ALICI KUŞUN TELEFONUNA METALİK YANIT
Mektubunuzu aldım, (yani mektup haberinizi). Nasıl olsa yazılanlar üzeri şimdiye değin ne bir sorgulama ne de eleştiri, fikir ve karşı fikir ortaya koymuyoruz.
Aslında bizlerin yazışması eleştiri ve fikir karşıtlarıyla zenginleşmeli, diyeceğim o ki, birlikte çoğalmalıyız.
Arif Nihat, yazılı öncesi sınıfta küfrederdi. Ananızı, avradınızı.... –Haydi savunun kendinizi derdi. Her çocuk en büyük notu alır, alamayanla sınıf alay ederdi. İlerleyen derslerde çocuklar hep birden bağırırdı, hocammm yazılı yapalım diye. O’nun öğrencileri hep avukat olurdu. Yazdım, yazdı beklentisi aşkı öldürür, içeriğide kısır olur. Aslında sayın Doğan Atla'ya ben ders verecek bir güçte değilim. Öyle düşünürsek dostluğun ısısı bozulur. Bilirsin iyi yemek ateşte pişer. Ben Fransızcayı böyle öğrendim idi. Laf ve konu çokluğuna da böyle ulaştım. Dahası, hiçbir zaman kendimi yalnız bulmadım.
Bu bağlamda zamanı biraz, yani dört sene gibi geriye alırsak, size yazılmış bir mektubum var; diyordum ki, ben Mut'ta, baba yerinde bir kitaplık kurmayı düşünüyorum, siz ne düşünüyorsunuz? Yazar mısınız? Demiştim.
Aslında sizide coşturacak, çok sevindirecek bir konuya uğradığımı düşlemiştim. Aylar sonra gelen mektubunda, Yunus Emre’den bir beyit ve yorum bulmuştum, yani konser teklifi idi.
Edime değinilmemişti. Hemen her mektup yeni ve hal hatır sorma çizgisinde küçülüp gidiyordu.
Deneyimlerimle kanıtlıdır ki Doğan bir ummandır abislerle doludur. Doğan’cığım, bilgi, düşünce ve para bekletmeğe gelmez. Hemen bayatlar ve kokuşur.
Mut’a birinci gelişimde, ablamı Ermeneğ’e yolcu edecektim, dolmuşa biraz süre vardı, panele uğradım. İkincisinde bir hacamatlı kilimi lazımdı aldım döndüm. İleride bolca bulacağımız günlerde gelecek.
Öğrenciler sökün etti yazışmayı bırakıyorum. öperim.
E. Aydın, 11Aralık1995
MUHTEREM YEKTA BEY
Size, 10Haz1995 tarihinde bir mektup yazmak cesaretini belkide sorumluluğunu duymuştum. Aynen alıyorum bu mektubu:
Türkiye Cumhuriyeti anayasası yapıldığından itibaren Türkiye devleti, cumhuriyetci, milliyetci, halkcı, devletci, laik, inkilapcı dır. Bu bağlamda hiç anlayamadığım sorun Selamet partisi şeriatcı bir düzeni nasıl gündeme getirebiliyor?
Bu davranış önce fikir suçu, taraftarlarıyla birleşince isyan baş kaldırdı, (Kubilay olaylarını hatırlayınız), devlete kıyak olmuyor mu? Hiç birileri çıkıp, yetke olarak Cumhur Başkanı veya siz, sayın Erbakan, şu kuruluş amaçlarınızı saptayan net anlaşılır parti tüzüğünü getirin hem Cumhuriyetci olacaksınız, hem de şeriat düzenini nasıl bağdaştıracaksınız diyemiyor mu?
İllegal yapısıyla bunca zamandır ortalığı bulandırmağa devam ediyor. Anayasamızın değişmezleri olan yoksa çok mu fuluğ yazılmış da kimsenin sesi çıkmıyor. Saygılar
E. Aydın, 10Haziran1995
Sayın YEKTA GÜNGÖR ÖZDEN
Sivil toplum düşüncesi, demokrasinin vazgeçilmezidir. Ama kendisi değildir.
Eğer organize edilip; belli ve yüce amaç için kanalize edilemezse anarşi, kargaşa eşliğinde amaç dışı, küçük çıkarların aracı haline dönüşmesinden korkuyorum.
Şimdiye değin izlenimlerim çarpıklığı kanıtlar durumdadır.
Yukardaki, Adana Atatürk'çü Düşünce Derneği Başkanlığına yazdığım mektupta, gençliğin kolayca üye olabileceği etkinlikler düzenleyerek organlaşabileceği amaca dönük sürekli çalışmalar yapabileceğim ortamın, gerekli olduğunu vurguluyor. Ankara ise Atatürk'çü Düşünce Derneğinin ideolojisini, geleceğe dönük amaç ve pratik edimlerini netleştirerek, söz sahibi tek güç olmayı, dış özgürlüğüyle olsun şubelere sunmayı düşünmüyor. Yıllık ödentilerle ilgileniyor.
Halbuki bağışlar büyük bir yekün tutar, istenirse çığ gibi büyüyebilir. Örnek verilirse: Adana üniversitesi yerleşim alanı içinde yurt yapma projesi, devletin belirgin gereksinimine dönük programdır. Biz oraya devlet projesini kapsayan veya aşan bir yurt yapamayız. Yapsak da birincil olamaz. Binanın bitiminde yurtla derneğin....(*)
E. Aydın, 25Nisan1994
Sn. Çelik Gülersoy
Bugün 9Ara1995 Cumartesi, gazetelerde küçük bir ışık gördüm, dayanamadım sizleri yine rahatsız ediyorum. (Vatanın bağrına düşman dayamış yine hançerini dizesini Atatürk’ce bir çıkışla (bulunur kurtaracak bahtı kara maderini) olarak haykırmak istiyorum. Yekta’lar ne güne duruyor! ?.
Geçen günlerden birisinde, Mersin’de uzunca burç Zeüs sunağında felsefe günleri vardı. (Mersin, Silifke, Erdemli yöresinde, kuş uçmaz kervan geçmez, ulaşım yerlerine en az 150 km dir). Türkiye ’mizin önde gelen felsefe Prof ları orada idi. Uzun konuşmalar arasında bir köylü söz istedi ve dedi bu üz beş bin kişi dağın başına çekilip geldiniz, (irtifa 1500), pek ağnayamıyom ama eyi şeyler dediğinizi sanıyorum. Buralarda koyunculuk yaparız onların önünde birde allı pullu bir de koç olur, o zararsız yerleri bilir koyunlarda peşinden gelir. Böyük baş olduğunuz belli, neye biriniz allı pullu koç olup önümüze düşmüyonuz neye bizler böyle şaşkın nereye gittiğimizi bilmez olduk??? dedi.
Korkmayınız siz yalnız değilsiniz, Volter’imiz olunuz. Nerde kaldı ki o karanlık günler çok geride kaldı, ölmeyecek, yaşayacak ve yaşatacaksınız. Saygılar.
Emekli öğretmen E. Aydın, 9Aralık1995
MUHTEREM NURİ ABAÇ
Dün, yani Çarşamba günü Mersin'deydim, seni izleyenlerin izlenimleri ile uzunca bir beraberlik sürdürdük. İyi tohumluyorsun, eğer toprak da dalap ise döllenme iyi olur. Gesam sergisi için davetiyede senin adın var, eserin henüz yok idi, beni de ismim yok, resimlerim var. Nerden, nasıl oldu ise, bir yerde bir sepetten Gesam üyesi olduğumuzu konuşmuşuz. Şimdi davetiye alan uzak yakın tanıdıklar, telefonu açıp durumu bana soruyorlar, tabii aslında kışkırtıyorlar. Yok efendim asil üye yok yedek üye mi imiş? gibi.
Aslında bu kuruluşun pestenkerani bir kuruluş olduğunu anlatamazsın ki elin adamına?.
Ben, bilirsin resim yapmaya 1977'lerden sonra başladım. Otuz yıl gibi uzun sayılmayan bir süreyi seve seve, güzel nedir, nasıl olamalıdır, eskilerde nasıl olmuş, çağlar boyu güzel çirkin sentezi ne imiş? resimle uğraşan içtenlikli ustalar olaya nasıl bakmış, sanatı nasıl yorumlamışlar, bunu hem öğrenmeye hem de öğretmeye iyi çaba verdim. Mimaride, heykelde ,süsleme sanatlarında olayın ve olayların felsefesi yorumunu özümlemeye çalıştım. Boyut ve derinlik kuralları (perspektiv, rakursi, enteriyör, altun oran, rengin her tür devinimi, gölge ışık kuramları)nı mümkün olduğunca kaynaktan ve bilimsel verelerden yürüyerek öğrenmeye çalıştım. Kariyer sahibi nice kişilerin ulaşamadığı bir yerlere de vardığıma inanıyorum. Çünkü benim hem uygulamalarım, hem de düşüncem, üniversel ve evrensel sanat tarifine tıpa tıp uyuyor.
Alınteriyetisabır = SANAT.
İnanıyorum ki başka türlü sanat yapılamaz, yapılamaz. Yapıyorum, yaptım diyenler sahtekarlık ediyorlar, bir takım çıkarlarına yatkın vereleri kullanmaya çalışıyorlar. Ama dinamik zamanın yerini durağan statik sanata terkettiği zaman herşeyin tepe takla olduğunu göreceklerdir.
Bana gelince, sanat yaptığım bir gerçek. Kendi özgün seviyemde, bana görece, şimdilik rüştünü ispat etmemiş bir yüceltide. Manifestom şudur:
Doğayı ışık, gölge ve yarım kıpırdaşan ışığın renkle birlikte yarattıkları cümbüşü, ulaşılmaz tadı yakalamaya çalışıyorum. Vinsi’nin yansıyan ışıklar resmi aksatır, sakınınız demesine rağmen. Doğada her nesne aslında diridir ve devini içindedir. İşte bu diriliği birbirleri içinde eritmek yerine ayrı ayrı anlamaya çalışıyor, yorumluyor, kendi duru temizliği için de tuvalime alıyor, sonra aralarında aslında olan göbek bağını görmeye gayret ediyorum. Böylece başlangıç için bunu başarmışta sayılırım, ama doğaldır ki, bu bir başlangıçtır, iddiasızdır. Ancak saygıdeğer bir yolda olduğumu biliyorum. Seni kucaklar, sağlık esenlikler dilerim. Hanıma selam.
E. Aydın, 28Mart1991
Dostları ilə paylaş: |