İmamların (a.s) Hareketinin Aşamaları
Ehl-i Beyt (a.s) tarihini ve içinde yaşadıkları atmosferi yeniden gözden geçirdiğimiz, onların genel ve özel nitelikli tavırlarını irdeleyici bir gözle incelediğimiz zaman, onların içinde yaşadıkları ortamı, sergiledikleri tavırları üç aşama ve üç çağ olarak tasnif edebiliriz, ki bir çok koşul ve tavrın ortak olmasına rağmen bu aşama ve çağların birbirlerinden belirgin bir şekilde ayrıldığını gözlemlememiz mümkündür. Ne var ki, devirler, her bir çağ için ayırıcı bir çizgi ve belirginleştirici bir hat işlevini gören genel olgulara göre çeşitlilik arz ederler.
İmamların (a.s) hayatlarındaki ilk aşama (sapma hareketine karşı durup kendini feda etme aşaması da diyebiliriz); Peygamberimizin (s.a.a) vefatından sonra, sırasıyla misyonu üstlenen dört İmam'ın, İmam Ali, Hasan, Hüseyin ve Ali b. Hüseyin'in (a.s) hareket tarzlarında ve tavırlarında somutlaşmıştır. Bu İmamlar (a.s), sapkın önderliğe son verememişlerse de, risaletin temel unsurlarını güçlendirerek korumayı başarmışlardır. Bunun yanında sapkın önderliğin sahteliğini sergileyebilmiş, İslâm risaletini koruyabilmişlerdir. Doğal olarak ümmeti veya İslâm devletini de ihmal etmemişlerdir; genel bir gözetleme ve denetleme niteliğinde de olsa, İslâm'ın sistemiyle ve Müslüman ümmetle ilgili meselelere müdahil olmuş, gereken ilgiyi göstermişlerdir. Bununla eş zamanlı olarak da kendilerinin önderliğinde mümin salih bir kitle oluşturmak için yoğun bir çaba sarf etmişlerdir.
İkinci aşama; İmam Seccad'ın (a.s) siyasal hayatının ikinci bölümünden başlar İmam Kazım'a (a.s) kadar devam eder. Bu aşama iki temel hususta diğer aşamalardan ayrılır, belirginleşir:
1- Sahte halifelikle ilgili olarak, bu İmamlar (a.s), sapkın yönetimin kendini kamufle etme ve güçlendirme faaliyetlerini boşa çıkarmaya, dayanaklarını çürütmeye çalışmışlardır. Yöneticiler, muhaddisler ve alimler (bunlara sultanların vaizleri de denir) aracılığıyla konumlarını dinsel açıdan güçlendirmeye çalışırlardı. Bu muhaddis ve alimler onlara gerekli malzemeyi sunar, onlara dostluklarını ifade eder, böylece yöneticilerin üzerine şeri bir kisve giydirmiş olurlardı. Kuşkusuz ilk aşamada İmamlar (a.s), halifelik kurumunun sahteliğini ortaya çıkarmış, ümmeti bu hususta belli bir duyarlılık düzeyine getirmiş, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ardından önderlik kurumunda meydana gelen sapmanın katlanarak artan ifsadını fark etmelerini sağlamışlardı.
2- İlk aşamada temelleri atılıp dayanakları sağlamlaştırılan salih kitle ile ilgili olarak da masum İmamlar (a.s), bu ikinci aşamada tertemiz İmamlara (a.s) tevdi edilen risalet çizgisinin işaretlerini ve çerçevesini ayrıntılı olarak insanlara açıklamaya çalışmışlardır. Bu da İslâmî-İmami teorinin açıklanması ve yayılması şeklinde belirginleşmiştir. Parlak İslâmî-İmamî kültür temelinde bir ulema neslinin yetişmesi için büyük bir çaba sarf etmişlerdir. Bunlar da, hilafet çizgisine bağlı alimlere (buna sultanların vaizlerinin çizgisi de denir) alternatif olarak ortaya çıkmışlardır.
Bunun yanında hilafet çizgisi tarafından veya başka etkenlerle icat edilen mezhep farklılığı gibi sahte olguyu gözler önüne sermeye, bu bağlamda beliren şüpheleri savmak için yoğun bir mücadeleye de girişmişlerdir.
Bu aşamada İmamlar, sapkın önderliği sarsan hareketlere arka çıkmaktan da geri kalmamışlardır. Özellikle iktidara muhalif çizgileri desteklemek şeklinde kendini göstermiştir bu tavır. Söz gelimi, Hz. Hüseyin'in (a.s) kıyamından sonra, Resulullah'ın (s.a.a) halifeliği makamına kurulan kimselere karşı başlatılan devrimci kalkışmalara destek vermişlerdir.
Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) hayatlarının üçüncü aşaması ise, İmam Kazım'ın (a.s) hayatının bir döneminden başlar İmam Mehdi (a.s) ile son bulur. Çünkü İmamlar (a.s) ikinci aşama boyunca salih kitle için gerekli sağlamlaştırma eylemlerini gerçekleştirdikten, inanç, ahlak ve siyaset bağlamında bu kitle için işaretleri ve ayrıntılı çizgileri belirginleştirdikten sonra, halifeler, Ehl-i Beyt (a.s) önderliğinin, yönetimi teslim alma, İslâm toplumunu yeniden İslâm'ın gerçek alanına döndürme kıvamına geldiğini anladılar. Bu, halifelerin İmamlara (a.s) karşı tepkilerini göstermeleri sonucunu doğurdu. Doğal olarak İmamlar (a.s), halifelerin kendilerine ve davalarına karşı sergiledikleri tavırla orantılı bir tavır içine giriyorlardı.
Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) hareket çizgisinin bütün ayrıntılı işaretlerini belirledikleri salih kitleye gelince, İmamlar (a.s), bir yandan onları kalıcı ve istikrarlı kılma ve yayılmalarını sağlama çabası içine girerlerken, öbür yandan onları çöküşten koruyacak, kendi kendilerine yeter hale gelmelerini sağlayacak bilgi ve özgüven takviyesinde bulunuyorlardı. İmamlar (a.s), sürekli olarak halifelere karşı çıkışlarından dolayı, kendilerine mühlet verilmeyeceğini, insanlar arasında rahat ve görünür bir şekilde dolaşmalarına müsaade edilmeyeceğini kestiriyorlardı. Sahtekarlıkları, düzenbazlıkları açığa kavuşmuş halifeler, İmamları (a.s) özgür bir şekilde dolaşmak üzere serbest bırakacak değillerdi. Çünkü İmamların (a.s) kitleler nezdindeki konumları da artık gün yüzüne çıkmıştı. İmamlar (a.s), İslâm ümmetinin meşru ve reel önderliğini temsil ediyorlardı.
Bu aşamada fakihler yetiştirme olgusu gündeme geldi. İmamlar (a.s) alabildiğine geniş bir eğitim metoduyla fakihler yetiştirmeye, sonra insanların onlara müracaat etmelerini sağlamaya, karşılarına çıkan sorunlarla ilgili olarak onlara başvurmalarını temin etmeye ve genel meselelerde onların öncülüğünde hareket etmeleri bilincini aşılamaya çalıştılar. Bu, ne kadar süreceğini ancak Allah'ın bildiği gaybet dönemine bir hazırlıktı. Resulullah (s.a.a) da bunun gerçekleşeceğini haber vermişti. Ayrıca koşullar artık bu dönemin başlamak üzere olduğunun işaretlerini içeriyordu.
Böylece İmamlar (a.s) -çok boyutlu bir planlamadan sonra-, İslâmî önderliğin sapmasının neticesi olan zincirleme bozulmalara karşı durabildiler. Ki bu sapmalar zinciri, ümmetin sahih İslâm'dan uzaklaşmasına, ardından şeriatın yok olmasına, dolayısıyla ilahi risaletin bütünüyle çökmesine yol açacak boyutlardaydı.
Bu sapmalar zincirine rağmen ümmetin, İslâm'dan uzaklaşmamasını sağlayan şey, ona başka bir alternatifin sunulmuş olmasıydı. Bu, işaretleri açık, örnekliği sağlam ve sarsılmaz, hedefleri ve amaçları belirgin bir alternatifti. Bu alternatif düşünce sistemi, yüce Allah'ın kirlerini giderip tertemiz kıldığı masum Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) önderliğinde hareket eden bilinçli Müslümanlar tarafından pratik hayata sunuluyordu.
Tertemiz Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) sunduğu bu İslâmî öneri, sırf Ehl-i Beyt'in (a.s) İmamlığına inanan Şiilere özgü bir olgu değildi. Bilakis bütün İslâm aleminde yankılanmış bir çığırdı. Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) bir İslâmî önerileri vardı ve bu önerinin en önemli unsurunu İmamlık ilkesi oluşturuyordu. Ümmetin küçük bir grubu bu ilkeyi hakkınca kabul etmiş olmasına rağmen ancak tümü ondan etkilenmek durumundaydı. Toplumsal, siyasal, ekonomik, ahlaki ve ibadi bütün genel ve özel alanlarda sahih ve açık İslâm'ın planlanmış bir örnek modeliydi bu öneri. Bu sayede, geçen zamanla birlikte Müslümanlar, İslâm üzerinde daha çok düşünmeye, İslâm'a, kendilerine hakim yönetim tarafından dayatılan perspektifin dışında bakmaya başladılar.1
Dostları ilə paylaş: |