Ehl-i Beyt İmamlarının Siyasi Tutumları



Yüklə 1,04 Mb.
səhifə11/43
tarix20.11.2017
ölçüsü1,04 Mb.
#32306
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   43

Soru ve Cevap


Soru: İmam Hasan'ın (a.s) barışının caiz olup olmadığı konusunda Şia fıkhına istinat etmek doğru olmaz; çünkü esasen Şia fıkhının temelini Ehlibeyt İmamları'nın uygulamaları oluşturmaktadır. Her zaman tüm konularda bir takım şeyler temel olarak kabul edilir, daha sonra olaylar bu temel üzerine oturtulur. Oysa Muhakkik veya diğer Şia ulemasının fıkıh kaynağı ve temeli zaten Ehlibeyt İmamları'nın uygulama ve direktifleridir.

Cevap: Sözünüz, çok yararlı ve isabetli bir uyarıdır. Doğrudur; fakat biz İmam Hasan'ın (a.s) burada Şia fıkhını izlediğini söylemek istemiyoruz; amacımız bu fıkıh kurallarının mantıkla bağdaşıp bağdaşmadığını incelemektir. Bu meseleyi ele alınca, önce hiçbir bahsi göz önünde bulundurmaksızın fıkıh külliyatını söz konusu edip daha sonra bunun mantıkla bağdaşıp bağdaşmadığını incelemeyi düşündük (çünkü bir konuyu genel olarak ele almak, belli bir ölçüde sorunun çözümüne yardımcı olur; amacımız bir konuya sorgulamasız isnat etmek değildir. Bizce, şimdi fıkıhta kaydedilen kurallar, ister kaynağı Ehlibeyt İmamları'nın siyeri olsun, ister başka şeyler olsun, tümü mantıkî meselelerdir).

Bakalım, cihadın meşru görüldüğü yerlerde, meşruluk açısından bir sorun var mıdır? Ve yine barışın meşru görüldüğü yerlerde barış mantıklı mıdır, mantığa aykırı mıdır? Biz şunu vurgulamak istedik: Fıkıhta cihadın meşru olduğu yerlerde cihat mantığa uygundur, barışın meşru olduğu yerlerde ise barış mantığa uygundur. Mantık açısından bunu kabul ettikten sonra bakalım İmam Hasan (a.s) cihat etmesi gerekirken barış mı yapmıştır veya İmam Hüseyin (a.s) barış yapması gerekirken cihat mı etmiştir? (Çünkü İslâm'da hem cihat ve hem de barış ilkesi vardır.) Yoksa İmam Hasan (a.s) barış yapması gereken bir yerde barış ve İmam Hüseyin (a.s) de cihat etmesi gereken yerde cihat mı yapmıştır? Resulullah (s.a.a) ve Emirü'l-Müminin Ali (a.s) hakkında da aynı şey geçerlidir. Onlar hakkında durum kesindir. Özellikle Hz. Resulullah (s.a.a) hakkında tartışma bile söz konusu olamaz; çünkü Peygamber efendimiz bazen barış ve bazen de savaş yapmıştır (ve alınan kararın isabetli olduğu zamanın geçmesiyle ortaya çıkmıştır).

Soru: Acaba cihat konusunda Ehlisünnet kardeşlerin fıkhıyla Şia fıkhı arasında fark var mıdır? Eğer fark varsa nelerdir? Diğer bir soru da şu ki: Cihat şartlarını açıklarken genel olarak mala ve cana yönelik sulta kurmak söz konusu edildi; acaba fikir ve düşünceye sulta kurmak da söz konusu mudur? Söz konusuysa bu cihat hangi cihadın kapsamına girer?

Cevap: Bu konuya açıklık getirebilmek için öncelikle Ehlisünnet'in konuyla ilgili fıkhî hükümlerinin incelenmesi gerekir. Bu incelemeden sonra, sorunun cevabı verilebilir. Fakat genel olarak onların şartlarıyla bizimkisi arasında pek fazla fark yoktur. Bir fark varsa da; bu bizde var olan, fakat onlarda olmayan sınırlandırmalardır. Şöyle ki biz bazı yerlerde masum imamın veya onun özel naibinin varlığını şart bilmekteyiz; fakat onlarda böyle bir şart yoktur.

İkinci sorunuza gelince; bu konu yeni gündeme gelen konulardan olduğu için geçmişte fıkıhta söz konusu edilmemiştir. Dolayısıyla genel kurallar çerçevesinde bu yeni mevzunun hükmünün ne olduğunu incelemek gerekir. Kısacası geçmişte böyle bir mesele söz konusu olmadığı için bu konuda kurallar çerçevesinde içtihat yapılması gerekir.


İmam Hasan'ın Barışı (2)


Bismillahirrahmanirrahim

İmam Hasan'ın (a.s) barışından bahsediyorduk. Bir önceki oturumda İslâm açısından ve özellikle İslâm fıkhı açısından savaş ve barış hakkında genel konuları işledik. Genel olarak (özellikle İslâm tarihi açısından) Müslümanların imam ve önderinin belli başlı bir takım şartlar çerçevesinde barış yapmasının câiz (ve kimi zaman farz ve gerekli) olduğunu söyledik. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) de birçok yerde barış yapmıştır; kimi zaman Ehlikitap'la, kimi zaman da müşriklerle. Elbette bazı durumlarda da savaşmıştır.

Daha sonra, İslâm fıkhının konuyla ilgili genel kurallarından bahsettik ve bir dinin veya bir sistemin (ismine ne söylerseniz söyleyin) savaşı câiz görmesi, onun bunu bütün şartlarda geçerli ve gerekli gördüğü ve hiçbir zaman bunun dışına çıkılmaması ve insanlarla barış içerisinde yaşamayı câiz görmediği anlamına gelmez diye de aklî bir değerlendirme yaptık; aynı şekilde bunun karşıtı da yanlıştır; yani tüm şartlarda biz savaşa karşıyız ve barıştan yanayız denilmesi de yanlıştır. Bazen savaş tam bir barışa götürürken, bazı barışlar da tam bir zafere ulaştıran sonuçlar hazırlar.

Bunlar bir önceki oturumda değindiğim genel kurallardı. Daha sonra İmam Hasan'ın (a.s) döneminin durumunu, onun hangi şartlarda barış yaptığını, daha doğrusu onu barış yapmaya zorlayan şartların neler olduğunu ve yine bu şartların İmam Hüseyin'in (a.s) döneminin şartlarıyla farkını, neden İmam Hüseyin'in (a.s) barış yapmaya yanaşmadığını inceleme sözünü vermiştik.

Bu iki dönemin birbiriyle çok önemli farkları vardır. Ben konunun farklı yönlerini size aktaracağım; kararı da artık sizin takdirinize bırakıyorum.

İmam Hasan'la İmam Hüseyin Döneminin Farklı Koşulları


Birinci fark; İmam Hasan'ın (a.s) hilâfet makamında olması; Muaviye'nin ise sadece bir yönetici, vali ve hâkim konumunda olmasıdır; Muaviye o döneme kadar kendi kendini halife ve müminlerin emiri olarak henüz tanıtmamıştı. O, Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) döneminde isyancı ve itiraz eden bir kişi konumunda idi. Muaviye, "Ben Ali'nin hilâfetini kabul etmiyorum. Çünkü Ali Müslümanların hak halifesi olan Osman'ın katillerine sığınak vermiş, hatta Osman'ın katline kendisi de iştirak etmiştir; işte bu yüzden Ali Müslümanların hak halifesi değildir." sözleriyle Ali'ye (a.s) karşı oluşuna bir delil olarak göstermeye çalışmıştır. Muaviye, hak olmayan ve eli bir önceki hükümetin kanına bulaşan hükümete itiraz eden bir kişi (ve bir grup) konumunda mücadele başlattı. O zamana kadar hilâfet iddiasında bulunmu-yor, halk da onu müminlerin emiri olarak görmüyordu; o, bu halifeye uymak istemiyoruz diyordu.

İmam Hasan (a.s), Emirü'l-Müminin Ali'den (a.s) sonra hilâfete geçiyor. Muaviye ise günden güne güç kazanıyor. Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) döneminde, İmam Hasan'ın (a.s) da miras aldığı hükümet, kendine has tarihî nedenlerle tedricen içten içe zayıflıyor. Öyle ki Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) şahadetinden on sekiz gün sonra (bu on sekiz gün, haberin hızla Şam'a ulaşması ve Muaviye'nin hemen genel seferberlik ilân etmesinden ibarettir) Muaviye Irak'ı fethetmek için harekete geçiyor.

Burada İmam Hasan'ın (a.s) durumu özel bir durumdur; yani isyancı ve azgın bir gücün kendisine karşı kıyam ettiği Müslümanların halifesidir. İmam Hasan'ın (a.s) bu durumda öldürülmesi Müslümanların halifesinin öldürülmesi ve hilâfet merkezinin yenilgiye uğraması demektir. İmam Hasan'ın (a.s) öldürülmeye varacak kadar direnmesi Osman'ın kendi hilâfeti dönemindeki direnişi gibidir; fakat İmam Hüseyin'in (a.s) direnişi gibi değildir. İmam Hüseyin (a.s) mevcut hükümete karşı itiraz eden bir kişi konumunda idi.[1] Öldürülecek olsaydı (ki nihayet öldürüldü de) iftihar edilecek bir ölüm olacaktı ki öyle de oldu. Mevcut duruma, mevcut hükümete, fesadın yayılmasına karşı çıktı; onların salahiyetlerinin olmadığını ilân etti ve yirmi yıl boyunca nasıl insanlar olduklarını ortaya çıkarıp ispatladılar da. İmam Hüseyin (a.s) öldürülünceye kadar da bu sözü üzerinde ısrarla durup ayak diretti. İmam Hüseyn'in (a.s) kıyamı bu nedenlerden dolayı iftihar edilir bir kıyam ve yiğitçe bir duruş olarak kabul görmüş ve böyle de kalmıştır.

Bu açıdan İmam Hasan'ın (a.s) durumu İmam Hüseyin'in (a.s) durumunun tam aksidir. Yani biri hilâfet makamında oturmuş, diğeri ise ona itiraz ediyor; biri öldürülecek olursa Müslümanların halifesi hilâfet makamında öldürülmüş olacak; bu ise İmam Hüseyin (a.s) için dahi bir sorun olacaktı. Nitekim İmam Hüseyin de (a.s) birinin Resulullah'ın (s.a.a) yerinde ve Hazretin hilâfet makamında öldürülmesini istemiyordu. İmam Hüseyin'in (a.s) Mekke'de öldürülmeye razı olmadığını görüyoruz. Neden acaba? Şöyle buyuruyor: "Bu durumda Mekke'nin saygınlığı çiğnenmiş olur; bu saygınlık ortadan kalkar. Nasıl olsa beni öldürecekler; neden beni Allah'ın hareminde öldürsünler ve böylece Allah'ın hareminin ve Beytullah'ın da saygınlığını çiğnesinler?"

Biz İmam Ali'yi (a.s) görüyoruz ki; Osman'ın döneminde insanlar ayaklanınca,[2] onların isteklerinin yerine getirilmesini çok fazla isterken, Osman'ın öldürülmesini de istememektedir. Osman'ı ciddi bir şekilde savunmakta ve bu konuda Nehcü'l-Belâğa'da da şöyle buyurmaktadır:

Osman'ı o kadar savundum ki bu açıdan günahkâr olmaktan korktum.[3]

Osman'ı savunmasının nedeni onun taraftarı olduğu için miydi; yoksa bunda başka bir amaç mı güdüyordu? Elbetteki Osman taraftarı değildi; savunmasının illetini şu sözlerinden çıkarmak mümkün:

Senin öldürülmüş halife olmandan korkuyorum. Müslümanların halifesinin hilâfet makamında öldürülmesi İslâm âlemi için utanç vericidir; hilâfet makamına saygısızlıktır. Bunların istekleri meşrudur; onları yerine getir; bırak bunlar çekip gitsinler.

Diğer taraftan Emirü'l-Müminin Ali (a.s) ayaklanan insanlara, hak sözü söylemeyin, Osman'ın işlerine karışmayın; bu diretiyorsa sizler çekip gidin, evlerinizde oturun demek de istemiyordu; çünkü halifenin eli her ne kadar açık ve serbest olsa haksızlıkları da bir o kadar artar. Elbette bunu insanlara açıklamıyordu; açıklamaması da gerekiyordu. Fakat Osman'ın da hilâfet makamındayken öldürülmesini istemi-yordu. Ne yazık ki Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) istemediği şey oldu.

Dolayısıyla tarihten anlaşıldığı kadarıyla İmam Hasan (a.s) direnecek olsaydı bu, onun ölümüyle sonuçlanacaktı; bu ise imamın ve halifenin hilâfet makamında öldürülmesi demekti. İmam Hüseyin'in (a.s) öldürülmesi böyle değildi, yönetime karşı çıkan bir kişinin öldürülmesiydi. İmam Hasan (a.s) dönemi ile İmam Hüseyin (a.s) dönemi arasındaki farklı şartlardan ilki buydu.

İkinci fark: İmam Hasan'ın (a.s) ashabından birçoğu ihanet etmiş, Kufe'de çok sayıda münafık türemiş, birçok tarihî olay ve etkenlerin sonucu Kufe bozuk bir hâl almıştı. Ancak her ne kadar Irak (Kufe) ordusu zayıf duruma düşmüş idiyse de; bu, ordunun tamamen yok olduğu, Muaviye'nin orayı rahat bir şekilde fethedeceği (hâşâ) yani Re-sulullah'ın (s.a.a) Mekke'yi fethettiği gibi çok kolay bir şekilde ele geçireceği anlamına gelmezdi.

Kufe'de yaşanan büyük sıkıntılardan birisi de Haricîlerin ortaya çıkmasıdır. Emirü'l-Müminin Ali (a.s) Haricîlerin ortaya çıkışını, gerçekleşen hesapsız fetihlerden kaynaklandığını düşünmektedir. İnsanların talim ve terbiyeye tâbi olmadan, İslâm ahlakıyla ve dinin ruhuyla aşina olmadan, belli prensipler doğrultusunda genişletilmesi gereken İslâm sınırlarının, bunlara paralel olarak genişletilmediğini ve fitnenin kökünün de bu sorundan kaynaklandığını söylüyordu. Nehcü'l-Belâğa'da bu konuda şöyle geçer:

Eğitim almayan, öğrenmeyen, İslâm'ı tanımayan ve İslâm'ın talimatının derinliklerine aşina olmayan kişiler Müslümanların arasına girip diğerlerinden daha fazla Müslümanlık iddiasında bulundular.

Her halükârda, Kufe'de parçalanma ve gruplaşma meydana geldi. Ahlâk, insanlık, din ve iman ilkelerine bağlı olmayanların, söz konusu ilkelere bağlı olan insanlara oranla daha güçlü konumda olduğunu hepimiz kabul etmekteyiz. Muaviye parayla Kufe'de büyük bir üs oluşturmuştu; sürekli Kufe'ye gönderdiği casuslar bir taraftan bol miktarda para dağıtıp insanları satın alıyor, diğer taraftan da yaygara çıkarıp halkın moralini bozuyorlardı. İmam Hasan (a.s) direnecek olsaydı Muaviye'nin yüz elli bin kişilik ordusuna karşı koyabilecek en az otuz kırk bin kişilik bir ordu oluştururdu ve belki de (tarihte yer aldığı üzere) yüz bin kişilik büyük bir ordu çıkara bilirdi onun karşısına.  Fakat bütün bu çabasının karşısında elde edeceği sonuç ne olurdu? Sıffin'de Emirü'l-Müminin Ali (a.s) Irak ordusunun daha iyi ve sayısal üstünlüğü olduğu o dönemde Muaviye'yle on sekiz ay savaştı. On sekiz ay sonra Muaviye nerdeyse tam bir yenilgiye uğramak üzereyken Kur'ân sayfalarını mızraklara takarak bu hile ile onları durdurmayı başarmıştı.

İmam Hasan (a.s) savaşacak olsaydı Şam ve Irak Müslümanlarından oluşan iki büyük ordu arasında yıllarca sürecek olan bir savaş çıkar ve iki taraftan belli bir sonuca varmadan on binlerce insan ölürdü. Tarihte kaydedilen şartlara göre Muaviye'yi yenilgiye uğratma ihtimali yoktu; İmam Hasan'ın (a.s) yenilgiye uğraması daha büyük ihtimaldi. İmam Hasan (a.s) iki üç yıl savaşacak; bu savaşta iki taraftan on binlerce ve belki de yüz binden fazla insan öldürülecek; sonuçta, ya iki taraf da geri çekilecek ya da İmam Hasan (a.s) hilâfet makamında öldürülecek! Gerçekten İmam Hasan (a.s) için bir iftihar mıdır bu? Fakat İmam Hüseyin'in (a.s) yetmiş iki kişilik bir grubu var; hatta onları da göndermek istiyor, "İsterseniz gidin; beni yalnız bırakın." diyor. Onlar da direnip öldürülüyorlar; o da yüzde yüz iftihar edilecek bir şekilde.

O hâlde burada şu iki fark söz konusudur: Biri; İmam Hasan'ın (a.s) hilâfet makamında olmasıdır ve imam öldürülecek olsaydı halife hilâfet makamında öldürülmüş olurdu. Diğeri ise İmam Hasan (a.s) hemen hemen Muaviye gücüne karşı koyabilecek bir güce sahipti ve bu savaşın başlatılması, beraberinde kabul edilir nihaî bir zafer getiremeyeceği gibi uzun bir süre devam etmesine ve Müslümanlardan büyük bir grubun öldürülmesine neden olurdu.

 

[1]- İmam Hüseyin'in (a.s) haklı bir itirazcı, İmam Hasan'ın (a.s) ise hak imam olması ve ona batıl bir kişinin itiraz etmesi arasındaki farka değinmek istemiyorum, sadece toplumsal açıdan durumu açıklamak istiyorum.

[2]- Ki hak üzere de ayaklanmışlardı; yani bütün itirazları yerindeydi (bugün Ehlisünnet de Osman'a karşı olanların itirazlarının yerinde olduğunu kabul etmektedir), dolayısıyla Ali (a.s) kendi hilafeti döneminde de onları ağırlıyordu. Osman'a itiraz edenler ve onun katilleri arasında Muhammed b. Ebubekir ve Malik-i Eşter gibi kişiler vardı; bunlar daha önce olduğu gibi sonraları da Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) özel ashabından oldular.

[3]- Nehcü'l-Belâğa, 240. hutbe.


Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin