Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri


Yıllar Camiler Tekkeler Türk okulları



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə40/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   100

Yıllar Camiler Tekkeler Türk okulları

1876 4860 680 4112

1915 2640 346 2932

1945 1512 84 1340

1955 1230 12 2116

1980 1180 10 kadar yok

C. Cemiyetler

93 Harbi Bulgaristan’da yaşayan Müslüman toplumun sosyo-kültürel hayatına büyük bir darbe vurdu. Öyle ki, kendine gelmeye başlayana kadar on yıldan fazla sürdü. Daha önce de söylediğimiz gibi göçler Bulgaristan Türklerinin elit tabakasını alıp götürüyordu. Halka ön ayak olacak kimselere tek tük rastlanıyordu. Buna rağmen bu birkaç kişi daha iyi çalışmalarda bulunabilmek için birleşmeyi, yardımlaşmayı, güçlü olmayı sağlayacak kurumlar tesis etmeye gayret etmişlerdir. Bu gayretlerin bir neticesi olarak 1906 yılında Muallimîn-i İslâmiyye Cemiyet-i İttihâdiyyesi kurulmuştur. Bu derneğin amacı Türk muallimlerini bir çatı altında toplayarak Türk eğitiminin güncel meselelerini müzakere etmektir. Cemiyetin her yıl yapılan toplantılarında bir çok önemli kararlar alınmış, ama maalesef bu kararların bir çoğu çeşitli nedenlerle yürürlüğe geçirilememiştir.31 Cemiyet 1928 yılından sonraki faaliyetlerini Bulgaristan Türk Muallileri Birliği adı altında daha birkaç yıl sürdürebilmiştir.

1911 yılında Sofya’da Müslümanların hukukunu muhafaza etmek, toplumsal haklar elde edebilmek için İttifâk-ı İslâm adında bir cemiyet kurulmuştur.32 Bulgaristan Müslümanları iki Dünya Savaşı arasında daha bir çok cemiyet kurmuşlardır. Şunları sayabiliriz: Rusçuk Yârânı Cemiyeti, Rusçuk Sahâbet Cemiyeti, Vidin Şefkat Cemiyeti, değişik kasabalarda kurulan Cemiyet-i Hayriyyeler, Nüvvab mezunları ve öğrencilerinin kurduğu Ahlâk-ı İslâmiyye Cemiyeti (Uhuvvet-i İslâmiyye), yine Nüvvab öğrencilerinin kurduğu Müsterşiler Cemiyeti, Altınordu, Şenyurt, Bozkurt, Alparslan, Turan33 ve Din-i İslâm Müdâfileri Cemiyeti.34

Bu son iki kuruluş Bulgaristan Türklerinin hayatında önemli rol oynamıştır. Turan gençlik teşkilâtının Türklerin ulusal benliğinin oluşumunda yeri çok büyüktür. Yaptığı ilmî, kültürel ve sportif etkinlikler, neşrettiği “Yenilik”, “İstikbal”, “Turan” gibi gazetelerle bütün Bulgaristan’ı kapsayan bir hareket olmuştur. Ancak derneğin İslâmî kaygıya sahip olmayışı, hatta İslâm karşıtı

amacının bulunması büyük fitnelere, tefrikalara neden olmuştur. İtidâl çizgisine dikkat etmeyen cemiyet 1934 darbesinden sonra kapatılmıştır.

Din-i İslâm Müdâfileri Cemiyeti 1933 yılında zamanın Başmüftüsü Hüseyin Hüsnü Efendi tarafından kurulmuştur. Adından da anlaşıldığı gibi cemiyet İslâm’ı koruma esasına dayanarak kurulmuştur. Amacı Türkiye’de yapılan Kemalist reformların Bulgaristan Müslümanları arasına nüfuz etmesini önlemektir. Yayın organı olan “Medeniyet” gazetesinde bu yönde yazılan makaleler pek çoktur. Derneği Bulgar hükümetleri de desteklemiştir. Cemiyet Müslümanlar arasında çıkan bazı tefrikalara neden olmuştur. Eğer bu cemiyet ve diğer bazılarının üyeleri, taraftarları uzlaşma yolları aramış olsalardı Müslüman toplumu o kadar parçalanmaz, kendi içinde didişerek kan kaybetmez, pusuda bekleyenleri memnun etmezlerdi.

D. Neşriyat

Balkanlar’ın ilk Türkçe gazetesi olan Tuna Bulgaristan topraklarında, Rusçuk’un Tuna Vilâyeti matbaasında 1865 yılında yayınlanmaya başlamıştır.35 Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu topraklarda daha bir çok gazete ve dergi yayınlanmıştır. 1882 yılında yayınlanmaya başlayan Tarla gazetesini yaklaşık 150 gazete ve dergi takip etmiştir. Bunların arasında uzun süre yayınlanmaya devam eden ve 1000 adedi aşan nadir olsa bile bu zengin kültürel varlığın günümüz araştırmacılarına kaynak teşkîl etmektedir. Bu gazete ve dergiler Bulgaristan Türklerinin fikir hayatını en güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira bunlar değişik toplumsal cereyanlar, fikri gruplar ve siyasi güçler tarafından neşredilmiştir. Gazetelerin nâşirleri birbirileriyle kavgalı olmasalar, sayfalarının büyük kısmını bir birilerine iftira ve hakaret etmeye ayırmamış olsalardı daha hayırlı hizmetleri olurdu kanısandayım.

Bulgaristan Türkleri ele aldığımız dönemde yalnız gazete yayınlamakla kalmayarak, sayısı az olmasına rağmen kitaplar da yayınlanmışlardır. Ders kitaplarının yanı sıra dinî, edebî, içtimâî ve tarihî içerikli kitaplar yayınlanmıştır. Bu sıkıntılı dönemde 100 civarında kitap kaleme alınmıştır.36 Zamanına göre çok hareketli olan bu yayın hayatını Müslümanlar faaliyette olan yayınevlerine borçludurlar. Bunların bazıları şunlardır: İntibah, Nüvvab, Terakkî, Ümit, Hurşit, Tefeyyüz, Ehali vesaire.

E. Dinî İdare

Bulgaristan Müslümanları ayakta kalabilmelerini dini idarelerine borçludurlar. Onların hakları daha ilk uluslararası anlaşmalar ve dahilî kanunlarda Müslüman azınlığı olarak tespit edildi. 1878 Berlin Antlaşması, 1909 İstanbul Protokolü, 1913 İstanbul Muâhedenamesi, 1919 Nöy ve 1925 Bulgaristan-Türkiye Antlaşmaları, Tırnova Anayasası ve Muvakkat İdare Kuralları Bulgaristan Müslümanlarının dinî idarelerini genişçe ele aldılar. Buna göre daha 1880 yılında Dinî Cemaatlerin İdaresine Dair Muvakkat Kurallar37 gereğince Sofya’da merkez ve bölge müftülüğü ve bununla beraber 9 bölge müftülüğü kurularak Müslümanlara Hâriciye ve Mezâhip Nezâreti kontrolünde özerk bir dinî idare verildi. Merkez müftülüğü daha sonra başmüftülüğe dönüştü, müftülüklerin sayısı ise zaman zaman değişikliklere uğradı. Müslümanların dinî idaresi devletin tespit ettiği hatlar doğrultusunda kendi hazırladıkları tüzükler ile gerçekleştirildi. Bu tüzüklerin benzer tarafları olduğu gibi farklılıkları da vardır.38 Bizim ele aldığımız dönemde üç tüzük hazırlanmıştır: 1895,39 191940 ve 194541 yıllarında.



Başmüftü, Bulgaristan Müslümanlarını yurt içinde ve yurt dışında temsil ediyor, şer’î mahkemelerin ve medreselerin kontolünü yürütüyor, Müslüman halkın ahlâkını yüceltmeye, hayırseverliğini arttırmaya gayret ediyor ve şer’î konularda fetva veriyor. Yüksek Şer’î Mahkemeye başkanlık ediyor.

Bölge müftüleri ise imam, hatip, vaiz ve cemaat-i islâmiyeleri kontrol ve idare ediyor ve şer’î konularda gerek duyulunca fetva veriyor. Bölge Mahkeme-i Şer’iyyesinde kadılık vazifesini de yürütüyor.

Müftülüklerin yanı sıra her bölge müftülüğünde bir şer’iyye mahkemesi mevcuttur. Bu mahkemelerin yetkileri değişik devlet kanunlarıyla düzenlenmiştir. Bölge şer’îyye mahkemelerinden başka Rusçuk ve Filibe’de olmak üzere iki temyiz şer’iyye mahkemesi ve Başmüftülükte Dîvân-ı Âlî-i Şer’î (Yüksek Şeriat Mahkemesi) Müslümanların davalarına bakmaktadır.

F. Vakıflar

Bulgaristan Müslümanlarının millî ve manevî değerlerinin oluşumu ve korunmasında vakıfların rolünü tarif etmek imkansızdır. Zira müftülükler, okullar, cami ve tekkeler ancak ecdadımızın miras olarak bıraktığı vakıflardan hasıl olan gelirler sayesinde bunca zorluğa karşı direnebilmişlerdir. Bu yüzdendir ki, dün de, bugün de bütün gözler milletin vakıflarındadır. Vakıf deyince Müslümanların maddî ve manevî varlığı akla gelmektedir. Çünkü vakıflar apayrı bir medeniyettir. Camiler, mektepler, tekkeler, zaviyeler, kütüphaneler, çeşmeler, bedestenler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köprüler, kuleler ve daha bu kadar emlâk ve emvâl hep vakıf medeniyetini oluşturan cüzlerdir.

1878 sonrasından bugüne kadar vakıflar hep soyulmuş, çarçur edilmiş, malûm ve meçhul, Müslim (!) ve gayrimüslim ceplere indirilmiştir. Bu, kimi zaman devletin gizli veya açık desteği, kimi zaman ise bizim saflığımız veya vurdumduymazlığımız nedeniyle olmuştur. Allah’ın işine bakın ki, vakıflar bu kadar pervâsızca uzanan ellere karşın hâlâ, az bile olsa, ayakta durmaktadırlar.

Vakıfların muhafazası daha Berlin Antlaşması’yla teminat altına alınmıştı. Fakat daha o zamanlar bir çok vakıf durağanlığını kaybetti. Misal olarak Vidin şehrini zikredebiliriz: Bir sürü nâmahrem elin uzanmasına, tecavüz etmesine rağmen yüzlerce Vidin vakfından 1932 yılında 60 kadarı ayakta kalabilmişti. Ama saldırılar o kadarla da kalmayarak tâ bugünün Müslümansız ve vakıfsız Vidin’e gelindi. Durum böyle iken Gâzi Mihaloğulları’nın, Pazvantoğlu’nun, Şerif Halil Paşa’nın, Mahmud Paşa’nın kemikleri hiç sızlamaz mı? Bunlar haleflerinden Allah için hesap sormazlar mı?

Vakıfların üzerinde o kadar göz var ki, onların merkezîleştirilmesi ve daha işlek hale getirilmesi için kurulan Müessesât-i Diniyye ve Vakfiyye Müdüriyeti bile onlara sahip çıkamadı, bazen de çıkmadı. Böylece vakıflar 120 yıldır devamlı kanlı bir mücadele içinde olmaya devam etmektedirler. İnşaallah bugünün demokrasisi gerçek bir demokrasi olur da 400-500 yıllık o vakıflar da rahat bir nefes alır.

4. Eğitim Durumu

İslâm dini eğitime çok büyük önem vermiştir. Bunun Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayetlerindeki “oku!” emrinin bir gereği olduğu muhakkaktır. Kur’ân-ı Azîmüşşân veya Sünnet-i Nebevî Müslüman toplumun okumuş, bilgili, düşünen ve üreten bir toplum olmasını ister. Bu nedenle daha Peygamberimizin nur saçtığı Asr-ı saadetinde ortaya çıkan Suffa’yı günümüz anlamındaki en güzel bir eğitim kurumu olarak nitelendirebiliriz.

Eğitime verilen önem daha sonraki yıllarda da az değildi. Ancak bu hususta zaman zaman aksaklıkların olduğu gerçeğine de göz yummak imkansızdır. Gazalî, Zernucî gibi bir çok İslâm alimi Müslümanların eğitim düzeylerinin yükselmesi için fikrî mücadele yürütmüşlerdir. Özellikle Bağdat, Kurtuba, Kahire ve İstanbul gibi İslâm merkezleri değişik zamanlarda büyük ilim merkezleri durumuna gelmişlerdir.

Bununla birlikte Balkanlar’da İslâmî kitlenin oluşmaya başlamasından itibaren eğitim merkezlerinin teşekkülü de başlamıştır. Bu, tabii Osmanlı döneminde olmuştur. Osmanlı Devleti’nin 14. yüzyıldan itibaren genel anlamda Balkanlar, dar anlamda ise Bulgaristan topraklarında gerçekleştirdiği fetihlerle fethedilen yerlerde Müslümanlara eğitim imkanı sağlayacak okullar kurulmuştu. Bugünkü Bulgaristan topraklarında kurulan ilk Müslüman okulları -medrese ve mektepler- şu şehir ve kasabalardadır: Yanbol, Filibe, Eski Zağra, Kazanlık, İhtiman vesaire.42

Bu okullar medrese ve mekteplerden oluşmaktaydı. Bulgaristan’daki medreseler üç çeşitti: Dârü’l-hadîs-Vidin, Dârü’l-kurrâ-Filibe ve Dârü’t-tıb-Sofya’da Sofu Mehmed Paşa külliyesinde mevcuttur. Bulgaristan topraklarındaki medreselerin dereceleri yüksek değildir. Bunlar genellikle yirmili ve otuzludurlar, kırklı, ellili ve altmışlı olanlara az rastlanmaktadır.43 En yüksek dereceli medreseler Tırnovo, Sofya, Filibe ve Niğbolu’da bulunmaktaydılar.44 Bu okullardan başka 16-17. asırdan itibaren bir de cami ve mescitlere bitişik olarak dersiye adındaki eğitim kurumları açılmaya başlanmıştır.

1839 yılndaki Tanzimat reformlarıyla eğitim sisteminde bir çok değişiklikler yapılmıştır: İbtidâî okulların (bunlar daha önce var olan dersiye ve sıbyân okullarının düzenlenmiş halidir), ruşdiyelerin teşekkülü, okul programlarının zenginleştirilmesi, yeni ders kitaplarının basılması gibi.

Ayrıca Bulgaristan topraklarını içeren Tuna Vilâyeti’nin yöneticisi Midhat Paşa buraların eğitiminin kalkınmasında büyük rol oynamıştır. Onun önemli girişimleri neticesinde Rus-Türk savaşı öncesinde Tuna Vilâyeti’ndeki okul manzarası şöyledir: 2700 sıbyân okulu (ilkokul), yaklaşık 150 medrese ve 40 ruşdiye.45

Osmanlı idaresinde bulunan Bulgaristan topraklarındaki eğitim ağı bu vaziyetteydi. Ancak Rus-Türk savaşının başladığı andan itibaren durum büsbütün değişti. Savaş yıllarında meydana gelen göçlerde Türklerin aydın tabakasını teşkil eden bini aşkın öğretmen göç etti. Bu durumda okullar başıboş kaldı. Aynı zamanda okulların maddi ihtiyaçlarını karşılayan zenginler vatanlarını terkettiler, vakıfların büyük bir kısmı ise gasp edildi. Büyük bir fakirliğe müptelâ olan Müslüman toplumu çocuklarını okullara gönderemez oldu. Ayrıca eğitim prosesinin gerçekleştirileceği yerler olan okullar da yakıldı, yıkıldı, gasp edildi. Birçok okul “devletin ihtiyaçları için devletleştirilerek” resmî daire, kışla, postahane, tiyatro ve balo salonu, müze olarak kullanılmıştır. Olaylar daha sonraki yıllarda da bu şekilde devam etmiştir, yalnız fazla dikkat çekmeyecek, göze batmayacak bir şekilde.46

Durum bu minval üzere olduğu halde A. Pavlova gibi araştırmacılar hiç sıkılmadan “Bulgaristan devlet idaresinin bütün okullar arasında Türk okullarına karşı en âlicenap, cömert ve hoşgörülü” olduğunu iddia edebiliyorlar.47 Oysa, Tırnova Anayasası’nın 78. maddesi –ilko-

kulun bütün Bulgaristan vatandaşları için mecburî ve ücretsiz oluşu- 1947 yılına kadar hiç bir zaman uygulanmamıştır.

Ayrıca Bulgar hükümeti 1891 Eğitim Yasası’nın 192. maddesi gereğince Müslüman okullarına belediyeler tarafından yıllık yardımlar sağlanması gerekiyor. Ancak daha 1880 Eğitim Kanunu Tasarısının 1. maddesi ile “özel okullar” olarak nitelendirilen Müslüman okulları, Stamboliyski hükümeti hariç, hiç bir zaman devlet eliyle yeterince finanse edilmemiştir. Malî destek her zaman sembolik olarak kalmıştır. Bu, 1894-1895 yılı okullara yapılan ortalama harcamalarda çok belirgin bir şekilde görünmektedir:

Türk okulları-208 leva

Pomak okulları-312 leva

Tatar okulları-144 leva

Bulgar okulları-2485 leva

Yahudi okulları-5074 leva

Ermeni okulları-2946 leva

Rum okulları-3007 leva48

Bulgaristan hükümetlerinin hazırladıkları kanunlar Müslüman okullarına karşı bir dereceye kadar hoşgörülüdür, fakat bu hoşgörü sadece yazılı olarak kalmış demek daha doğrudur kanaatimce. Bulgaristan Müslümanlarının eğitiminin inkişafını bir yandan yönetim çevreleri engellerken, bir yandan da Müslümanların kendileri engellemektedirler. Çünkü öğretmen kadrosu yetiştirememektedirler. Okullarda modernizasyon, yeniden bir yapılanma gerçekleştirilemiyor, programlar, usuller hep eskiden var olagelenlerdir. Tabii ki, bunun tek nedeni Müslüman toplumun kendisi değildir. Kurulan hükümetler bu hususta da -çöküşte- Müslümanlara ellerinden geldiğince değişik kanun ve yönetmeliklerle “destek” vermekten geri durmadılar. Bu, 1880 yılında İvan Güzelev’in hazırladığı “Eğitim Yasası”ndaki Bulgarca dersinin mecburî oluşuyla ilgili hususta görülmektedir. Bu yasa ile Türkler arasında Bulgarca öğretmenlerinin yetişmesine imkân verilmiyor.49 Aynı zamanda öğretmenlerin sayıca ve vasıfça yetersizliği nedeniyle bir çok Müslüman okulu kapatılıyor. Fakat yine de öğretmen yetiştirme imkânları sunulmuyor.

Müslüman-Türklerin eğitim hayatı, elbette, bahsettiğimiz gibi kapkaranlık devam etmemiştir. Stamboliyski başkanlığındaki Çiftçi Birliğinin kurduğu koalisyon hükümeti Müslüman eğitim sistemine rahat nefes alma imkanı sağladığı kuşkusuzdur. Bu hükümetin kurulmasından bir yıl evvel (1918) öğretmen yetiştirmek için bir devlet okulu olan “Daru’l-Muallimîn” kurulmuştur. Bu okulun 1928 yılına kadar sürdürdüğü faaliyeti neticesinde verdiği mezunlar Bulgaristan Türkleri arasında ulusal bilincin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.50

Stamboliyski hükümetinin Eğitim Bakanı Stoyan Omarçevski’nin 21.07.1921’de hazırladığı Eğitim Yasası’yla Bulgaristan Türk okullarına bir çok güzel imkân sunulmuştur: Türk okulları için Eğitim Bakanlığı’nda ayrı bir Başmüfettiş atanmıştır. İlk başmüfettiş Ethem Ruhi olmuştur.51 Bir çok okul yeniden hayata dönmüş, okul fonları oluşturularak Türk okullarının da mal-mülk sahibi olmasına imkân verilmiş, parasal destekte bulunulmuştur. 1922 yılında Medresetü’n-Nüvvab açılmıştır. Ayrıca bu birkaç yıl içinde Öğretmenler Birliği etkinliklerini hızlandırmış, öğretmen kursları düzenlemiştir.52

Ne var ki, bu güzel gelişmeler çok fazla sürmüyor. 9.06.1923 darbesiyle iktidara gelen “Demokratiçeski sgovor” koalisyonu daha önceki hükümetin genişlettiği imtiyazları daraltmaya başlıyor. Bu koalisyonun iktidarda kaldığı 8 yıl ve daha sonraki seneler içinde Bulgaristan Türklerinin eğitim hayatında bir çok değişiklikler meydana gelmiştir. Bunda Türkiye’de yapılan yeniliklerin53 etkisinin çok büyük olduğu şüphesizdir.54

Bu etkilenme neticesinde eğitim alanında görülen başlıca problemler: Öğretmenler arasında patlak veren yenilikçi-muhafazakâr,55 Kemalist-şeriatçı kavgası. Bu ikilik Bulgaristan’da daha önceleri ittihatçılık-itilâfçılık şeklinde var olmuştur. Ancak bu dönemdeki ikilik bütün halkı içine alacak bir dereceye gelmişti. Bu ikilik neticesinde birbirine zıt cemiyetler kuruldu ve gazeteler neşre başladı, medreseler ile ruşdiyelerin daha önce var olan küskünlükleri arttı,56 okullarda program ve alfabe kargaşası son haddine yükseldi. Okullarda bir Türkçe, bir eski Türkçe okundu. 1930 yılında okullarda Lâtince ile eğitim görülmesi mecbur olurken 1936 yılında Arap harflerine dönüldü, iki yıl sonra, yani 1938’de Lâtin alfabesine katî bir dönüş yapıldı.57

Bulgaristan Türklerinin eğitimi en büyük darbeyi 1934-1944 yıllarındaki diktatör rejim döneminde yedi. 19.05.1934 darbesini yaparak iktidarı işgal eden diktatörler Türk eğitimini tazyik ede ede minimuma düşürdüler. Bu on yıl içinde okullar teker teker kapandı, öyle ki 1943-44 eğitim yılında bini aşkın sırf Müslüman köyünde ancak 344 ilk ve 23 orta dereceli Müslüman okulu kalmıştı.58

Bu dikta hükümetlerin izledikleri politikayı 1937 yılında bölge müfettişleri komisyonunun hazırladığı rapor çok güzel bir biçimde yansıtmaktadır. Raporda şöyle denmektedir: “Türk eğitiminin en alt seviyede kalması için bütün kanûnî yollar kullanılarak tedbir alınmalıdır…”59

Bulgaristan Müslümanları bu sıkıntılı dönemi yaşamakta iken gerçekleştirilen 9.09.1944 Komünist Devrimi kendileri için uzatılan bir dost eli olmuştu. Ancak ayaklarının üzerine dikilir dikilmez “dostlar” ellerini “şamara” çevirerek Müslüman halkın yüzüne yüzüne vurmaya başladılar.

Eğitim alanında büyük atılımlar yapmayı uman Müslümanlar 1-2 yıl içinde işin iç yüzünü anladılar. Özellikle dini eğitim hususunda hiç umulmadık menfi gelişmeler meydana geldi. Din dersi önce fakültatif (seçmeli) ders oldu, ancak 1951 yılında bir-iki medrese hariç, bütün okullarda dini eğitim tamamen yasaklandı.60

Görüldüğü gibi Bulgar hükümetlerinin Bulgaristan Müslümanlarının dar anlamda eğitim alanına, geniş anlamda ise bütün alanlarına karşı yaklaşımları çok az istisna ile, iyi niyetle olmamıştır. İlişkileri günübirlik menfaatler belirlemiş. Gerek resmî, gerekse gayr-i resmî yollarla her türlü engelin öne sürülmesinden çekinilmemiştir. Bu nedenle Müslüman halk rahatça bir nefes alarak, bu ülkenin normal vatandaşı olamamıştır. Ancak bu kadar içten ve dıştan gelen darbeye yiğitçe karşılık veren, Bulgaristan Müslümanının ne denli metanet ve direnç sahibi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bulgaristan Müslüman-Türkleri o mahrumiyet günlerinde gösterdiği salâbet-i diniyye ve sadâkat-i milliyyeyi keşke bugünkü rahat ve demokratik şartlarda da gösterebilseler.

1 Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, İstanbul 1992, s. VI.

2 Mehmet Çavuş, Bulgaristan’da Soykırım, İstanbul 1984, s. 13.

3 Ş. Haluk Akalın, Sledite na Sarı Saltuk v Rumeliya i svetata obitel na Sveti Naum/Sarı Saltuk v Ohrid, (İslâm i kultura), Sofya 1999, s. 28.

4 Maykıl Kil, “Razprostranenie na islama v bılgarskoto selo prez osmanskata epoha (15-18v.): Kolonizatsiya i İslamizatsiya”, (Müslümanskata kultura po bılgarskite zemi), Sofya 1998, s. 56-105; Aleksandır Popoviç, Balkanlar’da İslam, İstanbul 1995, s. 69.

5 Geniş bilgi için bk. H. İnalcık, a.g.e., s. 1-107.

6 TDV-İslam Ansiklopedisi, c. VI, s. 398.

7 Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, İstanbul 1985, s. 10-13; Mehmet Şeref (Aykut), Bulgarlar ve Bulgar Devleti, Ankara 1934, s. 25-30; Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, İstanbul 1986, s. 20.

8 Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-8, Ankara 1997, s. 14-15; Valeri Stoyanov, Turskoto naselenie v Bılgariya mejdu polüsite na etniçeskata politika, Sofya 1998, s. 63-64; Bulgaristan’da Türkler Semineri (Ankara Üniversitesi), 10.04.1985, s. 4, 11; Bilal Şimşir, “Etrâku bulgâriyâ ve mevzûu’l-hicreti” (Dirâsâtu Havle’l-kiyâni’t-Türkiyyi fî Bulgâriyâ), Ankara 1987, s. 64-92.

9 Vedat S. Ahmed, “Bulgaristan Müslümanlarının Durumu (1878-1885)”, Kalem Dergisi, Sofya, Şubat-Mart 2001, sa. 2, s. 33.

10 Jorjeta Nazırska, Bılgarskata dırjava i neynite maltsinstva (1879-1885), Sofya 1999, s. 211, 216.

11 Vedat S. Ahmed, a.g.m., s. 33-35.

12 Bazı yıllarda Müslüman mebusların sayısı şöyledir: 1879-14, 1880-17, 1882-20’ye yakın, 1884-26, 1908-15, 1910-10, 1920-9, 1923-10, 1925-5, 1933-4.

13 MDTA (Merkezi Devlet Tarih Arşivi), f. 370, op. 1, a. b. 860.

14 J. Nazırska, a.g.e., 156-157, 179-180.

15 V. Stoyanov, a.g.e., s. 89.

16 M. Necmettin Deliorman, Çanlar ve Zindanlar-Bulgaristan Türklerinin Bitmeyen Çilesi, nşr. R. Özdek, İst. 1985, s. 43-125.

17 Ulrih Büksenşuti, Maltsinstvenata politika v Bılgariya, Sofya 2000, s. 76-78.

18 U. Büksenşuti, a.g.e., s. 60-64.

19 İbrahim Yalımov, “Kültürümüzü Yeterince Tanımıyoruz!”, Kalem, Şubat-Mart 2001, sa. 2, s. 9-10. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Vedat S. Ahmed, Medresetü’n-Nüvvab ve Eğitim Sistemi, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü, bitirme tezi, Sofya 2001.

20 S. Kenderova ve Z. İvanova, İz sbirkite na Osmanskite biblioteki v Bılgariya (18-19 v.), Sofya 1999, s. 15-16.

21 S. Kenderova, a.g.e., s. 21-22.

22 S. Kenderova, a.g.e., s. 27-29.

23 S. Kenderova, a.g.e., s. 33-35.

24 O. Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985, s. 127-128; S. Kenderova, a.g.e., s. 38.

25 “Filibe Vakıflarının Durumu”, Tebligat, Sofya 30. 11. 1932, sa. 5.

26 “Vidin Vakıflarının Durumu”, Tebligat, Sofya 31. 12. 1932, sa. 6.

27 “Rusçuk Vakıflarının Durumu”, Tebligat, Sofya 31.01.1933, sa. 7.

28 Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985, s. 51-55.

29 MDTA, f. 471, op. 1, a. e. 18; “Demir Baba Tekke bılgarska starina”, Razgradsko slovo, 15.09.1927, sa. 211-212, s. 2; “Tursko predizvikatelstvo”, Rusenska poşta, 26. 01. 1928, sa. 1943, s. 2; “Demir Baba”, Rehber, s. 246, s. 1.

30 Mehmet Çavuş, Bulgaristan’da Soykırım, İstanbul 1984, s. 10-11.

31 O. Keskioğlu, a.g.e., s. 99-109; A. Hamdi Akseki, Bulgaristan Mektupları, Hazırlayan: Ferhat Koca, İstanbul 2000, s. 25-27; Ahmed İhsan, Bulgaristan Türkleri ve Hayât-ı İlmiyye ve Fikriyye, Şumnu 1922, s. 18-31.

32 A. Popoviç, a.g.e., s. 76.

33 D. Danailov, Sıyuz na turskite mladejki i kulturno-prosvetni i gimnastiçeski drujestva “Turan”, Dırjavni Arhivni İzvestiya, c. 60, 1990, s. 358-366; O. Keskioğlu, a.g.e., s. 113-123.

34 Medeniyet, sa. 15, 16, 18.

35 Yusuf Kerim, “Bulgaristan’da Türkçe Süreli Basın (1865-1944), (Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Hayat Bilgi Şöleni), Türk Dili Kurumu, Ankara 1999, s. 167.

36 Yayınlanan kitapların büyük bir kısmı Sofya Milli Kütüphanesi’nin Şarkiyat Bölümü ve Plovdiv Bölge Kütüphanesi’nde mevcuttur. Ayrıca bk. O. Keskioğlu, a.g.e., s. 134-138.

37 Dırjaven vestnik (Bulgar Resmi Gazetesi), Sofya 9.07.1880, sa. 56, s. 1-2.

38 İsmail Cambazov, Bulgaristan’da Başmüftülük Tüzükleri, Ümit, Eylül-Ekim 1995, sa. 4, s. 6-8.

39 İttifak, 9 ve 16 Teşrîn-i Evvel 1895, sa. 60-61, s. 4.

40 Bulgaristan Müslümanları Müessesât-ı Diniyye İdâre ve Teşkilâtı Nizamnâmesi, Sofya 1924.

41 Ustav za duhovnoto ustroystvo i upravlenie na müsülmanite v Bılgariya, Sofya 1945.

42 Orlin Sıbev, Osmanski obrazovatelni instutsii v bılgarskite zemi (XV-XVIII vek), (Yayınlanmamış doktora tezi), Sofya 1999, s. 58-74.

43 O. Sıbev, a.g.e., s. 134.

44 O. Sıbev, a.g.e., s. 72.

45 B. Şimşir, a.g.e., s. 29; H. Memişoğlu, Bulgaristan’da Türk Kültürü, Ankara 1995, s. 74-78; İ. Yalımov, Bulgaristan Türklerinin Eğitim Düzeni, Ümit, Sofya 1997, sa. 16, s. 12.

46 B. Şimşir, a.g.e., s. 32-35; Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy, Başlangıcından Bu Yana Bulgaristan’da Türkçe Eğitim, Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitim ve Hayatı Bilgi Şöleni, Türk Dili Kurumu, Ankara 1999, s. 110.

47 Antoaneta Pavlova, İstoriya na turskite uçilişta v Bılgariya (1878-1959), Magistır “M”, 1993, s. 37.

48 B. Şimşir, a.g.e., s. 39.

49 J. Nazırska, a.g.e., s. 82.

50 İbrahim Tatarlı, Şumen Devlet Türk Öğretmen Okulu (Daru’l-muallimîn), Ümit, Sofya, Kasım 1995, sa. 5, s. 16-18; O. Keskioğlu, a.g.e., s. 76-81.

51 MDTA, f. 471, op. 2, a. b. 3 ve 4’e bakılırsa Bulgaristan’daki Müslüman Okulları Başmüfettişliği daha 1920 yılında 01.01.1920 tarihli genelge mucibince merkezi Sofya’da, Şumen ve Plovdiv’de de şubeleri olmak üzere kurulmuştur. İlk başmüfettiş de eski Suhindol Ruşdiyesi müdürü Mustafa Ceyhun tayin edilmiştir.

52 İ. Yalımov, a.g.m., s. 13.

53 Yenilikler hakkında bk. Cengiz Hakov, İstoriya na Turtsiya prez XX vek, Ankara 2000, s. 75-96.

54 V. Stoyanov, a.g.e., s. 81.

55 Yenilikçi-muhafazakar çatışmasının boyutları ve Bulgaristan Türklerinin fikri tarihindeki boyutları için bkz. İbrahim Hatiboğlu, “XX. Yüzyılın İlk Yarısında Bulgaristan Müslümanları Arasında Dini Islahat Çabaları”, IRCICA tarafından 21-23 Nisan 2000 tarihli uluslarası sempozyumda sunulmuş tebliğ, Proceedings of the International Symposium on Islamic Civilization in the Balkans adlı bildiri kitabında yakında yayımlanacak.

56 Gruplar arası tartışmalar hakkında geniş bilgi edinmek için bu dönemde neşredilen “Deliorman”, “Rehber”, “Savaş”, “Turan”, “Rodop”, “Dostluk”, “İntibah”, “Medeniyet” ve başka gazetelere bakılmalıdır.

57 Bilal N. Şimşir, Türk Harf Devriminin Türkiye Dışında Yayılması: Bulgaristan Türkleri Örneği, Harf Devriminin 50. Yılı Sempozyumu, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991, s. 187-206; Cengiz Hakov, Bulgaristan Türk Okullarında Yeni Türk Alfabesinin (Latin Alfabesi) Uygulanması, (Orjinalden fotokopi), s. 1-7; MDTA, f. 176, op. 1, a. b. 888.

58 H. S. Yenisoy, a.g.m., s. 133.

59 MDTA, f. 177, op. 2, a. b. 835.

60 Yuliyan G. Markov, Razvitie na obrazovanieto sred turskoto naselenie v Bılgariya (1944-1952 g.), İstoriçeski pregled, yıl 26, 1970, sa. 1, s. 73-74.

Bulgaristan’daki Değişim Sürecinde Türk Azınlığın Ekonomik Durumu / Yrd. Doç. Dr. Didar Erdinç [p.394-400]

Yrd. Doç. Dr. Dİdar Erdİnç

Amerikan Üniversitesi /Bulgaristan

1. Giriş

1990’larda Bulgaristan’daki değişim sürecinde ortaya çıkan ekonomik kriz ve yapısal tıkanmalardan en fazla etkilenen etnik kesimin Türkler, Pomaklar ve Romanlar olduğu iyi bilinmektedir. Devlet işletmelerinin kapatılması, komünizm öncesi sahiplerine geri verilmek üzere tarımsal alanların özelleştirilmesi ve aynı zamanda süre giden ihracat pazarlarındaki daralma özellikle bu azınlık grupları arasında işsizlik ve fakirliğin hızla yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu süreçte Romanlar mutlak bir fakirliğin pençesine düşerken, Türk ve Pomak grupları ekonomik standartlarına ciddi bir darbe yemişlerdir. Bu nedenle değişimin ekonomik maliyetinin ülkede yaşayan azınlık grupları ile çoğunluk Bulgarlar arasında eşit olarak paylaşılmadığı düşünülebilir.

Bu çalışmada Bulgaristan’daki etnik politikaların ekonomik boyutlarıyla birlikte Türk ve Pomak azınlık gruplarının bu zorluklar karşısındaki varolma stratejileri ele alınacaktır. Bu konu özel bir ilgi gerektirmektedir çünkü azınlık ve çoğunluk grupları arasındaki ekonomik eşitsizlikler etnik gerilim ve çatışmaları arttırma gücüne sahiptir. Bu grupların Bulgaristan nüfusunun %15’ine yakın bir bölümünü temsil ettiği düşünülürse, ekonomik eşitsizliğin önemli politik ve sosyal sonuçlar doğurabileceği bir gerçektir. Bu çalışmada aynı zamanda Bulgaristan’da etnik ayrımcılığın ne ölçüde süregeldiği ve bunun ekonomik alanda ayrımcılığa ne düzeyde yol açtığı da tartışılacaktır.

Bulgaristan’da tam teşekkül etmiş bir etnik krizin bugüne kadar oluşmamasının çok önemli nedenleri vardır: Özellikle, komünizmin yıkılışından hemen sonra Türk azınlığın politik ve sosyal haklarının geri verilmesiyle birlikte Türkler demokratik parlamenter bir rejim içersinde kendi politik partilerini kurup seçimlere katılarak ekonomik çıkarlarını aktif politikalarla koruma yoluna gitmişlerdir. Türk azınlığın bir bölümü göç yoluyla Türkiye’de fırsatlar ararken, diğer bir kesim bavul ticareti ile gelir elde ederek yaşam savaşı vermiştir. Türkiye ve Bulgaristan arasında 1998’de imzalanan Ticaret Anlaşması iki ülke arasındaki ticarete ivme kazandırmış ve Türk şirketlerinin Bulgaristan’daki yatırımlarını arttırarak özellikle özelleştirme sırasında Türk girişimcilerinin aldığı otellerde ve servis sektöründe Türk azınlığa çalışma olanağı sağlamalarına yol açmıştır. Türkler yeni ekonomik koşullara yenilikçi stratejilerle intibak etmeye çalışırken, Pomaklar pazar ekonomisinde yer almaktan çoğunlukla kaçınmış ve giderek köylerine çekilerek ekonomik hayattan tecrit edilmişlerdir. Diğer yanda, 1990’larda Bulgaristan’da ciddi bir siyasi güç olarak beliren Türk azınlık, parlamentoda “Türk Partisi” olarak bilinen “Hak ve Özgürlükler Hareketi” tarafından temsil edilerek, partinin yürüttüğü aktif etnik politikalarla ekonomik sorunlarını çözmeye çalışmış ve bu konuda önemli bir yol katetmiştir. “Hak ve Özgürlükler Hareketi” Partisi başlangıcından beri Bulgaristan koalisyon hükümetlerinin kurulmasında önemli bir rol oynamış ve 2001 yılında eski Car Simeon’un başbakanlık yaptığı yeni Bulgar hükümetinde koalisyon ortağı olarak yer almıştır.

2. Komünist Dönemde Türklerin ve Pomakların Ekonomik
Durumu

Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsız bir devlet kurması 1877-1978 yılları arasındaki Rusya ile savaş sonrasında gerçekleşmiştir. 1912-1913 Balkan Savaşları sonrasında sayıları yüz binleri aşan Türkler ülkeden göç ederken, geride kalanlar yeni düzene kırsal bölgelerde tecrit edilmiş olarak yaşayarak ayak uydur-

maya çalışmışlardır. Kendi tarlalarında tarımla uğraşarak geçimlerini sağlayan Türkler gibi Müslüman Bulgarlar olan Pomaklarda aynı şekilde dağlık bölgelerde, özellikle Güney Rodoplar’da hayvancılıkla uğraşarak, tütün ve patates yetiştirerek varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.1

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkeye komünizmin gelmesiyle birlikte özel mülkiyet kaldırılmış ve tarım alanlarında kooperatifleşme başlamıştır. Mülkleri ellerinden alınan Türk ve Pomaklar, özellikle tütün ve madencilik alanlarında faaliyet gösteren sosyalist kooperatiflerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Ancak küçük mülkiyete izin verildiğinden bu azınlıklar aynı zamanda kendi tarlalarında üretim yapabilmişlerdir.

3. Değişim Sürecinde Türk ve
Pomakların Ekonomik Durumu

Komünizmin yıkılmasıyla birlikte 1990’da Bulgaristan parlamenter demokrasiye geçmiş ve bu süreç içinde Türk ve Pomak azınlıkların 1984-1985 yıllarında zorla ellerinden alınan sosyal, siyasal ve dini hakları geri verilmiştir. Böylelikle Bulgaristan Devleti 1980’lerdeki zorunlu etnik asimilasyon politikalarının izlerini silmeye çalışmıştır. Değişim sürecinde kazanılan bu haklara rağmen, Türkler ve Pomaklar, Bulgar çoğunlukla birlikte ciddi ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlar ve hatta ekonomik alandaki değişimde daha fazla iş ve gelir kaybına uğramışlardır. Aslında bu süreçte Romanlar en kötü etkilenen etnik grup olarak neredeyse mutlak fakirliğin pençesine düşmüşlerdir.

Değişim sürecinde tarımsal kooperatiflerin kapanması ve ihracat pazarlarının çökmesiyle birlikte, çoğunlukla ekonomik olarak geri kalmış köylük bölgelerde yaşayan Türkler ve Pomaklar arasında işsizlik ve fakirlik hızla artış göstermiş ve Bulgar ortalamasının çok üzerinde seyretmiştir.2 Türklerin yüzde 90’i Kırcali, Haskova, Ruse ve Burgaz bölgelerinde yaşarken, Pomaklar çoğunlukla güneydoğu ve Rodop dağlık bölgelerinde yerleşmişlerdir. Genelde bu gruplar tarımsal bölgelerde oturduklarından dolayı iş, eğitim ve altyapı olanaklarından şehirlilere oranla daha az yararlanabilmektedirler.

Pomaklar gibi Türklerde uzun yıllar küçük tarımsal alanlarda tütün ve buğday üretimiyle uğraşmışlar ancak bu ekonomik uğraşlar geleneksel ihracat pazarlarının daralmasıyla 1990’larda en büyük darbeyi almıştır (Uluslararası Azınlık Hakları Grubu, 1991: 126). Özellikle 1989’da başlayan anavatana göç dalgaları tarımsal alanlarda büyük ölçüde işgücü kaybına neden olmuş ve Bulgaristan’ın tarımsal üretimini ciddi ölçüde azaltmıştır. Özellikle, tütün üretimi 1989’dan beri yüzde 50 ile 80 oranında düşmüştür. Tütün sektörünün çökmesi Türk ve Pomakların yaşam standartlarına önemli ölçüde darbe vurmuştur.3

Sonuç olarak, Türk ve Pomakların yaşadığı bazı bölgelerde işsizlik hızla yükselmiş ve Bulgaristan ortalamasının nerdeyse iki katına çıkmıştır. Devlet istatistiklerine göre, 1992’de Bulgarların yüzde 14.4’u işsizken, aynı yıl bu oran Türkler için yüzde 25.2 olmuştur. 1997 Bulgaristan ekonomik krizi sırasında, ortalama işsizlik oranı Bulgarlar için yüzde 16 iken, Türklerin ve Bulgar Müslümanlarının yaşadığı bazı bölgelerde işsizlik yüzde 40 oranını asmıştır (Hoepken, 1997: 80). Şüphesiz, Romanlar değişim sürecinde işsizlikten en fazla etkilenen kesimdir. Bu sonuçta, eğitimsiz ve vasıfsız olduklarından dolayı devlet işletmelerinde işlerini ilk kaybeden grup olmalarının yanı sıra etnik ayrımcılık ve bağnazlığında rolü vardır. Ancak özellikle 1990’ların başlarında Kırcali bölgesinde birbiri ardına kapanan veya özelleştirilen devlet işletmeleri yüzünden Türkler arasında da işsizlik dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Endüstri işletmelerinin ve tarımsal kooperatiflerin kapanmasıyla birlikte Bulgarlara oranla eğitim düzeyleri çok daha düşük olan

Türklerin yeni üretim ve pazar koşullarında iş bulmaları nerdeyse imkansız hale gelmiştir.

Özellikle Rodoplar’da yerel kaynaklara dayalı üretim yapan fabrikalar komünizmin yıkılmasıyla birlikte giderek daha pahalı ithal girdi kullanmaya yönelmiş ancak bu durum bazı işletmelerin kârdan çok zarar etmesine ve işten çıkarmalara neden olmuştur. Bu işletmelerden çıkarılan çalışanlar için yeni iş sahaları açılamamıştır. Rodoplar’daki altyapı olanakları oldukça geri olduğundan yabancı sermayenin bölgeye çekilmesi de mümkün görünmemektedir. Bu yüzden büyük şehirlere süre giden göçe rağmen işsizlik ülkenin diğer bölgelerine oranla çok yüksektir. Bu bölgede endüstri, inşaat ve ulaşım sektörlerinde çalışanların toplam işgücüne oranı ancak yüzde 10 kadardır. Üstelik özelleştirilen işletmelerin çoğu bu sektörlerde faaliyet göstermekte basarısız olmuşlardır. Önemli bir sorunda 1989’dan beri hükümetlerin yerel belediyelere bu tür bölgesel ekonomik sorunları çözmek üzere bağımsız politika üretmeleri için fırsat vermekte isteksiz davranmış olmasıdır (Tomova, 1998). Ayrıca, Rodoplar’da Bulgarlara oranla Türklerin ortalama olarak daha fazlası topraksızdır. Toprak reformuna rağmen Türklere verilen toprakların düşük kalitede olduğu iddia edilmektedir. Bölgede kadın ve çocuklar yıl boyu tarımla uğraşırken, erkekler giderek inşaat ve maden işlerine yönelmişlerdir.

Bütün bu ekonomik zorluklara rağmen Rodoplarda etnik çatışma görülmemektedir. Bunun bir önemli nedeni Bulgarlar, Türk ve Pomak azınlıklar arasında yaşam koşulları ve standartları açısından önemli farklılıkların olmamasıdır. Bu bölgede yaşayan hem Bulgar hem de Türkler kendilerini büyük şehirlerde yaşayanlara oranla ekonomik açıdan ayrımcılığa uğramış saymaktadırlar. Genelde düşük ücretler, işsizlik, tarımsal ürünleri için pazarların olamamasından ve fırsat eşitsizliğinden yakınmaktadırlar.

Kuzeydoğuda yaşayan Türkler, Rodoplar’da yerleşenlere oranla daha iyi ekonomik şartlara sahiptirler. Bu bölgedeki toprakların daha verimli olması ve küçükbaş hayvancılığın yaygınlığı bu sonuçta etkilidir. Ayrıca bölgenin büyük şehirlere olan yakınlığı Endüstri sektöründe iş bulma şansını arttırmaktadır.

1990’ların ortalarından itibaren hızlanan özelleştirme sürecinin çoğunlukla etnik azınlıkların yaşadığı bölgelerdeki devlet işletmelerinin kapanmasıyla sonuçlanması Türk ve Pomak azınlıklarda ekonomik ayrımcılığa uğradıkları görüşünün yerleşmesine neden olmuştur. Bu azınlıklardan Türkler, 1999’da yayınlanan Birlemiş Milletler Gelişme raporuna göre Bulgarlara oranla isşsiz kalmaktan iki kat daha fazla korkmaktadırlar. Bu korkunun temelinde özellikle Türklerin daha az ücretli ve daha az eğitim gerektiren işlerde çalışıyor olması yatmaktadır. Bilindiği üzere, özelleştirme ve işletmelerin yeniden yapılandırılması sürecinde bu tür işler ilk önce ortadan kaldırılmaktadır ve şehirlerde endüstri sektöründe çalışan Türkler işsizlik tehlikesiyle Bulgarlara oranla daha fazla karşı karşıya kalmışlardır (Tomova, 1998). Türk azınlıkların en kalifiye ve eğitimli kesimi ise anavatana göç ederek şanslarını orada denemişler, kalanlar ise eğitim düzeylerinin düşük olması nedeniyle yeni ekonomik düzende iş bulma şanslarının neredeyse yol olduğu düşüncesini benimsemişlerdir. 1993 ve 1996 yılları arasında sayıları 80,000 ile 150,000 dolayında olan Türkler anavatana bu tür ekonomik sıkıntılar yüzünden göç etmiştir.

Bulgaristan’daki azınlıkların ekonomik düzeyde, özellikle iş olanakları açısından ayrımcılığa uğradığı Helsinki raporlarında belirlenmiştir. Türklerin işlerini kaybetme korkularının yüksek düzeyde olmasının bir diğer nedeni de iş bulma ve işlerini koruma konusunda çoğunluk tarafından ayrımcılığa maruz kalmaları olabilir. Özellikle değişim sürecinin ilk yıllarında yaşam standartları hızla düşen Türk ve Pomak azınlıklar arasında etnik ayrımcılık kanılarının yaygınlaşması yeni bir tur etnik disimilasyon, Diğer bir deyişle Bulgar devletine olan bağlılıklarının azalmasına neden olmuştur. Yine Birleşmiş Devletlerin’in hazırladığı bir rapora göre Türk ve Pomak grupları Bulgarlara oranla yaşam koşullarından iki kat daha fazla şikayetçidirler (Brooks, 1999). Ekonomik sıkıntılarının temelinde değişimin getirdiği zorluklar olmasına rağmen, bu azınlıklar etnik ayrımcılığında bu zorlukları arttırdığı düşüncesindedirler.

Şüphesiz, bu tür kanıların güçlenmesinde en önemli etken bu azınlık gruplarının pazar ekonomisine geçişin bir sonucu olarak şehirlerde yeni kurulan işletmelerde çalışma şanslarının Bulgarlara göre çok daha az olmasıdır. Yeni ekonomik düzende iş bulmak üniversite düzeyinde eğitim ve yabancı dil bilmeyi gerektirmektedir. Ancak eğitim alanında azınlık ve çoğunluk grupları arasında çarpıcı farklar gözlemlenmektedir. Mesela, her 10 üniversite mezunu Bulgar için yalnızca bir Türk üniversite eğitimlidir. Buna neden olarak Türklerin şehirler yerine kırsal alanlarda ikamet etmeleri ve eğitime yeterince önem vermemeleri gösterilebilir. Bu nedenlerden ötürü, Bulgar çalışanlarına oranla Türkler ve Pomaklar eğitim açısından dezavantajlı bir konumdadırlar. Tablo 2’den de anlaşıldığı üzere, orta öğrenimini tamamlamayan Bulgarların oranı yüzde 12’de kalırken, aynı oran Türkler için yüzde 33’e ulaşmaktadır (Dimova ve Tikijiev, 1996). Ayrıca Türklerin devam ettiği devlet okulla-

rının düşük eğitim standartlarına sahip olması eğitim alanında da ayrımcılığın süregeldiği kanısını güçlendirmektedir.

Tablo 2: Egitim Düzeylerine Göre Etnik Gruplarin Yapısı, 1992



Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin