Şüve'nin doğusunda sahilde Zeyla'a varan bölgede Evfât Sultanlığı kuruldu. XVI. yüzyılın ilk yansında Harar Emîri Ahmed Gran Habeşistan'ı kuzey sınırlarına kadar istilâ etti. Bu istilânın müslümanların Ülke içlerine nüfuzu ve İslâmiyet'in yayılmasına büyük tesiri oldu. Daha sonra Portekizliler'in yardımıyla müslümanlar mağlûp edilmekle birlikte, hıristiyan kiliselerinin rekabeti ve hıristiyan din adamlarının içine düştükleri ahlâkî çöküntü karşısında İslâmiyet yayılmaya devam etti. Habeşistan topraklarında muhtelif dönemlerde ortaya çıkan müslüman sultanlıklar, Habeşistan Hıristiyan Krallığı'na zaman zaman vergi ödemek zorunda kalmalarına rağmen hükümranlıklarını sürdürerek İslâmiyet'i yaymaya devam ettiler.
İslâmiyet Batı Sudan'a XI. yüzyılda girmekle birlikte Doğu Sudan'da (Mısır Sudanı) ancak XIV. yüzyılda Nûbe'de Dongola Hıristiyan Krallığı'nın yıkılışından sonra geniş şekilde yayılmaya başladı. Fakat Dongola ile Alve'nin İslâm hâkimiyetine girmesine rağmen güneyde Habeşistan engeli sebebiyle Sennâr'dan öteye geçilemedi. Orta Sudan'da Kordofan, Dârfûr ve Bornu istikametinde ilerleme kaydedildi. XVI. yüzyılın başlarında Sennâr ve havalisinde kurulan Func İslâm Sultanlığı, XVIII. yüzyılın sonlarına kadar hüküm sürdü. Bu sultanlık Sudan'da kurulan ilk İslâm devleti idi ve en parlak dönemi olan XVIII. yüzyılda sınırlan güneyde Fazugli, doğuda Kızıldeniz, kuzeyde Üçüncü Şelâle ve batıda Kordofan'a kadar uzanıyordu. Daha önceleri muhacir Araplar'ın gelip yerleştikleri Kordofan bölgesine İslâmiyet'in girişi erken tarihlerde vuku bulmuştu; Arapça konuşulan kuzey ve orta kısımlarda halkın hepsi müslüman olup güneyde ise İslâmiyet daha çok ticaret yollan boyunca yayılmışta. XIV. yüzyılda Tunus'tan ve doğudan gelip Dârfûr'a yerleşen müslümanlar XVI. yüzyılda güçlü bir İslâm devleti kurdular. Mehmed Ali Paşa'nın Doğu Sudan'ı fethine kadar bölgenin en güçlü devleti olan Dârfûr'un sultanları Babıâli ile de münasebet kurmuşlar, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz'den hükümdarlıklarını tanıyan fermanlar almışlardır. Dârfûr'un batısında yer alan Vaday'da XVIII. yüzyılın başlanndan itibaren İslâmiyet yerli halk arasında yayılmaya başlamış ve bu sırada kurulan Vaday Sultanlığı XX. yüzyılın başlanna kadar hüküm sürmüştür.
Somali topraklarının Arabistan'a yakınlığı, burayı İslâm'ın ilk tebliğ faaliyeti alanlanndan biri haline getirmiştir. Ülkenin güney sahillerine müslüman muhacirler erken tarihlerde yerleştiler. İslâmiyet'in sahilde kolayca yayılmasına karşılık iç bölgelerin İslâmlaşması daha yavaş ve genellikle tarikatlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Ülkenin kuzeyinde Habeşistan'ın güney sınırlan boyunca XIV. yüzyıldan başlayarak kurulan Zeyla, Adal ve Harar gibi müslüman sultanlıkların da Somali'de İslâmiyet'in yayılmasında önemli tesirleri olmuştur.
Doğu Afrika'da İslâmiyet'in yayılışı temelde barışçı yollarla sağlanmıştır. Kı-zıldenlz ve Hint Okyanusu sahilleri boyunca çok eskilere varan ve İslâmî devirde gittikçe gelişen ticarî münasebetlerle çeşitli zamanlarda meydana gelen göçler Doğu Afrika'nın İslâmlaşmasına temel teşkil etmiştir. Gerek Mısır'ın fethini müteakip güneyde Nûbe'ye doğru girişilen fetih hareketi, gerekse sahillerde ve daha sonraları iç bölgelerde oluşan müslüman sultanlıkların yerli putperest ve hıristiyanlarla zaman zaman yaptıktan savaşlar, düşmanın mukavemetini kırmada faydalı olmuşsa da müslümanlann taraftar kazanması daima barışçı yollardan sağlanmıştır. Seyyahlar ve araştırmacıların verdikleri bilgiler, İslâmiyet'in Afrika'da zorlayıcı tedbirlerle değil tamamen barışçı yollarla yayıldığını açıkça göstermektedir.
Müslüman tacir ve tebliğcilerin günün belli zamanlannda abdest alıp namaz kılmaları, dua etmeleri, cuma ve bayram namazları, kurban kesme gibi ibadetleri yerlilerin dikkatini çekmiş, kendileriyle kurulan yakın ve samimi münasebetler, muhtaç ve kimsesizlere yapılan yardımlar güven telkin etmiş ve müslümanlarla kolayca kaynaşmalarını sağlamıştır. Bilgi, kültür ve ahlâk bakımından müslümanlann sahip olduklan üstünlük de onlara büyük bir itibar kazandırmıştır. Müslüman tacir ve muhacirlerin yerli kadınlarla evlenerek onlarla kaynaştıktan konusunda kaynaklar son derece açıktır. Bu da İslâm'ın yayılışını kolaylaştıran önemli hususlardan biridir. Müslüman tebliğcilerin sınıf farkı gözetmemesi ve yerlilerin müslüman olur olmaz tebliğcilerle kendilerini eşit durumda görmelerine karşılık, hıristiyan misyonerlerin kendilerini yerli halktan üstün görmeleri, yerli kadınlarla evlenmemeleri, İslâm'ın siyahların dini, Hıristiyanlığın da beyazların dini olduğu şeklinde bir kanaatin doğmasına yol açmıştır. Diğer taraftan İslâmiyet'i kabul etmekle parlak bir kültür ve medeniyetin bir ferdi olma imtiyazını eide etme ve bütün İslâm ülkelerinde serbestçe dolaşma imkânına kavuşma düşüncesi de müslüman olmayı yerlilerin gözünde cazip hale getirmiştir. İslâmiyet'in dağlık bölgelerden çok vadi ve ovalarla ana yollann çevrelerinde yayılmış olması da ticaretin bu konudaki rolünü göstermesi bakımından önemlidir.
Bat sömürgecilik hareketinin, Afrika'da İslâmiyet'in yayılmasına dolaylı yoldan da olsa müsbet bir tesiri olmuştur. Sömürge altındaki ülkelerde düzen ve güvenliğin sağlanması, demiryollarının açılması, ana yollara bağlanan tâli yolların yapılması, müslüman tacir ve teb-liğcilerin iç bölgelere nüfuzunu kolaylaştırmıştır. Sömürgeci devletlerin idarî görevlerdeki yardımcı personeli ve açılan okullarda ders veren hocaları daha çok fikrî ve kültürel bakımdan ileri olan müslümanlardan seçmeleri, hem İslâm tebliğini kolaylaştırmış hem de müslüman olmayı yerlilerin gözünde cazip hale getirmiştir.
Doğu Afrika'da İslâmiyet'in yayılmasında etkili olan diğer bir faktör .de tarikatlardır. Özellikle dışarıdan gelen muhacir müslümanlann yerleştikleri yerlerde cami ve medreseler baştan beri mevcut olagelmiştir. Daha sonraki asırlarda özellikle tarikatların İslâm'ı tebliğ konusunda gösterdikleri faaliyetler, cami ve medreselere tekke ve zaviyeleri de eklemiştir. Cami, medrese ve zaviyeler dinî Öğretim ve tebliğin birer merkezi idi. Buralarda ders veren ve irşad-da bulunanlar Fas, Tunus, Kayrevan, Kahire, Şam, Bağdat. Mekke ve Medine gibi İslâm ilim merkezlerinde tahsil görüp dönüyorlardı. Açılan medreselerde hem müslüman hem de putperest yerli çocuklar birlikte okutuluyor, kimsesizler toplanıp müslüman olarak yetiştiriliyordu. Tahsilini buralarda tamamlayanlar dört bir tarafa tebliğe gönderiliyorlardı. İslâm'ı sade ve basit bir dille tebliğ eden bu âlim ve mürşidler, yalnız müslümanların değil yerlilerin gözünde de büyük bir itibara sahiptiler. Bazı bölgelerde sosyal mevki bakımından kabile reislerinden sonra gelir, birbirine düşman topraklardan serbestçe geçebilirlerdi.
Doğu Afrika'ya tarikatların girişi, özellikle yakın münasebetleri bulunan Yemen ve Hadramut tacir ve muhacirleri vasıtasıyla olmuştur. Bu bölgeye giren en eski tarikat Kâdirîlik'tir. Kadirîliğin Doğu Afrika'ya VIII. {XIV.) asırdan önce girmediği ileri sürülmekle birlikte, Kızıldeniz kıyısındaki Massava şehri halkı Abdülkadir-i Geylânînin (ö. 561/1165-66) orada vefat ettiğine inanmakta ve Massava'da onun adını taşıyan ve aynı zamanda ziyaretgâh olan bir cami bulunmaktadır. Massava'nın ardından daha güneyde Zeyla' ile Somali'nin Hint Okyanusu sahillerindeki Makdişu'da yayılan Kadirîlik, XVI. yüzyıla doğru Habeşistan içlerindeki Harar bölgesine girdi. Ahmed Gran'ın fetihleri boyunca (1506-1543) bütün Habeşistan'da ve daha sonra da Somali, Tanzanya ve diğer yörelere yayıldı. Doğu Afrika'da etkili tarikatlardan biri de Mîrganiyye'dir (Hatmiyye). Bu tarikat, İdrisiyye'nin kurucusu Ahmed b. İdris'in (ö. 1253/1837) Mısır ve Sudan'da tarikatı yaymak üzere gönderdiği Muhammed b. Osman el-Mîrganî (ö. 1268/1852) tarafından şeyhinin ölümünden sonra Kesela'da (Doğu Sudan) kuruldu. Onun zamanında İslâmiyet'in tebliği Kesela bölgesinde zirveye ulaştı. Daha sonra tarikat Kızıldeniz sahilindeki Sevâkin, Massava ve Eritre'de yayıldı. XIX. yüzyılın ilk yansında
Kuzey Afrika'da kurulan Senûsîlik, Doğu Afrika'da özellikle Somali ve Gala (Galla) bölgesinde etkili oldu. Aynı zamanda dinî bir ıslah hareketi olan Senûsîlik medrese ve zaviyelere büyük önem verdi. Senûsîler'in köleleri satın alıp azat ederek tarikatın merkezinde eğittikten sonra tebliğde bulunmak üzere kendi memleketlerine geri göndermeleri son derece etkili olmuştur. Diğer tarikatlardan Ahmediyye daha çok Somali'de, Şâzeliyye Tanzanya'nın güneyinde. Ti-câniyye Habeşistan'da. Semmâniyye de Sudan ve Eritre'de yayılmıştır.
Bugün Doğu Afrika ülkelerinden Somali, Cibuti ve Komor adalarında nüfusun tamamı müslümandır. Sudan'da müslümanlann oranı %70. müslümanların çoğunlukta bulundukları Eritre bölgesinde 1960tan beri örgütlenerek bağımsızlık mücadelesi verdikleri Habeşistan'da (Etiyopya) %50 dolaylarında. Tanzanya'da %40. Mozambik'te % 18, Kenya'da %7.5 ve Madagaskar'da %5'tir. Tanzanya, Mozambik ve Kenya'da müslüman nüfus daha çok sahil boyunca yoğunluk göstermektedir.
Hint Okyanusu sahilleri boyunca yer yer bazı Şiî gruplar bulunmakla birlikte Doğu Afrika ülkelerinin hemen hepsinde halkın çoğunluğu Sünnî'dir ve Şafiî mezhebine mensuptur. Yalnız Sudan'da Mâlikî mezhebi hâkim olup Tanzanya'da Afrika menşeliler Şafiî, Hintliler Hanefî, Umanlılar ise Sünnî olmayıp İbâzi’dir. Kenya'da çoğunluk Şafiî olmakla birlikte Asya menşeliler Hanefî, Sudanlılar da Mâlikî'dir. 101
Bibliyografya
1- Lottırop Stoddard. Hazirü'l- Silemi'l-lslâmi (trc. Accâc Nüveyhid, nşr. Şekîb Arslan), Beyrut 1394/1973.
2- Ahmed İbrahim Diyâb, Lemehât mine't-tarihi'l-el-hadîş, Riyad 1401/1981.
3- T. W. Arnold, İntişâr-ı İslam Tarihi (trc. Hasan Gündüzler). Ankara 1982.
4- Muhammed Abdullah en-Nakire. İntişârü'l-İslâm fî Şarki Ifrîkıyye ve münâhedatü'l-Ğarbi lehû, Riyâd 1402/1982.
5- H. İbrahim Hasan, İntişârü'l-İslâm fi’l-kârreti’lfrikıyye, Kahire 1984.
6- P. Balta, L'lslam dans le monde, Paris 1986.
7- Hasan Ahmed Mahmûd, el-lslâm ve'ş-şekâfetul-'Arabiyye fi Ifrîkıyâ, Kahire 1986.
8- M. Ali Kettânî. Müslim Minoriües İn the World Today, London 1987.
9- Hüseyin Mü'nis, Atlasu Târîhi'l-İslâm, Kahire 1407/1987.
10- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılışının Belli Başlı Safhaları”, Islâmî İlimler Fakültesi, Prof. Dr. M. Tayyib Okiç Armağanı, Ankara 1978.
11- Ünver Günay, “Zenci Afrika'da İslâmiyet'in Yayılışının Temel Etkenleri”, İslamf İlimler Fakültesi Dergisi, sy. 4, Ankara 1980.
12- Z. I. Oseni, “The Prophet's Contact With Africa”, The Müslim World League Journal, K/U. Makkah 1982.
13- Muhammed Hamîdullah, “African Muslims in the Time of the Prophet”, a,e, XII/9-10(1985). 102
Dostları ilə paylaş: |