Anasından toğup atansa adı,
Misafir bulup bindi Ödlek atı,
Günü bir mangım, tünü bir mangım,
İletür ölümke, kurutur engem.
(beyitler 1388-1389)
Hotan resimlerinde alacalı atın binicisi eğer Tanrı Öd ise alnındaki yuvarlak süs de kader çarkını temsil edecektir. Ödlek, bir zaman ölçüsü olan ay ile de karşılaştırılarak tanımlanmıştır. Kaşgari, ay ve Ödlek’in aynı yolu tuttuklarını söyler. (Alkınur Ödlek birle ay, cilt I, s, 41).
Yukarıda alanın yalnız zamanın sembolü olmadığı aynı zamanda alegorik olarak zamanın efendisi olmuş kağanın atı olduğundan da söz edilmişti. Kağanlar genellikle ala atlara binerlerdi. Oğuz Destanlarında ermin giyen, benekli ata (ala atlı as tonlu Kayı Inal han) binen Kayı İnal Han’dan sözü edilir. Kaşgari tarafından zikredildiği gibi, ak sözcüğü, “beyaz” veya “açık renkli” olmaktan ziyade “benekli” anlamına geliyorsa, Kül Tigin ve diğer Göktürk prensleri daha çok benekli ata binmişlerdi. “Benekli atlar” Çin imparatorlarının hazineleri arasında sayılmış ve dört atlı hanedanlık arabalarına koşulmuşlardır.
Kaşgari’nin Türk-Arap sözlüğü, Zengi’nin 12. yy.’daki at üzerine araştırması, Timur’un Umdetü’l-Mülûk’u gibi Orta Çağ’a ait kaynaklar benekli at türleri hakkında açıklamalar yapar. Genel olarak, benekli at uğurlu veya uğursuz bazı sembolik işaretler taşıyan ancak fazla faydalı olmayan bir binek olarak görünür. Zengi (fols. 63 v.-66, 69) beyaz benekli at (ablak, abraş, arjal) ile siyah benekli at arasında temel bir fark tespit etmiştir. İlk söylenenler iyi atlardır, belli koşulları taşıdıklarında (önleri beyaz benekli ve beyaz topuklu olduklarında) hükümdarlara layıktırlar. Sonradan bahsedilenler, bazı durumlarda çok uğurlu fakat kesinlikle zayıf olmayan atlar olarak kabul edilirler. Augurlar ne derlerse desinler Zengi’nin fikrine göre tüm beyaz benekler, beyaz yele ve mavi gözler, zayıflığın işaretidir. Bu bağlamda Kaşgari parlak tüylü benekli atların zayıf toynakları olduğunu belirtir ve gösterişli alaca’yı iki yüzüyle karşılaştırır: “İki yüzlü insanların benekleri saklanmıştır, atların benekleri üzerlerindedir.” (Kişi alası içtin, yılkı alası taştın, cilt. I, s, 91). Diğer atlarda noksanlık olarak görülen özellikler, Türk atlarında noksanlık sayılmaz diye de eklemiştir Zengi (fol. 61v.). Bu söz Çin ve Türklerlerin bağlantısı olarak görülen (Tuhfetü’l-Mülûk fol. 50, Ashqar-ı Sini Çin’den bir atı sarımsı ve kızılımsı benekli, beyaz yele ve kuyruklu olarak tarif etmiştir.) ön beyaz benekler, beyaz yeleler ve mavi gözler gibi özellikleri de kapsar. Prof. Zajaczkowski 1964 PIAC toplantısı raporunda, Memlük Dönemi Türk-Arap Sözlüğü’ne not edilen don renklerine göre, bulaca terimi alacanın bir tür çeşididir. Buna göre, Prof. Togan göstermiştir ki, Kaşgari bulak terimiyle küçük at demek ister ama aynı zamanda bulak terimini benekli at anlamınada gelir (Radloff, Wörterbuch).
Eski zaman İslami tasvirlerinde, Selçuklu ve İlhanlılar zamanlarında alaca, düzgün kaplanvari benekleriyle ya da omurgasındaki ejderha omurga çizgisiyle gözüktüğü Doğu Türkistan ve Çin resimlerinden farklı temsil edilmemiştir. Doğu Türkistan midillisinin orantı ve özellikleri 14. yy. alaca temsillerinde hâlâ görülebilir. Alaca figürü Orta Doğu’daki zevk ve merak normlarına da uymaktadır.
Doğu Türkistan çizimlerinde görülen düzgün kaplanvari benekli alaca, aynı görünüş ve karakterle Orta Doğu Türk ve İslam sanatında tekrar görünmeye başlamıştır. Burak bazen insan kafasıyla beraber alaca olarak tasvir edilmiş ve hing ya da ablak tanımlanmıştır.
Halife Hz Ali’nin atı Düldül, Osmanlı sanatında Kantaka çizimlerinde olduğu gibi (Esin, etkiler…, resim 67) yanmakta olan sarira taşıyan alaca olarak idealleştirilmiştir. Şanslı gezegen Merkür bir alaca atın üzerine resmedilmiştir. Kağanlar benekli atlarını sürmeye devam etmişlerdir. Oğuz Prensi Kayı İnal Han (ala siyah ve beyaz bir at üzerinde betimlenmiştir.) Türklerin Yakın Doğu’ya göçlerinin önemli zamanlarına ait bir figürdü. Selçuklu prenslik figürleri, Topkapı Müzesi’ndeki Varaka-Gülşah el yazmasında olduğu gibi, benekli atlar üzerine resmedilmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı’nın resmi at sürüşü, benekleri gece ve gündüzü temsil eden sembolik siyah ve beyaz (ablak) atı sürüşüyle karşılaştırılmıştır. 14. yy. Erzurum ozanı Mustafa Darir Erzeni de atların hükümdarını siyah ve beyaz benekli at (şahsuvar) olarak betimler.
Koydu ayağına rikabına şah,
Ta ola suvar ablaka nagah.
Guş olunup sahil-i ablak-i şah,
Şehsuvar olsuğunu bilirdi sipah
Mustafa Dairiri Erzeni, Yüz Hadis Tercümesi,
Ali Emiri Libr., ms. Şer’iyye no. 1154, fol. 133).
Oğuz Destanlarında alaca kafir Kağan’ın (Şökli Melik) atıdır ve altın bir dağdan doğmuştur: Altındağı alaca atın ne öğersin? Ala başlu kiçimçe gelmez bana (Salur Kazan’ın bozgunu efsanesi, Ergin. s, 15).
Hünername’de (cilt II, folyo 28) Osmanlı Sultanı Süleyman, av sırasında alacanın üzerinde temsil edilmiştir. Aynı kitabın diğer bölümlerinde, düzgün siyah ve beyaz benekli alacalar Sultan’ın başlıca hizmetkarlarına saklanmıştır, kendisi de uğurlu beyaz benekli olan esmer bir ata binmektedir. Osmanlı tarihçisi Küçük Çelebizade Asım Efendi hicretten sonra 1135 yılında, III. Ahmed’in Sadabad’daki yeni imparatorluk sarayını ilk defa ziyarete gittiğinde kaplanvari bir alacaya bindiğini anlatır: Aslan takım yıldızına tırmanmış güneş görünüşüyle ortaya çıktı. Sultan kaplanınkilere benzer benekleri olan ve aslan pençeleri kadar güçlü toynakları olan benekli ata (rahş) biniyordu. Alaca kutsal figürlerle karşılaştırılan semavi bir hayvan olmaya devam etti.
Günümüzde, yaban eşeği sırtına benzer kara sırtlı atlar hem Doğu Türkistan’da hem de Kuzey Asya’da görülmesine rağmen klasik kaplanvari beneklere sahip benekli atlar çoğunlukla Doğu Türkistan’da bulunmaktadır. Aurel Stein, eski Hotan resimlerindeki (Eski Hotan, şekil D. VII 5) benekli atları, Yarkent’te satılan ve Yarkent midillisi olarak adlandırılan Doğu Türkistan midillileri olarak kabul etmiştir. Ancak Sayın Koşmak bana, bu özel tanımlama içerisindeki benekli atların Doğu Türkistan’ın her bölgesinde sıklıkla görüldüğünü ve komşu ülkelere satıldığını aktarma nezaketinde bulundu. Başın ön tarafında beyaz sekilere sahip olanlar uğurlu sayılırken, büyük beyaz lekelere sahip midilliler uğursuz (sür) sayılır.
Kaşgari, başında (tüküz) Ay’la karşılaştırdığı (makaleler tüküz, tükez, ugar, yetiş) beyaz leke olan atları över. Oğuz Destanlarında baştaki beyaz leke kaşka veya tepel olarak adlandırılır. Zengi ayrıca atının başındaki (folyo 65 v.) beyaz leke hakkında fikir beyan eder ve kişisel olarak beyaz topuğun her zaman zayıf bacakların göstergesi olduğunu düşünmesine rağmen iki, üç, dört beyaz at topuğunun uğurlu sayıldığını söyler. Ancak ön bacakta tek beyaz at topuğu hem uğursuz hem de tehlikelidir. Zengi bu konuyu Ebu Yakub el-Kutali’den yaptığı alıntılarla ispat eder. Beş ay Abbasi halifesinin hizmetinde ve yılın geri kalanında ise Kutal’da bulunan Türk Prensi Kutal, ordusunda bir Türkmen’in ön bacağının birisi beyaz bir ata bindiğini ve atın tökezleyerek binicisinin ölümüne yol açtığını gördü (folyo 66). Tuhfet’ül-Mülûk’ta (folyo 58), bir yıldızla karşılaştırılan başı beyaz lekeli koyu renk at (ablak) veya ağır olarak adlandırılmış ve uzun adımlarıyla binicisini zafere taşıyan ruhani at olarak tanımlanmıştır. Eğer ilave olarak atın topuklarında, bir dağa benzer şekilde bilezik benzeri lekeler varsa (mujimal al’-arva’ah) bu hükümdarlara yaraşır atların en hızlısıdır. Aslında Paris Ulusal Kütüphanesi’nde el yazması Cami’üt-Tevarih’te pek çok İlhanlı Kağanı böyle atlar üzerinde gösterilmiştir. Osmanlı Sultanı Süleyman başında ve üç (Hünername) veya dört ayağında beyaz benekler olan atlar üzerinde tasvir edilmiştir. Bu don modern Doğu Türkistan’da azgan adıyla resmedilmiş ve bölgede bol bulunan sıradan alacalardan daha fazla takdir edilmiştir.
Bir grup benekli at, suda yaşayan at efsaneleriyle ilişkilendirilmiş görünüyor. Bu bağlantıda garip olan Türkçede atların beneklerinin, hem payet hem de hayvan derisinde görülen pul anlamlarına gelen pul olarak adlandırılması ilginçtir. Zengi (folyo 69-71) Ebu Yakub el-Kutali’nin, yaban eşeği donlu (Orta Asya yaban eşeği boz renklidir, sırtı ve kürek kemikleri boyunca koyu bir çizgi bulunur) ve babası “ateşli göl”ün yanı sıra vahşi aygırlar olan bir Türk dağ atını tanımladığını belirtir. Su efsaneleriyle bağlantılı diğer bir don çeşidi, Kaşgari’nin, mitolojik Yol-Tenri ve Oğuz kahramanı Kayı İnal Han’ın beğendiği siyah beyaz donlu ala ile birlikte anlattığı kır’dır. Kır At efsanesi antik döneme eşittir. İnan tarafından aktarılan epik bir koşukta kozmolojik karakter verilmiş ve dünya yaratıldığında binicisiyle birlikte yeryüzü dışında yaşadığı söylenmiştir. Yaklaşık dokuz-onuncu yıllarda izlerini bulduğumuz Köroğlu’nun epik şiirlerinde Kır At’ın babasının Amu Derya sularından suda yaşayan bir aygır olduğu anlatılır. Zengi, kır donu ikinci en iyi don olarak över (folyo 63, 65, sapid khing) ve hükümdarlara yaraşır olduğunu söyler. Ancak ayak topuklarında (yaban eşeğinde olduğu gibi) siyah lekeler ve sırtında uzun siyah bir çizgi, siyah bir yelesi ve kuyruğu olmalıdır. Bu at gençken sabz khing adıyla anılmış ve hükümdarlara yaraşır bir at olmuştur. Köroğlu, Dadaloğlu gibi kahramanlar, I. Bayezid, II. Mehmed, IV. Murad, II. Osman, II. Selim gibi Sultanlar kır ata binmişlerdir. Osman Hünername’de II. Mehmed’in yeni fethedilmiş İstanbul kentine, neşeli bir şekilde bir kır at üzerinde girdiğini anlatır.
Zengi ayrıca her ikisi de sarımsı kahverengi donlu atlar olan kula ve samanddan da bahseder. Bu atlar da ayrıca uğurlu siyah beneklere, siyah sırt çizgisine, yele ve kuyruğa sahiptirler. Türklerin kula olarak adlandırdıkları samand, Güneş’le bağlantılı olarak görülmüş (Kaşif) ve Osmanlı resimlerinde saltanat dağı olarak temsil edilmiştir. Ancak uğurlu siyah parçaların olmaması halinde samand değersizdir (alma kula, olsa dahi bir pula, Tuhfetü’l-Mülûk, folyo 55). Başkurdistan’da yarı vahşi, sırtı siyah çizgili (Sülgen) sarımsı kahverengi atların, İdil’in sularında bulunan aygırların soyundan geldiği kabul edilir.
Kharmunj’da sözü edilen ancak Zengi (folyo 63) tarafından tanımlanmayan, Osmanlı el yazması Tuhfetü’l-Mülûk’te siyah benekli yeşilimsi bir at olarak sunulmuş ve bir balıkla (hut) karşılaştırılmıştır.
Benekli atlar ayrıca av kuşlarıyla da karşılaştırılmıştır. İbn Bibi, göklerin kartalı takım yıldızıyla karşılaştırdığı hükümdarın kartala benzer (humayi) atıdan da söz eder. Nef’i IV. Murad’ın humayi atlarına işaret eder. Tuhfetü’l-Mülûk (folyo 58) sınıflandırmasına göre, birinci sınıf atlar arasında, yabani tavşan avcı kartalı (tavşancıl) pençelerine benzer şekilde, donunda kırmızı ve beyaz lekeler olan atlar bulunmaktadır. Köroğlu, Dadaloğlu’nun epik şiirlerinde daima benekli atlarla kartallar veya diğer av kuşları karşılaştırılır. Bu ilişki ileride detaylı olarak anlatılacaktır.
5. Ejderha-At 7
Atın en eski mitolojik çağrışımlarından birisi su ile olmuştur. Suda yaşayan at efsaneleri Uzak Doğu’dan Orta Doğu’ya kadar bilinir. Uzak Doğu’da, bana sayın Boyle tarafından aktarılan görüşle, mağara ile Hunlar ve Türkler tarafından yapılan ejderha ibadeti arasında bağlantı kurulabilecek, bir mağara içerisinde yaşayan ejderha mitolojisi mevcuttur. Kuça bölgesiyle ilgi kurulabilen ejdarha aygır mitolojisi ayrıca Hunlar üzerine bazı olayları da kapsar. Kuça bölgesinin atları, küçük ancak uzun yolculuklara dayanıklılıkları itibarıyla Türk atlarına benzemez değildi. Bu olabilir ancak Çin kaynaklarında ejderha aygır mitolojisi, Kul Oba’dan (Bkz. T. Rice, resim 13) Avrupa İskit çalışmalarından esinlenmiş görünüyor. Bu, suda yaşayan atlarla ilgili Helenistik temsillerle doğrudan ilişkilendirilmeyen ejderha giyimli bir figür şeklinde dekore edilmişti. Ku Oba ejderha atının mazgallı omurgası, Orta Asya ve özellikle de Altay ve Sibirya bölgelerinin tutamlı veya mazgallı yeleli at figürlerini anımsatır. Ejderha ve mağara aygırı efsaneleri yalnız Türklerle (Eftalitler, Tu-yü-hun’lar) bağlantılı olan kavimler değil, Türkler tarafından da bilinir. İbn Hurdadbih suda yaşayan bir at efsanesinin Türk versiyonunu aktarır. Kutal’ın Bek Hanedanlığı’nın Rustabak yerleşim bölgesi kapısında, suda yaşayan beklerin nafile yere yakalamaya çalıştıkları, olağanüstü yaratıklardan türemiş aygırların ortaya çıktığı bir göl bulunurmuş. Daha sonraları suda yaşayan veya ejderha aygırlar efsaneler, bu büyülü aygırların genellikle yüksek bir platonun gizemli atmosferi içerisinde aniden ortaya çıkan, fablların ilk örneklerini oluşturan yabani atlar oldukları ortaya çıktı. Kaşgari bunları şöyle tanımlar:
Yaşın atıp yaşnadı
Tuman turup tuşnadı
Öğür alıp okraşır
(makale Öğür)
Zengi (folyolar 69-71) Abbasi halifesinin hizmetine giren Kutal Prensi Ebu Yakub’un hüküm sürdüğü günlerde meydana gelen bir episod anlatır. Semerkant büyükelçisi halifeye başta yaban eşeği görünümlü dona sahip çirkin bir Türk atından, çok çeşitli atların yerini aldığı bir at koleksiyonu sunar. “Dağ atı” (tagi) tabir edilen bu atın, azgın sulara sahip ve babası vahşi aygırlar olan bir göle bağlı evcil kısrakların yavrusu olduğu söylenir. Yarı vahşi midillilerin olağanüstü başarıları, en iyi atlara üstün gelmelerini sağlamıştır. Azgın olduğu söylenen sular ve mineral kaynakları Si-yu-ki ve ejderha efsanelerinin daima anlatıldığı her yerde varolmuştur. Bu yaban eşeği donlu Türk atları tagi daha sonra büyük olasılıkla Orta Asya’nın ejderha atlarından birisi olarak kabul edilmiş olabilir. Ejderha at efsaneleri, yalnız Orta Asya’da değil Orta Doğu’daki Türkler arasında da yaşadı. Bel kemiğinde yaban eşeği benzeri çizgisi olan benekli atlar genellikle suda yaşayan aygırlarla, (örneğin Kır At ve yukarıda zikredilen diğer atlar gibi) ilişkilendirilmiştir. Oğuz kahramanı (Ergin, s, 27) Bamsı Beyrek’in atı Ak-Boz da suda yaşayan bir tay’dı (deniz kulunu). Nef’i Evren (ejderha) atı’ndan bahseder.
On sekizinci yüzyılda dahi Anadolu’nun meşhur âşıklarından Dadaloğlu atını övmektedir. Dadaloğlu’nun tarzı, suda yaşayan atlar efsanesinin unutulduğunu ancak bu şeklin devam ettiğini gösterir:
At kulağın dikmiş de göz süzer
Gövel ördek gibi göllerde yüzer
Çırpındırır yele, ceyrandır tozar
Atın eşkini seldir, yiğite gerek
(Yund, Türk atı)
Profesör Togan’ın Başkurdistan’da boz donlu bel kemiği siyah çizgili tarpan benzeri yarı vahşi, babasının Şülgen’de göl benzeri Ak-Edil’de suda yaşayan at olduğu söylenen at türüyle bağlantılı, suda yaşayan at efsaneleri bulduğu vurgulanmalıdır.
Eski benekli at, Tcheou-you’nun, aynı zamanda bir ejderha olduğu hatırlanacak olursa, ejderha veya suda yaşayan at efsanelerinin, donunda kendine özgü işaretler bulunan yarı vahşi atları gösterdiği şeklinde sonuç çıkarmak mümkün olabilir.
6. Pegasus
Semavi at efsanesi,8 hem Helen mitolojisinde hem de suda yaşayan ejderhanın uçan bir şey olarak da betimlendiği Orta Asya’da, suda yaşayan atlarla ilişkilidir. Eski benekli at, güneş atı Tcheou-you hem bir ejderha hem de bir kuştu. Kuça’nın ejderha-atları, gökyüzünde kağanı taşıyan bir arabaya koşulmuşlardı.
Atların ilk defa cennetle çağrışımı, artarda gelen yılların döngüsü olarak kazandıkları konum itibarıyla gösterdikleri semavi belirtilerle gelmiştir. Eski Türk elyazmalarında semavi kağan “Göktürk” açık bir şekilde hayvan işaretleriyle gösterilmiştir. At ayrıca gök ve yıldız tanrıları olarak da ortaya çıkar. Öte yandan Waley’in ve Petrucci’nin Tun-huang denetimindeki bölgelerde yaptığı araştırmalarda elde ettiği neticeye göre, bu bölgede at hilali bir varlıktır ve kazlar da güneşin iki tekerlekli arabasını çekerler. Ay benzetmesi Kaşgari’yi, atın başındaki beyaz akıtmayı aya benzetme yanlışına düşülmemesi tavsiyesinde bulunduğu bir nükteli bir koşuk yazmaya teşvik etmiştir (makale tüküz). Timurun astroloji kitabı Lubab al-iktiyarat’da açık bir şekilde şeffaf görünümü nedeniyle değişken bir etkisi olan ayın yalnız huzursuzluk ve hareketin tercih edilir bir özellik taşıdığı atlar için uğurlu bir güce sahip olduğu kabul edilir.
Ölümden sonra cennete giden prens ruhu da at binmiş olarak tasvir edilmiştir. İbn Fadlan, İdil Bulgar bölgesinin Türk kağanının aktardığı, at binen ruhların mızrak dövüşçüsü olarak betimlendiği aurora borealis gibi görünen semavi fenomeni aktarmıştır.
Doğu Türkistan bölgesi bilhassa uçan atlar efsaneleri açısından zengindir. Bu bölgede anlatılan göksel atlar, eski Orta Asya’da yeniden ün kazanmışlardır. Kuça kağanı göksel at arabasına önem vermiştir. Bir Uygur resmi, Cahiz’in diz çökmüş midillileri anlattığı bir hikâyesindekini anımsatan, benzer şekilde ona yardımcı olmak için eğilmiş kanatlı iki midilli ile göğe yükselen bir Budist keşişi tasvir eder. Kanatlı at efsaneleri açısından zengin olan bölgeden gelen Kaşgari “kanatlanmak” kelimesi tesadüfi bir benzerlikle at binmek olarak kullanır. Kaşgari ayrıca at binmekten duyulan keyfi kuşmakla benzer kılan birden fazla özlü söz söylemiştir: er atın, kuş kanadın. (cilt I, s, 34)
Gerçekte zarif tarpan tipi vahşi atlar olan uçan atlara dair efsaneler Doğu Türkistan’da halen anlatılmaktadır. Muhtemelen bu efsanelerden kaynaklanan bir nedenle bölgede kuş biçiminde semerler kullanılmaktadır. Türkiye’de de atın hızı bir kuşun uçuşuna benzetilir.
Köroğlu Kır At’ı kuşların sultanı, dans eden kartal (Karakuş oyunlu kır at) olarak övmüştür. İbn Bibi Alaaddin Keykubad’ın atını, kartal takım yıldızlarıyla karşılaştırmıştır. Osmanlı edebiyatında olduğu gibi Oğuz Destanlarında safkan atlar avcıl kuşlara benzetilmişlerdir. Nef’i IV. Murad’ın (kartala benzer) donlu atı humayi’den özellikle bahseder ve diğer atları tavus kuşlarıyla karşılaştırır. Kanatlı tek boynuzlu at bir at olarak gösterilmiştir. (folyo’da şekil 66 v, Tuhfetü’l-Mülûk).
Halen anlatılan Altay efsaneleri arasında çok sayıda göksel at mitolojisi bulunmaktadır. At cennetsel bir figürdür. Ülgen’in aktardığı gibi kutup yıldızına bağlı olan diğer atlar otlar şekilde tasvir edilmiştir. Akşam yıldızı (Çolpan, Osmanlı Türkçesinde Çoban) sürüsü zengin otlaklarda otlayan yol gösteren bir attır. Solbon kamların tuttukları tempoyla birlikte elinde bir yıldız (Harva, s, 96) tutan süvari olarak gösterilir. Zengi Türkmen at yetiştiriciler için çoban kelimesini kullanır.
Johansen’in bana nazik uyarısı Altay kam’ın kurbanlık atı temsil eden bir sırıkla cennete kozmik bir gezi teşebbüsünde bulunduğunu hatırlattı.
II. Tamgalar, Dekorasyonlar ve At Süslemeleri9
Eski Türklerde atlar tamgalarla sembolize edilirdi. Yazılı kaynaklarda ve resimlerde rastlanan tamgalar aşağıda belirtilmiştir. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi adlı eserinin giriş kısmında Oğuz boylarının tamgalarına bir bölüm ayırmıştır. Bunlar arasındaki bir tamga bizim konumuzla ilgilidir: Ala yond denilen siyah ve beyaz benekli atlar yetiştirmekle ünlü Türk boylarında bilinen Alayondlu Oğuz tamgası. Bu tamgaların Ali Yazıcızade’nin Selçukname’sinde şeklinde açık olarak verilmiştir. Bir Sulek süvari atı figüründe yeniden üretilen tamga şeklinde sahiptir. Liu Mau-Tsai’nin T’ang-hui-yao’dan aktardığı Türk at tamgaları şunlardır:
Aşina atı
Ho-lu atı
A-şi-te
Ta-a-şi-te
Pa-yen A-şi-te
En-ki Güney Göktürk atı
Fu-yi-lu Güney Göktürk atı
Güney Göktürk atlarına benzeyen Ki-pi atı
Güney Göktür atlarına benzeyen Hi-ki ya da Uygur atları
Göktürk atlarıyla aynı olan Hu-si atları
Güney çöl atlarına benzeyen Nui-la atları
Bunun da ötesinde, Türkçe runik alfabesi, at sesiyle bağlantılı sesler içermektedir .
Yele ve kuyruk da ayrıca, eski göçmenlerden miras kaldığı anlaşılan bazı özellikler taşımaktadır.10 Geç Han Dönemi’ne ait sanat eserlerinde, kuyrukları kesilmiş ya da düğümlenmiş Asya Hunlarının süvari atlarına rastlanmaktadır. Pazırık halılarındaki büyük atlarda da aynı özellik görülmektedir. Türki dönemde, bütün at tasvirlerinde kuyruklar düğümlüdür. Irk-bitig bu alışkanlığı şöyle ifade etmektedir:
Tığ atın kudrukun tüğüp tiğret,
Yağız kodu…
(Omen 77)
Altın doru atının kuyruğunu bağla ve onu sür,
Kuyruğundaki düğümü çözmeli…
Bu yazıda anlatılmak istenen, atın eğitilmesi için kuyruğunun bağlandığıdır. Talas kitabelerinde ise atın ve kuşun kuyruğu için başka bir ifade göze çarpmaktadır: Taşına, uşına olıtı abadım “Taşına baktım ve kuyruğunu bağlamak için oturdum” (Orkun, cilt II, s. 135). Orkun, okuduğu bu yazıyı, Dede Korkut hikâyelerinde geçen, Bamsı Beyrek’in atının kuyruğunun bağlanması geleneği ile ilişkilendirmektedir (ağ boz atının kuyruğunu kestiler).
Orkun ayrıca, Pazırıklıların cenaze töreninde atların kuyruklarının kesildiği ifade etmektedir. Aynı geleneği Araplar, Hicri 44 yılında Multan Türklerinden görüp, kendileri de uygulamaya başladılar. Bu ikinci örnekte, öldürülen düşmanın atının kuyruğu bir ödül gibi kaldırılmakta ve bir direğe bağlanmaktadır. Kaşgari de “kesme”, yani atın tüylerinin ya da insan saçının kesilmesinden şu şekilde değinmektedir:
Tünle bile bastımız
Teğmen yangak pustumuz
Kesmelerin kestimiz
(mak. kesme)
Geceleyin baskın yaptık
Saklanarak onlara pusu kurduk
Kesmelerini kestik.
Kaşgari ayrıca savaşa başlamadan önce atın kuyruğunun bağlanması alışkanlığını ispatlamaktadır:
Kudruk katı tüğdümüz,
Tenriğ öküş öğdümüz,
Kemşip atı teğdimiz,
Aldap yana kaçtımız.
(mak. kudruk)
Kuyruğu sıkıca düğümledik
Ulu Tanrı’yı övdük
Dizginleri çektik, atları mahmuzladık
Dörtnala gidermiş gibi yaptık
Kaşgari’nin şiirinde betimlenen sahne, Selçuk Türklerinin, Malazgirt Savaşı’nda dua ettikten sonra atlarının kuyruklarını bağlayıp savaşa dalmalarını anlatmaktadır. Yine Kaşgari, beçkem adı verilen, yak öküzü kuyruğu ya da ipekten oluşan, süvari atları ve savaşçıların örtündüğü bir çeşit kuyruk örtüsünden bahsetmektedir:
Beçkem urup atlaka,
Uygurdaki tatlaka
Oğri, yavuz itlaka
Kuşlar gibi uçtimiz.
(mak. beçkem)
Atları beçkemleyip,
Uygur topraklarındaki Barbarlara
Hırsız vahşi itlere
Kuşlar gibi uçarak saldırdık
Oğuz şiirlerinde “hotaz” denilen at gerdanlıklarından bahsedilmektedir (Ergin, s. 24). Raşid Tarihi gibi Osmanlı kaynaklarında bu örtü, Türkçesi “kotaz” olan kelimenin Arapçalaşmış haliyle kutas olarak geçmektedir. Raşid, devleti temsil edenlerin atlarında büyük nişanların bulunduğunu söyler.
Türk süvarilerinde, atların boyunlarında sallanan nişanlar, savaşçıların kafalarına taktığı sorguç ya da kuş tüyleri (Kaşgari’ye göre Türklere has bir işaret, mak. Türkmen) ve atlara takılan metal başlıklar gözlenir. Kaşgari ayrıca, atların boynuna takılan “moncuk” denilen boncuk, mücevher ya da aslan pençelerinden söz etmektedir. Moncuk kelimesi, İbn Bibi tarafından hükümdarlık standartlarını belirtmek üzere kullanılmıştır.
Türk süvarileri aynı zamanda zırhlıydılar. Kül Tigin’in mezarında, ancak yüz tane okun zırhını parçalamasından sonra yenik düşen kedimli at (haşeli at) zikredilmektedir. Uygur süvari atları, Pazırık kurbanlık atları gibi maske giyerlerdi. (Ettinghausen, ill.10)
At kuyruğu bir amblem olarak kullanılıyordu. Öte yandan Kaşgari, at kuyruğundan değil, ipekten yapılmış turuncu bayrağın hükümranlık gücünün alameti olduğunu söyler. Dokuz, yedi ve beş tuğ hükümdarların derecesini gösteriyordu. Profesör Gazimihal’in çalışmaları, Hakanlı tuğunun, (Osmanlılarda felek), üzerine müzik enstrümanlarının takıldığı at kuyruğu olduğunu ortaya koymuştur. Aslında, Kaşgari, tuğun sallanmasıyla ordunun hareket ettiğini ifade etmektedir (tuğum tikip uruldu, cilt I, s. 195). Ancak daha sonraki Selçuklu, Osmanlı, Akkoyunlu dönemlerine ait tarihi kayıtlarda, at kuyruğu standartları perçem, çalış ya da tuğ olarak geçmektedir. Osmanlı sultanları altı ya da yedi tuğ taşırken, paşalar rütbelerine göre daha azını taşırlardı. Savaş zamanında, sultanın tuğlarından ikisi dini bir törenle sarayın kapısına asılırdı. İki tuğ ordunun önünde gider, diğerleri de sultanın emriyle onları takip ederdi.
Bükülmüş yele, Kul-Oba ejderha-at motiflerinde görülen diğer bir özelliği oluşturmaktadır. Pazırık’ta resmedilen atta da bir üç bükümlü yele vardır. Ancak buruda bükümler çeşitli renklerdedir. Hunlarda yele kıllarını çantalarda saklama geleneği vardı. Üç bükümlü yeleler Altay, Sibirya ve Doğu Türkistan atlarına ait resimlerde sıklıkla görülmektedir. Bu, Sulek ve Altay gibi Kuzey Türklerine ait taş yazıtlarının tamamında tek tip olarak görülür. Üç bükümlü yele, Pazırık Dönemi’nden başlayıp, Türk Dönemi’nde, Altay, Sibirya ve Doğu Türkistan Türklerinde devam eden yerel bir gelenek olarak görülebilir. Türk kitabeleri ile birlikte bulunan bir hazinenin içindeki Nagy-Szent-Miklos kabının üzerindeki at resimlerinin de kümelenmiş yele taşıdıkları görülmektedir. Bu gelenek, Anadolu Türklerinin atlarında ve Zelenin’in gözlemlediği gibi Altay Türklerinin kurbanlık atlarında da görülmektedir. Kümeli yeleler, aynı zamanda Asya’nın iki zıt ucu olan Çin ve İran’daki at tasvirlerinde de görülür. Kümeli yelelerin buralarda bulunması, çok daha sıklıkla görüldüğü Orta Asya’nın etkisine bağlanabilir.
Dostları ilə paylaş: |