ORTADOĞU’DAKİ ÖZGÜRLÜK SORUNUNUN BATI VE İSLAM SİYASET FELSEFESİ TEMELİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ
Demet Konur & Salih Toprak
Özet
Hak, özgürlük eşitlik gibi kavramların insan zihninde bir anlam bulması ve onun pratik hayatta hayata kavuşabilmesi için bu kavramlara dair felsefenin arka planının toplumun düşünsel tarihinde oluşmuş olması gerekmektedir. Kavramların anlamları içinde doğdukları toplumsal yapılara göre farklılık arz edebilmektedir. Özgürlük kavramı örneğinde konu ele alındığında özgürlüğün anlamlandırılması veya özgürlük probleminin ele alınması toplumsal yapılar ve gereksinimlere göre farklılık gösterecektir. Batı dünyasındaki felsefi tartışmalarla biçimlenen ve günümüzdeki genel karakterini kazanan özgürlük kavramı veya özgürlük sorunsalının dünyadaki diğer tüm toplumsal koşullar için genellenmesi özellikle Ortadoğu özelinde bir takım algı ve değerlendirme problemlerine yol açmaktadır. Buradan hareketle günümüzdeki özgürlük kavramının anlamının oluşması bağlamında Batı düşüncesindeki ana hatların ele alınması gerekmektedir. Bundan sonra ise kavram Ortadoğu özelinde değerlendirilebilir.
1.Giriş
Bir sorunu en iyi anlamanın yolu elbette onu çözümlemekten geçmektedir. Aynı biçimde bir kavramı en iyi anlamanın yolu da kuşkusuz altında yatan sebepleri, kökenlerini, sınırlarını kavramaktan yani onu çözümlemekten geçmektedir. Bu düşünceden hareketle Ortadoğu’daki özgürlük anlayışının temellerine inecek olursak kuşkusuz İslam siyaset felsefesindeki düşünürlerin özgürlükten ne anladıklarına değinmemiz gerekmektedir.
İslam felsefesi 9 ile 12. Yüzyılları arasında insanlık tarihine birçok eser katmıştır. İslam felsefesini tek başına ele almak onu kısıtlamak olur çünkü İslam felsefesi Yunan ile Avrupa arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Yani İslam felsefesi Yunan ve diğer uygarlıklarla bir etkileşim içerisinde olmuştur. Bu etkileşim en fazla Rönesans dediğimiz dönemde gerçekleşmiştir. Rönesans aslında uygarlıkların kaynaşması demektir. Bu noktada Batı felsefesi temsilcilerine de yer vermemizi gerektiren bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. Nitekim Batı felsefesinden bağımsız bir İslam felsefesi tarihi düşünülememektedir.1 Kavramsal bağlamda üzerinde oldukça farklı tartışmaların gerçekleştiği ve düşüncelerin ifade edildiği “özgürlük” ilk çağlardan günümüze felsefi bağlamda önemli bir problem alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
2.Batı’da Özgürlük Sorunsalının Temellendirilmesi
Felsefenin doğuşu kabul edilen Yunan topraklarından yola çıkarak özgürlük anlayışlarının farklı ifadelerine yer verecek olursak ilk olarak Platon her ne olursa olsun varlık âlemindeki her bir şeyin iyi veya kötü olarak yargılanması gerektiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede ona göre iyinin formu etik olarak değerlendirilmektedir.2 İnsanın iyi ile kötü arasında etik olanı tercih etmesi dolayısıyla bu ayrımı yapabilecek algısal alanının genişliği ve kararlarını etik olanın dairesi içerisinde verebilmesi özgür bir eylemin gerçekleşmesi olarak nitelendirilir. Bu çerçevede özgürlük etik olanın yapılması ya da etik ile bağlantılı bir boyutta ele alınmaktadır. Sokrates’in kendi geleceği hakkında vermiş olduğu kararın ahlakilik boyutu ne kadar tartışma götürmez bir durumsa bu kararın özgürlük boyutu da o kadar tartışma götürmez bir yapıya sahiptir.
Bu düşünceler çerçevesinde ilkçağda özellikle Atina şehir devletindeki özgürlük anlayışını irdelediğimizde yurttaşlık kavramı bağlamında siyasal katılımın belirlendiği görülmektedir. Özgür yurttaşlar site devletinin yönetiminde söz sahibi olabilen insanlardır.3 Burada özgür insan kendisi için neyin iyi veya kötü olabileceğine karar verebilme kabiliyetinde ve de imkânında olan insanlardır. Böylece özgürlük herkes için kullanılabilecek bir durum değildir. Bu durum günümüze kadar gelen ve kabul gören bir tutumdur.
Kişinin eylemlerinde, düşüncesinde, inançlarında herhangi bir kısıtlama olmaması anlamından ziyade özgürlük Platon için kişinin her istek ve arzusunun peşinden gitmesi ve bunların kölesi olması değil, kişinin iyi idesinin peşinden gidip yaşamını da iyi idesine uygun olarak düzenlemesi anlamına gelmektedir.4 İstisnasız tüm insanların böyle bir bilgeliğe yahut iyi idesine ulaşabilmesine Platon’a göre imkân da yoktur. Bu durum özgürlüğün herkes için evrensel olarak nitelendirilen bir hak olmasının önüne geçmektedir. Bu idealist bir yaklaşımdır. Dönemin bir diğer önemli düşünürü olan Aristoteles’te de Özgürlük kavramı yine bireysel bilinç temelli olarak bulunmaktadır. Ona göre bir insanın özgür olabilmesi için öncelikle eyleminin temelinde kendi rızasının yatması gerekmektedir. Bu doğrultuda başka bir insan için değil de kendisi için eyleyebilen insan özgür eylemi gerçekleştirmiş olur.5 Bu minvalde özgürlüğün temelinde bireyin bağımlı olmaması yatmaktadır. Özgürlüğün tüm insanlar için düşünülebilmesi aynı zamanda toplumsal ve siyasal düzen bağlamında bir insanın hiçbir biçimde başka bir insana bağımlı olmadığı bir yapıyı zorunlu kılar. Böyle bir yapının olmadığı bir siyasal sistem içerisinde herkesin özgür irade ile davranış sergilemesi veya herkese aynı özgürlüklerin verilmesi onun deyimi ile çoğunluğun tiranlığı, cahillerin yönetimi dediği durumun, erdemsiz toplumun ortaya çıkmasını sağlar.
Aristoteles’te Özgürlük sorumluluğu da beraberinde getirmektedir. Her insanın özgür bir iradeye sahip olmadığı düşünüldüğünde bu insanların yapmış olduğu eylemlerden sorumlu tutulması gibi bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla üzerinde herhangi bir baskı veya zorunluluk hissedilmeden kişinin kendi iradesiyle yapmış olduğu davranışlar özgür davranıştır ki bunun karşısında belirli zorunluluklar ile yapılan davranışlar sorumluluk taşıyan davranışlar değildir.
Özgürlük kavramı Roma Siyasi düşüncesine geldiğimizde Cicero ile Aristoteles ve Platon düşüncesine paralel olarak gelişmeye devam etmiştir. Cicero özgürlüğü yükümlülükler boyutunda ele almıştır. Ona göre yaşamın hiçbir kısmı yükümlülüklerden bağımsız olamaz ve yanlış yapılan her şey bu yükümlülüklerin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır.6 Kendisine yükümlülük verilen birey aynı zamanda bir takım sorumlulukları da üstlenmiştir. Bu sorumlulukları yerine getirebilmesindeki temel koşut özgür eyleyebilme kabiliyetine muktedir olmasından geçmektedir. Yine burada da kişinin bu sorumlulukları alabilecek mahiyette olmasına dikkat çekilmiştir.
Yani akıl ve akıl sahibi insanların sorumlu hareket etmesi bağlamında ilkçağ düşüncesinde ele alınan özgürlük kavramı ortaçağda dinsel içerik kazanarak dönüşüm geçirmiştir. İyi ve erdem tanrısal buyruklar ile gerçekleşen olgulara dönüştüğünde Augustinus tanrının emirlerinin yerine getirilerek özgür bir yaşamın gerçekleştirileceğini ifade etmektedir. Ona göre ilk günah insanın tercih yapabilme özgürlüğünü elinden almıştır. İnsan bu günahtan önce cennette tanrının buyruklarına uyarak özgürce eyleyen bir varlıktı, günahın işlenmesi insanı asıl kişiliğinden uzaklaştırdı ve tanrısal olanla bağlantısını yok etti. Ona göre ilk günah kalıtımsal yolla diğer insan nesline de sirayet etti böylece insan kendi başına iyi ve doğru olanı tercih etme yeteneğini kaybetti ve tanrının inayeti ve onun buyruklarına uymadan yeniden özgür ve mükemmel bir varlık olması mümkün değildir.7 Özgürlük bireysel arzu ve isteklerden arınmış, tamamen iyinin (tanrının) bilgisine sahip olan insanın yapıp etmelerinde ortaya çıkan bir durum olarak nitelendirilmektedir. Bu çerçevede ortaçağ düşüncesinde hiçbir insanın tam anlamıyla özgürlüğe sahip olması diye bir durumun olmadığı görülmektedir. Çünkü özgürlük salt anlamda ilk günah öncesi durum için geçerli görünmektedir. Diğer taraftan salt özgürlükten ziyade tanrının inayeti ve onun buyruklarına insanların uyma düzeyleri onların özgürlük seviyelerini de arttıracaktır. Böylece iman ya da takva düzeyine paralel bir özgürlük düzeyi artışı söz konusudur.
Özgürlük kavramı çerçevesinde ortaçağ sonrasında yani dinin tesirinden kurtulma ve Grek felsefesine dönüşün yaşandığı dönemden bir düşünür olan Machiavelli’ye gelindiğinde geleneksel erdem ve iyi anlayışlarının, siyaset felsefesinin dönüşümüne paralel olarak özgürlüğün mahiyetinin de dönüştüğü görülmektedir. Özgürlük onun için sonsuza dek genişleyebilen bir amaçtır. Bu amaç peşinde insanlar koşmakta ve genişletebildikleri yere kadar genişletmektedirler. Bunu yaparken akıllarını kullanmaktadırlar. İnsanlar daha güvenli bir hayat yaşamak için özgürlüğü arzu ederler. Özgürlüğü sürdürmek gerektiğinde onun için savaşa gitmeyi de içerebilir.8 Özgürlük toplumun geneline yayılabilecek bir durum değildir. Machiavelli toplumu ikiye ayırmaktadır. Bir yanda talihin belirlediği yani irade dışı olgularla kaderleri belirlenen insanlar “kitleler” diğer yanda ise kendi talihlerini belirleme konusunda akıllarını kullanan insanlar. İşte akıllarını kullanan insanlar kendi hareket alanlarını geliştirmek için sürekli çevreyi ve diğer insanları düzenlerler ve böylece aslında rahatça eyleyebilecekleri alanda gelişmiş olur. Ona göre en özgür birey tiran ya da diktatördür. Çünkü o bir yasa ile sınırlandırılmamıştır. Kitleler özgürlüğün asgari düzeyine sahip olma ile yetinebilecek bir yapıya sahiptirler. Çünkü onlar kendi durumlarını muhakeme edebilecek akla, yeteneğe sahip değildirler, korkak ve ürkektirler. Böylece özgür eylem özgürlüğü arzu edenin sahip olabileceği ve gerçekleştirebileceği bir şeydir. Bu çerçevede özgürlük günümüzdeki anlamıyla sınırları belirli olmayan bir noktada Machiavelli ile karşımıza çıkmaktadır. Fakat yine özgürlüğün temeli onu kullanmayı, onun değerini bilmeyi başka bir deyişle akıl ve muhakeme yeteneğine sahip olmayı gerekli kılmaktadır.
Hobbes’a gelindiğinde özgürlük herkes için bireysel bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Ona göre özgürlük engelleme olmaması anlamına gelmektedir. Ki bu da günümüzde özgürlük denilince ilk akıllara gelen tanımdır. Özgür ve özgürlük kelimelerinin varlıklar dışında bir şeye uygulandığında yanlış anlaşıldığını ifade eden Hobbes bu konuyu özgürce konuşma çerçevesinde açıklamaktadır. Özgürce konuştuğumuzda sözün veya konuşmanın özgürlüğünden bahsedilmediğini konuşanın yasal bir zorunluluk veya kısıtlama ile eylemini gerçekleştirmiş olması veya olmamasının temel olduğunu ifade etmektedir. Kişi yapmak istediğini kendi iradesiyle yaparken bir engelle karşılaşmaz ise özgür olur. Bu çerçevede Korku ve özgürlük birbiri ile tutarlıdır. Kişi akılsal çıkarımla bir şeyden korkuyor ise ve bu korkuyu azaltmak istiyorsa bunu yapmaya yönelik eylemi özgür bir eylem olarak nitelendirilir. Eylemi yapma zorunluluğunun oluşması durumunda insanın eylemi gerçekleştirmesi özgür bir eylem olarak nitelendirilebilir. Burada insan zorunluluğu akılsal olarak fark etmiş ve kendi iradesiyle buna uymayı tercih etmiştir. Böylece yasaya uymak özgür bir eylem gerçekleştirmek anlamına gelmektedir. O kendinden önceki düşünürlerin övdüğü özgürlüğün tek tek bireylerin sahip olduğu özgürlük değil egemenin özgürlüğü olduğunu ifade etmektedir.9 Böylece bireyler siyasal bir yapının altında özgürce yaşayabileceklerdir. Yasalara uymak kaynaklı bu özgürlükte yasayı ihlal eden egemenin ne hakla olursa olsun bireyde müdahale edemeyeceği bir özgürlük alanı vardır ki o da var olma özgürlüğüdür. Hobbes yasalara uymayı özgürlüğün temeline koyarken bireysel var oluşu, yaşam hakkını en temel özgürlük olarak belirlemekte ve birey temelli özgürlük anlayışının gelişimine zemin hazırlamaktadır.
Günümüzdeki özgürlük anlayışına paralel bir başka bakış açısından Locke’a gelindiğinde özgürlük bireyin kendisi dışında gelişen ve keyfi hiçbir baskıya maruz kalmaksızın davranabilmesi ve hareket edebilmesini içermektedir. Böylece özgürlüğün alanı bireyin bu etkilere maruz kalmadığı sınırlar tarafından belirlenmektedir.10 Locke doğal özgürlük ve toplumsal özgürlük ayrımı yapmaktadır. İnsanın tamamen doğa yasasına tabi olması durumunu doğal özgürlük olarak nitelendirirken, toplum içerisinde bir uzlaşıyla kurulmuş yasalar çerçevesinde belirlenmiş olan temel hakların oluştuğu özgürlük alanını toplumsal özgürlük alanı olarak belirlemektedir. Bu çerçevede özgürlük insanın her istediğini yapması olarak değerlendirilmez.11 Ona göre doğal durumda insanlar eşit ve özgürdürler fakat doğa yasalarına aykırı hareket etmek kaynaklı ortaya çıkan kargaşa durumu onların özgürlüklerini ve mülkiyetlerini korumak amacıyla siyasal bir yapı yani toplumu kurmalarını zorunlu hale getirmiştir. Siyasal toplumun amacı bu çerçevede insanların mülkiyetlerini ve özgürlüklerini korumak olacaktır. Bu ancak yasa ile söz konusu olabilir. Dolayısıyla yasalara uygun olarak hareket etmek insanları eylemlerinde özgür kılacaktır. Yasalar her bir bireyin özgürlüğünü teminat altına almaktadır. Dolayısıyla yasalar sadece bireyi değil devleti, egemeni de kapsamaktadır. Böylece devlete karşı bireyin özgürlükleri korunmaktadır. Bu durum devletin sınırlı bir yapıya veya güce sahip olması anlamına gelmektedir.
Batı siyaset felsefesi içerisinde özgürlük hakkında ifade edilen görüşler daha da çeşitlendirilebilir. Fakat düşüncenin gelişim cizgisi bu günkü özgürlük anlayışının temelini oluşturmaktadır. İlk çağda Batıda özgürlük bireysel temelde irdelenirken Ortaçağlarda özgürlük tanrının müsaade ettiği sınırlar içerisinde kalmış ve Aydınlanma dönemi ile birlikte dinin etkisinin azalmasıyla özgürlük yine bireysel temelde irdelenmeye başlanmış ve bu günkü anlam ve kavrayışa ulaşmıştır.
3.Ortadoğu’da Özgürlük Düşüncesi Hakkında Bazı Görüşler
Ortadoğu’da özgürlük düşüncesinin tartışılması, İslamiyet’ten bağımsız olarak gerçekleşmiş felsefi bir etkinlik olarak değerlendirilemez. Ortadoğu pek çok farklı uygarlığa beşiklik yapmış bir coğrafya olarak değerlendirildiğinde bu coğrafyada toplumların, toplumsal yapıların ayakta kalabilmesinde temel olan unsur genelde bireysel varlığın toplumsal ve devletsel bütünlüğe tercih edilmiş olması olarak görünmektedir. Bu durum tarihsel olarak insan ve topluma bakış acısını belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam medeniyetinin bu coğrafyada hakim olması ile de bu gelenek devam etmiş ve dinsel bağlamda da meşrulaştırılmıştır. İslam dini toplumsal dayanışmaya son derece önem veren bir dindir. Dayanışma ve yardımlaşmanın dinsel buyruklarla desteklenmesi, insanların bir birlerine karşı sorumluluklarının öncelenmesi ve bunların tanrısal buyruklar olarak ortaya konulması bireyselliğin ve bireysel temelde özgürlük anlayışının Batı dünyasındakinden farklı bir boyutta ortaya çıkmasına ya da ikinci planda kalmasına yol açmıştır.
Özgürlük düşüncesinin dinsel bağlamda açıklanması açısından Gazali’nin düşüncelerine bakacak olursak; insan irade sahibi toplum içinde yaşayan ve içinde yaşadığı topluma karşı sorumlulukları olan bir varlıktır. Topluma karşı davranışlar sergilemesi onun özgür olup olmamasıyla alakalıdır. Topluma karşı sorumlu olan birey aynı zamanda Allah’a karşı da sorumludur. Yine İslam felsefesi içerisinde inancı, insanları ele alan ve sorgulayan bir kesim olarak kelamcıların değindiği ve üzerinde durdukları özgürlük probleminde beş başlık görmekteyiz.12 Mutezili kelamcılar insan özgürlüğüne ilişkin görüşlerini beş temel ilkelerinden biri olan adalet ilkesi çerçevesinde ele almışlardır. Eş’ari kelamcılar konuyu genelde Allah’ın sıfatları özelde ilahi irade ve kudret bağlamında değerlendirmişlerdir. Ebu Mansur el-Maturidi ise irade özgürlüğü konusunu kaza ve kader konusu içinde fiillerin yaratılması başlığı altında tartışmıştır. Bir Eş’ari kelamcısı olan Gazâli de konuyu, Allah’ın kudret ve irade sıfatları başlığı altında ele almaktadır.13 Özgürlük aslında her hangi bir dış etki altında kalmaksızın kendi istek, arzu ve davranışlarını ifade etme özgürlüğüdür. Gazali, insan eylemlerini yaparken yaratıcının emir ve yasaklarını göz önünde bulundurması onun eylemlerini ya da özgürlüğü kısıtlanmış olur mu? Sorusu üzerinde durmuş ve insan irade sahibi bir varlık olduğu için yaratıcı insana bütün olanakları sunmakta ve insan bu sunulan olanakların nasıl ve ne şekilde yapma konusunda özgür bırakılmaktadır cevabını vermiştir.14
İslam dünyasında özgürlük problemini ele alan bir diğer düşünür İbn Sinadır. İbn Sina özgürlük problemini ele alırken iradeden bahsetmektedir. Ona göre iki irade vardır.
-
Külli İrade,
-
Cüzi İrade.
Külli İrade: Allah’ın yukarda belirtilen sonsuz gücüne, dünya ve evrendeki düzenin kaynağına denir. Cüzi İrade: Allah’ın insanlara vermiş olduğu küçük iradedir. 15 Bütün her şeye gücü yeten Allah her şeyi yaratmış ve iyinin ve kötünün ne olduğunu insanlara bildirmiştir. Bunun yanında insana bu iyiyi ve kötüyü ayırt etmesi için bir de irade vermiştir. İyiyi ve kötüyü ayırt etmesi iradeyle yani bilinçle olacağından insanın eylemlerini o yönde şekillendirmesi istenmiştir. Yani insan bu noktada neyi seçip seçmemesi konusunda özgür bırakılmıştır. Yani insanın kötü karşısında iyiyi seçmesi onun cüzi iradesiyle ilgilidir.
16
İyilik ve kötülük aslında insan eylemiyle seçilebilen iki unsurdur. Tanrı’nın insanı seçmede özgür bırakma eylemidir. Tanrı kötü değildir, yani kötülüğün kaynağı Tanrı değildir; kötülük, bil-fiil varlıkların kendini kendilerini oluşturmalarının, daha açık bir ifadeyle seçme özgürlüğüne sahip olmalarının bir sonucudur.17
İslam felsefesine genel anlamda baktığımızda bireysel bir iradenin olduğunu ve insanın yapmış olduğu ve yapacağı eylemlerden kendisinin sorumlu olduğunu anlamaktayız. Burada önemli olan şey bilinç ve iradenin yerinde kullanılmasıdır. Yani din, toplum, örf, adet, gelenek ve görenek ne olursa olsun insan eylemlerinde özgürdür çünkü iradesi vardır.
Bir diğer düşünür olan Farabi’de de külli ve cüz’i irade kavramları çerçevesinde geliştirilen bir özgürlük anlayışıyla karşılaşmaktayız. ‘Allah âlemi yaratmada, muhafaza etmede ve yönetmede özgürlüğe sahiptir.’ Fakat bu, Allah’ın insanların iradesi üzerinde de dayatması vardır anlamına gelmemektedir. Kuran’da ‘Ve eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet kılardı. Fakat O, dilediğini (doğuştan bütün insanlar dalâlette olduğundan Allah’a ulaşmayı dilemeyeni, Allah kendisine ulaştırmaz, böylece onu) dalâlette bırakır. Ve dilediğini (Allah›a ulaşmayı dileyeni) hidayete erdirir (verdiği söz gereğince, kefaleti sebebiyle kendisine ulaştırır). Ve elbette yaptıklarınızdan (yapmış olduğunuz amellerinizden) sorgulanacaksınız.’ Burada yaptıklarınızdan sorgulanmanın belirtilmesi insanın davranışlarındaki sorumluluğa işaret eder, sorumluluk da akıl ve irade ile doğrudan ilişkilidir denebilir.18 Bu da bizi insanın sorumluluk alma noktasındaki Yunan düşüncesine götürmektedir.
Bunun yanı sıra Farabi’ye göre insan eylemlerinde özgürlük yoktur çünkü insan eylemlerini tanrı yönlendirmekte ve tanrıya bu sayede itaatkâr olmaktadırlar. Eğer insanların bütün eylemlerine tanrı müdahale ediyorsa insan bu durumda sorumlu tutulamaz ve özgür olduğu da söylenemez. Farabi’ye göre insan iradesini tam anlamıyla kullanabilmek için sadece ona sahip olmakla yetinemez. İradeyi kullanabilmek için her şeyden önce bir nesne gerekmektedir. Bu nesne de irade edecek insan tarafından arzu edilebilir bir nitelik taşımak durumundadır. Duygu, tahayyül veya düşünme; duyulan, tahayyül edilen veya düşünülen veya bilinen şeyle ilgili bir arzu kendileriyle birlikte bulunmadıkça fiillerini kendi başlarına yapmakta yeterli değildirler. Zira irade, idrak edilen şeye arzu kuvvetiyle yönelmedir. Bu yönelme esnasında insanın eylemlerine doğrudan etki eden bir harici kuvvetin Farabi felsefesinde yeri yoktur. Ancak Farabi, mutlak özgürlük anlayışını da savunmaz. Ona göre insanın eylemleri her ne kadar dış etkenlerce belirlenmese de, hiçbir zaman için dış etkenlerden de bağımsız olamaz. Ona göre insan eylemlerinin altında yatan bir sebep mutlaka vardır. İnsan bu etkenler çerçevesinde eylemlerini hür iradesiyle seçer ve yapar.19
4.Sonuç
Özgürlüğün Batı felsefesinde bireysel bilinç temelli olduğunu aynı zamanda bireyin eylemlerini gerçekleştirirken kendi rızasıyla eylemesi ve bu eylemlerinin sorumluluğunu da alması gerektiği temelini İslam düşünürlerinde de görmekteyiz. İslam düşünürlerinde de özgürlük, Tanrı’nın emirleriyle hareket eden bireyin kendisine Tanrı tarafından verilen irade ile seçim yapabilmesi ile temellendirilmektedir. İslam düşünürleriyle paralel Ortaçağ Hıristiyan düşünürlerinin Tanrı buyrukları altındaki insanın özgürlüğü anlayışının Rönesans’tan itibaren yerini yine bilinçli bireylerin merkeze alınıp geliştirildiği bir özgürlük anlayışına bıraktığı söylenebilir. Aydınlanma ile ortaya çıkan özgürlük anlayışı tanrısal sorumluluğu aşarak bireysel sorumluluk temelinde değerlendirilmeye başlanmıştır. Batı’daki bu dönüşümün Ortadoğu’da tam anlamıyla görülmediği ifade edilebilinir.
Batı aydınlanmasına benzer bir aydınlanmanın Ortadoğu’da gerçekleşmemiş olması özgürlük düşüncesinin evriminin aynı biçimde ortaya çıkmamasına yol açmıştır. Burada özellikle dinsel, siyasal ve toplumsal dinamiklerdeki ayrılık bu ayniliğin oluşmamasına sebebiyet vermektedir.
Bu günkü durumda Ortadoğu’da bulunan ülkelerin vatandaşları için düşündükleri veya imkan tanıdıkları özgürlüğün Batı ülkelerindekilerle ile benzer olmamasının sebebi kavramın düşünsel evriminin farklı seyir ve mahiyette gerçekleşmiş olmasıdır. Ortadoğu İslam düşüncesinde bireysel temelde ifade edilen özgürlüğün gerçekte bireyin cüzzi iradesiyle kullanılan bir olgu olarak tanımlanması aslında tan anlamıyla insanın özgürlüğü kullanma noktasında tanrısal buyruklar karşısında aciz durumda olması anlamına gelmektedir. Böylece tanrı her zaman öncelenen konumunu korumaktadır. Rasyonalite temelinde durum değerlendirildiğinde insan rasyonel davranışlar sergileyebilen bir varlık olarak kabul edilse de insanın sahip olduğu tüm yetiler “cüzzi” temelde değerlendirilir ve her zaman daha üstün bir otorite “Tanrı” her şeyin daha iyisini bilendir. Bu bakış acısı dinsel buyruklarla ifade edilen şeylerin insanın rasyonel düşüncesini her zaman aşacağı anlamına gelir. Böylece eylemlerde özgürlük bireysel anlamda tanrı buyruklarına ya da tanrı buyruğu olarak ifade edilen şeyler temelinde hareket etmeyi gerektirir. Bu gün Ortadoğu’da yaşayan insanların özgür eylem bağlamında karşılaştıkları temel problem budur.
Batı dünyası aydınlanma ile birlikte tanrısal buyrukların ötesine geçmeyi başarmış ve böylece insan aklını temele almıştır. Bireyin rasyonalite temelinde kullandığı akılsallık “cüzzi” olarak değerlendirilmez ki bunun anlamı bireyin durumu yorumlaması, anlamlandırması dolayısıyla kullandığı özgürlüğü ve davranışlarından sorumluluğu tamamen kendine aittir. Bu noktada tanrısal buyruklar farklı ifadelere sahip olsa da rasyonel akıl bu buyruklardan daha öndedir. Böylece birey kendi eyleminin sorumluluğunu tamamen almak durumundadır. Özgürlüğün sınırları dinsel buyruklarla değil kolektif rasyonalite temelinde belirlenir ve bireylerin bunlara uymaları yine rasyonalite temelinde sağlanır. Bu tamamen birey temelli bir özgürlük anlayışını ortaya çıkartır.
Özgürlüğün bireysel temeldeki algılanması bağlamında Batı özgürlük anlayışı ve buna bağlı olarak kurulan hukuksal, toplumsal sistemler ile Ortadoğu’da var olan hukuksal, toplumsal sistemler arasında farklılıklar oluşmaktadır. Dinsel buyrukların yorumu bağlamında özgürlüğün sınırları çizildiğinde dinsel yorum zenginliği içinde Ortadoğu’da özgürlük Batı’dakinden çok farklı biçimlerde anlamlandırılabilmektedir.
Diğer taraftan siyasal, ekonomik ve demografik koşulların da özgürlük düşüncesinin değerlendirilmesinde çok önemli belirleyenler olarak göz önünde tutulması gerekmektedir. Montesquieu yasların ruhunda her toplumun kendine ait bir ruhu olduğunu ifade etmektedir. Bu ruh o toplumun bulunduğu özel koşullar tarafından tarihsel süreç içinde oluşmaktadır. Toplumlarda hakim olan kanunların o toplumun ruhuna uygun olması gerekmektedir. Bu ruh o toplumların yönetim biçimlerini de belirlemektedir. Böylece demokratik bir ruha sahip olmayan toplumda demokrasinin hakim kılınmaya çalışılması çok kısa bir süre sonra o toplumda tiranlığın ortaya çıkması ile sonuçlanabilir. Böylece kavramlar içinde yeşerdiği toplumsal durumlara göre anlamlanmakta ve özelde özgürlük probleminin, problemin tartışıldığı ülke koşullarında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bugün Ortadoğu dünyada hakim olan bireysel özgürlük kriterleri çerçevesinde değerlendirildiğinde çoğu ülke nazarında geride kalabilir. Fakat evrensel olarak nitelendirilen özgürlük kıstaslarının bu ülkelerin özel koşulları temelinde ele alınması gerekmektedir. Neticede bireysel temelde insan hak ve özgürlükleri, insanca yaşamayı temel alsa da bu özgürlüklerin tanımlanan imkanlarını oluşturmak için siyasal, toplumsal kavrayış zeminine sahip olması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Adil Çağlar, İbni Sina Felsefesinde Ahlak, M.Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı 6, 1994.
Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 2: Sofistlerden Platon’a, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006.
Atilla Yayla, Liberalizm, Liberte Yayınları, Ankara, 2008.
Batıya Yön Veren Metinler, 1133.
Cicero, Yükümlülükler Üzerine, Çev., Cengiz Çevik, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2013.
Donald Tannenbaum, David Schults, Siyasi Düşünce Tarihi Filozoflar ve Fikirleri, Adres Yayınları, Ankara 2011.
Eyüp Şahin, İslâm Felsefesi Geleneğinde Özgürlük Düşüncesi Üzerine, Kelam Araştırmaları 7: 1 (Ocak 2009).
Ferhat Ağırman, Fatma Ruveyda Özdemir, İslam Düşüncesinde İrade Problemi, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 13, 2012.
Hasan Ocak, Farabi Felsefesinde Bazı İlahi Sıfatların Hürriyet Problemi Açısından Analizi, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011/1, c. 10, sayı: 19.
Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru, Ülken Yayınları, İstanbul, 1976.
John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, Babil Yayınları, Ankara, 2004.
Kaan H. Ökten, Aristoteles, Say Yayınları, İstanbul 2007.
Kevser Çelik, Kötülüğün Felsefesi: Felsefi Tecrübede Kötülük Sorunu Ve Kötülüğü Haklılaştırma Olarak Teodise, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl 2, Sayı 6, 2014.
Oktay Uygun, Demokrasinin Tarihsel, Felsefi ve Ahlaki Boyutları, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2003.
Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, Cilt 5, İstanbul, 2012.
Rabiye Çetin,
Gazali’de İnsan Özgürlüğü, Dini Araştırmalar, Cilt: 14, Sayı: 39, 2011.
Thomas Hobbes,
Leviathan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.