Fikih üNİte “fikhi HÜKÜmler ve kaynaklari”



Yüklə 48,09 Kb.
tarix07.08.2018
ölçüsü48,09 Kb.
#68512

FIKIH

3. ÜNİTEFIKHİ HÜKÜMLER VE KAYNAKLARI”


1. Mükellefiyet: Yükümlülük

Mükellefiyet, sözlükte yükümlülük ve sorumluluk gibi anlamlara gelir. Fıkıh terimi olarak mükellefiyet; dinin emirlerini yapma, yasaklarından da kaçınma yükümlülüğü ve yapılan işlerin sonuçlarından sorumlu tutulma anlamına gelir. Dinî hükümlerden sorumlu yani emir ve yasakların muhatabı olan kimseye de mükellef (yükümlü) denir.

Bir kimsenin, dinin emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da kaçınmakla sorumlu tutulabilmesi için Müslüman, akıllı ve ergen olması gerekir.

1.1. Mükellefiyetin Temel Şartları

Allah, insana birtakım sorumluluklar yüklemiş ve bu sorumlulukların neler olduğunu Peygamberimiz aracılığıyla bildirmiştir. Bu nedenle insanlar bildikleri kadarıyla sorumlu olurlar. Örneğin yeni Müslüman olan birisi orucun farz olduğunu öğrendiği andan itibaren tutar. Önceden tutmadığı oruçlarını kaza etmesi gerekmez.

Mükellefin yapacağı fiilin, onun iradesi ve gücü dâhilinde olması gerekir. Bu nedenle kişi, uyku hâli ve baygınlık esnasında meydana gelen fiillerden ve başkasının yaptıklarından sorumlu değildir. Ayrıca insan, kalbinden geçen duygu ve düşüncelerinden de sorumlu değildir.

Sorumluluklarımızı yerine getirirken birtakım zorluklarla karşılaşabiliriz. Böyle durumlarda Allah bizlere bazı kolaylıklar sağlamıştır. Örneğin suyun bulunmaması veya kullanılmasına bir engelin bulunması hâlinde abdest yerine teyemmüm alabiliriz.

Kişinin birtakım haklara sahip olmaya elverişli bulunması ve sorumlulukları yerine getirebilme yeteneği fıkıhta ehliyet kavramı ile ifade edilir. Ehliyet iki kısma ayrılır:

Vücûb (hak) ehliyeti (haklardan yararlanma yetkisi): İnsanların birtakım haklara sahip olabilmesi ve onlardan yararlanabilmesidir. Bunun için hayatta bulunmak yeterlidir. Henüz doğmamış anne karnındaki çocuk da bazı haklara sahiptir. Örneğin ölen bir yakınının mirasından cenin için pay ayrılması gerekir. Sağ olarak dünyaya geldiği takdirde ayrılan pay kendisine verilir. Ancak bütün haklara sahip olmadığı için vücûb ehliyeti eksik sayılır.

Fiil (eda) ehliyeti (hakları kullanma yetkisi): İnsanın, sahip olduğu hakları kullanabilmesidir. Bunun için insanın temyiz gücüne sahip (mümeyyiz) olması gerekir. Temyiz, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ve faydalı olanı zararlıdan ayırt edebilme yeteneğidir. Temyiz gücü olanlar tam fiil ehliyetine sahiptirler. Ancak temyiz gücü yetersiz olanlar tam fiil ehliyetine sahip değillerdir.

Ergenlik çağına ulaşan kişiler, tam fiil ehliyetine sahip olup dinin emir ve yasaklarından sorumludurlar. Kendi iradeleri ile birtakım haklar elde edebilir ve borç altına girebilirler. İşledikleri fiilin suç olması hâlinde gerekli cezayı görürler. Örneğin kişi yaptığı işin karşılığını hak eder, bir şeyi satın alan onun bedelini borçlanır veya trafik kazası yapan cezasını öder.

Yedi yaşından ergenlik çağına kadar olan çocuklarda ve bunama belirtisi gösteren yaşlılarda fiil ehliyeti tam değildir. Bu durumdaki kişilerin başkasına para verme gibi tamamen zararına olan işlemleri yasal temsilcileri onay verse bile geçersizdir.

Temyiz çağına ulaşmamış çocuklar ile akıl hastaları fiil ehliyetinden tamamen yoksundur. Fiil ehliyeti olmayanlara kısıtlı (mahcur) denilir. Bunların adak, yemin ve alışveriş gibi işlemleri geçersizdir. Bu tür işlemleri, onların adına velileri yapar. Çocuklar ile akıl hastalarının yaptıkları işler suç niteliğinde ise sorumlu olmazlar. Ancak davranışları mali bir zarar içeriyorsa bu zarar velileri tarafından ödenir



1. 2. Mükellefiyeti Ortadan Kaldıran Durumlar

Kişinin haklara sahip olabilmesi için hayatta bulunması yani canlı olması yeterlidir. Buna karşın fiil ehliyeti için özel şartların da bulunması gereklidir. Bu şartların bulunmaması, sonradan kaybolması veya eksilmesi; ya mükellefiyeti daraltır ya da ortadan kaldırır. Bunlara ehliyet engelleri (avârızu’l-ehliyye) denilmektedir. Bunlar ikiye ayrılır:



İnsan iradesi dışında oluşan engeller (Semavi Arızalar): Kişinin iradesi dışında oluşan ve ehliyetini etkileyen durumlardır. Bunlar çocukluk, akıl hastalığı, bunama, uyku, baygınlık ve unutma gibi hâllerdir. Bu hâller, genelde ehliyeti etkilediği için sorumluluğu kaldırır ya da kısıtlar. Çocuklar, akıl hastaları ve bunamış olanlar, aklî melekeleri yerinde olmadığından ibadetle yükümlü değillerdir. Bu durum bir hadiste şöyle ifade edilmektedir: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır (sorumlulukları yoktur): Uyanıncaya kadar uykuda olandan, ergenliğe ulaşıncaya kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından.”

İnsan iradesinin dâhil olduğu engeller (Müktesep Arızalar): Kişinin iradesi ile meydana gelen durumlardır. Bunlar ise sarhoşluk, tehdide maruz kalma (ikrah-ı mülci), çaresizlik, savurganlık (sefeh) gibi hâllerdir. Bu hâller, genel olarak sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Örneğin sarhoş olan bir kimse verdiği zararlardan sorumludur. Aynı şekilde sarhoş bir kimsenin yaptığı talak da geçerlidir.

2. Hükmün Çeşitleri: Ef’al-i Mükellefin

Hüküm, sözlükte; karar, idare, ilim, hikmet ve anlayış anlamlarına gelmektedir. Fıkıhta hüküm, “Şari’nin mükelleften bir fiili yapmasını veya yapmamasını istemesi ya da onu yapıp yapmamakta serbest bırakması”dır. Bu nedenle insanların davranışları ile ilgili olan hükümlere “fıkhi hüküm” ya da “ef’al-i mükellefin” denir.

Fıkhi hükümleri ortaya koyan Şaridir. Şari ise dinin koyucusu olan “Allah” ve dinin açıklayıcısı olan “peygamber”dir.



FIKHİ HÜKÜMLER (EF’ÂL-İ MÜKELLEFÎN)

Farz

Vacip

Sünnet

Müstehap

Mübah

Mekruh

Haram

Müfsit

Farz: Şari’nin kesin ve bağlayıcı bir tarzda yapılmasını istediği fiillere farz denir. Herhangi bir fiilin, farz olabilmesi için Kur’an, mütevatir veya meşhur sünnette kesin ve net bir şekilde ifade edilmiş olması gerekir. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetler, hükümleri Kur’an’da farz olarak ifade edilen fiillerdir. Namazların rekât sayıları ise sünnetle belirlenmiştir.

Farzların bir kısmının belli bir vakitte yapılması zorunludur. Beş vakit namaz ve ramazan orucu bunun örneklerindendir. Farz, vaktinde ve eksiksiz biçimde yerine getirilirse eda edilmiş olur.

Bazı farzların ise belli bir vakitte yapılması şart değildir. Örneğin zekât senenin herhangi bir tarihinde verilebilir, ramazan ayında tutulamayan oruçlar sene içerisinde herhangi bir zamanda kaza edilebilir.

Bazı farzlar vardır ki her mükellefin ayrı ayrı yapması gerekir. Bunlara farz-ı ayn denir. Namaz, oruç gibi ibadetlerin yerine getirilmesi böyledir. Bazı farzlardan ise Müslümanlar toplum olarak sorumlu tutulmuşlardır. İşte bu şekilde toplumsal içeriği olan yükümlülüklere farz-ı kifâye denir. Örneğin yüce Allah, ölen insanın namazının kılınıp defnedilmesini emretmiştir. Kim bu görevi yerine getirirse sevap alır. Diğer insanlardan sorumluluk düşer. Ama hiç kimse bu vazifeyi yapmazsa bundan o bölgede yaşayanların hepsi sorumlu olur.

Farz-ı kifâye, bazı durumlarda farz-ı ayna dönüşebilir. Toplumda bir işi yapacak kimse bulunmazsa ilgili kişi için farz-ı kifâye, farz-ı ayna dönüşür. Örneğin, bir doktorun, mesleğini icra etmesi farz-ı kifâyedir. Doktor, tatil yapmakta iken tatil bölgesinde acil tıbbi müdahaleyi gerektiren bir olay olduğunda başka bir doktor da yoksa bu durumda tatilde olan o doktorun, olaya derhâl müdahale etmesi gerekir. Çünkü farz-ı kifâye olan bu görev, o doktor için farz-ı ayna dönüşmüştür.

Farz olan fiillerin terk edilmesi günah olduğu gibi inkârı da kişiyi dinden çıkarır.



Vacip: Hanefîlere göre bir fiilin yapılmasının kesin ve bağlayıcı tarzda istendiğini gösteren delil kat‘î ise farz; zannî ise vâciptir. Bu durumda farz kadar kesin olmamakla birlikte yapılması emredilen fiiller vacip olarak isimlendirilir. Kurban kesmek, namazda Fatiha okumak ve bayram namazlarını kılmak Hanefilere göre vacibe örnek olarak verilebilir. Bu fiillerin vacip olarak isimlendirilmesi o hükme delil olan ayet ve hadislerin yoruma açık olmasındandır. Mükellefin vacip olan fiilleri yerine getirmesi gerekir. Ancak vacibin inkârı kişiyi dinden çıkarmaz.

Sünnet: Farz ve vacip olmadığı hâlde Peygamberimizin yaptığı ve yapılmasını Müslümanlara tavsiye ettiği fiillerdir. Sünnet, derece bakımından farz ve vacipten sonra gelir. Kişi sünneti uyguladığında sevap kazanır.

Peygamberimizin çoğunlukla yerine getirdiği, nadir olarak terk ettiği sünnetlere müekket sünnet denir. Bunların bizim tarafımızdan da mümkün olduğunca terk edilmemesi uygun olur. Namazlardan önce ezan okunması, namazın farzından önce erkeklerin kamet getirmeleri, vakit namazlarının cemaatle kılınması birer müekket sünnettir.

Peygamberimizin bazen yerine getirdiği bazen de terk ettiği sünnetlere ise gayri müekket sünnet denir. Yapanlar ise sevap kazanırlar. İkindi namazının sünneti ve yatsı namazının ilk sünneti buna örnektir.

Müstehap: Yapılması iyi ve güzel olup sevap kazandıran, terk edilmesi ise günah olmayan fiillerdir. Örneğin yaşlı bir insanı karşıdan karşıya geçirmek, engelli birine yardımcı olmak gibi davranışlar müstehaptır.

Mübah: Mükellefin yapıp yapmamakta serbest olduğu fiillerdir. Örneğin uyumak, yürümek, yemek ve içmek gibi davranışlar mübahtır. Mübah için, “caiz” ve “helal” kavramları da kullanılır. Mübahın (helâlın) alanı oldukça geniştir. Çünkü eşyada asıl olan ibaha(helal olması)dır. Mübah fiillerin yapılmasında sevap olmadığı gibi yapılmamasında da günah yoktur.

Mekruh: Yapılması hoş karşılanmayan fiillerdir. Mekruh, tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh olmak üzere ikiye ayrılır. Dinimizde kesinlik ifade etmeyen bir şekilde yasaklanmış olan ve terk edilmesi istenen fiillere tahrimen mekruh denir. Tahrimen mekruh, harama yakın fiillerdir. Örneğin güneş tam doğarken, batarken veya tam tepede iken namaz kılmak; yapılması vacip olan bir ibadeti terk etmek tahrimen mekruhtur. Tahrimen mekruh olan fiillerden kaçınılması gerekir. Bunların yapılması günahtır.

Dinimizce yapılması hoş görülmeyen, ancak yapıldığı takdirde bir günahı ya da cezası olmayan fiillere tenzihen mekruh denir. Örneğin camiye giderken çiğ soğan ve sarımsak gibi ağır kokan şeyler yemek, namazın sünnet ve adabını terk etmek tenzihen mekruhtur.



Haram: Yapılması, açık ve kesin olarak yasaklanan fiillerdir. Yasaklandığına dair Kur’an, mütevatir ya da meşhur hadiste açık ve kesin hüküm bulunan bütün söz ve fiiller haramdır. Örneğin hırsızlık yapmak, kumar oynamak, zina yapmak ve adam öldürmek gibi fiiller haramdır. Çünkü bunların haram oldukları Kur’an’da açık olarak belirtilmiştir. Dinin yasakladığı bu tür fiilleri yapmak haram olduğu gibi farz olan namaz ve oruç gibi fiilleri terk etmek de haramdır.

Haram olan fiilleri işlemek günahtır ve cezayı gerektirir. Haramı terk eden kimse ise sevap kazanır. Haram olan bir şeyi helal saymak dinimizce yasaklanmıştır.



Müfsit: Bir ibadeti bozan, bir anlaşmayı tümüyle veya kısmen geçersiz kılan fiillerdir. Fiilin, temel unsurlarında bir eksiklik varsa “batıl”dır (tümüyle geçersizdir). Örneğin namazda rükû gibi farzları yapmayan kimsenin namazı batıldır; sanki hiç kılmamış gibi kabul edilir. Bir kişinin, evlenme yasağı bulunan kimselerle evlenmesi de tümüyle geçersizdir.

Fiilin temel unsurları tam olmakla birlikte bazı niteliklerinde eksiklik varsa “fasit”tir (kısmen geçersizdir). Buradaki eksiklik giderildiğinde fiil, geçerli hâle dönüşür. Örneğin bir alışverişte satılan malın kusurlu olması satışı kısmen geçersiz kılar. Bu eksiklik ortadan kaldırıldığında satış geçerli olur. İbadetler ise geriye dönük olarak düzeltilemez, yeniden yapılması gerekir.

Fıkhi hükümler diğer bir yönden azimet ve ruhsat olmak üzere iki kısma ayrılır. Eğer bir hüküm normal şartlar altında herkes için geçerli ise “azimet” denir. Bir mazeretten dolayı geçici ve özel olmak üzere konulmuş hükümlere de “ruhsat” denir. Azimet hükümler, dinin öz ve esasını oluşturur. Ruhsat ise kolaylık ilkesi gereğince konulmuş olup izin ve müsaadeyi belirtir. Örneğin Ramazan ayında gerekli şartları taşıyan herkesin oruç tutması farzdır. Azimet hükmü budur. Ancak yolcu ve hasta olanlar, çocuk emziren kadınlar gibi özel mazeretleri olan insanlar için oruç tutmama ruhsatı vardır.

3. Fıkhî Hükümlerin Kaynakları (Dinî Hükümlerin Çıkarıldığı Deliller)


FIKHÎ HÜKÜMLERİN KAYNAKLARI

Aslî Kaynaklar (Asli Deliller)

Yardımcı Kaynaklar (Fer’i Deliller)

  • Kitap

  • Sünnet

  • İcma

  • Kıyas

  • İstihsan

  • Mesâlih-i Mürsele

  • Sedd-i Zerai

  • Örf ve Âdetler

  • İstishab

3.1. Kitap

Fıkıhta, kitap denilince Kur’an-ı Kerim anlaşılır. Kur’an’da yer alan bazı esaslar somut fıkhi hükümler tarzındadır. Borçların yazılması, hakların korunması için şahit tutulması, şahitlerin sayısı, miras, evlilik ve terör gibi suçların cezaları ile ilgili hükümler buna örnek verilebilir. Kur’an’da yer alan bu fıkhi hükümlerin bir kısmı ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Örneğin mirastaki pay oranları, bazı cezaların miktarları, evlenme ve boşanma ile ilgili hükümler ayrıntılı şekilde açıklanmıştır. Bazı hükümler ise kısa ve öz (mücmel) olarak belirtilmiştir. Bu hükümlerin açıklanması Peygamberimize (s.a.v.) bırakılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’in indiriliş süreci Hz. Muhammed’in vefatı ile tamamlanmıştır. Ancak onun getirdiği mesaj, evrensel olduğu için içerdiği hükümler kıyamete kadar geçerlidir. Fıkıh da bu temel kaynağa bağlı olarak kendini yenileyerek devam edecektir. Bu durumda fıkıh bilgininin Kur’an’ı kendi bütünlüğü içinde, nassın ifade ettiği amaç doğrultusunda anlaması ve yorumlaması gerekir. Kur’an’ı anlama ve yorumlamada Peygamberimizin sünnetinden ve onun getirdiği yorum ve örneklikten yararlanmak gerekir.

3.2. Sünnet

Sünnet denildiğinde, Hz. Peygamber’in; Kur’an’ı duyurma (tebliğ), açıklama, öğretme ve uygulama çabası olarak ortaya koymuş olduğu fiilleri, sözleri ve takrirleri (onay ve tasvip) anlaşılır. Bu anlamdaki sünnet, fıkhi hükümlerin kaynaklarından biridir.

Hz. Peygamber, Allah’tan aldığı hükümleri duyurur, açıklar ve uygulardı. Sahabelerden bu yükümlülükleri kendisi gibi yapmalarını isterdi. Sahabeler de dinî yaşantılarında Hz. Peygamber’i örnek alırlar ve onun yaşam biçimini benimserlerdi.

Peygamber’in fiilleri hüküm kaynağı olup olmama açısından üç kısma ayrılır:

1. Hz. Peygamber’in insan olmasından kaynaklanan fiilleridir. Yeme, içme, giyinme ve uyuması ile ticaret yapması ve hastalandığında tedavi olması bu fiillerdendir. Hz. Peygamber bu gibi konularda sahabenin görüşlerine de başvurmuştur.

2. Hz. Peygamber’in peygamber olmasından kaynaklanan kendine özgü fiilleridir. Örneğin Peygamberimizin teheccüd namazını farz olarak kılması, gibi fiilleridir. Bu fiiller Peygamberimize mahsustur. Dolayısıyla Müslümanların bu fiilleri yapması zorunlu değildir.

3. Hz. Peygamber’in dinî hüküm koyma niteliğindeki fiilleridir. Bu fiiller Müslümanlar için hüküm kaynağıdır ve bağlayıcı niteliktedir.



Fıkhi hükümlerin kaynağı olma açısından sünnetin işlevleri şunlardır:

1. Teyit edici sünnet: Kur’an’da yer alan konuları sünnet de ele alır ve onları pekiştirir. Örneğin ana baba hakları Kur’an’da yer alır, ayrıca sünnet de bu hakların önemi üzerinde durur.

2. Açıklayıcı sünnet: Yüce Allah, Hz. Peygamber’e Kur’an’ı açıklama görevi vermiştir. “Biz sana Kur’an’ı indirdik ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın…” Kur’an’da birçok hüküm kapalı ve öz (mücmel) hâlde bulunur. Namaz, oruç, zekât, hac gibi temel ibadetler Kur’an’da genel hatları ile ifade edilmiştir. Bunların açıklanması ve uygulanması Hz. Peygamber tarafından yapılmıştır.

3. Kur’an’ın genel hükümlerini sınırlandırıcı sünnet: Bazı konular Kur’an’da genel olarak yer alır. Sünnet bunlardan bir kısmını sınırlandırır. Örneğin Kur’an’da hiç bir sınırlama getirmeden bir insanın istediğine vasiyet edebileceği ifade edilmiştir. Sünnet ise vârislere vasiyet edilemeyeceğini belirterek bu hükmü sınırlandırmıştır

4. Kur’an’ın değinmediği konularda hüküm getiren sünnet: Sünnet, Kur’an’ın değinmediği konularda hüküm getirmiştir. Örneğin evcil merkep etinin haram olması sünnetle sabit olmuştur.

Bazı konularda sünnet ile gerçekleştirilmek istenen amaç dikkate alınarak fıkhi hükümler çıkarılabilir. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.v.), misvak kullanmış ve kullanılmasını da tavsiye etmiştir. Onun bu tavsiyesindeki amaç ağız ve diş temizliğini sağlamaktır. Bu amaçtan hareketle misvakla birlikte diş fırçasının kullanılmasıyla da ağız ve diş temizliğinin yapılabileceği sonucuna varılır.



3.3. İcma

Kelime olarak icma, azmetmek ve ittifak etmektir. Terim olarak ise Hz. Peygamber’in vefatından sonra aynı dönemde yaşayan müçtehitlerin dinî bir konunun hükmü hakkında görüş birliği içinde olmalarıdır.

İcma, sarih ve sükûti olmak üzere ikiye ayrılır. Sarih icma, bütün fıkıh bilginlerinin açıkça görüş bildirerek bir konu üzerinde görüş birliğine varmalarıyla gerçekleşir. Örneğin Hz. Peygamber’in vefatının ardından icma ile Kur’an’ın bir kitap (mushaf) hâlinde derlenmesine karar verilmiştir.

Sükûti icma ise açıklanan ortak bir görüşe, diğer bilginlerin karşı çıkmamaları ve dolaylı yönden o görüşü kabul etmiş sayılmaları ile gerçekleşir. Bu duruma göre, muhalifi bilinmeyen fıkhi görüşler icma olarak değerlendirilir.

Sözlükte “salât” kelimesi dua anlamına geldiği hâlde Kur’an’da namaz anlamına geldiği üzerinde icma vardır. Aynı şekilde “sıyam” kelimesi de, sözlükte sır tutmak anlamına geldiği hâlde Kur’an’da bu kelime ile oruç ibadetinin kastedildiği icma ile sabittir.

Aşağıda icma ile sabit olan hükümlere dair bazı örnekler verilmiştir.

• Cuma günü iki ezan (biri dış diğeri iç) okunması.

• Müslüman bir kadının gayr-i müslim bir erkekle evlenemeyeceği.

• Domuz etine kıyasla domuz içyağının yenmesinin de haram sayılması.

• Ninenin torununa 1/6 oranında mirasçı olması.

3.4. Kıyas

Fıkıhta kitap, sünnet ve icmadan sonra dördüncü kaynak kıyastır. Kıyas kelimesi karşılaştırma, ölçme, değerlendirme, bir tutma ve denk sayma anlamındadır. Terim olarak kıyas; kitap ve sünnette hükmü açıkça bulunmayan meseleye, aralarındaki benzerlik sebebiyle bu kaynaklardan birinde yer alan meselenin hükmünü vermektir. Kıyas şöyle yapılır: Hükmü nass ile bilinen bir olay (asıl) bulunmaktadır. Bir de hükmünü henüz bilmediğimiz yeni bir olay (fer’) ortaya çıkmıştır. Eğer bu iki olay arasında ortak bir payda (illet) oluşturulabilirse asıl olayın hükmü fer’ için de geçerli olur. Yapılan bu işleme kıyas denir. Örnek; Şarap içmek haram kılınmıştır. Sarhoşluk vermesi sebebiyle kıyas yapılarak rakı da haramdır.



3.5. Diğer Kaynaklar

İstihsan: Sözlükte kişinin bir şeyi iyi ve güzel bulması anlamına gelen istihsan, özel bir gerekçe nedeniyle açık kıyas ya da genel kuralın aksine bir çözümü tercih etmektir. Örneğin genel kurala göre mevcut olmayan bir malın satımı hükümsüzdür (batıl). Henüz inşa edilmemiş bir daire satılamaz. Ancak konu üzerinde biraz düşünüldüğünde, bu hükmün mevcut ihtiyacı karşılamadığı ve dinin kolaylık ilkesiyle bağdaşmadığı görülür. Dolayısıyla bunların hükmünün, genel kuraldan istisna edilerek farklı bir hükme tabi olması gerekir. İstihsan kuralı ile henüz inşa edilmemiş bir daire satılabilir.

Mesalih-i Mürsele: Menfaat, yarar ve elverişlilik gibi anlamlara gelen maslahat, yararın sağlanması ve zararın ortadan kaldırılmasıdır. Maslahatın çoğulu mesalihtir. Mesalih-i mürsele ise geçerli olup olmadığına dair bir nass bulunmayan maslahattır. Bu durumda bir şeyin helal ya da yasak kabul edilebilmesi için o şeyin sağlayacağı yarara veya gidereceği zarara bakılır. Yapılacak değerlendirme sonucu yararı fazla ise helal, zararı fazla ise yasak hükmü verilir.

Koruyucu hekimlik tedbirlerine uyulması, genel sağlığı bozucu şeylerin yasaklanması, umuma ait kapalı yerlerde sigara içilmesi, yollara tükürülmesi ve çöplerin ulu orta dökülmesi de maslahat ilkesi gereği yasaklanmıştır.



Sedd-i Zerai: Aslında yasak olmayan bir şey bazen yasak olan bir sonuca götürebilir. Böyle durumlarda kötülüğe götüren yolun kapatılmasına sedd-i zerai denir. Örneğin; içki içmek haramdır. İçki fabrikasına ürün satmak, içkiyi imal etmek, satmak ve içkinin taşımacılığını yapmak da sedd-i zerai kuralı ile haramdır.

Örf ve Âdetler: Toplum vicdanında yapılması iyi olan şeylere örf, öteden beri yapıla gelenlere de âdet denir. Âdet, alışkanlıkla ilgilidir, her zaman iyi olmayabilir. Örneğin sigara içmek bir toplumda âdet olabilir, ama bu sigara içmenin iyi olduğu anlamına gelmez. Bir şeyin örf olması için dinin ya da ortak aklın (aklıselim), o alışkanlığı iyi bulması gerekir. Ayrıca örf ve âdet kelimeleri birbirinin yerine de kullanılmaktadır. Fıkhın temel kaynaklarında yer almayan bazı konularda örf ve âdet kaynak kabul edilir. Örneğin kiralık bir evin hangi masraflarının kiracıya, hangisinin ev sahibine ait olduğu, sözleşmede bir açıklık yoksa örf ve âdet ile belirlenir.

İstishab: Sözlükte, birini kendine yakın bulmak ve onun dostluğunu istemek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise daha önce varlığı bilinen bir durumun aksine delil bulunmadıkça varlığını koruduğuna hükmetmek demektir. Kazanılmış hakların korunması bu ilke gereğidir. Örneğin uzun bir süre kendisinden haber alınamayan bir kimsenin belli bir süre malları üzerindeki mevcut hakları korunur ve malları mirasçılar tarafından paylaşılamaz. Abdest aldığını hatırlayan kişinin, bozduğuna dair bir kanıt olmadığı sürece abdesti var kabul edilir. Yine aynı şekilde abdest aldığını hatırlamayan kişinin aldığına dair bir kanıt olmadığı sürece abdesti yok kabul edilir.

İstishab ile ilgili bazı ilkeler şunlardır:



Eşyada asıl olan mübahlıktır: Allah, evrende var olan her şeyi insanlar için yaratmış ve onların istifadesine sunmuştur.1 Öyle ise haram olduğuna dair kesin bir delil bulunmayan her şey nimet olması yönüyle mübahtır.

Beraet-i zimmet asıldır: Bir kimse doğduğu zaman günahsız, suçsuz ve borçsuz doğar. Sanık, suçlu olduğu ispat edilene kadar suçsuzdur. Suçu sabit olmadan hiç kimseye suçlu muamelesi yapılamaz.
Yüklə 48,09 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin