Birinci Baskı



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə7/33
tarix09.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#93579
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   33
Şiir az önce aklından aynı anda geçen pek çok şeyle yapılmıştı: Yağan kar, mezarlıklar, istasyon binasında neşeyle koşturan kara köpek, pek çok çocukluk anısı ve otele dönüş yolunda adımları hızlandıkça mutluluk ve telaş arası bir duyguyla gözünün önünde canlanan İpek. Şiirin adını "Kar" koydu. Çok sonraları bu şiiri nasıl yazdığını düşündüğünde aklına bir kar tanesi gelecek, o kar tanesi kendi hayatını bir şekilde gösteriyorsa bu şiirin de onun merkezine yakın bir yerde ve hayatın mantığını açıklayan bir noktada yer alması gerektiğine karar verecekti. Tıpkı bu şiir gibi bu kararların da ne kadarını o anda aldığını, ne kadarının onun - bu kitabın sırlarını çözmeye çalıştığı - hayatının gizli simetrisi sonucu olduğunu söylemek zor.
Ka şiiri bitirmek üzereyken pencereye gitti, dışarıda iri tanelerle ve zarafetle yağan karı sessizce seyretmeye başladı. Karı seyrederse şiiri tam gerektiği gibi bitireceği duygusu vardı içinde. Kapı vuruldu, Ka açtı ve şiirin aklına gelmek üzere son iki dizesini Kars'ta bir daha hiç hatırlamamak üzere unuttu.
Kapıdaki İpek'ti. "Sana bir mektup var," deyip uzattı.
Ka mektubu alıp hiç bakmadan bir kenara attı. "Çok mutluyum," dedi.
Ancak bayağı insanların "çok mutluyum!" diyebileceklerine inanırdı ama şimdi hiç utanmamıştı. "içeri gir," dedi İpek'e. "Çok güzelsin."
İpek otelin odalarını evi gibi bilen birinin rahatlığıyla içeri girdi. Arada geçen zaman onları birbirlerine daha da yakınlaştırmış gibi geldi Ka'ya.
"Nasıl oldu bilmiyorum," dedi Ka. "Belki de senin yüzünden geldi bu şiir bana."
"Eğitim enstitüsü müdürünün durumu ağırmış," dedi İpek.
"Öldü sandığın birinin yaşaması iyi haberdir."
"Polis baskınlar düzenliyor. Üniversite yatakhanelerine, otellere. Bize de gelip defterlere baktılar, otelde kalanları tek tek sordular."
"Benim hakkımda ne dedin? Evleneceğimizi söyledin mi?"
"Çok sevimlisin. Ama aklım orada değil. Muhtar'ı gözaltına almışlar, dövmüşler. Sonra da bırakılmış."
"Sana bir mesaj yolladı benimle: Seninle yeniden evlenmek için her şeyi yapmaya hazır. Örtün diye sana baskı yaptığı için bin pişman."
"Muhtar bunları bana zaten her gün söylüyor," dedi İpek. "Polis seni bıraktıktan sonra ne yaptın?"
"Sokaklarda gezindim..." dedi Ka. Bir an bir kararsızlık geçirdi.
"Evet, söyle."
"Lacivert'e götürdüler beni. Bunu kimseye söylememeliymişim."
"Söylememelisin," dedi İpek. "Ona da bizlerden, babamdan hiç bahsetmemelisin."
"Onu tanıdın mı hiç?"
"Bir zamanlar Muhtar ona hayrandı, bizim eve girip çıkmışlığı vardır. Ama Muhtar daha ılımlı ve demokratik bir İslamcılıkta karar kılınca ondan uzaklaştı."
"Buraya intihar eden kızlar için gelmiş."
"Ondan kork ve hiç söz etme," dedi İpek. "Büyük bir ihtimalle kaldığı yerde de polisin mikrofonu vardır."
"Niye yakalamıyorlar o zaman?"
"İşlerine gelince yakalarlar."
"Biz seninle bu Kars şehrinden kaçalım," dedi Ka.
Çocukluk ve gençliğinde olağanüstü mutlu olduğu zamanlarda hissettiği şey, mutsuzluğun ve umutsuzluğun da çok yakın bir yerde olduğu korkusu yükseliyordu içinde.
Ka, daha sonra gelecek mutsuzluk büyük olmasın diye, mutluluk anlarına telaşla son vermek isterdi. Bu yüzden, tam o sıra aşktan çok bu telaşla sarıldığı İpek'in kendisini iteceğini, aralarındaki yakınlık ihtimalinin bir anda tuzla buz olacağını ve hak etmediği mutluluğun hak ettiği bir reddedilme ve aşağılanmayla sonuçlanıp rahatlayacağını sanıyordu.
Tam tersi oldu. İpek de ona sarıldı. Birbirlerini tutmaktan, kucaklamaktan zevk alarak merakla öpüştüler ve yatağın üzerine yanyana devrildiler. Kısa bir sürede Ka o kadar sarsıcı bir cinsel heyecan duymaya başladı ki, az önceki kötümserliğinin tam tersi sınır tanımaz bir istek ve iyimserlikle birbirlerinin elbiselerini çıkarıp uzun uzun sevişeceklerini hayal etmeye başladı.
Ama İpek ayağa kalktı. "Çok hoşsun, seninle sevişmeyi ben de istiyorum ama üç yıldır kimseyle birlikte olmadım, hazır değilim," dedi.
Ben de dört yıldır kimseyle sevişmedim, dedi Ka içinden. İpek'in bunu yüzünden okuduğunu hissetti.
"Hazır olsam bile," dedi İpek, "babam bu kadar yakındayken, aynı evdeyken sevişemem ben."
"Benimle çıplak yatağa girmen için babanın otelden çıkıp gitmesi mi lazım?" dedi Ka.
"Evet. Otelden de pek az çıkar. Kars'ın buzlu sokaklarını sevmez çünkü."
"Peki, şimdi sevişmeyelim, ama birkaç kere daha öpüşelim," dedi Ka.
"Peki."
İpek yatağın kenarında oturan Ka'ya eğildi ve yaklaşmasına izin vermeden uzun uzun ve ciddiyetle öptü onu.
"Sana şiirimi okuyayım," dedi Ka sonra bir daha öpüşmeyeceklerini sezince. "Merak ediyor musun?"
"Şu mektubu oku önce, kapıya genç bir adam getirmiş."
Ka mektubu açtı ve yüksek sesle okudu:
"Ka efendi bey oğlum. Size oğlum demem uygun değil ise affediniz. Ben dün gece sizi rüyamda gördüm. Rüyamda kar yağıyordu ve her bir tanesi âleme bir nur olarak iniyordu. Hayırdır, derken öğleden sonra, rüyamda gördüğüm bu kar penceremin önünde yağmaya başladı. Baytarhane Sokak 18 numaradaki fakirhanemizin kapısının önünden geçtiniz. Cenabı Allah'ın bir imtihandan geçirdiği Muhtar Beyefendi sizin bu kara ne mana verdiğinizi bana nakletti. Yolumuz aynı yoldur. Bekliyorum efendim, imza: Saadettin Cevher."
"Şeyh Saadettin," dedi İpek. "Hemen git ona. Akşam da babamla bize yemeğe gelirsin."
"Kars'taki bütün çatlaklarla niye görüşmem lazım?"
"Lacivert'ten kork dedim, ama hemen çatlak deme ona. Şeyh de kurnazdır, aptal değildir."
"Hepsini unutmak istiyorum. Şiirimi okuyayım mı sana şimdi?"
"Oku."
Ka sehpanın başına oturup yeni yazdığı şiirini heyecanla ve güvenle okumaya başladı ve hemen durdu. "Şuraya geç," dedi İpek'e. "Okurken yüzünü görmek istiyorum." Göz ucuyla İpek'e bakarak yeniden okumaya başladı. "Güzel mi?" diye sordu az sonra Ka. "Evet, güzel!" dedi İpek. Ka daha okudu, gene "Güzel mi?" diye sordu, İpek "Güzel," dedi. Okuması bitince: "Nesini güzel buldun?" diye sordu Ka. "Bilmiyorum," dedi İpek. "Ama çok güzel buldum." "Muhtar sana böyle şiir okumaz mıydı?" "Okumazdı." Ka şiiri yeniden heyecanla okudu ve gene "Güzel mi?" diye aynı yerlerde sordu. Birkaç kere de "Çok güzel değil mi?" dedi. "Evet, çok güzel!" dedi İpek.
Ka öylesine mutluydu ki erken dönem bir şiirinde bir çocuk için yazdığı gibi sanki "çevresine hoş ve tuhaf bir ışık" yayıyor, bu ışığın bir kısmının da İpek'te yansıdığını görerek mutlu oluyordu. Bu "yerçekimsiz zamanın" kurallarına uyarak İpek'i yeniden kucakladı, ama kadın zarifçe uzaklaştı.
"Dinle şimdi: Derhal Şeyh Efendi'ye git. Burada çok önemli bir kişidir o, senin sandığından önemli: Şehirde pek çok kişi gider ona, laikler de. Tümen komutanının, valinin karısının da ona gittiği söyleniyor, zenginlerden, askerlerden gidenler de var. Devlet yanlısıdır. Üniversiteli ve tesettürlü kızların derslerde başlarını açmaları gerektiğini söyleyince Refah Partililer ona ses çıkaramadılar. Kars gibi bir yerde, böyle güçlü bir adam seni çağırınca onu reddedemezsin."
"Zavallı Muhtar'ı da ona sen mi yolladın?"
"İçindeki Allah korkusunu keşfedip seni korkuta korkuta dindar yapmasından mı endişeleniyorsun?"
"Çok mutluyum şimdi, dine hiç ihtiyacım yok," dedi Ka. "Bunun için de gelmedim Türkiye'ye. Beni tek bir şey götürebilir oraya: Senin aşkın... Evlenecek miyiz biz?"
İpek yatağın kenarına oturdu. "Git o zaman oraya," dedi. Sihirli ve hoş bir bakışla Ka'ya baktı. "Ama dikkat de et. Ruhunda kırılgan, zayıf bir nokta bulup hemen cin gibi insanın içine girmekte onun üstüne yoktur."
"Ne yapacak bana?"
"Seninle konuşacak ve birden kendini yere atacak. Söylediğin sıradan bir sözde ne kadar büyük bir bilgelik olduğunu, senin bir ermiş olduğunu iddia edecek. Bazıları önce kendileriyle alay edildiğini bile sanır! Ama Şeyh Efendi Hazretleri'nin kudreti de buradadır. Bunu öyle bir yapar ki senin bilgeliğine gerçekten inandığına inanırsın, gerçekten de bütün kalbiyle inanır da. Senin içinde senden çok yüksek bir başka biri varmış gibi davranır. Bir süre sonra içindeki bu güzelliği sen de görmeye başlarsın: Senin içindeki güzelliğin, sen onu önceden fark edemediğine göre Allah'ın güzelliği olduğunu sezer, mutlu olursun. Dünya da güzeldir aslında onun yanındayken. Seni bu mutluluğa yaklaştıran Şeyh Efendi'ni seversin. Bütün bu süre boyunca, aklının bir başka yanı da bütün bunların Şeyh Efendi'nin oyunu, senin de aslında sefil, zavallı bir budala olduğunu sana fısıldar. Ama Muhtar'dan anladığım kadarıyla, artık o kötü ve sefil yanına inanacak gücün kalmamıştır. O kadar zavallı ve mutsuzsundur ki seni ancak Allah'ın kurtaracağını düşünürsün. bu arada ruhunun isteklerini hiç tanımayan aklın önce biraz direnir. Böylece şeyhinin sana gösterdiği yola bu dünyada bir tek öyle ayakta kalabileceğin için girersin. Karşısındaki sefile kendisini olduğundan çok daha yüce biriymiş gibi hissettirebilmek Şeyh Efendi Hazretleri'nin en büyük hüneridir, çünkü bu Kars şehrinin erkeklerinin çoğu Türkiye'de kendilerinden daha sefil, daha fakir, daha başarısız kimse olamayacağını çok iyi bilirler. Böylece sonunda önce şeyhine inanırsın, sonra sana unutturulan İslam'a inanırsın. Bu da Almanya'dan gözüktüğü ve entellektüel laiklerin iddia ettikleri gibi kötü bir şey değildir. Herkes gibi olursun, halkına benzersin, mutsuzluktan biraz olsun kurtulursun."
"Ben mutsuz değilim," dedi Ka.
"Bu kadar mutsuz olan kimse mutsuz değildir aslında. Çünkü sıkı sıkıya sarıldıkları bir tesellileri, bir umutları vardır buradaki insanların. Burada İstanbul'daki alaycı inançsızlar yok. Burada işler daha basit."
"Sen istediğin için şimdi gidiyorum. Baytarhane Sokağı hangisiydi. Orada ne kadar kalayım?"
"İçin rahat edene kadar kal!" dedi İpek. "İnanmaktan da korkma." Paltosunu giyen Ka'ya yardım etti. "İslamî bilgilerin hafızanda taze mi?" diye sordu, "İlkokulda öğrendiğin duaları hatırlıyor musun? Sonra mahcup olma."
"Çocukluğumda hizmetçi kadın beni Teşvikiye Camii'ne götürürdü," dedi Ka. "İbadet etmekten çok diğer hizmetçi kadınlarla buluşup görüşmek için. Onlar namaz saatini bekleyip uzun uzun dedikodu ederlerken ben çocuklarla halıların üzerinde yuvarlanıp oynardım. Okulda, bizi tokatlayarak, perçemimizden tutup kafamızı tahta sıranın üzerinde açık duran 'din' kitabına vurarak fatihayı ezberleten hocanın gözüne girmek için bütün duaları çok iyi ezberledim, İslam hakkında okullarda öğretilen her şeyi öğrenmiştim, ama hepsini unutmuşum. Bugün sanki İslam hakkında tek bildiğim şey, Anthony Quinn'in başrolünü oynadığı Çağrı adlı film," dedi Ka gülümseyerek. "Geçenlerde Almanya'da Türk kanalında nedense Almanca olarak gösterdiler. Akşam buradasın değil mi?"
"Evet."
"Sana bir kere daha şiirimi okumak istiyorum çünkü," dedi Ka defteri paltosunun cebine koyarken. "Güzel mi sence?"
"Çok güzel gerçekten."
"Nesi güzel?"
"Bilmiyorum, çok güzel," dedi İpek, kapıyı açmış çıkıyordu.
Ka ona hızla sarıldı, ağzından öptü.
 
 
 
11
 
 
Avrupa'da başka bir Allah mı var?
Ka ŞEYH EFENDİ'YLE
 
 
Otelden çıktıktan sonra Ka'nın karın ve seçim propaganda bayraklarının altında Baytarhane Sokağı'na doğru koşarak gittiğini görenler var. O kadar mutluydu ki çocukluğundaki aşırı mutluluk anlarında olduğu gibi hayal gücünün sineması heyecandan aynı anda iki film göstermeye başlamıştı. Birincisinde, Almanya'da bir yerde Frankfurt'taki evinde değil İpek ile sevişiyorlardı. Bu hayali sürekli görüyordu ve bazan seviştikleri yer Kars'taki otel odası oluyordu. Aklının diğer sinemasında "Kar" şiirinin son iki dizesine ilişkin kelimeler ve hayaller oynuyordu.
Yeşilyurt Lokantası'na önce adres sormak için girdi. Sonra duvardaki Atatürk resminin ve karlı İsviçre manzaralarının hemen yanındaki raflarda duran şişeler ilham verdiği için bir masaya oturup çok acelesi olan birinin kararlılığıyla bir duble rakıyla beyaz peynir ve leblebi istedi. Televizyondaki sunucu yoğun kar yağışına rağmen bu akşam gerçekleşecek olan Kars tarihinin stüdyo dışında yapılacak ilk canlı yayını için bütün hazırlıkların tamamlanmak üzere olduğunu söylüyor, bazı yerel ve ulusal haberleri özetliyordu. Vali muavini iş büyümesin, düşmanlıklar daha da kışkırtılmasın diye, vurulan eğitim enstitüsü müdüründen haberlerde söz edilmesini telefon edip yasaklatmıştı. Ka bütün bunlara dikkat edene kadar iki duble rakıyı su içer gibi hızla içti.
Üçüncü bardak rakıyı içtikten sonra dört dakikada yürüdüğü tekkenin kapısı yukarıdan otomatikle açıldı. Ka dik merdivenleri çıkarken Muhtar'ın hâlâ ceketinin cebinde taşıdığı "Merdiven" adlı şiirini hatırladı. Her şeyin iyi geçeceğinden emindi, ama kendini iğne yapılmayacağına emin olmasına rağmen doktorun muayenehanesine girerken ürperen bir çocuk gibi hissetti. Yukarı çıkar çıkmaz geldiğine pişman oldu: Rakıya rağmen derin bir korku sarmıştı içini.
Şeyh Efendi Ka'yı görür görmez yüreğindeki bu korkuyu hemen hissetti. Ka da korkusunu Şeyh'in gördüğünü anladı. Ama Şeyh'te öyle bir şey vardı ki Ka korkusundan utanmadı. Merdivenlerin çıktığı sahanlıkta duvarda cevizden çerçevesi oymalı bir ayna vardı. Şeyh Efendi'yi ilk o aynanın içinde gördü. Evin içi balık istifi kalabalıktı. Oda nefesten, insan sıcaklığından ısınmıştı. Ka bir anda kendisini Şeyh Efendi'nin elini öperken buldu. Bütün bunlar kaşla göz arasında olmuş, Ka ne çevresine ne odadaki kalabalığa dikkat etmişti.
Odada salı akşamları yapılan basit bir ayine katılmak, Şeyh'in sohbetini dinlemek ve dertlerini açmak için toplanmış yirmi küsur kişilik bir kalabalık vardı. Her fırsatta şeyh efendilerinin yanında olmayı mutluluk bilen mandıra sahipleri, esnaftan, çayhane işletenlerden beş altı kişi, yarı felçli bir genç, bir otobüs şirketinin şaşı yöneticisiyle ihtiyar arkadaşı, elektrik kurumunun gece bekçisi, Kars Hastanesi'nin kırk yıllık kapıcısı ve birkaç başka kişi...
Şeyh, Ka'nın bütün kararsızlıklarını yüzünden bir bir okuduktan sonra gösterişli bir hareketle onun elini öptü. Bir saygı ifadesi kadar küçük bir çocuğun sevimli elini öpen biri gibi de yapmıştı bunu. Şeyh'in böyle yapacağını çok iyi tahmin etmesine rağmen hayret etti Ka. Herkesin bakışları altında ve herkesin dikkatle dinlediğini bilerek konuştular.
"Davetime icabet ettiğin için nurol," dedi şeyh. "Seni rüyamda gördüm. Kar yağıyordu."
"Ben de sizi rüyamda gördüm Efendi Hazretleri," dedi Ka. "Buraya mutlu olmak için geldim."
"Mutluluğun burada olduğunun içine doğması bizleri mutlu etti," dedi Şeyh.
"Burada bu şehirde bu evde korkuyorum," dedi Ka. "Çünkü sizler bana çok yabancısınız. Çünkü böyle şeylerden hep ürktüm. Kimsenin elini öpmek istemezdim ve kimse de benim elimi öpsün istemezdim."
"Muhtar kardeşimize içindeki güzelliği açmışsın," dedi Şeyh. "Yağmakta olan bu mübarek kar sana neyi hatırlatıyor?"
Şeyh'in oturduğu sedirin sağ ucunda, pencerenin hemen kenarında oturan adamın Muhtar olduğunu fark etti Ka. Alnında ve burnunda birer yara bandı vardı. Gözlerinin çevresindeki morlukları gizlemek için, çiçek hastalığından kör olmuş ihtiyarlar gibi geniş camlı kara gözlükler takmıştı. Ka'ya gülümsüyordu ama hiç de dostane gözükmüyordu.
"Kar bana Allah'ı hatırlatmıştı," dedi Ka. "Bu âlemin ne kadar esrarengiz ve güzel olduğunu, yaşamanın aslında bir mutluluk olduğunu hatırlatmıştı kar."
Bir an susunca odadaki kalabalığın gözlerinin üzerlerinde olduğunu gördü. Şeyh'in de durumdan çok memnun olması sinirlendirdi onu. "Beni buraya niye çağırdınız?" diye sordu.
"Estağfurullah," dedi Şeyh. "Muhtar Bey'in anlattıklarından gönlünüzü açıp sohbet etmek isteyeceğiniz bir dost aradığınızı düşündük."
"Peki, sohbet edelim," dedi Ka. "Ben buraya gelmeden önce korkumdan üç kadeh rakı içtim."
"Bizden niye korkuyorsunuz?" dedi Şeyh, çok şaşırmış gibi yaparak gözlerini kocaman kocaman açtı. Şişman ve sevimli bir adamdı, etrafındakilerin de içtenlikle gülümsediklerini gördü Ka. "Bizden niye korktuğunuzu söylemeyecek misiniz?"
"Söylerim, ama alınmanızı da istemem," dedi Ka.
"Alınmayacağız," dedi Şeyh. "Buyrun. yanıma oturun. Sizin korkunuzu öğrenmek çok önemli bizim için."
Şeyh'in, müritlerini her an güldürmeye hazır yarı ciddi yarı oyuncu bir havası vardı. Ka hoşuna giden bu havayı oturur oturmaz taklit etmek istediğini hissetti.
"Ben ülkemin kalkınmasını, insanlarının özgürleşmesini, modernleşmesini bir çocuk gibi iyi niyetlerle istedim hep," dedi "Ama dinimiz bana hep bunlara karşıymış gibi gözüktü. Belki yanılıyordum. Afedersiniz. Belki şimdi çok içkiliyim de o yüzden bunları itiraf edebiliyorum."
"Estağfurullah."
"İstanbul'da, Nişantaşı'nda sosyetik bir çevrede büyüdüm. Avrupalılar gibi olmak istiyordum. Kadınları çarşafın içine sokup, yüzlerini örttüren bir Allah ile Avrupalı olmaya aynı anda inanamayacağımı anladığım için dinden uzak geçti hayatım. Avrupa'ya gidince sakallı, irticai, taşralı tiplerin anlattığından bambaşka bir Allah olabileceğini hissettim."
"Avrupa'da başka bir Allah mı var?" dedi Şeyh şakacı bir havayla, Ka'nın sırtını okşayarak.
"Huzuruna çıkmam için ayakkabılarımı çıkarmam, birilerinin elini öpüp dizlerimin üzerine çökmem gerekmeyen bir Allah istiyorum ben. Benim yalnızlığımı anlayacak bir Allah."
"Allah tektir," dedi Şeyh. "Her şeyi görüyor, herkesi anlıyor. Senin yalnızlığını da. Ona inansaydın ve yalnızlığını gördüğünü bilseydin, yalnız hissetmezdin kendini."
"Çok doğru Şeyh Efendi Hazretleri," dedi Ka, bütün odadakilere konuştuğunu da hissederek. "Yalnız olduğum için Allah'a inanamıyorum, Allah'a inanamadığım için de yalnızlıktan kurtulamıyorum. Ne yapayım?"
Sarhoş olmasına ve içinden geçenleri gerçek bir şeyhe cesaretle söylemekten hiç beklemediği kadar derin bir haz almasına rağmen aklının bir başka yanıyla tehlikeli bölgelerde dolaştığını çok iyi hissettiği için Şeyh'in sessizliğinden korktu.
"Benden gerçekten akıl istiyor musun?" dedi Şeyh. "Bizler sizin sakallı, irticai, taşralı dediğiniz kişileriz. Sakalımızı kessek bile taşralılığımızın çaresi yok."
"Ben de taşralıyım, daha da çok taşralı olmak, dünyanın en bilinmeyen köşesinde üzerine kar yağarken unutulmak istiyorum," dedi Ka. Şeyh'in elini öptü yeniden. Bunu yaparken kendini hiç zorlamadığını fark etmek hoşuna gitti. Ama aklının bir yanının hâlâ Batılı, bambaşka biri olarak işlediğini, durumundan dolayı kendisini küçümsediğini hissetti.
"Kusura bakmayın, buraya gelmeden önce içtim," dedi yeniden. "Bütün hayatım boyunca eğitimsizlerin, başı örtülü teyzelerle eli tespihli amcaların inandığı yoksulların Allah'ına inanmadığım için suçluluk duydum, inançsızlığımın mağrur bir yanı vardı. Ama şimdi dışarıdaki şu güzel karı yağdıran Allah'a inanmak istiyorum. Dünyanın gizli simetrisine dikkat kesilmiş, insanı daha uygar, daha ince kılacak bir Allah var."
"Var tabii evladım," dedi Şeyh.
"Ama burada sizin aranızda değil o Allah. Dışarıda, boş gecenin, karanlığın, garibanların kalbine yağan karın içinde."
"Allah'ı tek başına bulacaksan git, gecenin içinde kar yüreğini Allah sevgisiyle doldursun. Biz senin yolunu kesmiş olmayalım. Ama unutma ki ancak kendini beğenmiş mağrurlar tek başına kalır. Allah mağrurları hiç sevmez. Şeytan mağrur olduğu için Cennet'ten kovuldu."
Daha sonraları utanacağı aynı korkuya kapıldı Ka. Buradan çıkarsa arkasından konuşulacaklardan da hoşlanmıyordu hiç. "Ne yapayım Şeyh Efendi Hazretleri?" dedi. Yeniden elini öpecekti, caydı. Kararsızlığının ve sarhoşluğunun iyice fark edildiğini, küçümsendiğini hissetti. "Sizlerin inandığı Allah'a inanıp sizler gibi basit bir vatandaş olmak istiyorum, ama içimdeki Batılı yüzünden kafam karışıyor."
"Bu kadar iyiniyetli olman da iyi bir başlangıç," dedi Şeyh. "Sen önce alçakgönüllü olmayı öğren."
"Onun için ne yapayım?" dedi Ka. Gene de alaycı bir şeytan vardı içinde.
"Akşamları iftardan sonra sohbet etmek isteyen herkes sedirin seni oturttuğum şu köşesine oturur," dedi Şeyh. "Herkes herkesin kardeşidir."
Ka sandalyelerde, minderlerde oturan kalabalığın aslında sedirin köşesine oturmak için sıraya girmiş olduğunu sezdi. Şeyh'in kendisinden çok, bu hayali sıraya saygı duyduğu, bir Avrupalı gibi bu sıranın en arkasına girip sabırla beklerse en doğru şeyi yapmış olacağını hissettiği için kalktı, Şeyh'in bir kere daha elini öpüp en kenardaki mindere oturdu.
Yanında İnönü Caddesi'nde bir çayhane işleten kısacık boylu, yan dişleri altın kaplama şirin bir adam vardı. Adam o kadar küçük, Ka'nın kafası da o kadar karışıktı ki onun Şeyh'e kendi ufaklığına bir çare bulsun diye geldiğini düşündü Ka. Çocukluğunda Nişantaşı'nda çok kibar bir cüce vardı, her akşamüstü Nişantaşı meydanındaki çingenelerden bir demet menekşe ya da tek bir karanfil alırdı. Yanındaki ufak tefek adam onu bugün çayhanesinin önünden geçerken gördüğünü, ama Ka'nın ne yazık ki içeri girmediğini, yarın beklediğini söyledi. Derken otobüs şirketinin şaşı yöneticisi de sohbete katıldı; o da fısıldayarak kendisinin de bir kız meselesi yüzünden bir zamanlar çok mutsuz olduğunu, kendini içkiye verdiğini, Allah'ı tanımamak derecesinde isyankâr olduğunu, ama sonra hepsinin geçip gidip unutulduğunu söyledi. Ka "Kızla evlendiniz mi?" diye sormadan, şaşı yönetici "Kızın bize göre olmadığını anladık," dedi.
Şeyh intihar aleyhine konuştu sonra: Hepsi sessizce, bazıları başlarını sallayarak dinlediler ve üçü aralarında gene fısıldaşarak konuştular: "Başka bazı intiharlar daha var," diye anlattı küçük adam, "ama devlet tıpkı meteorolojinin havanın daha soğuk olduğunu moral bozmasın diye saklaması gibi saklıyor: Kızları para için yaşlı memurlara, sevmedikleri adamlara veriyorlar." Otobüs şirketinin yöneticisi "Karım da beni tanıyınca başta hiç sevmemişti," dedi. İşsizlik, pahalılık, ahlaksızlık, imansızlık intihar nedenleri olarak sayıldı. Ka her söylenene hak verdiği için kendini ikiyüzlü buluyordu, ihtiyar arkadaşı uyuklamaya başlayınca şaşı yönetici onu uyandırdı. Uzun bir sessizlik oldu, Ka içinde bir huzurun yükseldiğini hissetti: Dünyanın merkezinden o kadar uzaktılar ki kimse oraya gitmeyi sanki aklından bile geçiremiyor, bu da dışarıda havada asılı durur gibi yağan kar tanelerinin de etkisiyle, insanda yerçekimi dışında yaşadığı izlenimini uyandırıyordu.
Kimse kendisiyle ilgili değilken Ka'ya yeni bir şiir daha geldi. Defteri yanındaydı, birinci şiirden edindiği deneyimle bütün dikkatini içinde yükselen sese verdi ve bu sefer şiirin otuz altı dizesini hiç kaçırmadan bir hamlede yazdı. Kafası rakıdan dumanlı olduğu için şiire fazla güveni yoktu. Ama yeni bir ilhamla ayağa kalkıp, Şeyh'in iznini isteyip, kendisini dışarı atıp tekkenin yüksek basamaklı merdivenlerine oturup defterini okumaya başlayınca birincisi kadar kusursuz olduğunu gördü.
Şiir Ka'nın az önce yaşadığı, tanık olduğu malzemeyle yazılmıştı: Dört dizede bir şeyh ile Allah'ın varlığı hakkında karşılıklı konuşma vardı, Ka'nın "yoksulların Allahı"na suçluluk dolu bakışı, yalnızlık ve dünyanın gizli anlamı ve hayatın yapısı üzerine akıl yürütmeler, altın dişli bir adam, şaşı bir adam ve eli karanfilli beyefendi bir cüce ile birlikte ona bütün hayatını hatırlatarak şiirde yerini almıştı. "Bütün bunların anlamı ne?" diye düşündü kendi yazdığı şeyin güzelliğine şaşarken. Şiiri başkasının yazdığı bir şiir gibi okuyabildiği için onu güzel buluyordu. Güzel bulduğu için de, malzemesini, kendi hayatını şaşırtıcı buluyordu. Şiirde güzelliğin anlamı neydi?
Merdivenlerin otomatiği tak etti ve her yer kapkaranlık oldu. Düğmeyi bulup lambaları yakıp elindeki deftere bir daha bakınca şiirin adı geldi aklına. "Gizli Simetri" diye tepesine yazdı. Daha sonra bu adı bu kadar erken bulmasını bütün bu şiirlerin tıpkı âlem gibi kendi tasarımı olmadığının kanıtı olarak gösterecek, şiiri de Mantık dalının üzerine ilk şiir gibi yerleştirecekti.
 
 
 
12
 
 
Allah yoksa yoksulların çektiği onca acının anlamı nedir?
NECİP'İN HİCRANLI HİKÂYESİ
 
Şeyh Hazretleri'nin tekkesinden oteline kar altında dönerken biraz sonra İpek'i yeniden göreceğini düşünüyordu. Halitpaşa Caddesi'ndeyken önce Halk Partisi'nin seçim kalabalığına, sonra da üniversite sınavına hazırlık kursundan çıkan öğrencilerin arasına düştü: Akşam televizyon seyretmekten, kimyacının kerizliğinden söz ediyor, tıpkı o yaşta Ka ve benim yaptığımız gibi birbirlerini gaddarca iğneliyorlardı. Bir apartmanın kapısında, yukarıdaki dişçi muayenehanesinden gözyaşlarıyla çıkan küçük bir kızla onu ellerinden tutan anne babasını gördü. Kıyafetlerinden kıt kanaat geçindiklerini ama üzerine titredikleri kızlarını devlet dispanserine değil, canını daha az yakacağına inandıkları özel doktora götürdüklerini hemen anladı. Açık bir kapıdan, kadın çorapları, makaralar, boya kalemleri, pil ve kaset satan bir dükkânın içinden çocukluğunda kış sabahları amcasının arabasıyla Boğaz'a gezmeye gittikleri vakit radyodan dinlediği Peppino di Capri'nin bir şarkısını, "Roberta"yı işitti ve içinde yükselen duygusallığı yeni gelen bir şiir zannederek önüne çıkan ilk çayhaneye girdi, ilk boş masaya oturup kalemini defterini çıkardı.

Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin