1.Kısım. İRAN
I. İran. Dünü ve Bugünü
İran, Türkiye’den sonra en fazla Türk nüfusunun yaşadığı ülkelerden biridir. Bu dost ve kardeş ülkede yaşayan yaklaşık 30-31 milyon Türk hakkında bilgi vermeden önce bu ülkeyi kısaca tanımaya çalışalım.
İran sözcüğünün kökeni, Sanskritçe Aryan (Ariler, Aryalar) sözcüğünden gelir. İran sözcüğü, modern Farsça’ya Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’da yer alan proto-İranî bir terim olan “AryaNam”dan geçmiştir. “Ariya/ Arya” kelimesi, aynı zamanda Hehâmeneşî İmparatorluğu etnik bir atıf olarak yer almıştır. Pehlevi dilindeki “Aryan” terimi, Nakş-ı Rüstem’deki I. Erdeşir Babekan’ın tac giyme törenini gösteren kabartmanın yanındaki yazıtta yer almıştır. Bu kabartmaya eşlik eden Part dilindeki kitAbede İran, “Aryan” olarak ifade edilirken, Şahın unvanı olan Orta Farsça’daki “Erân” kelimesini (Pehlevi dilinde, Aryan) de ihtiva etmektedir. “İran” kelimesi, devletten ziyade, insanları kasteden anlamını I. Erdeşir zamanında da korumuştur. Eski Arap tarih ve coğrafya kitaplarında, “İran diyârı” anlamına gelen “İranşehr” formunda görülmektedir.
Bu kitAbedeki “Érân” kelimesi, İran halklarını anlatmak için kullanılmıştır. İmparatorluk topraklarının ifadesi amacıyla kullanılması, Sâsâni hanedanlığının ilk dönemine rastlar. hanedanın kurucusu olan I. Erdeşir Babekan’ın oğlu I. Şapur’a ait bir yazıtta, İran mülki ve siyasi yapısına ait olmayan Batı Azerbaycan toprakları ve Kafkasya bu coğrafya tabirine tabirine dâhil edilmiştir.
Muhammed Takî Han Hakim şöyle demektedir: “İran” kelimesi, “Şirvan” veznindedir. İran, Keyûmәrzgәr/ Keyûmәrs Şah’ın oğlu Hûşeng ibn-i Siyâmek’in adıdır. Kendisine babasından intikal eden Vilayetlere “İran” adını verdi. Ölümünden sonra oğluna Pars memleketi miras kaldı. Pars dili, bu memlekette konuşulan dilin adı oldu. Kadim zamanda İran; Beluçistan, Kenc, Mekran, Kirman, Gor/ Ğor/ Qor, Bamyân, Sistan, Zabulistan, Horasân, Horasan, Reşt, Isfahân, Esterabad, Mazenderan, Harezm, Gürgân, Fars, Laristan, Zabul, Huzistan, PencAb, Afğânistan, Musul, Kürdistan, Şirvan, BAbil, KAbulistan ve Diyarbekir gibi geniş toprakları kapsayan bir ülkenin adına dönüşmüştür.
Ebu Reyhan Harezmî, “İranşehr/ İran ülkesi”nin; “Irak, Fars, Cibal şehirleri ve Horasan” olduğunu ifade etmektedir. Diğer bir rivayete göre; Acem de denen İran, Erfahşed ibn-i Sâm ibn-i Nuh/ Nuh oğlu Sâm oğlu Erfahşed’in adıdır. “Şehr/ şehir” kelimesi; ülke, memleket anlamına gelir. İranşehr, “Erfahşed’in ülkesi” demektir. Başka bir ifadeye göre ise, Tahmors, Hz. Adem menzilesinde büyük bir sultandır. Tahmors, topraklarını sayıları on kişi olan yakınlarına ve devlet riCaline taksim etmiştir. Bunlar, İran bin Esûd bin Sâm bin Nuh/ Nuh oğlu Sâm oğlu Esûd oğlu İran’ın evlâtlarıdır. Onların adları şöyledir: Horasân, Kirman, Mekran, Isfahân, Gilan, Seydân, Gürgân, Azerbâygân, ӘrMiyan/ ErMiyan ve Sicistan/ Secistan’dır. Bunların her birine ayrı ayrı topraklar vermiştir. Bu toprakların tamamına “İranşehr” denmiştir.
Bildiğimiz gibi İran esâtirinde rivayet çoktur. FeRidun’un; Selm, İrec ve Tur isimli üç oğlu vardı. Topraklarını bu üç oğlu arasında taksim etti. Batısını Selm’e verdi. Roma sultanları Selm’in evlâtlarıdır. BAbil, Cibal, Irak, Horasan ve Fars’ı İrec’e verdi. İrec, İranşah adı ile ünlendi. Acem şahları bunun neslindendir. Doğusunu ise oğullarından Tur’a verdi. Kendisine Turan ve Turanşah dendi. Çin ve Türkistan onun yurdu oldu. Tur’un ülkesi “Turan/ Turanşehr” olarak anıldı. Turanşehr; Turan yurdu, Turan memleketi demektir.
Bu destani bilgilerle günümüz arasında binlerce yıla uzanan bir zaman dilimi vardır. İslamdan sonra Hulefâ-yi Râşidin, Emevi, Abbasi ve dokuz yüzyıl süren Türk hâkimiyeti döneminde bu isim, yani “İran” adı pek kullanılmamıştır. İran, 1925-1935 yılına kadar “MeMalik-i Mahrûsa-i Kacar, Pers İmparatorluğu” ve “Acemistan” gibi isimlerle bilinirken, o yıl Rıza Şah uluslararası topluluktan “İran” adının kullanılmasını istedi. Bu isim değişikliği, ülkenin geçmişi ile arasındaki bağı kopardığını savunan bilim adamlarının protestosuna neden oldu. 1959’da Muhammed Rıza Pehlevi, her iki ifadenin, yani “Pers” ve “İran” adlarının resmi olarak birlikte ve birbirinin yerine kullanılabileceğini açıkladı. EsâtiRi EsatiRi/ destani bir isim olan “İran” adı, Savadkûhi/ Pehlevi ailesinin Kacar Türk hanedanını resmen devrilmesinden on yıl sonra, yani 1935’te gündeme geldi.
Türkiye’de, zaman içerisinde “Turan” adına “ırkçılık” anlamı yüklenmesi nedeniyle terminolojideki gerçek anlamını yitirmiştir. “İran, İranşehr” ve “Turan, Turanşehr” terimlerinin ortaya çıkışının binlerce yıllık geçmişi vardır. Bu kelimeler, İranlıların ve Türklerin yaşadıkları toprakların adıdır. (Muhammed Takî Han Hakim Genc-i Dâniş, s.36-37; http://tr.wikipedia.org.)
Başkenti Tahran olan İran, 1.648.195 km² yüzölçüme ve 2006 yılı sayımına göre 70. 049. 262 nüfusa sahip, zengin kültürü ile dikkat çekici bir ülkedir. İran’da Türk (Azerbaycan Türkü, Kaşkay, Türkmen, Halac vb.), Fars, Kürt, Arap, Tat, Talış, Gilek, Tabari/ Mazenderani, Lek, Gûrân/ Gôrân/ Görân, Simnanî, Râcî, SengseRi, Aştiyanî, Lor, Lar, Sistani, Beluç/ Beluçî, Tacik, Peştun, Çingene, Ermeni, Asuri/ Süryani, Yahudi ve diğer etnik gruplar yaşamaktadır. Görüldüğü üzere İran, çeşitli milletler ve topluluklardan oluşan bir ülkedir. Kuzey Kafkasya için “Cebelül-Elsân/ Diller dağı” denir. İran için “MeMalik-i Elsân/ Diller memleketi” demek yanlış olmayacaktır. Bugün İran’da yüzden fazla dil konuşulmaktadır. Şive ve ağızların sayısı yüzlerle ifade edilEbilir. Bunlardan Kürt, Tat, Talış, Gilek, TabeRi/ Mazenderani, Lek, Guran/ Gûrân/ Gôrân/ Görân (hatta gören), Simnanî, Râcî, SengseRi, Aştiyanî, Lor, Lar, Sistani, Beluç/ Beluçî ve Tacikler, Farslarla kısmen etnik yapı, kısmen dillerinin ÂRi kökenli olması bakımından yakın veya uzak akraba kabul edilse dahi, özellikle Türkler, Kürtler, Araplar ve Beluçlar kendi kimliklerini korumada mesâfe almıştır. Bilindiği üzere Türkler Turani, Araplar, Asuri ve Yahudiler Sami’dir. Bazı kaynaklarca Ermeniler de Sami olarak kabul edilmektedir. Arkaik İran halklarından sayılan Gilek ve Tabari/ Mazenderaniler, ÂRilikle herhangi bir bağlarının olmadığını, ÂRilerin ve Parsların İran’a Turan ülkesinin güneyindeki Hind diyarından sonradan geldiğini iddia ederler. ÂRiler İran topraklarına gelmeden önce de kendilerinin bu topraklarda, yani Hazar denizinin güney sâhili ve dağlık kesimlerinde yaşadıklarını kabul ederler. Arkeolojik araştırmalar, bu iddialara gerçek cevabı verecektir. Bir de ne olduğu belli olmayan Hind-Avrupa ırkı teorisi vardır. XIX. yüzyıl Avrupasının varoluş ve kimlik inşasının ideolojisi olan Hind-Avrupa ırkı teorisinden hareketle, Ariler kendilerinin Hind-Avrupa kökenli olduklarını söylerler. Bu ispatlanmamış teoriye göre Hindliler, Peştunlar, Farslar, İran ve Afganistan’daki Aryaî topluluklar, İran’daki Rom/ Çingene kabilesi birbiri ile akrabadır. (Bernard Hourcade, İslam Ansiklopedisi(İA) “İran”maddesi ‘Fizikî ve BeşeRi Coğrafya’, s.392-394; Rafael Blaga, s.144-157; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
Azerbaycanlı bilim adamı Muhammed Taki ZehtABi, konuya açıklık getirmektedir: Azerbaycan’ın Zive, Hasanlı (Urumiye gölünün güneyi) ve Mecid Tepe ören yerlerinde yürütülen arkeoloji kazılarında keşfedilen tarihî eserler, çağdaş Azerbaycan topraklarının, Mannalar devrinde (M. Ö. II. bin yıl ve I. bin yılın ilk yarısında) yüksek seviyeli bir medeniyetin beşiği olduğunu göstermektedir. Mannalar, günümüz İran topraklarında İlam-Şuş’tan sonra gelen en eski ve aynı zamanda yüksek keyfiyetli medeniyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Manna medeniyeti, Pars medeniyetinin esas ilham ve iktibas kaynaklarından biridir. Ancak Aryaist tarihçiler, İran topraklarının kadim ve yüksek medeniyeti olan Manna kültürü ve medeniyeti hakkında hiçbir şey yazmamaktadır. Başta PirNiya olmak üzere bu konuyu suskunlukla geçiştirmektedirler.
Urumiye’nin Nazluçay mıntıkasında; Banazlu بنازلو , Balov, Keçeler (Keçeler köyü), Lülham لولهام , Saatlu (Saatlu köyü), Çankaralu-Yekân mıntıkasında; Bağa بغا, Askerabad, Buzovlar, Berkeşlu بركشلو mıntıkasında; Kürdler ve Şeyh (Urumiye il merkezi) tepeleri araştırılması gereken Manna medeniyetine ait ören yerleridir. Hasanlu tepesi, Urumiye’nin 75 km güneyinde, Şorgöl’e 2,5 km mesafede Hasanlı/ Hasanlu köyündedir. Hasanlu köyü, Sulduz’un merkezi olan Negade’ye bağlıdır. (Ali Dehgân, Serzemîn-i Zerdüşt RıZaiye, s.195-197)
Manna halkı, hükümeti ve medeniyeti, İran kültürünün temel taşıdır. Bunun yanı sıra Manna, Zerdüştlüğün ortaya çıktığı ülke ve asıl “Avesta”nın yaratıldığı diyardır. “Avesta”ya bu kadar geniş yer veren, tercüme eden, göklere çıkaran ve onu Fars eseriymiş gibi sunanlar, niçin onu meydana getiren asıl millet ve medeniyet hakkında susmakta, bir satır dahi yazmamaktadır? “Avesta” ilk ortaya çıktığında, Manna halkı içinde revaç bulmuştur. Asırlar boyu çok sayıda olay cereyan ettikten sonra, Sasaniler döneminde Pars diline çevrilmiştir.
Avrupalı araştırmacıların bir bölümü, Aryaizm nazariyesine kapılarak, Manna ve devamı olan Medleri Aryaî, yani Hind-Avrupa dilli göstermiştir. Güya Aryaî soydan gelen toplumlar medeniyet yaratmaya layık ve kadirdirler. Turan-Türk halklarında bu erdem ve liyakat yoktur. Sadece Aryaîler tarihî risalete malik malik, tarih yaratmaya borçlu ve vazifelidir.
Bu akıl dışı, şovenist ve ilmî realiteye aykırı olan nazariyeyi E. m Diyakonov, gerçeği gören bir ilim adamı olarak tenkit etmiş ve eleştiri ateşine tutmuştur. Şöyle yazmışdır: “Diğer önemli mesele şudur ki, Med tarihini araştıranların tahkikatı tek yönlü idi. Bu nedenle Batılı ilim adamları, sınırlı olarak sadece Aryaîlerin nüfuzu bakımından Med tarihine ilgi göstermiştir”.
İlkel, yarı vahşi hayat süren Hind-Avrupaî dilli on tayfa, m Ö. IX. IX. yüzyılın ilk yıllarında İran Yaylası’na geldiğinde, Merkezî Med ve Azerbaycan arazilerine kesinlikle nüfuz edememiş, Azerbaycan’ın güney ve doğu topraklarına yakın yerlere yerleşmiştir. Azerbaycan topraklarında, Medler ve onların temelini oluşturan Mannalar bulunmakta idi. Göçer Hind-Avrupaî dilli yarı vahşi tayfalar, İran Yaylası’na geldiği sırada Manna ve Merkezî Med topraklarında, yani çağdaş Azerbaycan topraklarında, bu babtan olmak üzere Hemedan’da birkaç bin yıllık geçmişe sahip yüksek bir medeniyet ve güçlü bir hükümet yönetim hüküm sürmekteydi. Medeniyetten nasibini almamış yarı vahşi hayat süren Hind-Avrupaî dilli tayfalar, yüzyıllar boyu İlam/ Elâm, Gutti/ Guti, Lullubi/ Lulu, Kassi/ Kardu ve Mannalardan medeniyet, yazı vs. vb. öğrendiler. E. m Diyakonov bu gerçeği şöyle tasvir etmiştir: “Aryaist ilim adamları, muhtelif vesilelerle Hind-Avrupa dilinin eski Med topraklarındaki varlığının Âlâmet ve nişanelerini, bilinçli olarak abartarak kaleme almıştır. Göçeri Göçer Hind-Avrupaî tayfalar İran Yaylası’na gelmeden önce, Azerbaycan topraklarında yüksek medeniyete sahip Mannalar bulunmakta idi. Mannalar, İran’a sonradan gelen bu ilkel Arya tayfalarının medenileşmesine ve bunların tekâmülüne/ gelişimine büyük katkı sağlamıştır”. Gayrı medeni ve üzerlerinde kıyafet bile bulunmayan vahşi Arya kabileleri hakkında “Şehname”de de bilgi verilmiştir.
M. Ö. IX. IX. yüzyılda Hind-Avrupaî dilli tayfalar, İran Yaylası’na Pamir taraflarından gelip, çağdaş Fars ve Kirman bölgeleri ile İran’ın doğusuna yerleştiler. Bunlardan Fars bölgesine yerleşen üç tayfa, İlam devleti ve medeniyeti gölgesinde yaşamaya başladı. Birkaç yüzyıl sonra onlardan yavaş yavaş medeniyet, kültür, yazı vb. öğrenme gayreti içine girdiler. Bu tayfalar, m Ö. IX. IX. yüzyıldan başlayarak, İlamlılardan öğrendikleri medeniyet temelinde tedricen yüksek kültür yaratarak, Yakındoğu halklarının tarihlerine tesir ettiler.
Çekoslovakyalı Prášek gibi Aryaist Avrupalı yazarlar, on Hind-Avrupa dilli tayfanın yaptıklarını abartarak, bütün zamanlara teşmil ederler. Yarı vahşi Aryaî kabilelerin, İran Yaylası’na gelmeden önce burada var olan halkları, onların yarattığı yüksek medeniyet, hüner ve sanatı kesinlikle görmezden gelirler. Sanki bu halklar ve kurdukları medeniyetler, Azerbaycan topraklarında ve İran Yaylası’nda hiç var olmamış gibi gösterilir. Azerbaycan’daki Zive, Hasanlı ve Mecid Tepe’de keşfedilen yüksek medeniyet ürünleri konusunda sesleri çıkmaz. Bu eserler müzelerde sadece sergilenir.
Prášek gibi Aryaist Avrupalı yazarlar ile İran tarihçilerinin bir bölümü, bilerek veya bilmeyerek, ellerinde hiçbir belge olmadan Medleri gözü kapalı olarak Hind-Avrupaî dilli göstermiştir. Buna mukAbil Med topraklarında hüküm sürmüş olan Gutti, Lullubi, Manna, Hurri, Gilzan, Kassi, Mittani, Sabir/ Savir, Urartu vd. milletleri ve onların binlerce yılda yaratıp miras bıraktığı medeniyeti ne yapacaklar? Onlar Seyyid Ahmed Kesrevive dr. Mahmut Avşar gibi haraket etmiştir. Kesrevive Avşar tarihi gerçekleri dikkate almadan, Azerbaycanlıların Moğollardan önce Fars dilli olduğu hükmünü vermiştir. Daha sonra Azerbaycan’da birkaç küçük köyde Aryaî grupların konuştuğu Tat dillerini delil göstermeye çalışmıştır. Anlamsız hayalî yaklaşımla Azerbaycan Türkleri’nin dilinin daha önce Pars dili olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Çekoslovakyalı Prášek de, Medlerin Arya soylu ve Hind-Avrupaî dilli olduğu hükmünü, herhangi bir belgeye dayanmadan verEbilmiştir. (Prof.Dr.Muhammed Taki ZehtABi/ Kirişçi, İran Türkleri’nin Eski Tarihi, 2.cilt, s.292-396)
Medlerin etnik kimliğini aydınlatma çalışmaları devam etmektedir. Bu büyük medeniyetin, Çağdaş Azerbaycan Cumhuriyeti ile Güney Azerbaycan/ Azerbaycan’ın güney toprakları üzerinde ortaya çıktığı kesindir. Bu konuda son sözü söyleyebilmek için güçlü bilimsel argümanlara ihtiyaç duyulmakla birlikte, bu kavim toz olup uçmamıştır. m T. ZehtABi’nin hazırladığı “İran Türkleri’nin Eski Tarihi” isimli kitap eser, Medlerin üzerindeki bilinmezlik perdesini aralamıştır. Bundan sonraki çalışmaların, ZehtABi’siz yürütülemeyeceği açıktır. O’nun çalışmaları sayesinde Medlerin Turani olduğu görüşü iyice güçlenmiştir. Aryaî kavimler İran topraklarına gelmeden önce, Turani kavimlerin Kuzey ve Güney Azerbaycan topraklarında yaşamakta olduğu bilinmektedir. İlkeli bir yazar ve düşünür olan Celâl Âl-i Ahmed, Türklerin eskiden beri Azerbaycan’da yaşadığını teslim ederek, konuyu netleştirmiştir: “Horasan üzerinden batıya ilerleyemeyen Türkler, İran’ı arkadan dolanmıştır”. Bu topraklarda yaşayan yerli Türkler, Gazneliler dönemi, daha sonra Selçuklu ve Moğol ilerleyişi sırasında Horasan üzerinden Azerbaycan ve İran topraklarına gelen Oğuz Türkleri ile daha da güçlenmiştir.
Farslar ve onlarla aynı etnik kökene sahip olduğu kabul edilen halklar, kuzey ve kuzeybatı bölge valilikleri hariç, bazı yerlerde yoğun, bazı yerlerde dağınık ve seyrek olmak üzere ülkenin her yerinde ikamet etmektedir. Esasen ülkenin güney bölgesindeki Farsistan’da yaşarlar. İran’ın batı ve kuzey bölgeleri tamamiyle Fars olmayan halklarla meskûndur. Batıda Tahran, Isfahan ve Şiraz kentlerini birleştiren çizgi, Farsların ulaştığı en batı bölgeyi belirlemektedir. Farsların batıda ulaştığı son nokta bellidir. Buna mukabil doğudaki yayılma sahalarını belirlemek daha zordur.
Araplar, İran’ın güneybatı ve güney bölgelerinde, Türkler ise, Azerbaycan’ın güneyi veya Güney Azerbaycan ülkesi denen Azerbaycan bölge valiliklerinde, Kayşayı Kaşkayı-Yurt, Afşar-yurt, Güneybatı Türkmenistan’ın yanı sıra, yaşamaya elverişli İran topraklarının her yerinde oturmaktadır. Tebrizli askerî coğrafya uzmanı General Dr. Mahmut PeNahiyân Tebrizi ve General Ali RezMarâ’nın (Rezm-ârâ) ifadesine göre, bu ülkede devlet-gez/ göçer veya yerleşik Türklerin bulunmadığı bölge valiliği, şehir, kasaba ve köy yok gibidir.
İran’da 2006 yılında nüfusu milyonu geçen büyük şehirler şöylerdir: Tahran (7.705.034), Meşhed (2.410.800), Isfahan (1.583.609), Tebriz (1.378.935), Şiraz (1.214.808). Ayrıca Ahvaz (969.843) ve Kum (951.918) şehirleri nüfusu milyona yaklaşmış şehirlerdir. Ülkenin yüksek nüfus yoğunluğuna sahip bölgesi Mazenderan BV’dir (BV ne demek onu açarsanız iyi olur). Sistan ve Beluçistan’da bu oran çok düşüktür. Bahse konu olan büyük kentler, aynı zamanda Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim birimleridir.
İran, 1.648.195 km² (yaklaşık 636,300 kare mil) yüzölçümü ile Türkiye’nin komşuları arasında kendisinden büyük tek ülke, aynı zamanda yüzölçümü bakımından, Libya’dan sonra ve Moğolistan’dan önce gelen dünyanın 18. büyük ülkesidir. Yüzölçümü kabaca İngiltere, Fransa, İspanya ve Almanya’nın yüzölçümü toplamına eşit ya da Alaska’nın yüzölçümünden çok az küçüktür. Kuzeybatıda Azerbaycan Cumhuriyeti ile 767 km, Batı Azerbaycan topraklarında kurulmuş olan Ermenistan ile ile 40 km, kuzeyde Hazar denizi sahilindeki Astara ırmağından Hasankulu körfezine kadar 657 km, kuzeydoğuda Türkmenistan ile 1.206 km, doğuda Afganistan ile 945 km, Pakistan ile 978 km, batıda Türkiye ile 486 km ve Irak ile 1. 609 km uzunluğunda sınırlara ve son olarak güneyde Basra Körfezi (Kenger körfezi) ve Umman körfezi sahillerine sahiptir. Basra körfezindeki Bender-Abbas’tan Ervendrûd ağzına kadar 8. 731 km’dir. Hazar denizi ile Huzistan kıyıları arasında İran plâtosu bulunmaktadır. Dünyadaki en dağlık ülkelerden biridir. Coğrafyası, çeşitli havza ve plâtoları birbirinden ayıran halı gibi serilmiş sıradağlar ile biçimlenmiştir. Zagros ve Elburz sıradağları ile nüfusun yoğun olarak bulunduğu Batı bölgesi en dağlık kesimdir. Bahse konu olan sıradağlar içinde yer alan DeMavend dağı 5604 m yüksekliği ile sadece İran’ın değil, Hindukuş dağlarının batısındaki Avrasya topraklarının da en yüksek dağıdır. Yükseklikleri yer yer 5.000 metreye yaklaşan bu dağ sıraları, iç bölgelerde çok sert kara ikliminin yaşanmasına neden olur. Hatta bu bölgelerde geniş çöl alanları bulunur. (Bernard Hourcade, (İA), “İran” maddesi ‘Fizikî ve BeşeRi Coğrafya’, s.392; Said Bahtiyari öncülüğünde çalışma grubu, Atlas-ı GîTaşiNaSi Ostanhâ-yı İran, s.18; ; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
Ülke topraklarının %90’ı İran yaylasını oluşturur. Dağlık bölgelerin hâkim olduğu topraklar, fizikî ve beşeRi coğrafya bakımından iki katagoriye ayrılır. Yazın oturulan yüksek-soğuk alanlar yaylak ييلاك, kışın oturulan alçak-sıcak alanlar ise kışlaktır قشلاق. Şehir ve köylerin tamamına yakını bu iki tür arazinin ortasındaki dağ eteklerinde yer alır. Büyük bir kesimini 1000-1500 metre arasında değişen, yükseltisi Nadiren 600 metreye kadar düşen, içinde çok sayıda çöküntü çukuru bulunan İran yaylası kaplar. Kuzeyinde Deşt-i Kevîr دشت كوير (Kevîr çölü) ile güneydoğudaki Lut çölü/ Deşt-i Lut كويرلوت çukurluğu dünyanın önemli çöllerindendir. Bazı çukurların içinde genelde suyu aşırı derecede tuzlu olan göller bulunur: Urumiye gölü bunların en büyüğüdür. İran yaylasının kuzeyinde Elburz البرز , doğusunda Kopet ve Horasan, batı ve güneyinde Zagros زاگرس dağları yer alır; en büyük yükseltiler; Demavend دما وند (5.671 m.), Alemkûh علم كوه (4.850 m.) ve Gulle Taht-ı Süleyman قله تخت سليمان (4.643 m.) doruklarıdır. Bu dağlar, güneye yağmur bulutlarının ulaşmasını engeller. Dağları çevreleyen ve İran yaylasını yaran büyük faylar, Savalan سولان / Sebelân سبلان (4811 m) ve Demavend gibi yanardağlar sebEbiyle, ülkede sık sık depremler meydana gelmektedir.
İran’ın iklimi, çoğunlukla kurak veya yarı kurak, Hazar denizi kıyısında subtropikaldir. Kuzey sınır bölgesinde, kış aylarında sıcaklıklar neredeyse donma noktasının altına düşer ve iklim yıl boyu nemli kalır. Yaz sıcaklıkları nadiren 29 dereceyi aşar. Yarısı 300 mm.’den az yağış alan İran, kurak bir ülkedir; sadece Hazar bölge valilikleri topraklarına bol miktarda yağmur düşer (Babulser’de 1.197 mm.). Tahran-Isfahan hattının doğusunda yağışlar 200 mm.’nin altında iken, batı ve kuzey İran nispeten nemlidir. Sıcaklar güneyde bazen 50 dereceyi bulur. Kışlar, kara ikliminin hâkim olduğu batıda ve kuzeyde uzun ve sert geçer (Ocak ayı ortalaması Tebriz’de 1.7˚, Tahran’da 3.3˚). Toprakların büyük kısmı (%67), suları okyanuslara ulaşmayan kapalı havza durumundadır. İran akarsuları; Hazar denizi, Basra körfezi (Kenger Körfezi), Urumiye gölü ve İç İran olmak üzere dört havza olarak mütalaa olunur. Sefidrud, İran yaylasının yüksek kesimlerinden doğarak Hazar denizine dökülür. İran’ın diğer daimi akarsuları, Elburz dağlarının nemli yamaçlarından inerek Hazar denizine, Zagros dağlarından kaynaklananlar Huzistan ovasına ve Basra körfezine doğru akan büyük nehirlerdir. İran nehirlerinden sadece Karun’da nakliyecilik yapılmaktadır. Ülkenin kendine has ve zengin bir bitki örtüsü vardır. Bu orijinalliği Avrupa-Sibirya, Hint ve Arap-Akdeniz flora bölgeleri arasındaki kavşakta yer almasından kaynaklanır. Ormanlar, ülke topraklarının %11’ini kaplar. Bitkiler gibi hayvanlar da çok çeşitlidir. (Bernard Hourcade, İA, “İran” maddesi ‘Fizikî ve BeşeRi Coğrafya’, s.393; Said Bahtiyari öncülüğünde çalışma grubu, Atlas-ı GîTaşiNaSi Ostanhâ-yı İran, s.18; ; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
İran, 1950’li yıllardan itibaren komşu ülkelerin çoğuyla mukayese edilEbilir seviyede (yılda %2.5) güçlü bir nüfus artışına sahne olmaktadır. İlk resmi nüfus sayımı 1956 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten itibaren sayımlar, her on yılda bir yenilenmektedir. Ülkenin nüfusu 1956’da 18.954.704, 1966’da 25.788.722, 1976’da 33.708.744, 1986’da 49.445.010, 1996’da 60.055.488, 2006 yılında ise 70.049.262’dir. Halkın %67’si, toprakların %27’sini meydana getiren kuzeybatı bölgelerinde yaşar. Şehirleşme, nüfus artışıyla birlikte 1950’lerde başlamıştır. 1950 yılında nüfusu 100 binin üzerinde olan sadece dokuz şehir mevcutken, 1991’de bu sayı kırkyediye çıkmışdır. Etnik yapı çok karışıkdır. Resmi dil Farsça’dır. İran’daki Türk nüfusu 30-31 milyon civarında olduğuna göre, anadili Türkçe olanlarının nüfusu %43’tür. İran’da yaşayan etnik grupların yaşadığı coğrafya, şehir, kasaba ve köyler bellidir. Bu şehir ve kasabaların nüfuslarını 2006 nüfus sayımı esas alınarak alt alta yazıldığında, Farslar dâhil hiçbir etnik grubun Türklerin nüfusuna ulaşması söz konusu değildir. İran’da nüfusu en kalabalık etnik grup Türklerdir. Türkler bu ülkede çoğunluğu teşkil eden nispi azınlık durumundadır. Türk nüfusu her ne kadar %43 ise de, Türkçe bilenlerin sayısı %55-60’ları geçmektedir. Eğitim imkânsızlıklarına rağmen Türkçe, hâla İran’da pazarı, yani ticaret hayatını yönlendiren dil olma özelliğini korumaktadır. Fars olmayan etnik gruplar, Türkler hariç, ülkenin merkezine uzak yerlerde, daha çok sınır bölgelerinde yaşamaktadır. BeşeRi coğrafya, kırsal kesim ile nüfusun yarıdan fazlasının yaşadığı gelişmiş şehirler arasında büyük zıtlık gösterir.
Çalışan nüfusun %29’unun (3.3 milyon kişi) uğraştığı tarım, millî üretimin %13’ünü sağlamaktadır. Bu sektöre ayrılan 17 milyon hektar arazinin %44’ünde sulu tarım yapılır. Büyük ovalar yalnızca Hazar denizi kıyısında ve Basra Körfezi’nin kuzey ucunda İran’ın Şattül-Arap/ Ervend-rûd nehri deltasındaki sınırları boyunca bulunmaktadır. Küçük, düzensiz ovalar Basra körfezinin Hürmüz boğazı ve Umman körfezine bakan kıyılarındadır. Büyük ekim alanları ülkenin kuzeyinde ve Huzistan’da yer alırken, sadece tarıma elverişli toprakların %4’üne sahip olan Hazar bölge valilikleri arazisinden, üretimin dörtte biri temin edilir. Ürünler çok çeşitli ise de, tarım arazilerinin dörtte üçünde tahıl ekimi yapılır. Yıllık buğday üretimi 4 milyon ton, arpa 1.5 milyon ton, pirinç ise 1 milyon tondur. İran, hayvancılık alanında yetiştirdiği 53 milyon küçük baş hayvanla önemli bir ülkedir. Ovalarla yaylalar arasında gidip gelen sürü sahibi göçerlerin sayısı bakımından dünyada ikinci sırayı alır. İran’ın petrole dayalı olmayan işletmelerinin en büyük kısmını tarım ürünleri oluşturur. Özellikle Hazar denizinde havyar için mersin balığı, Basra körfezinde karides ve Hint Okyanusu’nda ton balığı avcılığı yapılır.
Mescid-i Süleyman’da 1908 yılında petrol bulunmasından sonra İran’ın talihi değişti. İngiliz-İran şirketi Oil Company’nin işlettiği bu doğal zenginlik, 1951 yılında Dr. Muhammed Musaddık hükümeti tarafından millileştirildi. İran Petrolleri Millî Şirketi, yerini 1953’te İngiliz-Amerikan şirketlerince idare edilen bir komisyona bıraktı. Özellikle Huzistan bölgesindeki GeçsAran ve Ağacari (Ağaç-eri) yakınlarında ve Basra körfezinde üretim 250 milyon tona kadar çıktı. 22 Eylül 1980-29 Temmuz 1988 (BM’in 598 sayılı kararı) yılları arasında cereyan eden İran-Irak savaşı’nın ardından 65 milyon tona kadar geriledi. Harg adası yükleme tesislerinden yapılan ihracat, iç tüketimin hızla artışından ötürü azaldı.
Petrol rezervi en zengin ülke 259.9 milyar varille Suudi Arabistan’dır. İran 137.6 milyar varille ikinci sırada, Irak 115 milyar varille üçüncü sırada, Kuveyt 101.5 milyar varille dördüncü sırada, BAE 97.8 milyar varille beşinci sırada yer almaktadır. Rusya’nın 60 milyar varil, Libya’nın 44.3 milyar varil, Kazakistan’ın 30 milyar varil, Katar’ın 25.4 milyar varil, Azerbaycan’ın 7 milyar varil, Mısır’ın 4.3 milyar varil, Suriye’nin 2.5 milyar varillik rezervi bulunmaktadır.
Dünyada toplam petrol rezervlerinin %65’i Türkiye’nin yakın coğrafyasında bulunmaktadır. Toplam üretimin %41’i bu ülkelerde gerçekleşmektedir.
Yeri gelmişken, Batılı bazı yetkililer ile eli kalem tutanların, uluslararası kamu oyuna mal olmuş birkaç beyanatını aktarmak yararlı olacaktır. ABD Başkan Yardımcılığı yapmış olan Dick Cheney, 1999 yılında Halliburton Enerji Şirketi Başkanı iken şöyle diyor: “2010 yılı itibariyle dünya, mevcut üretime ek olarak günde 50 milyon varil petrole daha ihtiyaç duyacak. Peki, petrol nereden geliyor?... Dünya petrollerinin üçte ikisinin bulunduğu ve maliyetin en düşük olduğu Orta Doğu, ganimetin yattığı yerdir”. (Zaman, 8 Ocak 2007) Antonia Juhaz, Los Angeles Times, 09 Aralık 2006: “Irak, dünyanın en büyük ikinci petrol rezervine sahiptir. Petrol için savaşıyoruz, petrol için öldürüyoruz, petrol için ölüyoruz”. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice: “Irak, onca Amerikan kayıplarına karşın, yine de verimli bir yatırımdır”. (Hüseyin Baş, “Değişen Dünya”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2009), Stratejist Edward Luttwak’ın, insanları yönlendirme amacını taşıyan ve iyi hesaplanarak söylenmiş, ters propaganda örneği açıklaması: “Savaşı isteyenleri ve neden istediklerini biliyordum. Basit insanlar öyle düşünse de, savaşı Irak’ın petrolünü çalmak için istemediklerini biliyordum”.
İnsanları yönlendirmenin ilginç bir örneği olan bu sözü dikkat etmeden okuduğumuzda, “Basit insanlar” safına girmemek için, Batılı güçlerin Irak’a enerji kaynakları ve bölge coğrafyasını kontrol etmek amacıyla girmediği hususu şuuraltına nakşolacakdır. Böylece bir milyon Iraklının öldürülmesi, milyonlarca insanın ülkesini terk etmesi, kültürel varlıklarının talanı, mezhep çatışmalarına uygun zemin hazırlanması ve ülkenin üçe bölünmesinin ana mihrakı anlaşılmaz hale gelecekdir. (Yasemin Çongar, “Türkiye’yi Artık Generaller Yönetemez”, Milliyet, 1 Ocak 2007) Bu tür psikolojik harekât kokan yönlendirici, hatta beyin yıkayıcı cümle örneklerine, özellikle Türk halkını ve aydınlarını belirli bir görüşe kanalize etmek amacıyla Batılı stratejistlerin kaleme aldığı kitaplarda bol miktarda rastlanmaktadır.
İran’ın doğalgaz rezervi, 27.5 trilyon metreküptür. Rusya’dan sonra dünyanın en büyük ikinci rezervine sahipdir.
İran ayrıca çinko, barit, uranyum, demir, kömür gibi doğal kaynakların yanı sıra, özellikle Kirman’da çok farklı maden yataklarına da sahiptir. 1985’ten beri işletilen Şaşerm bakır madeni, zengin yataklarından biridir. ( http://tr.wikipedia.org; Bernard Hourcade, İA, “İran” maddesi ‘Fizikî ve BeşeRi Coğrafya’, s.393; Said Bahtiyari, Atlas-ı GîTaşiNaSi Ostanhâ-yı İran, s.22; http://www.ekonomi.com; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
1965’ten itibaren sanayi yatırımlarına harcanan petrol geliri ülkenin elektrik, karayolu, demiryolu ve telekominikasyon gibi uygun alt yapı yatırımlarıyla donatılmasını sağladı. Sanayide çalışanlar 1947’de sadece 100 bin kişi iken, 1986’da faal nüfusun dörtte birini teşkil ediyordu. 1979’dan itibaren uygulanan yeni ekonomik politika, İran-Irak Savaşı ve Amerikan ambargosunun da etkisiyle sanayinin gelişmesini yavaşlattı ve yabancı sermaye ile olan ilişkileri sınırladı. İşletmelerin yarısına yakını Tahran-Kerec arasındaki 48 km’lik güzergâh üzerinde bulunan İran, sağlam bir sanayi altyapısına sahiptir. Üretimi, en ağırından tüketim mallarına kadar çok çeşitlidir. Çelik, otomotiv, elektrikli ev aletleri, makine, aliminyum ve kimya sanayi gibi.
Aktif sanayi politikası Kirman, Zencan, Kazvin, Simnan, Kum ve ülkenin güneyindeki Arap yarımadası ile Hint Okyanusu’na açılan Bender-Abbas gibi yerlerde yeni sanayi tesislerinin geliştirilmesi sağlandı.
İç ulaşım genelde karayoluyla gerçekletirilmektedir. İkinci derecedeki mahallî yollar, kamyonların ve otobüslerin çok yoğun biçimde çalıştığı otoyollardan daha yaygındır. Komşu ülkelerle karayolu bağlantıları geliştirilmeye çalışılmaktadır. Tek büyük uluslararası yol Türkiye’den gelir. Sınırdaki diğer noktalar, sadece mahallî ve bölgesel ulaşımı sağlar. Hazar’ı Basra körfezine, Meşhed’i Türkiye sınırına ve Tahran, Isfahan, Kirman, Bender-Abbas’ı birbirine bağlayan hatlar, ülkenin en önemli demiryolu artelleridir. 1996 yılında Türkmenistan demiryolu ağıyla kurulan bağlantı, Orta Asya ülkelerinin dışarıya ve Hazar denizine açılmasını sağlamıştır. (Bernard Hourcade, İA, “İran” maddes ‘Fizikî ve BeşeRi Coğrafya’, s.393-394; Said Bahtiyari, Atlas-ı GîTaşiNaSi Ostanhâ-yı İran, s.98)
Yapılan araştırmalara göre, İran nüfusunun; %43’ünü Türkler (Büyük Kaşkay İli ve Horasan Türkleri’nin bir bölümü dâhil olmak üzere Azerbaycan Türkleri, Kaşkay, Halac ve Türkmen), %25-30’unu Farslar, 8-10%’unu Gilek ve Mazenderaniler, %8-7’sini Kürtler, %6-7’sini Araplar, %3-3.5’ini Lor-Bahtiyariler, %2’sini Beluçlar, %2’ini ise diğer etnik gruplar oluşturmaktadır.
Dini yapısının; %85-90’ını Şii Müslümanlar, %8-10’unu Sünnî Müslümanlar, kalan %2-7’sini ise diğer dinlere mensup insanlar (Bahaî, SAbiî, Hindu, Yezidî, Zerdüşt, Yahudi ve Hıristiyanlar) oluşturmaktadır. İran’da diğer önemli dini azınlıklar arasında özellikle Ermeniler (İsfahan, Tahran, Azerbaycan), Keldanî/ Katolik ve Nasturi Asuriler (Urumiye, Tahran,Abadan), Zerdüştler (Yezd, Tahran), Bahailer ve asimile safhasının sonuna gelmiş Ortodoks Gürcüler öne çıkmaktadır. Ülkede az miktarda Hindu ve SAbiî inancına bağlı topluluklar bulunmaktadır. Azınlıkların inanç özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Asuri, Yahudi ve Zerdüştlere Meclis’de birer temsilci bulundurma hakkı tanınmıştır. Sadece Ermenilerin kuzey ve güney bölgeleri olmak üzere iki perlamenteri vardır. Son dönemde Bahailerin de parlamentoya bir temsilci soktuğu söylenmektedir. Müslüman halklar, henüz etnik topluluk olarak kabul edilmemektedir.
Ülkenin resmî mezhebi olan Şiilik ve 12 İmam (İsna Aşeriyye/ Duvâzdeh İmam/ İmamiyye, ayrıca Zeydiyye ve İsmailiyye) mezhebi, ülkenin özellikle orta ve kuzey kesimlerinde güçlüdür. Sünnilik inancı, ağırlıklı olarak ülkenin batısındaki Kürdistan bölgesinde yaşayan Kürtler, İran Arabistanı, Pakistan sınırındaki Beluçî ve Sistaniler, Horasan bölge valilikleri (Kuzey, Rezavî ve Güney) ile İran Türkmenistanı da denen Gülistan, Horasan ve Mazenderan bölge valiliklerinde yaşayan Türkmenler arasında yaygındır. Azerbaycan Türkleri arasında da Sünni topluluklar mevcuttur. Bu Sünni tayfa ve cemaatlar, Osmanlı’nın Türkmenlere reaya muamelesi yapması nedeniyle Alevilerle birlikte Safevilere sığınan Anadolu Türkmenleri’nin neslindendir. Safevilere sığınan bu Sünni Türkmenler, Mugan çayılığındaki (????????????????????) Şahsevenler içinde, Urumiye bölgesinde, ayrıca Azerbaycan’ın muhtelif köy ve şehirlerinde yaşamaktadır. Sünni Anadolu Türkmenlerlerinden bir kısmı, zaman içerisinde kendiliklerinden Şiiliğe geçmiştir. Yeri geldikçe bunlardan bahsedilmiştir.
Nüfusu 70.049.262 (2006) olan İran, hem etnik, hem de inanç bakımından büyük çeşitlilik göstermektedir. Genel nüfusun % 50’si İrani denilen ırk karakteristiğine sahiptir. Azerbaycan Türkleri’nin sadece Azerbaycan topraklarındaki nüfusu 21.460.560’dır. Bu toprakların dışında da önemli sayıda Azerbaycan Türkü yaşamaktadır.
Dostları ilə paylaş: |