Dayton Sonrası, Seçimler ve Gündemden İnmeyen Yeşil Tehlike
Amerika'nın asıl amacının Bosna'daki "yeşil tehlike"yi yok etmek olduğu, Dayton'dan bir süre sonra daha da belirginleşti. ABD yönetimi, Dayton anlaşmasından birkaç hafta sonra, Bosna'ya NATO çerçevesinde 20 bin barış gücü askeri yollayacağını açıkladı. Ancak ilginç bir durum vardı. Amerikalılar, bu askerlerin gönderilmesi için, Boşnakların yanında savaşmak için İslam dünyasının dört bir yanından Bosna'ya gelmiş olan mücahidlerin bölgeden gönderilmesini şart koşmuşlardı. Yapılan açıklamaya göre, ABD mücahidler konusunu Dayton görüşmelerinde Izetbegovi¡'in önüne kesin bir şart olarak koymuş ve Bosna lideri de bunu kabul etmiş, daha doğrusu kabul etmek zorunda kalmıştı.
Dayton Anlaşması'nda öngörülen koşulların birisi, Bosna'da özgür seçimlerin yapılmasıydı. Bu iş için de, bazı ertelemelerin ardından, 14 Eylül 1996 tarihi belirlendi. Ancak seçimlere yaklaşıldığında, öteki koşulların hemen hiçbiri gerçekleştirilmemiş durumdaydı. Bosnalı Sırp liderliğinin savaş suçlusu ilan edilen iki ismi, Radovan KaradΩi¡ ve Ratko Mladi¡, ABD ve NATO tarafından verilen yakalama sözlerine rağmen ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlardı Bosna-Hersek'in içinde. Mülteciler ise Dayton'da verilen sözlerin aksine evlerine dönemiyorlardı. Sırplar, "serbest dolaşım hakkı"nı hiçbir biçimde tanımıyorlar, Republika Srpska'ya geçmeye çalışan Bosnalıları taş, sopa ve kimi zaman da kurşunla karşılıyorlardı.
Dolayısıyla seçim yapılması için ortada anlamlı bir gerekçe yoktu. Ancak ABD ve onun sürüklediği uluslararası topluluk seçimlerin yapılmasında ısrarlı davrandı. Çoğu yorumcunun üzerinde durduğu "Amerikan iç politikası faktörü", yani Clinton'ın yaklaşan Başkanlık seçimleri için puan toplama sevdası, bunda belli ölçüde etkiliydi elbette. Ancak bir de "gizli el"in hesapları vardı Bosna'daki seçimler için yapılan ısrarda. Bu hesapların içindeki iki önemli faktörden biri, Republika Srpska'ya ve dolayısıyla da Belgrad'a vereceği taktik avantajdı. Çünkü seçimler, Sırpların "Dayton ruhu"na karşı yaptıkları tüm haksız uygulamaların yanlarına kar kalması anlamına gelecekti. Wall Street Journal'ın yorum köşesindeki dürüst ve tarafsız bir makalede bu durum şöyle analiz ediliyordu:
Bosna'da bulunan herkes, gerçeği biliyor. Mevcut şartlar altında yapılacak seçimler, Bosna'daki etnik ayrışmayı meşrulaştırılacak ve Bosnalı Sırplara ve Hırvatlara Bosna'yı ve onun ağırlıklı Müslüman nüfusunu ortadan kaldırmanın yollarını sağlayacaktır. Demokrasiyi inşa çalışmalarının yalnızca Belgrad ve Bosnalı Sırpların sığınağı olan Pale gibi beklenmedik mekanlardan iyi not alması tuhaf değil. Der Spiegel ile bu yazın başında yapılan bir röportajda Slobodan Milo§evi¡, seçimleri "çok önemli" diye niteledi. Savaş sonrası Avrupa'yı vuran en vahşi saldırılarda büyük bir sorumluluğu olan adamın, "Pale'de Dayton Anlaşması'nın uygulanmasına karşı gelen" kimsenin olmadığını söylemesi bir tesadüf değil.
Bosnalı Sırplar, kendilerine bu hediyeyi veren ABD Başkanı'nı korumak için dekoratif bir şeyler yapma zahmetine bile girmiyorlar. Radovan KaradΩi¡'in, European gazetesine önceki hafta "seçimlerden sonra artık Bosna-Hersek olmayacak. Sonuçlar bizim liderliğimizi meşrulaştıracak. Bağımsızlık ve iktidarı devralma konularında bir referandum yapacağız. Kendi devletimize, bayrağımıza ve liderliğimize kavuşacağız" şeklindeki sözleri yer aldı. Kabaca çevrildiğinde bu sözler, Eylül ayında yapılacak seçimlerin, Dayton'da nitelendiği gibi bir Bosna federasyonu değil, etnik yönden "temizlenmiş" olan Sırp Bosnası'nın Sırbistan'a katılması anlamına geliyor.85
Kısacası, Dayton ile öngörülen ve Müslümanları ikna etmek için öne sürülmüş şartların hiçbiri yerine getirilmediği halde yine de ısrarla istenen seçim, Kissinger tarafından Dayton'ın hemen sonrasında yapılan kehaneti, yani Bosna'nın parçalanmasını hızlandırmak içindi.
Ancak bu, seçimlerden beklenen iki önemli sonuçtan yalnızca biriydi. "Gizli el", belki daha da önemli olan bir ikinci hedefin daha peşindeydi; Izetbegovi¡'i Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirmek.
Bosna-Hersek'te Dayton Anlaşması uyarınca Eylül 96'da yapılan seçimler öncesinde, Alija Izetbegovi¡'in SDA'sına karşı ilginç bir muhalefet yükseldi: Eski Başbakan Haris Sladzi¡, sözde "köktendinci" Izetbegovi¡'e karşı, eski komünistlerin, "Müslüman" kimliğiyle pek ilgisi olmayan Boşnakların, "Yugoslav"ların ve diğer "renksizlerin" oylarına talip olan Bosna-Hersek Partisi'nin kurarak seçim yarışına katıldı. Ve tüm kulislerde söylendiği gibi, Haris Sladzi¡ arkasındaki en büyük destek ABD'ydi. Ancak çektiği acılar Bosna halkına en büyük değeri, yani "bilinci" yeterince vermiş olacak ki, Izetbegovi¡'in SDA'sı seçimden büyük bir zaferle çıktı.
Sladzi¡'in Izetbegovi¡'e karşı galip gelmesi zaten hiçkimsenin beklemediği bir şeydi. Ancak Sladzi¡'ten beklenen misyon, Izetbegovi¡'in oylarını bölmesiydi. Böylece KaradΩi¡'in halefi olan Mom¡ilo Krajisnik Izetbegovi¡'ten daha çok oy alabilir ve Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı koltuna oturabilirdi. Bu seçim yenilgisinin Izetbegovi¡'in düşüşünün başlangıcı olacağı düşünülmüştü büyük olasılıkla.
Ama Bilge Kral galip geldi. Izetbegovi¡, yeşil bayraklı SDA mitingleriyle birlikte, seçime girdi ve kazandı.
Fakat "gizli el", Izetbegovi¡'ten duyduğu rahatsızlıkta ısrarlıydı. Seçimin hemen ardından Bosna liderini yıpratmak ve orta ya da uzun vadede de düşürmek için yeni ve etkili bir kampanyanın düğmesine bastı. Batı medyası "Bosna'daki sözde İslami tehlikeyi" ve Izetbegovi¡'in bundaki büyük rolünü işleyen ve böylece muhtemel bir eylem için "zemin" oluşturan haberlerle dolmaya başladı. Noam Chomsky'nin "manufacturing consent" (rıza oluşturma) dediği teknik kullanılıyordu: Düşürülmek istenen lider, yaygın ve etkili bir propaganda ile önce başta ABD olmak üzere Batı kamuoyunun gözünde "öcüleştiriliyor"du; bu şekilde oluşturulacak bir "rıza", Izetbegovi¡'in planlanan tasviyesi için kullanılacaktı.
Tüm bu durum, Bosna'nın savaşının henüz bitmediğini gösteriyordu. "Gizli el", Sırpları bir yanda "yedekte" tutarken, Bosna'yı Bosna yapan kimliği, Boşnakların manevi değerlerini erozyona uğratmaya çalışıyordu.
Görünen odur ki, Bosna, bundan sonra da Müslümanlara karşı global bir savaş yürütmekte olan Anti-İslami Enternasyonal'in ara vermeden saldıracağı sıcak bir cephe olmaya devam edecektir.
V. BÖLÜM
İsrail Bağlantısı
Politikacılarımız II. Dünya Savaşı'na atıfta bulunuyorlar. Bu savaşta Sırpların
Yahudilerin yanında yer aldıklarını, Hırvat ve Müslümanların ise Yahudilere
karşı Nazilerle iş birliği yaptıklarını iddia ediyorlar. Bu mantıktan hareketle,
bugün de bizim Sırpların yanında yer almamız, onların Müslüman ve
Hırvatlara karşı giriştikleri katliamları desteklememiz gerektiği söyleniyor.
— Kudüs İbrani Üniversitesi'nden
Igor Primorac
13 Şubat 1996 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin birinci sayfasında ilginç bir haber vardı. Yeni Yüzyıl muhabiri Barış Bil, Bosna-Hersek ordusunun ikinci adamı olan General Jovan Divjak ile uzun bir röportaj yapmıştı. "Çetnik" olan Sırplara karşı, Bosnalıların yanında savaşan "iyi" Sırplardan biri olan Divjak, röportajda bazı ilginç ve önemli bilgiler veriyor, Sırp ordusunun dışarıdan aldığı desteklerden söz ediyordu. Buna göre, Ukrayna, Rusya ve Kazakistan'dan gelen çok sayıda gönüllü, Sırp tarafında Müslümanlara karşı savaşmışlardı. Ancak General'in verdiği bir diğer bilgi, oldukça şaşırtıcıydı. General, "Mossad'ın Sırplara çok yardımı oldu" demişti. Röportajı yapan muhabirin bu konuda daha ayrıntılı bilgi istemesine karşılık, şimdilik bu konuda daha fazla konuşamayacağını söylemiş ve "elimizdeki bilgi ve belgeleri belki 10 yıl sonra açıklayabiliriz" diye eklemişti. Generalin üzerinde fazla konuşmak istemediği, yalnızca laf arasında söylediği bu "Mossad bağlantısı"nın gerçekte oldukça önemli olduğu açıktı kuşkusuz. Nitekim bu yüzden olacak, Yeni Yüzyıl, söz konusu röportajı "Sırplara Mossad Yardım Etti" başlığı ile ilk sayfada manşetten vermişti.
Haberi okuyan pek çok kişi, büyük olasılıkla, "Mossad'ın Sırplarla ne ilgisi olabilir ki" diye düşünmüş, sonra da fazla kafa yormadan bu konuyu unutmuştu. Bosna'daki gelişmelerle başından beridir ilgilenenler ise, General'in bu ifadesinin şimdiye kadar gözleri önünde canlanan tabloyla çeliştiğini düşünmüşlerdi belki; çünkü o ana kadar, medyada, Batıdaki Yahudi örgütlerinin Bosna konusunda hassas olduklarına, Müslümanlara destek verdiklerine dair haberlerle karşılaşmışlardı muhtemelen. Hatta belki İsrail'in 80 kadar Bosnalı çocuğu Bosna'dan Tel-Aviv'e getirip koruma altına aldığını da duymuş olabilirlerdi. Batılı Yahudilerin ve İsrail'in bu "sevimli" görüntüsünün yanında, Bosna-Hersek ordusunun ikinci komutanının Sırplar ile İsrail gizli servisi arasında yakın ilişki olduğunu bildiren demeci biraz uyumsuz duruyordu. Nitekim bu "İsrail bağlantısı"nı diğer Bosnalı liderlerin ağzından şimdiye dek pek duymamışlardı. Bu nedenle, haberi gören ve Bosna'yla az çok ilgilenen okuyucuların çoğu, Divjak'ın ifadelerinin bir yanlış anlamanın sonucu olduğunu, belki General'in şahit olduğu bir olayı abarttığını, belki de General'in ifadelerinin abartıldığını düşündüler.
Ancak "İsrail bağlantısı"nı bu şekilde kestirip atmak mümkün değildi gerçekte. Çünkü Divjak, bu konuda bir devlet olarak şimdi açıklayamadıkları ama "belki 10 sene sonra" açıklayacakları bilgi ve belgelerden söz etmişti. Demek ki ortada çok müşahhas bağlar vardı ve belki de Bosna hükümeti, başta ABD olmak üzere uluslararası topluluk üzerinde büyük bir etkisi olan İsrail'i doğrudan karşısına almamak için bu bağları şimdilik -"belki 10 sene sonra açıklamak üzere"- görmezlikten geliyor olabilirdi.
Dolayısıyla gerçeği bulabilmek için, olayı derinlemesine araştırmak gerekiyordu. Belki o zaman, General Divjak'ın Bosna hükümeti adına açıklamayı şimdilik uygun bulmadığı o "bilgi ve belgeler" bulunabilir ve Sırplara verilen çok gizli bir destek ortaya çıkarılabilirdi. Bu, Sırpları Batı içinde destekleyen "gizli el"in kimliğini tespit etmek için de yardımcı olabilirdi belki.
Kitabın bu bölümünde, Sırplarla İsrail arasındaki örtülü ilişkiyi ispatlayan o "bilgi ve belge"lerin bir kısmını birlikte inceleyeceğiz. İlk yapılması gereken iş, Yahudi Devleti ile Sırbistan arasında gizli bir askeri ittifak oluşmasına zemin hazırlayan sosyo-psikolojik bağları keşfetmektir.
"İki Halk Arasındaki Ebedi Dostluk..."
Kitabın önceki bölümlerinde Sırplar ile Yahudiler arasındaki tarihsel ilişkiye değinmiştik. Seçilmişlik ve ezilmişlik komplekslerinin neden olduğu ortak bir sosyo-psikolojiye bağlı olan bu iki halk arasındaki ilk iş birliği, Osmanlı dönemindeki ilk Sırp isyanını yürüten ayaklanmacıların ülkedeki Yahudiler tarafından silahlandırılması ile kurulmuştu. Daha önemli bir kültürel ve stratejik yakınlaşma, her iki halkın da devlet kurabilmek için Osmanlı'nın cenazesini bekledikleri dönemde gerçekleşmişti. Sırpların Osmanlı'dan kazandıkları bağımsızlık, Siyonistler'in ilham kaynağı olmuştu.
En önemli ve somut iş birliği ise, II. Dünya Savaşı yıllarında gerçekleşti. İkinci bölümde incelediğimiz gibi, bu dönemde Nazi Almanyası ve Faşist İtalya tarafından işgal edilen Yugoslavya'da, genel olarak Sırplar ve özel olarak da Çetnikler ile Yahudiler arasında ciddi bir ittifak oluştu. Çetniklerin Batıdan aldıkları destekte, örneğin OSS bağlantısında da payı bulunan bu Sırp-Yahudi iş birliği, Çetniklerin masonik kimliği ile de çok büyük bir uyum içindeydi. Kudüs'te toplanan Sürgündeki Hükümet ya da yine aynı şehirde kurulan Çetnik radyo istasyonu, bu ilişkinin bir "nişane"siydi adeta. Bu iş birliğinin kime karşı yapıldığı da kuşkusuz önemliydi. Çetnikler, daha önce de incelediğimiz gibi, kendilerine üç büyük düşman belirlemişlerdi; Tito'nun Partizanları, Müslümanlar ve Hırvatlar. Yahudiler açısından Partizanların bir tehlikesi yoktu, ancak diğer iki grup, onların gözünde de düşmandı.
Birbirleriyle benzer ulusal psikolojilere sahip olan ve tarih boyunca da hep aynı tarafta yer alan bu iki halk arasında geleneksel bir dostluk ve sempati oluşması doğaldı kuşkusuz. Nitekim öyle de oldu; Yahudilerin gözünde, Yugoslavya topraklarında Sırplar geleneksel bir dost ve müttefik, Müslümanlar ve Hırvatlar ise geleneksel birer düşman olarak belirlendiler.
İki halk arasındaki bu tarihsel yakınlık, Arnold Sherman'ın Perfidy In The Balkans: The Rape of Yugoslavia adlı 1993 basımı kitabındaki temel temalardan birini oluşturur. Sherman, New York doğumlu bir Yahudidir. Yaşamının çeyrek yüzyılını İsrail'de geçirmiş, dört kez İsrail için savaşmış ve üç çocuğunu savaşa göndermiştir.1 İsrail'in El Al havayollarında uzun yıllar çalışmış, sonra Hayfa Üniversitesi'nde akademik kariyerini ilerletmiştir. Kısacası hem Yahudi, hem de "İsrailli"dir ve bu iki kimliğin Sırplara bakış açısını tanımak için ideal bir örnek oluşturmaktadır. Kitabının başında "Yugoslavya hakkında tarafsız yazmasının mümkün olmadığını" belirtir, çünkü Sırplara karşı büyük bir sempatisi vardır. Nitekim Perfidy In The Balkans, tam anlamıyla bir Çetnik propagandasıdır. Kitabı okuyan bir kişi, "Müslümanların sözde saldırganlığı karşısında kendilerini korumaya çalışan Sırplar"ın kapsamlı bir tasvirinden başka bir şey bulamaz. Bu tasvirin içinde önemli bir yer tutan bir diğer konu ise, bu "mazlum halk"ın bir başka "mazlum halk" olan Yahudilerle dostluğudur.
Sherman bu geleneksel dostluktan söz ederken, "iki kadının hikayesi"ne özellikle dikkat çeker; Belgrad Belediye Başkanı Slobodanka Gruden ve Sırp-Yahudi Dostluk Derneği Başkanı Klara Mandi¡.
Slobodanka Gruden, yüzlerce yıllık geçmişe sahip olan Belgrad şehrinin ilk kadın belediye başkanıdır. Sırp bir babanın ve Yahudi bir annenin kızı olarak dünyaya gelmiş ve damarlarında gezen Yahudi kanını hiçbir zaman göz ardı etmemiştir. "Sırplar her zaman Yahudilerle olan dostluklarından gurur duymuşlardır" der. Ona göre bu iki halk arasındaki yegane fark, Sırpların biraz daha "saf" olmasıdır: "Yahudiler belki affederler ama asla unutmazlar" demektedir, "ama Sırplar hem affederler, hem de unuturlar."2
Gruden, İsrail'i ilk kez 1990 yılında Sırp-Yahudi Dostluk Derneği'nin düzenlediği bir geziyle ziyaret etmiş, burada İsrailli meslektaşlarıyla yakın dostluklar geliştirmiş, o sıralarda İsrail'de yapılan Sırp Kültür Festivali aracılığıyla 20 İsrail ve Sırbistan şehri arasında "kardeş şehir" bağlantıları kurulmasına öncülük yapmıştır.
İki ülke arasındaki ilişkinin gelişmesinde çok daha büyük bir rol oynayan ikinci kadın, yani Sırp-Yahudi Dostluk Derneği Başkanı Klara Mandi¡ ise çok daha kapsamlı bağlantılara sahiptir. Sherman'a göre, Mandi¡, "Belgrad'daki en karizmatik ve en etkili kadın"dır. Kendi kimliğini ve misyonunu ise şöyle anlatır: "Ben bir Yahudiyim, bir Sırp Yahudisi ve bundan büyük bir gurur duyuyorum. Bu nedenle, Sırbistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine adadım kendimi. Çünkü Tito, 1967 savaşı sonrasında İsrail'le olan tüm ilişkilerimizi kesmişti."3
Mandi¡, bu "kutsal" misyonunu gerçekleştirmek için 1980'lerin ikinci yarısında harekete geçer. İsrail ile Sırbistan arasında köprü görevi görecek bir kurum oluşturmak için lobi yapmaya başlar. Kendisine en büyük yardım ise, doğal bir müttefikten, yani Sırbistan'daki masonik odaktan gelir: Masonik Sırp milliyetçiliğinin mirasçısı ve neo-Çetniklerin genel kurmayı niteliğindeki Sırp Bilimler Akademisi, Mandi¡'in en büyük destekçisi olur. Sırp-Yahudi Dostluk Derneği Mayıs 1988'de kurulduğunda, yirmi kurucu üyeden on altısı Akademi üyesidir.4 Dernek kısa sürede Sırbistan'daki elitlerin önemli bir bölümünü saflarına katar. Bir yıl içinde üye sayısı 10 bine ulaşır. Dernek bir yıl sonra Amerika'da ve İsrail'de de örgütlenecek, Tel-Aviv, Los Angeles, Chicago ve Toronto'da şubeler açacaktır. Üyeleri arasında 1986 Memorandumu'nun yazarlarından Dobrica ˜osi¡ de vardır.5
Derneğin bu denli yüksek bir popülarite ve saygınlık kazanmasıyla birlikte, Klara Mandi¡, "bir sonraki adım"ı atır. Bu "bir sonraki adım", İsrail ile Sırbistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasıdır. Bu ise oldukça "devrimci" bir gelişmedir. Çünkü tarih henüz 1989'dur; Sırbistan Yugoslavya Federasyonu içindeki 6 federal devletten biridir ve Federal Hükümet'in resmi politikasını bir kenara bırakıp İsrail'le tek başına diplomatik ilişki kurması Anayasa'ya aykıdır. Fakat Mandi¡, yakın dostu olan Milo§evi¡'in bu konuda istekli davranacağından emindir. ABD'deki Judeo-masonik örgütlenmenin David Rockefeller ya da Henry Kissinger gibi en kilit isimleriyle çok yakın ilişkiler kurmuş bulunan ve kendisi de bir mason olan Milo§evi¡'in İsrail'e sıcak bakmaması mümkün değildir zaten.
Arnold Sherman'ın anlattığına göre, Mandi¡ bu konuyu görüşmek üzere Milo§evi¡'e gider ve "İsrail ile Sırbistan'ın diplomatik ilişkiye geçmesinin yolunu açmak istiyorum, benimle birlikte hareket edecek kadar cesur musun?" der. Milo§evi¡, "federal hükümetin resmi politikasına rağmen mi?" diye sorar ve "evet" cevabını alır. Ve Sırbistan lideri biraz düşündükten sonra şöyle der: "Klara, sonuna kadar arkandayım. Eğer İsrail Sırbistan ile diplomatik ilişki kurmak istiyorsa, Sırbistan bundan büyük mutluluk duyacaktır. Bu konuda bir sorunla karşılaşacak olursan, hiç çekinmeden benden yardım iste."6
Arnold Sherman, Milo§evi¡'in, verdiği bu "cesur" karar nedeniyle siyasi rakiplerinden büyük tepkiler aldığını ama tüm bunlara "göğüs gererek" İsrail bağlantısından geri adım atmadığını yazar. Klara Mandi¡, iki ülkenin bu hızlı yakınlaşmasını anlatırken, "eğer Milo§evi¡ olmasaydı, hiçbir şey yapamazdık, herşeyi ona borçluyuz" demektedir.7 Diplomatik ilişki kurulmasından bir önceki adım, bir "İsrail Seferi" düzenlemektir; Kalabalık bir Sırp heyetinin Yahudi Devleti'ne gösterişli bir ziyaret yapmasına karar verilir. Ve bu ziyaret de yine Milo§evi¡'in aktif desteği sayesinde gerçekleşir. Politikacılardan, iş adamlarından ve entelektüllerden oluşan 440 kişilik kalabalık heyet Klara Mandi¡'in "önderliğinde" İsrail'e uçar, Milo§evi¡ ise heyete Sırbistan Başbakanı'nı, kendi oğlunu ve hükümetindeki altı bakanı daha ekleyerek ziyaretin resmi niteliğini kesinleştirir.8 Kalabalık Sırp heyetinin İsrail'e yaptığı bu gezi sırasında, az önce de değindiğimiz gibi, başta Belgrad ve Tel-Aviv olmak üzere 20 Sırp ve İsrail kenti kardeş şehir ilan edilir ve İsrail'de bir Sırp Kültür Festivali düzenlenir. Söz konusu İsrail gezisi, Türk Yahudi cemaatinin gazetesi olan Şalom'un bir haberinde de uzun uzun anlatılır.9
Sırbistan'ın bu "İsrail seferi"nin hemen ardından bu kez İsrailli bir heyet Belgrad'ı ziyaret eder ve Milo§evi¡ tarafından kabul edilir. Görüşmenin önemli bir bölümü kapalı kapılar ardında gerçekleşir, ancak daha sonra Milo§evi¡ heyetle birlikte Belgrad televizyonuna görüntü vermekten ve böylece iki taraf arasındaki "dostluğu" dosta-düşmana duyurmaktan çekinmez. İlerleyen dönemde karşılıklı ilişkiler hiç ara soğutulmadan sürer. ABD ile Irak arasındaki Körfez Savaşı sırasında Sırbistan belediye başkanlarından oluşan—ve Belgrad'ın Yahudi asıllı Belediye Başkanı Slobodanka Gruden'in öncülüğünde hareket eden—heyet, İsrail'e bir "dayanışma ziyareti" yapar.10
1990 baharında yaşanan tüm bu gelişmeler, "iki halk arasındaki ebedi dostluk"un Yugoslavya'nın külleri arasından yeniden dirilip ortaya çıktığının bir göstergesidir. Tito'nun Üçüncü Dünyacı dış politika mentalitesi nedeniyle kopmuş olan ilişkiler, Sırbistan'ın geleneksel "Çetnik" kimliğine geri dönmesi ile birlikte yeniden ortaya çıkmıştır.
Dahası, 1989 sonrasındaki Sırbistan'a bakan bir gözlemci, kolaylıkla, bu iki halk arasında "psikolojik bir ittifak" kurulduğunu söyleyebilir. Bu psikolojik ittifak, Sırp toplumundaki milliyetçi kanadın neredeyse tümü ve hatta "sokaktaki adam" için dahi geçerlidir. İsrail'de yayınlanan The Jerusalem Report dergisinin Belgradlı Yahudiler ile ilgili yaptığı bir araştırma bu konuda ilginç bilgiler ortaya koymaktadır. Dergi muhabiri Vince Beiser'in Belgrad'da görüştüğü insanların hemen hepsi, Sırplar ve Yahudiler arasındaki tarihi dostluk ve yakınlıktan söz etmektedir.
Örneğin Vojkan Abraham Simsi¡ adlı, Saraybosna doğumlu bir Sırp şöyle demektedir: "Bizler ve Yahudiler tarih boyunca aynı düşmanlara sahip olduk: Almanlar, Hırvatlar ve Müslümanlar."11 Belgrad hahamı Danon da aynı görüşe katılır ve Sırp ve Yahudilerin birbirlerine karşı duydukları "tarihsel sempati"den bahseder.12
The Jerusalem Report'un haberinde, İsrail'in askeri gücünün Sırplar tarafından hayranlık ve takdirle izlendiği de vurgulanmaktadır. Sırplar, kendilerini Müslümanlara karşı "cesurca" savaşmış militer bir ulus olarak görmekte ve İsrail'i de kendilerine benzetmektedirler. Belgrad Yahudi cemaatinin lideri Brane Popovi¡ şöyle demektedir: "Altı Gün Savaşı'nın ertesinde tüm Sırp komşularımız bizi sokaklarda tebrik etmişlerdi. İsrail'in zaferinden çok hoşlanmışlardı. Bu, anladıkları bir dildi."13
Belgradlı Yahudiler Bosna-Hersek'teki savaşta da oldukça ateşli bir biçimde Sırpları tutmaktadırlar. Eski bir Tito Partizanı ve şu anda Belgrad Yahudi cemaati sekreteri olan Albert A§kenazi, savaşta Müslümanların değil, Sırpların mağdur olduğunu savunmakta, ancak gerçeklerin çarptırıldığını iddia etmektedir.14
İki halk arasındaki bu psikolojik ittifak, Arnold Sherman'ın Perfidy In The Balkans adlı kitabında da çok açık bir biçimde gözlemlenmektedir. Kendisi "Sırp hayranı bir İsrailli" olan Sherman, "İsrail hayranı Sırplar"la yaptığı görüşmeleri uzun uzun aktarır. Örneğin Kosova'daki Piriştine Üniversitesi'nin Sırp Rektörü Prof. Radivoje Papovic ateşli bir Milo§evi¡ taraftarıdır ve İsrail'e de büyük bir sempati beslemektedir. Sırplar ile Yahudiler arasındaki ilişkiyi "aynı oyunun farklı oyuncular tarafından oynanması" olarak tanımlar. Aynı görüşler Sherman'a rehberlik eden Bosko Drobjak adlı Sırp gazeteci tarafından da paylaşılmaktadır.15
İki halk arasındaki psikolojik ittifakı paylaşan çok önemli bir başka isim ise, General Ratko Mladi¡'tir. Bosnalı Sırpların askeri lideri ve on binlerce Müslüman sivilin ölüm emrini veren bir savaş suçlusu olan General Ratko Mladi¡, "dünyada bir tek Yahudilerin Sırpların uğradıkları zulümlerin benzerlerine uğradıklarını, ancak tüm bunlara karşı kahramanca direnip hayatta kaldıklarını" anlatır.16 Ve ekler: "Kader Yahudiler ile Sırpları birbirine bağlamıştır. Biz de aynı onlar gibi hiçbir savaşı kaybetmeye tahammül gösteremeyiz, çünkü mağlubiyet yok oluşumuz anlamına gelir."17
Arnold Sherman'a göre, Sırpların İsrail'e ve Yahudilere karşı duydukları tüm bu sempati, iki halk arasında "asırlardır sürmekte olan sıcak ve yakın ilişkilerin" ve bundan kaynaklanan "ebedi dostluğun" bir sonucudur.18 Nitekim biz de, kitabın ilk bölümlerinde bu dostluğun nasıl bir tarihsel süreç içinde geliştiğine değinmiştik.
Ancak bizim için burada asıl önemli olan soru şudur: Acaba Sırplar ile Yahudiler arasındaki geleneksel dostluk ve iş birliği, 1990'larda Bosna'da yaşanan savaş boyunca bir "askeri iş birliği" niteliği de kazanmış mıdır?
Bu konuyu araştırmadan önce, askeri iş birliği kavramının mantığına değinmek gerekir. İki toplum birbiriyle dost olabilir, tarihsel miras ve jeo-stratejik konum itibarıyla birbirine yakınlık duyup kültürel ve ticari işbirlikleri geliştirebilir. Fakat askeri bir iş birliğinin oluşabilmesi için, mutlaka bir ortak düşmana ihtiyaç vardır. Tarihsel ve kültürel bağlar, ancak bu tür bir ortak düşmanın belirmesiyle askeri bir ilişkiye dönüşüp, "kanlı" sonuçlar verebilir.
Nitekim Sırplar ile Yahudiler arasındaki geleneksel dostluğun askeri bir iş birliğine dönüşmesinin tarihteki en büyük örneği, yani II. Dünya Savaşı yılları da ortak düşman kavramına sahiptir. Savaş yıllarında Çetnikler ile Yahudiler arasında gelişen askeri iş birliği, ortak düşman olan Ustaşa'ya karşı birlikte savaşma mantığından hayat bulmuştur.
1990'larda Sırplar ile Yahudiler yine ortak bir düşman belirlemişler midir, diye sormak gerekir bu noktada. Klara Mandi¡'in hemen her konuşmasında atıfta bulunduğu bir "ortak düşman" hemen dikkati çeker. Jerusalem Report muhabirine konuşurken, "Milo§evi¡ Yahudilerin gerçek bir dostu" cümlesini sık sık tekrarlayan Klara Mandi¡ öte yandan sürekli Bosna'daki Müslümanların "Sırplığı" yok etmek istediklerinden söz etmekte ve "Sırplar, hiçbir zaman bir Müslüman devletinin parçası olmayı kabullenmeyeceklerdir" demektedir.19 Mesaj açıktır; ortak düşman, Bosna'daki "Yeşil Tehlike"dir.
Dostları ilə paylaş: |