Birinci Baskı



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə17/33
tarix09.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#93579
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   33
 
 
 
25
 
 
Kars'taki tek özgürlük zamanı
Ka İLE KADİFE OTEL ODASINDA
 
On altı dakika sonra Ka otelin 217 numaralı odasına girdiğinde görülme korkusuyla o kadar gergindi ki, eğlenceli ve değişik bir konu açabilmek için ağzında hâlâ kekremsi tadını hissettiği şerbetten söz etti Kadife'ye.
"Ordu mensuplarını zehirlemek için o şerbete öfkeli Kürtler tarafından zehir atıldığı söylenirdi bir zamanlar." dedi Kadife. "Hatta bu işi araştırmak için devlet gizli müfettişler yollamıştı."
"Siz bu hikâyelere inanıyor musunuz?" diye sordu Ka.
"Kars'a gelen bütün okumuş ve Batılılaşmış yabancılar," dedi Kadife, "bu tür hikâyeleri işitir işitmez kumpas söylentilerine inanmadıklarını kanıtlamak için büfeye gidip şerbetten içerler ve kendilerini budalaca zehirlerler. Çünkü söylentiler doğrudur Bazı Kürtler o kadar mutsuzdur ki, onlar için Allah yoktur artık
"Bunca zamandan sonra devlet buna nasıl izin veriyor?"
'Bütün Batılılaşmış aydınlar gibi farkında olmadan en çok da devletinize güveniyorsunuz. MİT her şeyi bildiği gibi, bu işi de bilir, ama durdurmaz
"Peki bizim burada olduğumuzu bilir mi?"
"Korkmayın, şimdi bilmiyordur," diyerek gülümsedi Kadife.
"Bir gün mutlaka, bilecektir ama o zamana kadar burada özgürüz biz. Kars'taki tek özgürlük zamanı bu geçici zamandır. Kıymetini bilin, çıkarın lütfen paltonuzu."
"Bu palto beni kötülüklerden koruyor," dedi Ka. Kadife'nin yüzünde bir korku ifadesi gördü. "Burası da soğuk," diye ekledi.
Bir zamanlar sandık odası olarak kullanılan küçük bir odanın yarısıydı burası iç avluya bakan daracık bir penceresi, çekinerek iki ucuna oturdukları bir küçük yatağı, iyi havalandırılmamış otel odalarına özgü boğucu bir ıslak toz kokusu vardı. Kadife uzanıp kenardaki kaloriferin musluğunu çevirmeye çalıştı, ama kötü sıkışmıştı, bıraktı. Ka'nın sinirli bir şekilde ayağa kalktığını görünce gülümsemeye çalıştı.
Ka bir anda Kadife'nin onunla bu odada bulunmaktan bir haz aldığını anladı. Kendisi de uzun yalnızlık yıllarından sonra güzel bir kızla aynı odada bulunmaktan hoşlanıyordu, ama Kadife'nınki böyle "yumuşak" bir zevk değildi, yüzünden anlıyordu bunu, daha derin ve tahripkâr bir şeydi.
"Korkmayın, çünkü torbayla portakal taşıyan o zavallıdan başka bir sivil polis yoktu arkanızda. Bu da devletin aslında sizden korkmadığını, sizi yalnızca biraz korkutmak istediğini gösterir. Benim arkamda kim vardı?"
"Arkanızdan bakmayı unuttum," dedi Ka utançla.
"Nasıl?" Kadife bir an zehirli gözlerle baktı ona. "Aşıksınız siz çok fena âşık!" dedi. Kendini hemen toparladı. "Afedersiniz, hepimiz çok korkuyoruz," dedi ve yüzü gene bambaşka bir ifadeye büründü. "Ablamı mutlu edin, çok iyi bir insandır."
"Sizce o beni sever mi?" diye sordu Ka fısıldar gibi.
"Sever, sevmesi lazım; çok hoş birisiniz," dedi Kadife.
Ka'nın bu sözden sarsıldığını görünce, "Çünkü siz ikizlersiniz," dedi. İkizler erkeğiyle başak kadınının neden uyumlu olması gerektiği konusunda akıl yürüttü, ikizlerin çift kimlikliliği yanında, bir hafifliği, yüzeyselliği vardı ki, her şeyi ciddiye alan Başak kadını hem mutlu olabilirdi bununla, hem de bundan iğrenebilirdi. "İkiniz de mutlu bir aşkı hak ediyorsunuz," diye ekledi teselli verir bir havayla.
"Ablanızla konuşmalarınızdan benimle Almanya'ya gelebileceği izlenimini edindiniz mi?"
Çok yakışıklı buluyor sizi," dedi Kadife. "Ama size inanamıyor. İnanması da vakit alır. Sizin gibi sabırsızlar bir kadını sevmeyi değil, onu elde etmeyi düşünürler çünkü."
"Bunu söyledi mi size?" dedi Ka ve kaşlarını kaldırdı. "Bu şehirde vaktimiz yok bizim."
Kadife saatine bir göz attı. "Buraya geldiğiniz için teşekkür edeyim önce. Çok önemli bir konu için çağırdım sizi. Lacivert'in size vereceği bir mesajı var."
"Bu sefer beni izleyip onu hemen bulurlar," dedi Ka. "Hepimizi de işkenceden geçirirler. O ev basılmış. Hepsini dinlemiş polis."
"Dinlendiğini Lacivert biliyordu," dedi Kadife. "O darbeden önce size ve sizin üzerinizden Batı'ya yollanmış felsefi bir mesajdı. Bizim intiharlarımıza burnunuzu sokmayın diyordu onlara Her şey değişti şimdi. Bu yüzden eski mesajını da iptal etmek istiyor. Ama daha önemlisi: Yepyeni bir mesajı var."
Kadife uzun uzun ısrar etti, Ka kararsız kaldı. "Bu şehirde görülmeden bir yerden bir yere gitmek imkânsız," dedi çok sonra.
"Bir at arabası var. Her gün biriki kere Aygaz tüpü, kömür, şişe suyu bırakmak için avludaki mutfak kapısına gelir. Başka yerlere de dağıtım yapar ve mallarını kardan yağmurdan korumak için her şeyin üzerine branda serer. Arabacı güvenilir."
"Bir hırsız gibi brandanın altına mı gizleneceğim7"
"Ben çok gizlendim," dedi Kadife. "İnsanın hiç kimse farkında değilken bütün şehrin içinden geçmesi çok zevklidir. Bu görüşmeyi yaparsanız İpek konusunda size içtenlikle yardım ederim. Onun sizinle evlenmesini istiyorum çünkü."
"Niye?"
"Her kardeş ablasının mutlu olmasını ister."
Ka sadece hayatı boyunca bütün Türk kardeşler arasında içten bir nefret ve zoraki bir dayanışma gördüğü için değil, ayrıca Kadife'nin her halinde (sol kaşı farkında olmadan kalkmış, Türk filmlerinde edinilmiş bir masumiyet jesti olarak dudakları ağlayacak bir çocuğunki gibi yan açılıp ileriye doğru uzamıştı) bir yapmacıklık gördüğü için de. bu söze hiç inanmadı, Ama Kadife saatine bakıp on yedi dakika sonra at arabasının geleceğini söyleyip şimdi hemen onunla birlikte Lacivert'e gitmeye söz verirse ona her Şeyi anlatacağına yemin edince Ka bir anda "Söz veriyorum, geliyorum," dedi. "Ama her şeyden önce de bana niye bu kadar güvendiğinizi söyleyin."
"Siz bir dervişmişsiniz, Lacivert böyle diyor, Allah'ın sizi doğuştan ölüme kadar masum kıldığına inanıyor."
"Peki," dedi Ka aceleyle, "İpek de biliyor mu bu özelliğimi?"
"Niye bilsin? Bu Lacivert'in sözü."
"Bana İpek'in benim hakkımda düşündüğü her şeyi söyleyin lütfen."
"Konuştuklarımızın hepsini söyledim aslında," dedi Kadife. Ka'nın hayal kırıklığına uğradığını görünce biraz düşündü ya da düşünüyormuş gibi yaptı Ka telaştan ayıramıyordu ikisini "Sizi eğlenceli buluyor," dedi Kadife. "Almanyalar'dan geliyorsunuz, çok şey anlatabilirsiniz!"
"Onu ikna etmek için ne yapayım?"
"İlk anda olmasa bile, ilk on dakikada bir kadın, bir erkeğin kim olduğunu, en azından kendisi için ne anlama gelebileceğini, onu sevip sevemeyeceğini derinden sezer. Bu sezdiği şeyi tam anlayıp bilmesi için biraz vakit geçmesi gerekir. Bana kalırsa bu vakit geçerken erkeğin yapacağı fazla bir şey yoktur. Gerçekten inanıyorsanız, onun hakkında hissettiğiniz güzel şeyleri söyleyin ona. Onu niçin seviyorsunuz, neden onunla evlenmek istiyorsunuz?"
Ka sustu. Kadife onun mahzun bir küçük çocuk gibi pencereden bakışını görünce, Ka ile İpek'in Frankfurt'ta mutlu olabileceklerini, İpek'in Kars'tan çıkar çıkmaz neşeleneceğini, onları Frankfurt sokaklarında gülüşerek akşam sinemaya giderken gözünün önüne getirebildiğini söyledi. "Frankfurt'ta gidebileceğiniz bir sinemanın adını söyleyin bana," dedi. "Herhangi bir sinemanın."
"Filmforum Höchst," dedi Ka.
"Elhamra, Rüya, Majestik gibi sinema adları yok mu Almanların?"
"Var. Eldorado!" dedi Ka.
Kararsız kar tanelerinin gezindiği avluya bakarlarken Kadife, üniversite tiyatrosunda oynadığı yıllarda bir kere bir sınıf arkadaşının amcasının oğlunun bir AlmanTürk ortak yapımında üstü örtülü olarak kendisine rol teklif ettiğini, ama onun reddettiğini, şimdi o ülkede İpek ile Ka'nın çok mutlu olacaklarını, aslında ablasının mutlu olmak için yaratıldığını, ama bunu bilmediği için şimdiye kadar mutlu olamadığını, çocuğu olmamasının da onu kırdığını, ama asıl üzücü olanın ablasının bu kadar güzel, bu kadar ince, bu kadar duyarlı ve dürüst olmasına rağmen ve belki de bu yüzden mutsuz olması (burada sesi kırıldı) olduğunu, çocukluklarında ve gençliğinde ablasının iyiliği ve güzelliğinin kendisine hep örnek olduğunu (sesi bir daha kırıldı), bu iyilik ve güzellik yanında kendini hep kötü ve çirkin hissettiğini, ablasının o öyle hissetmesin diye kendi güzelliğini sakladığını söyledi. (Şimdi, sonunda ağlıyordu.) Gözyaşları ve iç çekmeleri arasında titreyerek ortaokuldayken ("İstanbul'daydık ve o kadar fakir değildik o zaman," dedi Kadife ve Ka "zaten şimdi de" fakir olmadıklarını söyledi. "Ama Kars'ta oturuyoruz," diye hızla kapattı bu parantezi Kadife) bir gün biyoloji hocası Mesrure Hanım'ın, o sabah ilk derse geç kaldığı için Kadife'ye "Akıllı ablan" da gecikti mi?" diye sorduğunu ve "Seni sınıfa ablanı çok sevdiğim için kabul ediyorum," dediğini anlattı. Tabii ki İpek geç kalmamıştı.
At arabası avluya girdi.
Kenar tahtalarının üzerine kırmızı güller, beyaz papatyalar ve yeşil yapraklar boyanmış, eski ve sıradan bir at arabasıydı bu. Yorgun ve yaşlı atının kenarları buz tutmuş burun deliklerinden buhar çıkıyordu. Geniş yapılı ve hafif kambur arabacının paltosu ve şapkası kar tutmuştu. Ka, brandanın da karla kaplı olduğunu yüreği atarak gördü.
"Sakın korkma," dedi Kadife. "Seni öldürmeyeceğim."
Ka, Kadife'nin elinde bir tabanca gördü, ama kendisine tuttuğunu anlamadı bile.
"Sinir krizi filan geçirmiyorum," dedi Kadife. "Ama bana şimdi bir yamuk yaparsan inan vururum seni... Lacivert'ten demeç almaya giden gazetecilerden, herkesten şüpheleniriz biz."
"Beni sız aradınız," dedi Ka.
"Doğru, ama sen düşünmesen bile MİTçiler arayacağımızı tahmin edip üzerine bir dinleyici yerleştirmişlerdir belki. Sevgili paltocuğunu demin bu yüzden çıkarmaya kıyamadığından şüpheleniyorum. Simdi paltonu çıkar ve yatağın kenarına bırak çabuk."
Ka denileni yaptı. Kadife ablasınınki kadar küçük eliyle paltonun her köşesini hızla yokladı. Bir şey bulamayınca: "Kusura bakma," dedi. "Ceketini, gömleğini ve atletini de çıkaracaksın. Alıcıyı sırtlarına, göğüslerine bantlattırıyorlar çünkü. Kars'ta yüz kişi vardır belki sabah akşam üzerinde mikrofonla gezen."
Ka ceketini çıkardıktan sonra doktora karnını gösteren çocuk gibi, gömleğini ve atletini kıvırıp, ta yukarıya kaldırdı.
Bir bakış attı Kadife. "Arkanı da dön," dedi. Bir sessizlik oldu. "Peki. Tabanca için de kusura bakma... Ama alıcı yerleştirilmişse, aramaya karşı çıkarlar, rahat durmuyorlar..." Ama tabancasını indirmedi. "Şunu dinle şimdi," dedi tehditkâr bir sesle. "Lacivert'e konuştuklarımızdan, bu arkadaşlığımızdan söz etmeyeceksin hiç." Muayeneden sonra hastasını tehdit eden doktor gibi konuşuyordu. "İpek'ten, ona âşık olduğundan hiç bahsetmeyeceksin. Lacivert böyle pisliklerden hiç hoşlanmaz... Bahsedersen ve o canını yakmazsa, emin ol ben yakarım. Cin gibi olduğu için birşeyler sezip ağzını arayabilir, İpek'i biriki kere görmüş gibi yap, o kadar. Anlıyor musun?"
"Tamam."
"Lacivert'e saygılı ol. Kendini beğenmiş, Avrupa görmüş kolejli halinle sakın küçümsemeye kalkma onu. içinden böyle bir budalalık geçse bile sakın gülme... Unutma, hayran olarak taklit ettiğin Avrupalıların umurunda bile değilsin sen... Ama Lacivert'ten ve onun gibilerden ödleri kopar."
"Biliyorum."
"Ben senin arkadaşınım, benimle samimi ol," dedi Kadife kötü filmlerden çıkma bir havayla gülümseyerek.
"Arabacı brandayı kaldırdı," dedi Ka.
"Arabacıya güven. Geçen sene oğlu polisle çatışırken öldü. Yolculuğun da tadını çıkar."
Önce Kadife indi aşağıya. O mutfağa girdiği sırada Ka at arabasının eski Rus evinin iç avlusunu sokaktan ayıran kemerli geçide sokulduğunu gördü ve kararlaştırdıkları gibi odasından çıkıp aşağı indi. Mutfakta kimseyi göremeyince telaşlandı, ama avlu kapısının aralığında arabacı onu bekliyordu. Aygaz tüpleri arasındaki boşluğa, Kadife'nin yanına sessizce yattı.
Hiç unutmayacağını hemen anladığı yolculuk yalnızca sekiz dakika sürdü, ama Ka'ya çok daha uzunmuş gibi geldi. Şehrin neresinde olduklarını merak ediyor, onlar yanlarından arabanın gıcırtılarıyla geçerlerken aralarında konuşan Karslıları ve yanında uzanan Kadife'nin soluk alıp verişlerini dinliyordu. Bir ara arabanın arkasına tutunarak kayan bir çocuk kalabalığı telaşlandırdı onu. Ama Kadife'nin tatlı gülümseyişi öyle hoşuna gitti ki, o çocuklar kadar mutlu hissetti kendini.
 
 
 
26
 
 
Allahımıza o kadar bağlı olmamızın nedeni yoksulluğumuz değildir
LACİVERT'İN BÜTÜN BATI'YA DEMECİ
 
Lastik tekerlekleri kar üzerinde tatlı tatlı sallanan at arabasında yalarken Ka'nın aklına yeni mısralar gelmeye başlamıştı ki, sarsılarak bir kaldırıma çıktılar ve biraz ileride durdular. Uzun süren ve yeni mısralar bulduğu bir sessizlikten sonra arabacı brandayı kaldırınca otomobil tamirhanelerinin, kaynakçıların ve bozuk bir traktörün çevrelediği karla kaplı boş bir avlu gördü Ka. Köşedeki zincirli kara bir köpek" de brandanın içinden çıkanları gördü ve hav hav hav dedi.
Ceviz bir kapıdan geçtiler, Ka ikinci kapıdan geçince Lacivert'i pencereden karlı avluya bakar buldu. Hafif kırmızımsı kumral saçları, yüzündeki çiller ve gözlerinin laciverti ilk karşılaşmada olduğu gibi şaşırttı Ka'yı Odanın yalınlığı, bazı eşyalar (aynı saç fırçası, aynı yarı açık el çantası ve kenarlarında Osmanlı figürleri olan, üzerinde Ersin Elektrik yazan aynı plastik küllük) Ka'ya Lacivert'in gece ev değiştirmediği izlenimini verecekti neredeyse. Ama yüzünde dünden beri olan gelişmeleri şimdiden kabullenmiş soğukkanlı bir gülümseme gördü Ka ve darbecilerden kaçtığı için kendi kendini tebrik ettiğini anladı hemen.
"Artık intihar eden kızları yazmazsın," dedi Lacivert.
"Neden?"
"Askerler ele onların yazılmasını istemez."
"Ben askerlerin sözcüsü değilim," dedi Ka dikkatle.
"Biliyorum."
Bir an gerginlikle birbirlerini süzdüler.
"Dün bana intihar"eden kızlar hakkında Batı gazetelerinde yazı yazabileceğini söylemiştin," dedi Lacivert.
Ka bu küçük yalanından utandı.
"Hangi Batı gazetesinde?" diye sordu Lacivert. "Alman gazetelerinden hangisinde tanıdığın var?"
"Frankfurter Rundschau'da," dedi Ka.
"Kim?"
"Demokrat bir Alman gazeteci."
"Adı ne?"
"Hans Hansen," dedi Ka paltosuna sarılarak.
"Hans Hansen'e askerî darbe aleyhine bir demecim var," dedi Lacivert. "Çok vaktimiz yok, hemen yazmanı istiyorum."
Ka şiir defterinin arkasına not almaya başladı. Lacivert tiyatro darbesinden o ana kadar en azından seksen kişinin öldürüldüğünü söyledi (gerçek rakam tiyatroda vurulanlar dahil on yediydi), ev ve okul baskınlarını, tankların içine girerek yıktığı dokuz (doğrusu dört) gecekonduyu, işkencede ölen öğrencileri, Ka'nın bilmediği sokak arası çatışmalarını anlattı, Kürtlerin çilesinin üzerinde fazla durmadan geçerken İslamcılarınkini biraz abarttı, belediye başkanının ve eğitim enstitüsü müdürünün bu darbeye ortam yaratsın diye devlet tarafından vurulduğunu söyledi. Ona göre bütün bunlar "İslamcıların demokratik seçimleri kazanmasına engel olmak için" yapılmıştı. Lacivert bu gerçeği kanıtlamak için siyasi parti ve derneklerin faaliyetlerinin yasaklanması vs. gibi başka ayrıntıları anlatırken Ka onu hayranlıkla dinleyen Kadife'nin gözlerinin içine baktı ve sonradan şiir defterinden yırtacağı bu sayfaların kenarına İpek'i düşündüğünü gösteren resim ve karalamalar çizdi: Bir kadının boynu ve saçları, arkada bir çocuk evinin çocuk bacasından çocuk dumanları çıkıyor... İyi bir şairin, doğru bulduğu ama şiirini bozar diye inanmaktan korktuğu kuvvetli gerçeklerin yalnızca çevresinde dönmesi gerektiğini ve bu dönüşün gizli müziğinin onun sanatı olacağını Ka bana çok daha önceleri söylemişti.
Ka, Lacivert'in kimi sözlerini kelimesi kelimesine defterine yazacak kadar sevmişti de. "Batılıların sandığı gibi, bizlerin burada Allahımıza o kadar bağlanmamızın nedeni, o kadar yoksul olmamız değil, bu dünyada ne işimiz olduğunu ve öteki dünyada neler olacağını herkesten çok merak etmemizdir."
Lacivert biliş cümleleri olarak bu merakın kökenlerine inmek ve bu dünyadaki işimizin ne olduğunu açmak yerine Batı'ya seslendi: "Kendi büyük keşfi demokrasiye Allah'ın sözünden daha çok inanır gözüken Batı, Kars'taki bu demokrasi karşıtı askerî darbeye karşı çıkacak mı?" diye sordu gösterişli bir jestle. "Yoksa önemli olan demokrasi, özgürlük ve insan hakları değil, dünyanın geri kalanının Batı'yı maymun gibi taklit etmesi midir? Kendisine hiç benzemeyen düşmanlarının kazandığı bir demokrasiye Batı'nın tahammülü var mıdır? Bir de Batı dışında, dünyanın geri kalanına seslenmek istiyorum: Kardeşler, yalnız değilsiniz..." Bir an sustu. "Ama Frankfurter Rundschau'dan arkadaşınız bu haberin hepsini yayımlar mı?"
"Batı Batı diye, sanki bir tek kişi, tek bir görüş varmış gibi konuşmak sevimsiz oluyor," dedi Ka dikkatle.
"Buna inanıyorum ama," dedi Lacivert en sonunda. "Bir tek Batı ve bir tek görüşleri vardır. Öteki görüşü biz temsil ediyoruz."
"Gene de Batı'da öyle yaşamıyorlar," dedi Ka. "Buradakinin aksine, insanlar herkes gibi düşünmekle övünmüyor orada. Herkes, en sıradan bir küçük bakkal bile kişisel görüşleri var diye böbürleniyor. Bu yüzden Batı yerine, Batı'nın demokratları desek, oradaki insanlann vicdanlarına dajtıa iyi sesleniriz."
"Peki, bildiğiniz gibi yapın Yayımlanması için gereken başka bir düzeltme var mı?"
"Sonundaki seslenmeyle bu bir haberden çok haber niteliği de olan ilginç bir bildiri oldu," dedi Ka. "Altına da sizin imzanınızı koyacaklar.. Belki de sizi tanıtıcı birkaç söz..."
"Onları hazırladım," dedi Lacivert. "Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun önde gelen İslamcılarından desinler yeter."
"Bu durumda Hans Hansen bunu basamaz."
"Nasıl?"
"Çünkü tek başına bir Türk İslamcısının bildirisini sosyal demokrat Frankfurter Rundachau'da yayımlamak taraf tutmak olur onlar için," dedi Ka.
"Bay Hans Hansen'in işine gelmeyince böyle kıvırtma huyu var demek," dedi Lacivert. "Ne yapmamız gerekiyor onu ikna etmek için?"
"Alman demokratları Türkiye'deki bir askerî darbeye bir tiyatro darbesine değil, gerçeğine karşı çıksalar bile, sonunda destekledikleri kişilerin İslamcılar olması onları huzursuz eder."
"Evet, bunların hepsi korkar bizden," dedi Lacivert.
Bunu gururla mı, yoksa bir yanlış anlamadan yakınarak mı söylediğini çıkaramadı Ka. "Bu yüzden," dedi, "eski bir komünist, bir liberal, bir Kürt milliyetçisi de imza atarsa bu bildiriye Frankfurter Rundschau'da rahatlıkla yayımlanır."
"Nasıl yani?"
"Kars'ta bulacağımız iki kişiyle ortak bir bildiriyi hemen hazırlayabiliriz," dedi Ka.
"Kendimi Batılılara hoş göstermek için şarap içemem," dedi Lacivert. "Benden korkmasınlar da işimi görsünler diye onlara benzemek için çırpınamam. Allahsız ateistlerle birlikte bize acısınlar diye de bu Batılı Bay Hans Hansen'in kapısına yüz süremem. Kim bu Bay Hans Hansen? Niye bu kadar çok şart dayatıyor? Yahudi mi?"
Bir sessizlik oldu. Yanlış bir şey söylediğini Ka'nın düşündüğünü sezerek bir an nefretle baktı ona Lacivert. "Yahudiler bu yüzyılın en büyük mazlumlarıdır," dedi. "Demecimde herhangi bir değişiklik yapmadan önce şu Hans Hansen'i tanımak isterim. Nasıl tanışımız?
"Frankfurter Rundschau'da Türkiye ile ilgili bir haber-yorum çıkacağını, yazarının bu işleri bilen biriyle konuşmak istediğini söyledi bir Türk arkadaş "
"Hans Hansen sorularını niye o Türk arkadaşına sormuyor da sana soruyor?"
"O Türk arkadaşım bu işlerle benden daha az ilgiliydi..."
"Neydi o işler, ben söyleyeyim," dedi Lacivert, "işkence, zulüm, hapisane koşulları gibi bizi aşağılayan şeylerdir."
"Galiba, Malatya'da imam hatipli öğrenciler bir ateisti öldürmüşlerdi," dedi Ka.
"Böyle bir olay hatırlamıyorum," dedi Lacivert dikkatle kendini denetleyerek. "Nam yapmak için bir zavallı ateisti öldürüp televizyona çıkıp gururlanan sözüm ona İslamcılar ne kadar alçaksa, on-on beş kişi öldü diye bu haberleri dünyadaki İslamcı hareketi küçültmek için abartan oryantalistler de o kadar rezildir. Bay Hans Hansen böyle biriyse unutalım onu."
"Bana Avrupa Birliği ve Türkiye hakkında birşeyler sordu Hans Hansen. Sorularını cevapladım. Bir hafta sonra telefon etti. Beni evine akşam yemeğine davet etti."
"Durup dururken mi?"
"Evet."
"Çok şüpheli. Ne gördün evinde? Karısını sana tanıştırdı mı?"
Sonuna kadar çektiği perdelerin hemen yanında oturan Kadife'nin de şimdi pür dikkat dinlediğini gördü Ka.
"Güzel, mutlu bir aileydi Hans Hansen ailesi," dedi Ka. Bir akşamüstü, gazete çıkışı Herr Hansen beni Bahnhof'tan aldı. Yarım saat sonra bahçe içinde güzel aydınlık bir eve vardık. Çok iyi davrandılar bana. Fırında tavukla patates yedik. Karısı patatesi önce haşlamış, sonra fırında kızartmıştı."
"Karısı nasıl biriydi?"
Ka Kaufhof'taki tezgâhtar Hans Hansen'i getirdi gözlerinin önüne. "Hans Hansen ne kadar sarışın, geniş omuzlu ve yakışıklıysa Ingeborg ve çocuklar da o kadar sarışın ve güzeldiler."
"Duvarlarda haç var mıydı?"
"Hatırlamıyorum, yoktu."
"Vardır ama sen dikkat etmemişsindir," dedi Lacivert. "Bizim ateist Avrupa hayranlarının hayallerinin aksine Avrupalı bütün aydınlar dinlerine, haçlarına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ama bizimkiler Türkiye'ye geri dönünce bundan bahsetmez, çünkü Batı'nın teknolojik üstünlüğünün ateizmin bir zaferi olduğunu kanıtlamaktır dertleri... Ne gördüğünü, ne konuştuğunuzu anlat."
"Herr Hansen Frankfurter Rundschau'da dış haberlerde çalışmasına rağmen edebiyatseverdir. Konu şiire geldi. Şairlerden, ülkelerden, hikâyelerden bahsettik. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım."
"Sana acıyorlar mıydı? Türk olduğun, zavallı, yalnız ve yoksul bir siyasal sürgün olduğun için, cam sıkılan sarhoş Alman gençleri eğlence olsun diye senin gibi kimsesiz Türkleri yakıyor diye sana şefkat duyuyorlar mıydı?"
"Bilmiyorum. Kimse üzerime varmıyordu."
"Onlar üzerine varıp sana acıdıklarını göstermeseler de, insanın iğinde vardır böyle bir acınma isteği. Bu isteğini ekmek parasına dönüştürmüş on binlerce Türk-Kürt aydını var Almanya'da."
"Hans Hansen'in ailesi, çocukları, hepsi iyi insanlardı, inceydiler, yumuşaktılar. Belki de incelikleri yüzünden acıdıklarını hissettirmediler bana. Sevdim onları. Acısalardı da aldırmazdım artık."
"Yani bu durum senin gururunu hiç kırmıyordu?"
"Kırıyordu belki, ama gene de o akşam onlarla çok mutluydum. Kenarlardaki masa lambalarının çok hoş turuncu bir ışığı vardı... Çatalları, bıçakları hiç görmediğim cinstendi, ama insanı huzursuz edecek kadar da yabancı değildi... Televizyon sürekli açıktı, arasıra ona da bakıyorlardı, bu da kendimi evde hissettiriyordu. Bazan Almancamın yetmediğini görünce İngilizce açıklıyorlardı. Yemekten sonra çocuklar babalarına derslerini sordular, uyumadan önce çocukları öptüler. Kendimi o kadar rahat hissettim ki, yemeğin sonunda uzanıp pastadan bir ikinci dilim aldım. Kimse de fark etmedi bunu, fark ettilerse bile doğal karşıladılar. Bunu sonra çok düşündüm çünkü."
"Ne pastasıydı?" diye sordu Kadife.
"İncirli, çikolatalı Viyana pastasıydı."
Bir sessizlik oldu.
"Perdeler ne renkti?" diye sordu Kadife. "Desenleri nasıldı?"
"Beyazımsı ya da krem rengiydi," dedi Ka hatırlamaya çalışır gibi yaparak. "Üzerlerinde küçük balıklar, çiçekler, ayılar ve renk renk meyvalar vardı."
"Yani çocuklar için kumaş gibi mi?"
"Hayır, çünkü çok ciddi bir havası da vardı. Bunu söylemeliyim: Mutluydular, ama bizdeki gibi lüzumlu lüzumsuz ikide bir gülmüyorlardı. Çok ciddiydiler. Belki de bu yüzden mutluydular. Hayat sorumluluk gerektiren ciddi bir işti onlar için. Bizimki gibi körüne bir uğraş, bir acı imtihanı değil. Ama bu ciddiyet hayat dolu, olumlu bir şeydi. Perdedeki ayılar ve balıklar gibi renkli ve ölçülü bir mutlulukları vardı."
"Masa örtüsü ne renkti?" diye sordu Kadife.
"Unuttum," dedi Ka ve hatırlamaya çalışıyormuş gibi düşüncelere daldı.
"Kaç kere gittin oraya?" dedi Lacivert hafif öfkeyle.
"O gece orada öylesine mutlu oldum ki bir daha çağırsınlar çok istedim. Ama Hans Hansen beni bir daha hiç çağırmadı."
Avludaki zincirli köpek uzun uzun havladı. Ka, şimdi Kadife'nin yüzünde bir hüzün, Lacivert'te ise öfkeli bir küçümseme görüyordu.
"Pek çok kereler onları aramayı düşündüm," diye anlattı inatla. "Bazan Hans Hansen'in beni akşam yemeğine çağırmak için bir daha aradığını ama bulamadığını düşünür, kütüphaneden çıkıp eve koşmamak için kendimi zor tutardım. O güzel etajerli aynayı, rengini unuttuğum galiba limon sarısıydı koltukları, sofrada ekmek tahtasının üzerinde ekmek keserken bana 'bu iyi mi?' diye sormalarını (biliyorsunuz Avrupalılar bizlerden çok daha az ekmek yer); haçsız duvarlardaki o güzel Alp manzaralarını, bütün bunları yeniden görmeyi çok istedim."

Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin