Şimdi bu barış antlaşmasının bazı maddelerini inceleyip durumunu görelim. Tarihçiler antlaşmanın maddelerini şöyle kaydetmişlerdir:
1- Hükümet, Allah'ın Kitabı, Resulullah'ın (s.a.a) sünneti ve layık halifelerin gidişatına uyması şartıyla Muaviye'ye bırakılacak.[1]
(Burada şu noktaya da değinmem gerekir ki,) Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şöyle bir mantığı var: Hilâfet benim hakkım olduğu hâlde ben kendim veya başka birinin halife olması için kıyam etmem; bu halkın vazifesidir; ben ancak, hilâfet kürsüsünde oturan kişi işleri mecrasından çıkaracak olursa kıyam ederim. Nehcü'l-Belâğa'da şöyle buyuruyor:
Allah'a andolsun ki ben Müslümanların işleri düzenli yürüdüğü müddetçe ve özellikle benden başkasına zulmedilmedikçe teslim olacağım.
Yani: Hakkım elimden alınarak zulüm sadece bana yapıldığı ve bunun dışında diğer işler kendi mecrasında olduğu müddetçe ben teslimim; ben ancak Müslümanların işleri mecrasından dışarı çıktığı zaman kıyam ederim.[2]
Antlaşmanın bu maddesi böyledir ve gerçekte İmam Hasan (a.s) şöyle antlaşma yapmaktadır: Zulüm sadece benim şahsıma yapılıp benim hakkım gasp ediliyorsa ve gasp eden kişi Müslümanların işlerini doğru mecrasında idare etmeği taahhüt ediyorsa, bu durumda ben kenara çekilmeye hazırım.
2- Muaviye'den sonra hükümet İmam Hasan'a geçecek. Onun başına bir bela gelecek olursa İmam Hüseyin'e (a.s) geçecek.
Bu cümlenin anlamı şudur: Bu barış antlaşmasının geçici bir süresi vardır. İmam Hasan (a.s), "Al, hilâfet senin olsun; biz kenara çekiliyoruz. İstediğin kadar istediğin işi yapabilirsin." buyurmamıştır. Hayır, bu barış antlaşması Mua-viye hayatta olduğu süre için geçerlidir; Muaviye'den sonrası için bir geçerliliği yoktur. O hâlde Muaviye kendisinden sonrası için komplo hazırlayamaz: "Muaviye bir kimseyi kendine halife seçemez."
3- Muaviye Şam'da Emirü'l-Müminin Ali'ye (a.s) lânet okutmayı yaygınlaştırmıştı. Bu çirkin hareketin durdurulması antlaşma maddelerinden biri olarak yazıldı:
Muaviye Emirü'l-Müminin Ali'ye küfretmeyi ve namazlarda ona lânet etmeyi bırakmalı, Ali'yi iyi bir şekilde anmalıdır.
Muaviye bunu da taahhüt edip imzaladı. Bunlar propaganda yapıp, Ali (haşa) İslâm dininden çıktığı için ona lânet okuyoruz diyorlardı. Bu maddeyi imzalayan bir kişiye en azından şu kadar hüccet tamamlanmıştır: Sen Ali'yi gerçekten lânete layık bir kişi biliyorsan, o hâlde neden onu ancak iyi bir şekilde anmayı taahhüt ediyorsun. Fakat eğer Ali lânete layık değilse ve taahhüt ettiğin şey doğruysa, o hâlde neden böyle davranıyorsun? Muaviye daha sonra bunu da çiğnedi ve bu çirkin hareket doksan yıl devam etti.
4- Beş milyon dirhemi bulunan Kufe'nin beytülmali, hü-kümeti teslim etme konusundan müstesnadır; Muaviye her yıl İmam Hasan'a (a.s) iki milyon dirhem göndermelidir.
Bu şart Muaviye hükümetine ihtiyaç duymamaları, zor durumda kalmamaları; ihtiyaçları olduğunda İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin'in (a.s) giderebileceğini bilmeleri için koşulmuştu. "Haşimoğulları'na Ümeyyeoğulları'na yapılan bağış ve hediyelerden imtiyaz vermeli, Cemel ve Sıffin savaşlarında Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) safında yer alıp şehit olan kişilerin aileleri arasında bir milyon dirhem bölüştürmeli ve bu para, "Darabcerd" vergilerinden temin edilme-lidir." Darabcerd, Şiraz nahiyesindedir. Bu bölgenin vergisini Haşimoğulları'na ihtisas ettiler.
5- Halk Şam, Irak, Yemen, Hicaz ve yeryüzünün her tarafında emniyet ve güvence içerisinde olmalı, zenciler ve kızıl derililer emniyette olmalı; Muaviye onların sürçmelerini görmezden gelmelidir.
Maksat, geçmişte onlara karşı güdülen kinlerdir; çünkü onların çoğu geçmişte Sıffin'de Muaviye'yle savaşmışlardı. "Hiç kimseyi geçmişteki hatalarından ve Irak halkını, geçmişte onlara karşı duyulan kinlerden dolayı cezalandırmamalıdır. Ali taraftarları nerede olurlarsa olsunlar emniyet ve güven içerisinde olmalı, Ali Şiîlerinden hiç birine eziyet edilmemeli ve Ali dostları can, mal, namus ve çoluk-çocuklarına bir zarar gelmesinden endişe duymamalıdırlar. Hiç kimse onları takip edip zarar vermemeli, kim olursa olsun hak sahibine hakkı verilmeli ve Ali dostlarının ellerinde olan şeyler onlardan alınmamalıdır. Açıkta ve gizlide Hasan b. Ali, kardeşi Hüseyin ve Resulullah'ın Ehlibeyt'inden hiç kimsenin canına kastetmek için komplo hazırlanmamalıdır."
Bu maddeler, özellikle beşinci ve (Emirü'l-Müminin Ali'ye lânet etme meselesi olan) üçüncü madde birinci maddeden de anlaşıyor; çünkü Muaviye Allah'ın Kitabı, Resulullah'ın (s.a.a) sünneti ve Hulefa-i Raşidinin gidişatına uygun davranmayı taahhüt etmiştir. Bu madde, 3. ve 5. maddeyi de içermektedir; fakat buna rağmen Muaviye'nin üzerinde durduğu ve aksine davranacağını bildikleri için, ileride bunlar hakkında hiçbir tevil ve yorumda bulunulmaması için tek başına antlaşma maddelerinden biri olarak yerleştirildi. "Ve İslâm âleminin hiçbir yerinde korkutulmamalı, tehdit edilmemelidirler." Bu ifadeyle, şimdiden senin davranışlarına karşı kötümseriz demek istiyorlar aslında.
Bu antlaşmanın maddeleri bunlardı. Muaviye'nin Abdullah b. Amir isminde bir temsilcisi vardı. Muaviye onu altını imzaladığı bir mektupla İmam Hasan'a (a.s) gönderip şartları sen yaz, senin bu sayfaya yazdığın tüm şartları kabul ediyorum dedi. İmam Hasan (a.s) da barış antlaşmasına bu şartları yazdı. Daha sonra da Muaviye ben Allah ve Resulü'nü tanık tutuyorum ki eğer böyle yapmazsam şöyle olayım, şöyle yapmazsam böyle olayım diye birçok yemin etti. Böylece antlaşma imzalandı.
Dolayısıyla, İmam Hasan'ın (a.s) döneminde ve içinde bulunduğu şartlarda yaptığı bu barışta bir kusur göremiyoruz. Hilâfet makamında olan İmam Hasan'ın (a.s) yaptığı barışla itiraz eden bir kişi olarak İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamını, aralarındaki arz ettiğimiz bu kadar farklılıklara rağmen mukayese etmek doğru değildir. Yani öyle görünüyor ki, o dönemde İmam Hasan olmasaydı ve Emirü'l-Mü-minin Ali'den (a.s) sonra İmam Hüseyin (a.s) halife olsaydı, o da bu barış antlaşmasını yapardı. İmam Hasan (a.s) da Muaviye sonrasına kadar yaşayacak olsaydı İmam Hüseyin (a.s) gibi kıyam ederdi; çünkü bu iki dönem arasındaki şartlar farklıydı.
[1]- Arapça'da işi bırakmak anlamında "teslim-i emr" ifadesi kullanılmıştır. Bunun Türkçe tabiri "hükümet"tir.
[2]- Nehcü'l-Belâğa, 74. hutbe.
Dostları ilə paylaş: |