İMAN İLE KÜFÜR ARASINDAKİ SINIR
1) Konunun Tarihçesi:
İman ile küfür arasındaki sınırın ne olabileceği, hangi inanış, ifade ve hareketin bir müslümanı iman sınırlarının dışına çıkarabileceği konusu, islâm tefekkür tarihinde «tekfîr» adı altında münakaşa edîlegelmiştir. Bir müslümanı veya müslüman olduğu sanılan bir insanı küfre nisbet etmek demek olan tekfir, yahut ikfâr hem akaid ve kelâm ilmini, hem de islâm fıkhını ilgilendirir. Küfrün, yani İslâm dininin iman dairesinden çıkış hadisesinin vukuunu kelâm ilmi tes-bit ediyorsa, dinden çıkan (mürted) kimsenin tâbi tutulacağı dünyevî muameleyi de islâm hukuku tanzim ediyor. Biz bu yazımızda konunun akaid ve kelâm yönü üzerinde işliyeceğiz.
Rasûlüllah (s.a.) efendimizin, saadet asrında yaşamış insanlardan muayyen şahıs veya gurupları tekfir ettiği bilinmemektedir. Halbuki Medine devrinde müslümanlar arasında münafıkların bulunduğu bir hakikattir. Kur'ân-ı kerimde münafıklar, kâfirler ve müşrikler yanyana zikredilmekte ve aynı azab ile tehdit edilmektedir 59 Vahyile müeyyed olması sebebiyle kimlerin samimi imana sahibol-duğunu, kimlerin de içi küfrile kararmışken dışından iman izhar ettiğini çok iyi bilen Rasûl-i ekremin bu tekfirden kaçışına İslâmlaş-tırma siyaseti diyebiliriz. «Ben müslümanım» diyen bir insanı, münafık da olsa, hatta bu sözü kerhen de söylemiş bulunsa, müslüman-mış gibi muameleye tâbi tutmak ve islâm cemiyetine mal etmek Rahmet Peygamberi tarafından hikmete uygun görülmüştür. Aksi takdirde «Ben müslümanım» diyen kimseyi, «Hayır, sen müslüman değilsin» iddiasıyla itmek ve islâm cemiyetinden çıkarmak gerekecekti. Bu, öyle anlaşılıyor ki, İslâmın bekası için isabetli bir tutum kabul edilmemiştir.
Hadis mecmuaları incelendiği takdirde Rasü!-i ekrem (s.a.) efendimizin belirli insanlar ve guruplardan ziyade, şahısları tayin edilmemiş tipleri tekfir ettiği göze çarpar. Meselâ : «Kim bite bile öz babasından başkasının evlâdı olduğunu iddia ederse... Kim bir kâhine gider, söylediğini tasdik ederse... Kim Allah'tan başkasının adına yemin ederse... Kim namazını terkederse küfre düşer» hadisleri gibi 60 Ehl-i sünnet âlimleri, bu nevi hadislerin bir kısmının, işlenen günahın büyüklüğünü göstererek insanları sakındırmak (terhîüı) için olduğunu, aslında failinin küfrüne apaçık hükmedilemiyeceğini söylemişlerdir 61
İslâm dünyasındaki ilk tekfir hareketi Havaric ile başlamıştır. Hulefâ-i râşidînin dördüncüsü Hz. Ali. (r.a.) ile Hz. Muâviye arasında cereyan eden Siffîn İç savaşı sırasında başçeken Havaric, hem Hz. Ali'yi hem de Hz. Muaviye'yi tekfir etmiştir. Bu fırkanın kanaatine göre büyük günah işleyen bir mümin hemen kâfir olur, katli gerekir.
Hicrî ikinci asrın başlarında bir itikadî mezhep olarak zuhur eden Mu'tezile de Havâric'inkine yakın bir görüş beyan etmiştir. Onlara göre büyük günah işleyen kimse imandan çıkar. Mu'tezile bu noktada ötekiler kadar sert davranmamış, nezaket göstererek «küfre de girmez» demiştir. Böylece o kimse küfr ile iman arasında bir yerde bulunur (menzile beyne'l-menzîleteyn). Şayet ölünceye kadar şartlarını gözetliyerek tevbe ederse imana döner, aksi takdirde kâfir olarak ölür.
Bilindiği üzere Mu'tezile ile, islâm tefekkür tarihinde, kelâm ilmi doğmuştur. Mu'tezilenin kelâmı, kaderi ve sıfât-ı İlâhiyyenin bir kısmını inkâr ediyor, akaid sahasında akla değer verip müteşâ-bihâtı te'vil ediyordu. Selefiyye diye isimlendirdiğimiz zamanın İslâm âlimleri kelâm ilmine şiddetle cephe aimış, kelâmı ve kelâm ehlini tekfir etmiştir 62
Hicrî dördüncü asrın başında Mu'tezileden ayrılıp yeni bir mezhebin kuruculuğunu yapan Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (v. 324/936) ile Ebü Mansûr el-Mâtürîdî'nin (v. 333/944) elinde kelâm ilmi tabir caizs İhtida etmiş veya başka bir îfade ile «ehl-i sünnet» dairesine girmiştir. Artık bu tarihlerden itibaren islâm dünyasında âlimlerin büyük çoğunluğu ehl-i sünnet ilm-i kelâmını benimseyecektir.
Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının doğuşu sırasında islâm felsefesi de zuhur etmiştir. Böylece islâm dünyasında akaid hasına giren konulardan bahseden dört büyük cereyan göze çarpmaktadır:
1) Selefiyye (En ateşli taraftarları Hanbelîlerdi)
2) Ehl-İ bid'at ilm-i kelâmı
3) Ehl-i sünnet îlm-i kelâmı (Eş'ariyye ile Mâtürîdiyye)
4) İslâm felsefesi.
Bu cereyanların ilk üçünün özellikle müteassipları arasında tekfir mekanizmasının işlediği anlaşılmaktadır. Büyük islâm mütefekkiri imam Gazzâlî (v. 505/1111), iman ile küfür arasındaki sının tes-bit maksadıyla kaleme aldığı risalesinde bundan yakınır ve Hanbe-lîlerİe Eş'arîlerin, ayrıca Eş'arîlerle Mu'tezilenin karşılıklı olarak birbirlerini tekfir ettiklerini zikreder 63 Hatta Gazzâlî'den ikibuçuk asır Önce İbn Kuteybe fv. 276/889) aynı derde parmak basarak şöyle der: «İnsanlar o hale gelmiştir ki dinde tefrika çıkarmışlar, parça parça olmuşlardır. Birbirlerini lâkablarla anar olmuşlar, yekdiğer-lerini tekfir etmişler, ayrı ayrı mezheplere tutunmuşlar...» 64
İlk islâm filozofları ei-Kindî (v. 252/866), Fârâbî (v. 339/950) ve İbn Sînâ'nın (v. 428/1034) zuhurundan sonra tekfir müessesesi üçlü bir hücum hedefi bulmuştur:
a) Ehl-İ bid'atın birbirini tekfiri
b) Ehl-i bid'atın ehl-i sünneti tekfiri
c) Ehl-i sünnetle Selefiyyenin ehl-i bld'atı ve islâm filozoflarını tekfiri. 65
2. Kimler Tekfir Edilebilir?
Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, mezhepler tarihi mevzuunda telif ettiği eserinin mukaddimesinde, müslümanların, Peygamber'lerinden sonra bir çok hususlarda İhtilâfa düştüklerini, böylece fırka ve parçalara ayrıldıklarını kayd ettikten sonra ilâve eder : «Şu kadar var ki İslâmiyet bütün bu fırkaları sinesinde toplamakta ve hepsine de şâmil bulunmaktadır» 66 Büyük imamın bu ifadesi geniş bir müsamaha zihniyeti taşımakta ve hiç bir isiâmî fırkanın tekfir edilemiyeceğini iş'-ar etmektedir. Selef mezhebinin müdafii olan Ebû Ca'fer et-Tahâvî (v. 321/933) de Akîde'şinin sonunda Müşebbihe, Mu'tezile gibi fırkaları zikreder ve onların dalâlet içinde olduklarını söylemekle yetinir 67 Yine bir mütekillim ve mezhepler tarihçisi olan Abdülkaahir el-Bağdâdî (v. 429/1037), el-Fark beyne'l-fırak adlı eserinde ehl-İ sünnetin birbirini tekfir etmediğini, buna mukabil muhalif fırk-aların tekfir belâsına giriftar olduklarını kaydeder 68 İmam-ı A'zam Ebû Hanife*nin (v. 150/787) el-Fıkhu'l-ekber adlı akaid risalesine güzel bir şerh yazan Aliyyu'UKaarî'nİn (v. 1014/1606) şu iki cümlesi anlatmak istediğimiz fikri hulâsa etmektedir: «Ehl-i bid'atın kusurla-rındandır ki birbirlerini tekfir ederler; ehl-i sünnetin de övülmeye lâyık meziyetlerindendir ki yekdiğerlerini olsa olsa hataya nisbet ederler, fakat tekfir etmezler» 69
İbn Kuteybe ve Gazzâlî'nin yukarıda sözü edilen şikâyetlerine rağmen şuny., söyleyebiliriz ki ehl-i sünnet kelâmcıları İle fukahânın çoğunluğu (cumhuru) birbirini tekfir etmediği gibi «ehl-i kıble-yi de küfre nisbet etmemiştir. Allâme Teftâzânî (v. 793/1390) meşhur «Şerhu'l-AkaidMnde bu hakikati şöyle ifadelendirmiştir: «Ehl-i sünnetin prensiplerindendir ki ehl-i kıbleden kimse tekfir edilemez» 70 Kaynaklar bu noktada hemen hemen ittifak halindedir 71 Şunu da belirtmeliyiz ki «ehl-i kıble», türkçemizde «beş vakit namazına müdavim» manasına geliyorsa da fukahâ ve mütekeilimînin ifadelerinde «Kâ'beye doğru namaz kılmanın farz olduğunu kabul eden» manasını tpşır (13Î.
İslâm filozoflarının tekfiri mevzuunda şiddetli bir tavır takınan Gazzâlî Tehâfutu'l-feiâsife'sinin mukaddimesinde şöyle der: «Ben
72felâsifenin görüşlerini çürütürken bazan Mu'tezile, bazan Kerrâmiy-ye, bazan da Vâkıfiyye mezhebinin delillerini kullandım. Kitabımda tek bir mezhebin savunucusu tavrı takınmadım, bilakis bütün fırkaları filozofların karşısında yek-vücud bir cephe haline getirdim. Çünkü itikadî mezhepler (fırkalar) bize teferruatta muhalefet ederken filozoflar İslâmiyetin esaslarına taarruz etmişlerdir. O halde bunlara karşı yek-vücud olmalıyız; büyük musibetler karşısında ufak kırgınlıklar ortadan kalkar» 73
, Engin isiâmî bilgisinin yanında derin bir felsefî kültüre de sahip bulunan Seyfeddîn el-Âmidî fv. 631/1233), tekfir mevzuunu etraflıca ele aldığı Ebkâru'i-efkâr adh eserinde, mütekellimîn ve fukahânın yukarıda belirtilen görüşlerini naklettikten sonra, ehl-i sünnetten bazılarının bid'at fırkalarını tekfir ettiklerini kaydeder. Âmidî daha sonra Kaderiyye, Şîa, Havâric ve Müşebbihenin tekfir edildiği noktaları bir bir zikr ederek «bunların dışında kalan mezhep mensupları bid'ate düşüyorlarsa da kâfir değillerdir» hükmünü verir (vr. 274/b - 275/a). Fakat Âmidî bazı bilginlerin bu tekfir görüşünü doğru bulmaz ve zikri geçen fırkaların tekfir edildiği noktalan teker teker çürütür 74
Âmidî'den İki asır sonra gelen meşhur Seyyid Şetif el-Curcânî (v. 816/1413) de aynı yolu takibetmiş ve Şeru'l-Mevâkıf adlı üç ciltlik hacimli eserinde, ehl-i kıbleden Mu'tezile, Mücessİme ve Revâ-fızın tekfir edildiği noktaları, ayrıca Mu'tezilenin ehl-i sünneti tekfir ettiği meseleleri bir bir ele alarak çürütmüştür. Yalnız Seyyid Şerif bu İzahatının sonuna şu notu koymayı da ihmal etmemiştir: «Şunu bil ki ehl-i kıblenin tekfir edilemiyeceği hususu yukarıda da geçtiği gibi Eş'arî ve fukahânın görüşlerine uygundur. Fakat İslâm fırkalarının akidelerini bir bir incelediğimiz takdirde kesinlikle küfrü gerektiren noktalara tesadüf edebiliriz : Meselâ, Allah'tan başka bir Tanrının bulunduğunu veya Allah'ın bazı şahıslara hulul ettiğini intaç eden inanışlar. Muhammed aleyhisselâmın nübüvvetini İnkâr eden veya onu kötüleyen, onu küçümseyen İnanışlar. Kat'î haramları halâl kabul eden veya dinî inanışları reddeden inanışlar gibi» 75 Seyyid Şerifin verdiği bu misaller eibette insanı küfre götüren şeylerdir. Bu türlü inanışlara sahip bulunan şahıs veya gurupların tekfiri her halde münakaşa kaldırmayan bir husustur. 76
3. Tekfirin Tehlikeleri:
Ehl-i sünnet kelâmcılarıyla fukahânın büyük çoğunluğunu tekfir mevzuunde temkinli hareket etmeye, daha doğrusu tekfirden kaçmaya sevkedett*şey ne olabilir? Bir defa tekfir, yani bir müslümanın veya müslüman sanılan bir insanın İslâm dairesinden çıktığını ilân etmek büyük, pek büyük bir hadisedir. Zira islâm hukukuna göre küfrüne karar verilen kimse (mürted) artık dünya hayatında islâm cemiyetinin müslümana tanıdığı haklardan, hatta bütün insan haklarından mahrum olur. Mürted İslâm esaslarının hangi noktasında küfre düşmüşse o noktada tenvir edilir. Şayet vazgeçerse yeniden islâm cemiyetine dâhil olur. Aksi takdirde öldürülür. Müslümanken küfre düşen bu insan şayet idam cezası tatbik edilemez de islâm cemiyeti içinde yaşamasına devam ederse kendisine setâm verilmez, selâmı alınmaz. Müslüman bir kadınla evlenemez, evlenmiş bulunuyor idiyse tatlîk edilir. Bu hal üzere ölürse cenazesi yıkanmaz, namazı kılınmaz, islâm kabristanına defnedilmez, kendisiyle akrabası arasında veraset hükümleri yürütülmez. Böyleleri ahirette ebedî olarak cehennemde kalır... Bu kadar korkunç neticeler doğuracak bir karar vermek, böyle bir hüküm ilân etmek iman ve vicdan sahibi bir insan için basit değildir.
Sonra, aynı Allah'ı rab, aynı İslâmı din, aynı Muhammed'i (sal-lâllahu aleyhi ve sellem) peygamber ve aynı Kâ'beyi kıble bilen insanların, birbirlerinin kâfir oiduğunu ilân etmesi İslâmiyete, İslâm cemiyetine ve insanlığa ne kazandırır? Rasûl-i ekrem (s.a.) efendimizin Medine cemiyetinde, münafıkların mevcudiyetine rağmen, tekfirden kaçınmaları ve islâmlaştırma siyaseti takibetmeieri elbette bir çok hikmetlere bağlı bulunuyordu.
Bilgili, geniş görüşlü, insaflı, dünya durdukça İslâm dininin ya-şıyacağına ve yayılacağına gönül bağlamış islâm âlimleri, Ke!ime-i şehâdet getirip «Ben müslümanım!» diyen insanı tekfir etmezken, Rasûlüllahın fi'iî sünnetlerine ve şu hadislerine tâbi oluyorlardı : «Lâ ilahe illallah diyene kadar insanlarla savaşmaya memur edildim. Bunu söylediler mi hukukî vecibeler müstesna kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İçyüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir» 77 «Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah'ın ve Rasûlünün teminatını elde etmiş müslüman kabul edilir. O haJde (böylelerini öldürmek suretiyle) Allah'ın verdiği teminat ve ahdi bozmayın» 78
Sahih hadis mecmuaları, mümine lanet etmenin, küfürle itham etmenin pek tehlikeli neticelerini haber veren hadisler nakletmektedir. Bazılarını aktaralım :
Sabit b. ed-Dahhâk'in rivayetine göre Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: «Mümine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Bir mümini küfürle itham eden onu öldürmüş gibi olur» 79.
Müslim'in, Ebü Zer rivayetiyle tahric ettiği hadiste ise şöyle buyrulur: «Kim bir insanı küfürle çağırırsa, yahut öyle olmadığı halde : Allah düşmanı! derse söz kendisine döner»80.
Abdullah b. Ömer'den rivayet edilmiştir, Peygamber aleyhisse-lâm şöyle buyurur: «Bir insan (müslüman) kardeşine: Ey kâfir! diye hitabettiği zaman, bu sözü ikisinden biri üzerine almış olur: Şayet söylediği gibi ise küfür muhatabında kaiır, değilse söyliyene döner» 81
Yine İbn Ömer'den Ebû Davud'un rivayeti daha sarihtir: «Her hangi bir müslüman diğer bir müslümanı tekfir ettiğinde, şayet o, kâfirse (diyecek yok), aksi takdirde bizzat kendisi kâfir olur»82.
Havârıcı tekfir eden bazı ehl-i sünnet mensupları bu sonuncu hadis ile istidlal etmişlerdir. Çünkü Havaric, ashabın bazılarını tekfir etmiştir83. Ne var ki hadisin, sahih olmakla beraber, mütevatir bulunmayışı Havarici tekfirden kurtarabilir.
Lâ ilahe illallah diyen bir insanın tekfir edilerek öldürülemîyece-ğini, hatırımızdan silinmiyecek tarzda canlandıran hadiseden de söz etmeliyiz. Ashâb-ı kiramdan Üsâme b. Zeyd Peygamber efendimizin
çok sevdiği bir gençti. Daha yirmi yaşlarında iken Rasûlüllah, onu, Ebu Bekir ile Ömer'in de dâhil olduğu bir orduya kumandan tayin elmiş ve hakkında: «İnsanların içinde en çok sevdiklerimden biridir; onun için hayırhah olunuz; o, sizin en hayırlılarınızdandır» buyurmuşlardır 84. Üsâme şöyle anlatıyor:
Rasûlüllah (s.a.), bizi bir müfreze halinde düşmana karşı göndermişti. Biz de gittik, sabah vaktinde Cuheyne kabilesinin topraklarına girdik. Düşman tarafından birini yakaladım, l_â ilahe illallah dediği halde bakmiyarak öldürdüm. Fakat içime bir şüphe düşmüştü. Dönüşte hadiseyi Rasûlüllaha anlattım. «Lâ Üâhe illallah dediği haide onu nasıl öldürdün?» buyurdu. (Ebû Davud'un rivayetinde şöyle : «Kıyamet gününde, onun söylediği Lâ ilahe illâllah'ın elinden seni kim kurtaracak?»). Ben: Yâ Rasûlâllah, dedim, o, bunu silah korkusuyla söylemişti. Şu sert cevabı verdi: «Sen onun kalbini mi yardın da kelime-i tevhidi samimiyetle mi yoksa silah korkusuyla mı söylediğini anladın! Kıyamet gününde Lâ ilâha illâllah'ın elinden seni kim kurtaracak?». Rasûlüllah bu âzârmı o kadar çok tekrar etti ki «Keşke bugünden önce müslüman olmasaydım (da .bu hadiseyle karşılaşmasay-dim!)» diye temenni ettim 8586
4. Netice:
Şimdiye kadar verilen izahattan anlaşılacağı üzere küfür ile iman arasındaki sınırı tesbit etmek kolay bir şey değildir. Fakat şu da sabit olmuştur ki tekfir çok ağır bir hükümdür. Bu hükme varırken çok iyi araştırmalı, durumu tarafsız olarak muhakeme etmeli, bir müminin kâfir olduğunu ilân etmenin İsiâm dinine getireceği faide ve zararları çok iyi hesap etmelidir. Nasıl olsa kendimize deği! başkalarına tevcih edilen bir silahtır, diyerek tekfirin dikkatsiz, insafsız, ciddiyet ve ehliyetten uzak olarak kullanılmasının ne büyük tehlikeler doğurduğunuda görmüş olduk.
Râğıb el-lsfahânî (v. 502/1108), mutlak manada kâfir kelimesinin : Allah'ın birliğini, nübüvveti veya şeriatı, yahut da her üçünü İnkâr eden insan için kullanıldığını söyler.87
Gazzâlî, küfre düşmek demek : Muhammed aleyihsselâmı Allah'tan getirip tebliğ ettiği şeyler hususunda tekzibetmek demek olduğunu belirttikten sonra tekzib için altı derece ayırır 88:
1) Yahudi, hıristiyan, ateşperest, putperest gibi İslâmın dışındaki dinlere mensub olanlar. Bunların kâfir öldükten Kur'an ile sabittir. Bütün ümmet de bunda müttefiktir.
2) Nübüvveti inkâr eden Brahman'larla Allah'ı inkâr eden materyalistler. Bunlar da birinci gurup gibi kâfirdir.
3) Allah'ı ve nübüvveti kabul etmekle beraber dinî naslara aykırı görüş beyan eden islâm filozofları. Gazzâlî islâm filozoflarını üç noktada tekfir eder: a) Haşrin cismânî olmıyacağı görüşü, b) Allah'ın cüzi eşya ve hadiseleri bilmediği görüşü, c) Kâinatın kadim olduğu görüşü. Yalnız Gazzâlfnin, bu tekfirinde müfrit olduğunu, islâm filozoflarının bu noktalarda tekfir edilemiyeceğini ileri sürenler de vardır 89
4) Mu'tezlle, Müşebbihe ve diğer bütün fırkalar. Bunlar tevillerinde hataya düşmüşlerdir. Bu fırkaların durumu içtihada bağlıdır. Ağır basan taraf odurkî elden geldiği kadar tekfirden kaçınmalıdır. Zira Lâ ilahe illallah Muhammedu'r-rasûlüllah deyip de Kâ'beye doğru namaz kılan insanların kâfir olduklarını ilân ederek can ve mal masuniyetlerini ortadan kaldırmak yanlış bir tutumdur. «Bin kâfiri hayatta bırakmak suretiyle işlenen hata, hacamet şişesiyle bir müs-lümanın kanını akıtarak işlenen hatadan daha ehvendir».
5) Hz. Muhammed'i açıkça tekzibetmemekle beraber Rasûlül-lah'tan tevâtüren sabit olmuş esaslardan birini, «dinden olduğu bence sabit değildir» bahanesiyle inkâr eden kimse. Meselâ : beş vakit namaz farz değildir, diye iddia eden kimseye Kur'an âyetleri ve gerekli naslar okunduğunda, «Bu okuduklarınızın Rasûlüllahtan sâdır olup olmadığını bilmiyorum, belki de yanlışlık ve tahrif vardır» derse kâfir olur. Meğer ki böylesi yeni müslüman olmuş ve bu hususlara henüz vâkıf olmamış bulunsun. Böylesine öğrenmesi için mühlet verilir.
6) Sadece icma yoluyla sabit olmuş dinî bir hususu inkâr eden
kimse 90 Bunun tekfir druumu şüphelidir, müctehidin zannına göre değişir.
Tekfir mevzuunda Gazzâlî'nin isabetli ölçülerini naklederken aynı konuda bize ışık tutacak İki hadisi de zikredelim : «Allah'tan başka Tanrı bulunmadığını ve benim onun elçisi olduğumu kabul eden bir müslüman ancak üç sebepten biriyle öldürülebiliri : Üzerinden nikâh geçtiği halde zina eden, kasden adam öldüren ve bir de dinini terk ederek cemaatten ayrılan» 91 Bu hadiste dinini terk eden kimsenin ölüm cezasına çarptırılması için cemaatten ayrılmasının şart koşulması dikkati çekmektedir. Demek ki küfr eden ve küfrünü, içinde yaşadığı cemiyette başçekmek suretiyle ilân eden kimse öldü-rülebilir.
Peygamber efendimiz bir gün, ashabına, iieride çıkacak zâlim emirlerden bahsetmiş, onlara uyanların kötülüğünü belirtmişti. As-hâb-ı kiramın : Yâ RasûiâNah, Öyleleriyle savaşalım mı? tarzındaki sorularına şöyle cevap vermiştir: «Namazlarını kıldıkları, müddetçe hayır!» 92 Bu hadiste de namazın bir ölçü kabul edildiği görülmektedir.
«İman ile küfür arasındaki sınır» başlığını taşıyan bu küçük araştırmaya son vermeden, günümüzün Türkiyesînde eksik olmayan, hatta esefle belirtelim ki oldukça yaygjn görünen ve başlı başına bir inceleme konusu teşkil eden tekfir hareketinin âmilleri üzerinde kısaca durmak isterim.
Umumiyetle ciddiyet, samimiyet ve ehliyetten uzak görünen bu hareketin bilmem ki istisnası var mıdır? yaygın âmillerinden biri tabirimi ma'zur görünüz lâubaliliktir. Günümüzde tekfirin ucuz, hafif, arzu edildi mi hemen kullanılabilecek bir nesne olduğunu sananlar var. Böylelerfne «Tekfirin tehlikeleri» meyamnda zikredilen hadisleri hatırlatmak gerekir.
Başkalarını küfre nisbet etmenin sebeblerinden biri hased, bir diğeri de menfaat olsa gerektir. Hased zaten dinen ve ahlâkan yasak edilmiş bir şeydir. Maddî servet İle manevî nüfuz ve şöhret peşinde başkalarını tekfir etmenin çirkinliği ise meydandadır. Kendi tealisi için nefsinde istidat ve irade bulamayınca başkalarına taarruz eden insanların durumu ne kadar hazindir!
Şüphe yok ki tekfir hastalığının mühim bir âmili de cehalet ve onun doğurduğu taassubdur. Bundan dokuz asır önce koca İmam Gazzâlî (v. 505/1111) aynısebeplerle tekfir edilmişti. Büyük imam bu münasebetle kaleme aldığı meşhur ve değerli risalesinin mukaddimesinde (Faysalu't-tefrika) hadiseden çok müteessir olan bir dostuna şöyle hîtabediyor :
«Gönlü şefkat dolu kardeşim,
«Seni kızgın ve şaşkın görüyorum. Çünkü dinî muamelelerin sırlarına dair kaleme alınmış bazı kitaplarımız hakkında kıskananların yaralayıcı tenkidleri senin de kulağına çalmış. Onların anlayışına göre bu kitaplarımızda, geçmiş âlimlerin ve mütehassıs kelâmcıların mezhebine aykırı fikirler vardır; yine o hasedcilere göre Eş'arî mezhebinden, bir milim olsun, ayrılmak küfürdür, en basit meselede ona aykırı düşünmek sapıklık ve zulmüdür...
«Şefkatli ve hassas ruhlu kardeşim! Bu hadise sebebiyle kendi özüne kıyma, gönlünü üzme. Taşkınlığının bir kısmını olsun at; «Onların dedi-kodusuna katlan, sızıltı çıkarmadan onları kendi hallerine bırak» 93. Kıskanılmıyan ve itham edilmeyen kimseyi küçümse, kâfir veya sapık diye tanıtılmıyan kişiyi basit gör! Düşün, hangi mür-şid Peygamberlerin Efendisinden (s.a.) daha kâmil ve daha akıllı olabilir, oysa ki onun için «delinin birisi» 94 dediler; hangi söz âlemlerin Rabbı olan Allafı taâlânın kelâmından daha yüce ve daha doğru olabilir, halbuki onun için «geçmişlerin masalı» 95 sözünü sarf-ettiler.
«Vefakâr kardeşim! Bu gibilerle mücadele etmekten sakınmalı, bunları susturmaya ümid bağlamamalısın. Aksi takdirde boş bir hevese kapılmış, işittîremiyecek yerde seslenmiş olursun. Duymadın mı :
Her düşmanlığın barışa dönüşmesi umulur, Kıskançlıktan doğan düşmanlığa çare bulunmaz denildiğini.
«Bilmelisin ki küfr ile imanın mahiyet ve sınırı (tarifi), hak İle sapıklığın içyüzü makam, şan ve servet arzusuyla kirlenmiş kalbler tarafından anlaşılamaz. Bu mânâlar,
- Önce dünya kirlerinden arınmış,
- Sonra tam bir riyazetle cilalanmış,
- Hâlis bir zikirle nurlanmış,
- Doğru düşünüşle beslenmiş
-Ve nihayet dinin talimatına riayetle süslenmiş kalbler tarafından anlaşılabilir. Öyle ki bu çeşit kalblere nübüvvet fanusundan nur taşar, iman yatağı gönüller sanki parıldayan aynalar haline gelir. Artık böylesinin sırça kalbinde bulunan iman kandili ışık huzmeleri yayan bir kaynaktır, öyle bir kandil ki ateş dokunmasa bile ışık saçandır 96
«İlâhî âlemin sırları o hasedci zümreye nasıl açılır! Onlar ki ne-fîs arzularını tanrı, liderlerini ma'bud edinmiş. Onların kıblesi para, şeriatı bönlük ve gevşeklik, azim ve iradesi makam ile şehvet, ibadetleri zenginlere hizmetten ibarettir. Yine bunların zikirleri hile, hazineleri kuruntu, düşünceleri kendi saltanatlarının devamı İçin desise ve çare aramaktır.
«İşte bu gibiler küfür karanlığını iman aydınlığından nasıl ayır-dedebilirler? Allah'tan gelen bir ilham ile mi, oysa ki bunu alabilmesi için kalblerini dünya kirlerinden arıtmamışlar; yoksa ilmî bir olgunlukla mı, halbuki bütün ilmî sermayeleri necasetten temizlenme meselesi ile za'feran suyunun hükmü ve benzeri şeylerdir.
«Uzak, pek uzak! Bu yüce gaye kuruntularla ulaşılacak, basitlikle elde edilecek bir şey değildir. O halde sen, vefakâr kardeşim, kendi işinle meşgul ol, arta kalan ömrünü onlar uğrunda harcama».
«Bizi anmaktan vazgeçen, dünya hayatından başkasını arzu etmeyen kimseden yüz çevir. Onların erişebildikleri ilim seviyesi işte bu kadardır. Şüphesiz ki senin Rabbin, yolundan sapan kimse île hidayeti bulan kimseyi çok iyi bilendir» 9798
Dostları ilə paylaş: |