Irak lideri Saddam Hüseyin, İran’da devrimin başlangıç aşamasındaki kargaşa ve dağınıklıktan ve yeni İran yönetiminin Batılı hükümetler nezdindeki itibarının olmamasını fırsat bilerek, özellikle Amerika’nın teşviki ile bu durumdan istifade edip avantaj sağlamaya karar verdi. Devrim sırasında, Şah’ın gurur kaynağı olan ordusu gücünü yitirmişti. Saddam, Şah zamanından beri Irak’ın üzerinde hak iddia ettiği Şattü’l-Arap bölgesini ele geçirerek, Irak’ın Basra Körfezi’ne (Kenger Körfezi) açılımını genişletme arzusu taşıyordu. Huzistan, Arap nüfusunun yanı sıra, aynı zamanda zengin petrol yataklarına sahipti. Batılı ülke ve çok uluslu şirketlerin gözü hep bu bölgede olmuştur. Gerçi günümüzde de değişen bir şey yoktur. Ebu-Musa, Büyük ve Küçük Tomb adaları da hedef haline gelmişti. Batılı ülkeler, Saddam Hüseyin’i ikna ederek, ani ve baskın bir saldırı ile başkent Tahran’a üç gün içerisinde ulaşmayı öngördükleri bir planı uygulamaya inandırdılar. Irak ordusu, 22 Eylül 1980’de savaşı başlatarak Huzistan’a girdi. Saldırı, bu plandan haberdar olmayan başta İran devrim yönetimi ve dünya ülkeleri tarafından şaşkınlıkla karşılandı. Irak’ın İran’a saldırmaya teşvik edilmesinin ana nedenlerinden biri, Huzistan petrollerinin yanı sıra, enerji güzergâhı olan Hürmüz’ün kontrolünün ele geçirilmesiydi. Saddam, altın tepside Hürmüz Bağazı’nı efendilerine sunmayı beceremedi. Ceza olarak, uzatmalı segilisi Kürtlerin eliyle aşağılanarak idama mahkûm edildi. Irak’ın İran’a saldırmasından on gün önce, ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin deyimiyle, Türkiye’de “Bizim çocuklar” İhtilal yapmıştı. “Bizim çocuklar”, görevlerini köküne kadar sağlam yaptı. Türkiye’nin okuyan, düşünen, anti emperyalist, sağcı ve solcu olarak nitelenen milliyetçi ve ulusalcı bir neslini kökünden yok etti. Günümüzde uluslararası verilere göre, bir Türk on yılda bir kitap okuyormuş. Bu “Bizim çocuklar”ın Türkiye’ye en büyük hediyesidir.
Irak’ın İran’a saldırısı sırasında; İran’da askerlik iki yıldan bir yıla indirildiğinden kışlalar boşalmış, usta asker yok denecek haldeydi. Huzistan, Abadan ve İran’ın diğer petrol bölgelerinde gözü olanlar, Saddam Hüseyin’e bu istihbaratı anında ulaştırdı. Nihai amaç, hepimizin bildiği üzere, Saddam yönetimi yok edildikten sonra, Saddam’ın ele geçirdiği Huzistan toprakları, Basra Körfezi sahilleri ve petrolünün de üzerine oturmaktı. Saddam Batı lehine “maalesef” bu toprakları elinde tutamadı. İlk hamlede Huzistan’a girince, nostaljik “Serdar-ı Kadisiyye/ Kadisiye Serdarı” unvanı verildi.
Huzistan Bölge Valiliği’nin merkezi olan Ahvaz’da, “Humafer” adı verilen askerî teknik personel yetiştiren birkaç bin öğrencisi bulunan bir askerî okul bulunmaktaydı. Bu çocukların tamamı Arap askerleri tarafından insafsızca katledildi. Cesetleri Karun nehrine atıldı. Karun günlerce kıpkırmızı aktı. Savaş sırasında, Şattül-Arap’ta bir bataklıkta kıstırılan İran birliğinin bulunduğu suya yüksek voltajlı elektrik verilerek, tamamının öldürülüş sahnesi Bağdat televizyonundan naklen yayınlandı. Bu sahneler, I. Dünya Savaşı’nda Arapların Türk askerlerine yaptıklarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağladı.
Ahvaz’da halıcılık gelişmiş bir sanat dalı idi. Şehir günlerce Arap çapulcuları tarafından talan edildi. Sanki Sasani Kisrası III. Yezdigerd’in topraklarına girmişlerdi. Taş taş üstünde bırakılmadı. Ancak Yezdigerd’in sarayını süsleyen “Baharistan Halısını” bulamadılar. Bulsalardı 632’de olduğu gibi, makasla kesip, ganimet olarak aralarında paylaşacaklardı. Şah döneminde, Ahvaz’daki gece hayatı çok renkliydi. Irak ve Körfez ülkelerinden gençler, geceleri teknelerle bölgenin eğlence merkezi olan Ahvaz’a gelirdi. Saddam, halkının Arap olması nedeniyle Ahvazlıların Arap ordusunu çiçeklerle karşılayacağını umuyordu. Tam tersi oldu. Ahvazlı yaklaşık 250-300 kişiden oluşan bir grup, kısa sürede örgütlenerek, Arap ordusuna karşı direnişe geçti. İran askerî birlikleri gelinceye kadar iki-üç gün direndiler. Saddam’ın beklentisinin aksine, Ahvazlılardan Irak saflarına geçen olmadı. İran’ın savaş beklentisinin olmadığı bir sırada Irak, ilk etapta İran’a ait onüç civarında bölgeye girdi.
Ahvaz direnişi ile ilgili İran’da “Haddı-Gırmız/ Kızıl Sınır” isimli bir film yapıldı. Filmde, perişan bir koca karının ailesini araması dramatize edilmiştir.
Tabiatlarına uygun olarak Vehhabi Suudi Arabistan, Katar, Emirlikler ve diğer Arap ülkeleri, savaşta Irak’ı desteklediler. Irak’a para ve silah yağdırdılar. ABD ve İsrail de destek verdi. Bu, silah, para ve günlük istihbarat demekti.
İşin ilginç yanı, savaşı başlatan ve kışkırtanların, İran’ı savaşı başlatmakla suçlamaya kalkmasıdır. Araplar çekildikleri bölgeleri mayınlayarak terk ettiler. Mayınlanmış bu bölgelerde hayatını kaybeden çok oldu. Daha sonra mayınlı bölgelerin, eğitilmiş, kilosu olmayan zayıf çocuklar tarafından taranarak temizlenEbildiği iddia edildi.
Irak ile cerayan eden savaşta, İran Türkleri’nden çok sayıda insan hayatını kaybetti. Zaten Arap ordusuna en büyük darbeyi Azerbaycan birlikleri vurdu. Zencan Türkleri ile Kaşkayı Ulusu, Irak savaşında çok büyük kayıplar verdi. Azerbaycan bölge valilikleri kabristanları ile Kaşkayı yaylaları Türk şehitlikleri ile doldu. Emperyalist ülkelerin “Saddam” isimli maşası Irak’ta Türkmenler, İran’da ise Azerbaycan ve Kaşkayı Türkleri’nin bıyığı terlememiş delikanlılarına onulmaz zararlar verdi.
Azerbaycan birliklerinin cephede ön saflarda olmasının etkisiyle Tebriz üniversitesi binalarında silah üretimi başlatıldı. Gene bildik ülke istihbarat birimlerince bu bilgi, koordinatları ile hemen Irak’a ulaştırıldı. Irak pilotları Tebriz Üniversitesi’ni bombaladı. Çok sayıda Türk öğretim üyesi ve öğrenci hayatını kaybetti.
Denize düşen yılana sarılır misali İsveçliler deneme atışı dahi yapmadan ürettikleri füze sistemlerini İran’a sattılar. Çoğu atış sırasında infilak etti. Bu İsveç’in İran’a attığı büyük bir kazıktı. Emanetle gerdeğe girilmeyeceğinin faturası böylece ödendi. İran bundan büyük ders çıkardı. Kendi füzelerini üretmek üzere düğmeye bastı.
Savaşı başlatan Batı ve Irak, savaşı sona erdirmek için, müttefikleri olan Katar, Umman ve Kuveyt gibi ülkelerin temsilcilerini Tahran’a göndermeye başladı. Bu sırada az da olsa Irak’ın elinde İran toprağı bulunuyordu. İran dezavantajlı konumdaydı. Barışı kabul etse, eli boşa çıkacağı gibi, Irak’a toprak verme, üstüne üstlük tazminat ödeme riski ile karşı karşıya kalacaktı. BM örgütünün tavrı, haliyle Irak’tan yanaydı. İran, bu diplomatik gelişmeleri doğru yorumlayarak, şiddetli ve etkin bir genel saldırıya geçti. Fav’a girdi ve Basra kenti varoşlarına dayandı. BM Genel Sekreteri J. Pérez de Cuéllar, donunu toplayıp alelacele Tahran’a geldi. İranlı diplomatların beklediği ilk sorusu şu oldu: “Irak’ı neden işgal ettiniz?”. İran, bu soruyu önemsemedi. Irak’tan 320 milyar dolar savaş tazminatı istedi. Irak, istenen bu tazminatı duymazdan geldi. Savaşı kimin, kimlerin teşvikiyle başlattığı artık sır değil. Saddam, enerji zengini Huzistan’ı alıp, ağalarına verme konusunda sözünde duramadığı için alaşağı edildi. Daha sonra Irak, Kuveyt’e saldırmaya teşvik edildi. Saddam Kuveyt’e kendiliğinden girmiş gibi bir hava yaratıldı. Kuveyt’in özgürleştirilmesi için uluslararası hukuka uygun olarak Koalisyon Gücü oluşturuldu ve Kuveyt kurtarıldı. Kuveyt kurtarıldı kurtarılmasına da, aslında kimse farkına varmadan Irak’ın kuzeyinde “Kürdistan” oluşturuluyordu. Dönemin Türk yönetim kadroları ve ilgili kuruluşları, bunun farkına bile varamadı. Sadece Kürdistan’ı kurmak için gayret sarf edenlere hulus-i kalple yardımcı olundu. Koalisyon güçlerinin enlem-boylam ve uçuş yasağı hikâyeleri üzerinde bile ciddiyetle durulmadı. Durulsaydı, karşı eylem planı uygulamaya sokulurdu. Ki, böyle bir plan zaten yoktu. Bu sırada Irak, Koalisyon Gücü’nün saldırılarından zarar görmemesi için 170 civarındaki uçağını tedbir için -dünkü düşmanı İran’a gönderdi. İran, 320 milyar dolar savaş tazminatının üstüne yatan Irak’ın uçaklarına bu tazminatın karşılığı olarak el koyacaktır.
Araştırıldığında, Irak’ın İran’a saldırı planının Şah dönemine dayandığı görülür. Plan doğrultusunda Rusya, Irak’ın hava alanlarını, ABD füze rampalarını, İngiltere ve Almanya, gerektiğinde kimyasal silah da üretEbilecek kimya fabrikalarını, Doğu Almanya ise sığınaklarını inşa etti. Sığınakların inşaatı 16 yıl sürdü. Irak’ta bu faaliyetlerin niçin yapıldığını kimse sormadı. Herhalde o dönemde bunları araştıracak İran’ın Millî Güvenlik Kurulu ve Stratejik Araştırma Merkezleri yoktu. Bunu bilmesi gereken Savak ise, içerideki muhalifleri sindirmekle meşgul olduğundan etrafta ne olup bittiğinden habersizdi. Komplo teorisi gözlüğü ile bakıldığında, savaşın başlamasından 15-20 yıl geriye gidilmesi gerekmektedir. Şah’ın İran’dan gitmesi, İran devrimi, bölgede daha önce cereyan etmiş olaylar ile Cezayir Anlaşması’na farklı bir gözlükle bakıp yorumlamak gerekir. İngiltere’nin, “11 Eylül 1953 tarihinde Orta Doğu için bir plan hazırladıkları, bu planda Türkiye ve İran’a da rol vedikleri” hususu artık bilinmektedir. Bu gelişmeler, stratejik değerlendirmelere katkı sağlayacaktır. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen rol dağıtma ve rol kesme konusunda değişen bir şey yok.
Saddam, o dönemde yaklaşık 70 bin nüfusu bulunan Bağdat’ın kuzeydoğusundaki Halepçe kasabasını, yukarıda bahsedilen kimya fabrikalarında üretilen kimyasal silahlarla 15-16 Mart 1988 gecesinden başlayarak, üç gün süreyle vurmuştur. Halepçe’den önce 1987 yılında Azerbaycan’ın Urumiye iline bağlı 25-30 bin nüfuslu Serdeşt kasabasına da kimyasal bomba atılmıştır. Ancak Serdeşt konusu pek duyulmamıştır. Her iki bombardıman sonucu binlerce insan hayatını kaybetmiş ve sakat kalmıştır. Sınırına yakın olması nedeniyle Halepçe davasına İran’ın müdahil olarak katılma isteği, ABD tarafından reddedilmiştir. Serdeşt ve Halepçe’ye kimyasal bomba atılması emrini veren Saddam suçlu, uygulayan “Bombacı Ali” adıyla tanınan komutan El-Tikriti suçlu, Nasrettin Hoca misali, “Hırsızın”, yani bu fabrikaları yapanların, yapılmasından haberdar olanların hiç mi suçu yok..! ABD’li muhalif bir yazar bu hususların konu edildiği “Bu günahı neden işledik?” isimli bir kitap yazmış. Halepçe halkı, Kürt-Türk karışımıdır. Azerbaycan Türkleri’ne akraba olarak yakınlık duyan insanlardır. Irak yönetimince bu, İran’a yakınlık olarak yorumlanmıştır.
Kitabımızın konusu, İran Türkleri’dir. Bu nedenle “İslam Devrimi” konusunun detaylarına girilmemiştir. Ancak Ayetullah Ruhullah Humeyni ile ilgili şu değerlendirmeyi yapabiliriz: -Özellikle muhalifler etkisiz hale getirilse de- en zor günlerde, dini bir kenara bırakarak, ülkesini dağılmaktan kurtarmıştır. “Vatan, dinden önce gelir” fetvasını verEbilmek, her din adamının harcı değildir. Hele İran gibi birbirinden bağımsız ve pervasız merci-i taklid din adamlarının bol olduğu bir ülkede.
Gerald Ford (1975-1977) ve George W. Bush (2001-2006) dönemlerinde Savunma Bakanlığı yapmış olan Donald Rumsfeld, 19-20 Aralık 1983 tarihinde Saddam Hüseyin ile bir görüşme yaptı. Rumsfeld, 24 Mart 1983 tarihinde Saddam’ı yeniden ziyaret etti. Aynı tarihte BM, Irak’ın İran’lı askerlere yönelik olarak kükürt klorür içerikli Hardal gazı (İperit) ve kimyasal, O-etil dimetil fosforamido içerikli Gaz/ Tabun gazı kullandığını açıkladı.
Saddam Hüseyin’in kuvvetleri, 1982’ye kadar çeşitli ilerlemeler kaydetti ise de, İran ordusu Iraklıları kendi topraklarına geri çekilmek zorunda bıraktı. İran yönetimi, fırsattan istifade ederek Irak’ın güneybatısında çoğunluk teşkil eden Şii Arapların yer aldığı kesimde İslami devrime taraftar bulmaya çalıştı. Savaş 1982’den sonra altı yıl daha devam etti. Humeyni’nin kendi ifadesi ile “Her ne kadar acı da olsa bu zehri içmeyi kabul ettim” diyerek, BM Güvenlik Konseyi’nin 598 Sayılı Ateşkes Kararı’nı 18 Temmuz’da kabul etti. Böylece savaş sona erdi. Milyonla ifade edilen İranlı, Iraklı sivil ve asker hayatını kaybetti. Detaylar için bkz.→İslam Ansiklopedisi “İran” maddesi; Muhammed Reza Djalili-Thierry Kellner, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi
*
İran’ın Politik Kurumları:
İslam Cumhuriyeti’nin politik sistemi, 1979 İran Anayasası’na dayanmaktadır. Sistem girift bir şekilde birbirine bağlı çeşitli yönetim yapılarından oluşmaktadır:
Dostları ilə paylaş: |