Balık Burcu. Balık Burcu'nun tanrısal kavgaları; İkizler, Başak, Yay'dır.
"Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiası ile kendi adına "BEN" diyerek dȗniHİ algı ve zanlarının hayat tarzı olan esfele safiliyn içerisinde yerini alan Balık Burcu insanı şaşkındır. Çok şaşkındır. Bu özellik çok önemlidir: Balık Burcu insanının küfürdeki bu özelliği çok önemlidir, Balık Burcu bu özelliğiyle diğer burçlardan tamamen farklıdır. "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiası ile kendi adına "BEN" dedi, dȗniHİ algı ve zanları ile akan bir hayat tarzı olan esfele safiliynin içerisinde kendisini buldu. Ama şaşkın. Niye? Şu sebepten: "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiası da nereden çıktı? Bu iddiada bulundum da şimdi ben ne yapacağım? Bu iddianın peşinden nasıl gideceğim?" İşte bu sebeple şaşkınlık yaşayan bir zorlukla yola devam eder. Kendi adına "BEN" dedi ama, "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasında bulundu ama, "Nereden çıktı bunlar, ben ne yapacağım şimdi, bu nasıl bir iş?" der. Onun bu şaşkınlığı esfele safiliyn aynasında aşağılık duygusu olarak görülür. Çok enteresan! Esfele safiliynde ona hemen bu damgayı basarlar; sende aşağılık duygusu var! O da öyle sanar. O hiç de bir aşağılık duygusu değildir, bir şaşkınlıktır. Allah muhafaza etsin, hayatının tamamını Billahi anlamda imanla ve ibadetle geçirmiş birisi bir anda kendisini cehennemde bulsa şaşırmaz mı? Nasıl şaşkına döner? İşte Balık Burcu'nun hali odur. Cehennem ahalisi ona, "sende aşağılık kompleksi var" diyebilir. O onların zannı. Esfele safiliyn yaşantısındaki dȗniHİ algılı kişiler, Balık Burcu'na bu özelliğinden dolayı, "Aşağılık duygun var" etiketi yapıştırmaktadır ama yanlıştır. İşte vehmin zulmeti böyle zalimdir, acımasızdır, "Yaşarsan yaşarsın" der. Astronomik pozisyon insanda aşağılık duygusu açmaz. Bu duygu insanın dȗniHi algı ve zann'larıyla kendisinde kendisinin açtığı bir zann'dır.
Balık Burcu insanı esfele sâfiliyn içerisindeki bu hayat tarzına hiçbir zaman güvenemez. Esfele safiliyn kurallar hiç ona göre değildir. Bu hali de vehmin zulmeti aynası "ne çekingen ve utangaç insan" diye gösterir. Ne yapacaksa hep çekingen ve korkak davranır. Ama çaresizdir. Esfele safiliyn gemisine yolcu olmuştur bir kere... Bu gemide onu koruyacak başka iddia sahiplerine ihtiyaç duyar.
Oysa o geçmişi, bulunduğu anı ve geleceği bir anda ilişkilendirebilir ve sonuçlar çıkarabilir, böyle de üstün bir özelliği vardır. Geçmişi, geçmişteki bir işi, bulunduğu anla ve gelecekle ilişkilendirip oradan hemen üstün bir sentezle bir sonuç çıkarabilecek Fuad'ı vardır. Ayrıca sezgilerinin de kuvvetli olması ona yardım eder.
Sezgileri ve esfele safiliyn kuralların çelişkileri onu kuşkulu ve kuruntulu yapar. Ancak, mekanizmayı çözemediği için sessizce bulunduğu ortamlara kerhen uyum gösterir, "Bana elleşmesinler" diye.
Kendisini rahatlatmak için Pollyanna Tanrıcılık oynar. Neden? Çünkü Balık Burcu için saydığımız bu küfür kıvamından çıkan tanrı şöyledir: Esfele safiliynden çok rahatsız, uyum sağlayamıyor, güvenemiyor, ama yaşaması lazım. Ne yapacak o zaman? Bardağı dolu tarafından görmeye çalışacak ki burada barınabilsin. İşte Balık Burcu'nun bir yanı da budur; Pollyanna Tanrıcılık oynar. Yani burçlar içerisinde Balık Burcu insanının "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasında kendi adına "BEN" diyen statüsü bir Pollyanna Tanrı'dır artık. O zaman zaman da Zavallı Tanrı'dır. Hayatı bu iki tanrılık arasında geçer. Balık Burcundaki ilah ya Pollyanna Tanrı'dır ya Zavallı Tanrı. Pollyanna Tanrı iken bardağın dolu tarafını gören, sevgi ve merhamet özelliklerini ön plana çıkaran birisidir. Ancak kuşku, kuruntu, hayalcilik, sezgiler devreye girince, yani dȗniHİ algı ve zann'ları kuruntular lehine ağır basınca, kendi iç dünyasına çekilir, esfele sâfiliyn hayattan korkar, siner ve Zavallı Tanrı olur. Esfele sâfiliyn sistemle iyi geçinebilmek için, fedakâr davranır. Almaz... Vermeye razı olur. Yeter ki şu yolculuğu hasarsız tamamlasın ister. Oysa bu şaşkın ve çaresiz haline rağmen, hoşlanmasa da, "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiası sahibi olması sebebiyle küfrün içerisindedir. Böyle devam eder ve bu hâl üzere de ölürse ashâbun nâr muamelesi görür.
Bu haliyle Balık Burcu insanı çeşitli felsefelerle karşılaşırsa, sunulan felsefeyi, felsefî fikirleri kendi sezgi ve medyum benzeri güçleriyle uyumlu görerek, başka bir yanlışın içerisine yuvarlanır. Veya çaresizliğini keyif verici maddelere doğru kayarak unutmak, dağıtmak ister ki yine esfele sâfiliyn tuzaklarına yakalanmış olur.
Balık Burcu insanı ne yapacağını bir türlü bilemediği bu yaşantı içerisindeyken, "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasından vazgeçmeyi öğrenirse, kendi adına söylediği "BEN"i sahibine teslim etmeyi öğrenirse, gereğini kolaylıkla yapar. Böyle yaparsa birden bire değişir. O zavallı, korkak, çekingen halinden eser kalmaz. Esfele safiliynden kurtuluşuna nasıl şükredeceğini bilemez hale gelir, yeniden doğmuş gibi olur.
Balık Burcu insanının her hali aslında kendisi için bir aralanmış kapıdır, görebilir inşaAllah.
Misal olarak; Balık Burcu insanına göre en güvenli yer kendi iç âlemidir. Kendisi öyle tarif eder. Esfele safiliynden o kadar yılar ki, "En güvenli yer, kendi iç âlemimdir" der. Onun için öyledir. İşte bu özelliği ile o aslında Kendinde Kendine Göre Var haline dönüş antrenmanları yapmaktadır da haberi yoktur. Ve onun için bu özellik "Nefsini bilen Rabbini bilir"e götürecek izdir.
Onun bir koruyucu arayan "BEN" yapısı ise, "BEN"in sahibine olan ihtiyacındandır.
İnşaAllah burada konumuz tamamlamış olalım. Tekrar dinleme fırsatınız olur inşaAllah. Küçük bir kitapçığı da olacak. Çıkınca onu da okuma imkânınız olursa güzel ve hayrlı olur.
Anlatmak istediğim bakış açısını anlatabildim mi inşaAllah? On iki burcun on ikisi de dȗniHİ algı ve zanlarıyla küfrü tarif eder. Onu anlatmaya çalıştım. Dolayısıyla, her burcun ortak noktası onların küfrünün tarifidir. Bu yüzden esas o küfrü tanımlamaya, onun özelliklerini paylaşmaya gayret ettik, inşaAllah hayrlara vesile olur.
-Kişinin yükselen burcunun özelliklerini nasıl tespit edeceğiz?
Bu yaptığımız, burçlamızı görmemiz için bir paylaşım değil. Burç olayına nasıl bakmamız gerekir, onu konuştuk. Dünya burçlara dȗniHİ algı ve zanlarıyla nasıl yanlış bakıyor onu anlamaya çalıştık. Siz bunları dinlerken bir müslüman toplumda olduğumuz için sanki herkes müslümanmış gibi dinliyorsunuz ama, tüm dünya için düşündüğünüzde bu anlattığımız başka kıtalardaki kişiler için de geçerli. Onlar hiç bu bilgilerden, bu gerçeklerden haberleri olmadan bunu yaşıyorlar.
Konu genellikle Kur'ân formatında sunuldu inşaAllah. Şöyle ki; önce küfür sonra da iman anlatıldı, Kur'an formatındaki gibi: Cehennem ehli sonra cennet ehli, küfür halleri sonra iman halleri. Burçları teker teker ele alırken önce küfür hali sonra da iman halini gördük. Böyle olması gerekirken, konuya böyle bakmamız gerekirken, yalnızca küfür hali esas burç özellikleriymiş sanılırsa, öyle yaklaşılırsa olmaz. Onu şöyle paylaştık: Dünyaya gelen bir insan, dünyaya hangi kayıtla gelecekse, Rabbim onun için nasıl bir kayıt dilemişse o kaydın açılması için, yani o insan sȗrete bürünürken o kayıtların sȗret olarak açığa çıkması için astronomik pozisyona da görev verilmiştir, oluşan kayıtta onun da rolü vardır. Daha o kişi "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasına girmeden o kayıtlar açılır, üstünde o kayıtlar vardır. Şöyle bir örnek vereyim: Bir fetüs düşünün -artık cinsiyeti erkenden öğrenilebiliyor- ona erkek veya dişi dendi. Sonra -hadise göre- 120. günde o fetüse "Kendinde Kendine Göre Var" dediğimiz o kişinin kendisi geldi, girdi. Anlatma sadedinde "girdi" söylüyoruz, değilse dışarıdan öyle bir şey gelip de giriyor değil. O, emirle açılan bir şey! O her yeri kaplamış olan bir his! Anlatma kolaylaşsın diye kesret diliyle söyleyince sanki dışarıdan bir şey gelip giriyormuş gibi sanılmasın. Kur'an'da "Rȗhumdan üfledim" diye öğrendiğimiz bu olay gereği o kişinin kendisi, yani Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu orada belirdiğinde artık o fetüste bir insan vardır, bir zat vardır, bir kişilik vardır. Bu olaydan, bu emirden önce de o fetüs canlıydı, erkekti veya dişiydi, fakat onda bir kişilik yoktu. O fetüse o kişilik girmeden önce, o belirmeden önce, yani onun Kendinde Kendine Göre Var hali olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu o fetüse girmeden önce o ne erkekti, ne dişi. Girdikten sonra veya orada belirdikten sonra o fetüs erkekse onun kaydı o oldu, kendini erkek düşündü, kendini öyle hissetti, dişi ise kendini dişi düşündü. Böyle düşündü ama doğduktan sonra bu özelliğini dȗniHİ algı ve zanlarıyla değerlendirdi. Ana karnında onu dȗniHİ algı ve zanlarıyla değerlendirmiyor. Dünyaya geldikten sonra, bu algıya girdikten sonra, erkek veya dişi hissini dȗniHİ algıyla "Müstakil" ilan etti. Astronomik pozisyonla alınan kayıt da öyledir. Kaydını aldı ve Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu, yani ona ait olan Nefs'i şekillendi. O kayıt astronomik pozisyonla -astronomik fenomenin de görevli olduğu bir şekilde- sȗretlendi. Ama sonra o dünya hayatına başladığında dȗniHİ algı ve zanlarıyla başladığı için ona daha önce verilmiş kayıtları da dȗniHİ algı ve zanlarıyla değerlendirdi, yani onların müstakilliklerini, ilahlıklarını ilan etti, o kayıt özelliklerini kendi ilan etiği ilahın vasıfları olarak ilan etti. Bizim dünyada gördüğümüz, "burç özellikleri" denilen işte budur. Ama kayıt üzerindeki astronomik tesir bu değildir. Bunlar, o kişinin sonra dȗniHİ algıyla değerlendirdiği olaylardır. Siz ona astronomik tesir veya burç dediğiniz zaman yanılırsınız. Burç geldi, kişi onu küfre çevirdi, böylece Burçlar ve Küfürler oluştu.
Kayıt oluşurken burçla o kayda bazı özellikler yüklendi. Onu bilimsel olmasa da gözlemsel olarak anlattık. Fakat kişi sonra onları dȗniHİ algısıyla küfre çevirdi. O küfür hal astronomik pozisyonun işi değildir. Astronomik pozisyon sizi niye kâfir yapsın? Kur'an'dan öğreniyoruz ki o doğrudan insanın kendisinin işidir. Kesret diliyle böyle! Onu size "burç etkisi, burç özellikleri" diye anlatırlarsa yanıltırlar, yanılırsınız. O dȗniHİ algı ve zanları olan esfele sâfiliyn hayat tarzının yaklaşımıdır. Onu yorumlayan dȗniHİ algı ve zanlarında yaşayan birisi.
Peki, bu bilgilerden yararlanamaz mıyız? O başka bir iş, onu konuştuk. Onların ağzıyla, onların bakışıyla olursa elbette yararlanamayız. Onlar bizi o yorumlarıyla esfele sâfiliyndeki bir yarışa sokar, küfrümüzü coştururlar. Burç özelliklerinin esfele sâfiliyn aynasındaki görünüşüne dair birçok örnek verdik. Onlar orada öyle görünüyor ama aslında çok başka özelliklerdir. Dolayısıyla, biz önce onun küfrünü, onun kişide nasıl açığa çıktığını on iki burç adı altında gördük, on iki burcun hepsinin ana zulmetteki özelliklerini tanımladık. Hepsi de hayata küfürle başlıyor, görüyoruz işte. Sonra da o özelliklerin nasıl da aralanmış kapılar olduğunu, aslında ne için verildiklerini fark ettik. İnşaAllah fırsatınız olur tekrar bakarsınız. Bu bir bakış açısı, herşey burada demiyoruz.
-Anladığımıza göre astrolojik verileri dȗniHi algıdaki biri yorumluyorsa oradan çıkacak sonuç dȗniHi algı olacağı için bu bizi hüsrana götürecek bir durum. Eğer astroloji ilmine sahip bir insan varsa ve bu kişi Billâhi algıdaysa biz ona danıştığımız takdirde o bizi güzel sonuçlara yönlendirebilecektir değil mi?
Mümkündür. O kişiye bağlı. Tasavvuf tarihinde de çeşitli kişiler öyle eserler vermiştir, olabilir. O ayrı bir iş. Karıştırılmaması için şunu tekrar hatırlatmak isterim: Bu astroloji paylaşımımızda biz temel bilgiyi ele aldık. Temel bilgi başkadır, yorum başkadır. Temel bilgi gözlenmiş olan ama bilimsel formata göre ayarlanmamış bilgilerdir, hipotez ve hüküm olarak kalmıştır, teoriye dönüşmemiştir, gözlem bilgisidir. Astrologların yaptığı farklıdır, onlar bu bilgiyi alıp yorumluyorlar. Biz diyoruz ki "Burçlar" adı altındaki bilgi iki tiptir. Birisi açılan kayıt. Diğeri sonra kişinin onları dȗniHİ algı ve zanlarıyla değerlendirdiği sonuçlar. Bu dikkate alınmadığı için, daha doğrusu dȗniHİ algıyı bilmediklerinden öyle bir şeyi dikkate katmadıkları için, şu anki astrolojik yorumlar o kişilerin oluşturduğu sonuçlardır ki bize de onlar lazım. Neden? Korunmak için! Çünkü korunmamız gereken onlar! Tehlikeli olan onlar!
Temel bilgi tüm dünyada sabittir, belki biraz biraz geliştirilebilir. Onu geliştirenler ayrıdır. Sonra bu bilgileri alıp astrolog olarak yorumlayanlar ayrıdır. DȗniHİ algı ve zanlarıyla zaten esfele sâfiliyn bir hayat yaşayanın yine esfele safiliyn olan bir hayatı ele alıp yorumladığını düşünün! İşte bu tehlikeyi biraz izah etmeye çalıştık.
Elbette, bilimsel kriterlere uygun olmasa da böyle bir bilgi vardır. Ancak bu bilgiden yararlanırsak görürüz ki o bilgi bize küfrü tarif etmektedir. Aslında kişi burcuyla ilgili öyle bir yere, bir yazıya baktığı zaman kendisinde "Müstakilen VAR ve Muhtar" iddiasını görmesi kolaylaşabilir, "Demek ki şöyle yapmalıyım" gibi fark etmelere yol açabilir. Bizim şu anda paylaşmaya çalıştığımız bakış açısı budur.
-Bize kopya veriliyor değil mi?
Evet, bize Sünnetullah içerisinden verilmiş bir kopya var.
-Yıldız saatleri konusunda ne dersiniz? İbrahim Hakkı Hazretlerinin Mârifetnamesinde de geçiyor.
O tür saatler astronomik olarak zaten var. Güneş saati, Mars saati, Ay saati diye saatler var. Dünya o saatte hangi gezegenin etkisindeyse onunla anılan saatler astronomik bilgi kapsamındadır, vardır. O bilgiden çıkarılan yorumlar ise ayrıdır, onlar bilimsel değildir. Siz rakamlarla verilen o bilgileri dinleyince "Bilimsel bir konuya girdim" psikolojisiyle sonra gelen yorumları da kabul ediyorsanız doğru olmaz. Mesela şuna dikkat edin, astronomik bilgileri bulup sunan bilim adamının inancı, karakteri ne olursa olsun o bilgi değişmez. Ama sonra onu yorumlayanın inancı, felsefesi, karakteri, hele de dȗniHİ algısı işi çok değiştirir. Bu yüzden onlara "bilimsel" gözüyle bakmak tehlikeli olur. Ana/temel bilgiler sünnetullahtır, diğerleri yorumdur. Biz şimdi sünnetullah olan ana bilgiden hareketle, acaba biz buradan ne bilgi çıkarabilir, nasıl yararlanabiliriz, bu bilgiye nasıl bakabiliriz diye bir bakış açısı getirmeye çalıştık.
-Tefekkür paylaşımının başlarında "Mü'minin burcu olmaz" dediniz. "Burcu olmaz" dediğiniz şey dȗniHİ özellikler mi? Yoksa mü'min kişi diğer burçların özelliklerinden de yararlanabilir demek mi?
Şöyle: On iki tane burç tarif ettik ve hepsinde bir küfür tanımladık değil mi? Bu bakışla, eğer mü'minin burcu olursa küfrü var demiş oluruz. Fark ettiniz mi? O zaman mü'min kişi bir küfre sahip olmuş olur. Eğer küfründen sıyrılırsa burç özelliği diye sayılan o dȗniHİ özellikler, o küfür özellikleri onda kalmaz ki. Dolayısıyla, burç diye tarif edilmiş olan esfele sâfiliyn özellikler onda olmaz. Ama astronomik pozisyonla gelen kayıtlar olur. Astronomik pozisyonla gelen kayıtlar sizin Kayıtlı Kendini Hissetme Duygunuzun kayıtlarıdır. O kayıtları değerlendirmenin iki yolu var: Birisi onu dȗniHİ algı ve zanlarıyla esfele sâfiliynde değerlendirmek. Siz onu zaten istemeden yaptınız, neden? Kendinizi o algıda buldunuz. Şimdi yapmamız gereken ikinci yoldur; bu kayıtları esfele safiliyn esaretinden, dȗniHİ algı şemsiyesi altından çıkarıp Billahi anlama hicret ettirmek. Hadislerden de öğreniyoruz ki esas hicret budur. İzah edebildim mi?
O özellikler dȗniHİ algı alanındayken baskılayıp yok etmeye, böylece iyi olmaya çalışanlar var, bu yanlış olur, o yapılanların hiç bir değeri olmaz. Bu yetenekleri baskılamayacağız, onlarla Hakk'a talip olacağız, işimiz onları köreltmek değil. Onları -Allah'ın verdiğini- Allah yolunda harcayarak değerlendirmekle bu mümkündür. Oysa dȗniHİ algı yüzünden Allah'ın verdiğini esfele safiliynde harcıyoruz. Kime karşı? Allah'a karşı! Allah'ın verdiğini Allah yolunda harcamak için, onu dȗniHİ algıdan çıkarıp Hakk yola getirmek lazım ki o yolda kullanalım. Anlatmaya çalıştığımız o. Aynı mükemmellik gibi. Kişi mükemmelliği dȗniHİ algı alanına getirmiş ama o orada para etmiyor, orada öyle bir tanım yok. Hâlbuki o, Allah'ı bulması için, Allah'ı özlemesi için, O'nu tefekkür etmesi için içine verilmiş bir kayıt, bir iz. Onu ancak Billahi alana taşıdığı zaman çok işe yarar. Buna merak gibi başka örnekler de verdik.
-Anlattıklarınızdan şunu çıkardım: Her burcun farklı ama ortak özellikleri var. Özellikle "Müstakilen VAR ve Muhtar" iddiası ortak. İnsan kibrini yenerse, nefsini terbiye ederse, iki yüzlülükten uzaklaşırsa, Allah'ın emrine uyarsa hangi burçta olduğu fark etmiyor. Ama kibri fazla olan burçlardakiler, farkına varamaz da küfre devam ederse şanssız mı addediliyorlar?
"Talibin Başlangıç Çizgisi" kitapçığını belki henüz okumadınız. İnşaAllah okuyunca orada bu soruyla ve onun kaderle ilgili cevaplarını bulacaksınız. Okuyan birçok arkadaşımız bu sorunun cevabını çok iyi biliyor. Sorunuz vesilesiyle yeri gelmişken kader ve kaza ile ilgili önemli bir iki cümleyi söyleyeyim. Talibin Başlangıç Çizgisi kitapçığında bu konuda ipucu niteliğinde temel cümleler var, okursanız inşaAllah dikkatini çekecektir. Çok önemli bir şey var ki bu tuzağa düşmemeliyiz. Anlamak için onu şöyle anlatayım. Kaderin yazıldığı bir pozisyon olsun, dünya hayatına ise onun uygulandığı pozisyon diyelim. Kader cümleleri, yani tevhid cümleleri kaderin yazıldığı boyut içindir, kaderin uygulandığı alanda -dünyada- kader cümleleri ile amel edilmez! Sakın ve sakın kader cümleleriyle hayatınızı açıklamayın, tuzağa düşersiniz. Kader cümleleri iman içindir, amel için değil. "Ne yapayım nasibimde yokmuş, ne yapayım Allah öyle yaratmış. Onun suçu ne" gibi ifadeler kader cümleleriyle hayatı tarif etmektir ve onlarla amel etmek yanlıştır. Yaşadığımız hayatın kuralları kader cümlesiyle izah edilemez. Bunun pratiği şudur, yani kişi yaşarken ne yapacak? Dünya hayatındaki kişi bütün işlerini yaparken sınırsız hürriyeti ile doğruyu seçerek yapacak. Ancak Allah'a yöneldiği zaman kader cümlesiyle yönelecek. İkisi farklıdır. Allah'a yöneldiğiniz cümleyle insanî ilişkiler yapamazsınız, insanî ilişkiler cümleleriyle Allah'a yönelemezsiniz. Bunun pratiği budur. Detayını kitapçıklarımızdan okursanız faydalı olacaktır inşaAllah.
Sorunuza bir de şöyle espritüel yaklaşalım, izin verirseniz. Bilinmediği için akla "Şu burçta olanın şansı, şu burçta olanın suçu" gibi cümleler gelebilir. Gelin bu cümleleri çoğaltalım. Mesela hoşunuza giden boy nedir? 1.80. Size göre herkes bu boyda olmalı. Değilse başlıyorsunuz; bu niye 1.70, diğeri niye 1.60? Mesele yalnızca burç özellikleri değil ki. Biri niye Ankara'da, biri niye İstanbul'da, biri niye Amerika'da? Biri niye siyah, biri niye beyaz? Bu soruların sonu yok! Yani eğer siz haksızlık ve adaletsizliği bu yanlış tez üzerine bina ederseniz o soruların sonu yoktur! O soruları ortadan kaldıracak tek şey vardır: Kişiye "Nasıl bir şey istiyorsun tarif et kardeşim" dersiniz. O da "1.80 boyunda, işte şu tipte şöyle birisi" diye bir tarif yapar ve görürsünüz ki yaptığı tarif bir kişinin tarifidir. O zaman bu kadar insana ne gerek var. O durumda Allah sadece bir kişi yaratırdı. Herkes birbirinin aynısı olacaksa, birbirine benzeyecekse bu kadar insana ne gerek var? Mânâsız! Soruları yanlış oluşturunca böyle yanlış sonuçlara çıkarsınız ve eğer işi o soruların üzerine bina ederseniz bu yolda yürüyemezsiniz.
Bir diğeri, biz "Burçlar ve Küfürler" paylaşımını tamamen kesret cümlesiyle yaptık, paylaşırken hemen hemen hiç tevhid cümlesi kullanmadık. Çünkü tevhid cümlesiyle bu işi anlatmak üç satır sürer. Bütün burçları sıralarsın, sonra da "Allah seni cennet için dilemiş, seni de cehennem için dilemiş, yapacak hiç bir şeyin yok" dediniz mi bitti. Söyleyin bana, bu hayat böyle tarif edilebilir mi, böyle yaşanabilir mi? "Senin elinde hiç bir şey yok, sen mecbursun cehenneme gideceksin, sen de mecburen cennete gideceksin" yaklaşımı Kur'ân'a terstir. Hem de çok terstir, Kur'ân'ı hiç anlamamak demektir. Dünya ilişkilerimizde tercih yetkimiz var. Ama Allah'a yöneldiğimiz zaman tercih yetkisiyle konuşamayız. Bunu anlamak üzere bir misal vereyim. Ben herhangi bir konuda bir arkadaşıma üzüleceği şekilde davrandım diyelim. Rabbim muhafaza buyurur inşaAllah. Sonra ona derim ki, bir daha bunu sana yapmayacağım. Bana ait bir kararla müstakilen bir cevap verdim. Ama Allah'a yönelip de "Bir daha yapmayacağım" diyemem, o zaman Allah'a karşı müstakil olurum. "Allahım, bana bir daha yaptırma" derim. Bu işte kader cümlesidir. İzah edebildim mi? Diyelim ki tövbe ediyorsunuz, "Allahım, bir daha şöyle yapmayacağım" demek doğru olmaz. Bir insana, bir arkadaşınıza yapar gibi olmaz. İşte ilah o! Kendinizi de müstakil yaptınız, iki müstakil varlık, iki ilah konuşuyor. Allah'a yönelirken; "Müstakilen VAR ve Muhtar değilim Allahım. Ancak Sen Müstakilen VAR ve Muhtarsın. Ben senin adına, senin verdiğin yetkiyle BEN diyorum" deriz. İnsani ilişkilerde ise öyle olmaz, orada arkadaşım müstakil bir kuldur, ben müstakil bir kulum. Biz Allah'ın müstakilliği karşısında müstakil değiliz, yani Allah'a karşı müstakil değiliz. Kendimizi Allah'la kıyasladığımız zaman Allah'ın dışı var da dışında değiliz, müstakilen var değiliz. Ama arkadaşım benim dışımda, ben onun dışındayım. İkimizin arasında buna göre ilişki olur, buna göre cümle olur. Öğrendiğimiz kader cümlelerini, tasavvuf cümlelerini insani ilişkilerde kullanırsak kendimizi ikileme düşürür, içten içe kaderden şüphe ederiz, Allah'ın verdiği hürriyeti inkâr etmiş oluruz. Allah'a karşı hür değilim ama arkadaşıma karşı hürüm ve onun sorumluluğu var. Talibin Başlangıç Çizgisi kitapçığında da onu işledik. İnşaAllah kitapçıklarımızı okuma fırsatınız olursa konu hep izah ediliyor.
Duamızı yapıp dağılalım inşaAllah.
Eȗzü Billâhi mineş şeytânir raciym, Bismillâhir rahmânir rahıym, elhamdü lillahi rabbil alemiyn.
Âmin;
Allahümme, Allahümme salli ala seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Cezallâhu annâ seyyidenâ Muhammeden mâ huve ehlüh.
Allâhümme ente rabbiy, lâ ilahe illa ente halakteniy ve ene abdüke ve ene ala ahdike ve va'dike mesteta'tü euzü bike min şerri ma sana'tü. Ebuü leke bi ni'metike aleyye ve ebuü bi zenbiy, fağfirliy zünubiy, fe innehu la yağfiruz zunube illa ente. Birahmetike ya erhamer rahımiyn. Vel hamdü lillahi rabbil alemiyn.
Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lemtağfir lenâ ve terhamnâ le nekȗnenne minel hâsiriyn. Rabbenâ, Rabbenâ, Rabbenâ, zalemnâ enfüsenâ ve in lemtağfir lenâ ve terhamnâ le nekȗnenne minel hâsiriyn.
Rabbimiz, rabbimiz, sana karşı çok zulüm işledik. Ya rabbi, bağışlamazsan, affetmezsen, merhamet etmezsen hüsrana uğramışlardan oluruz. Ya rabbi, merhamet buyur.
Lâ ilahe illa ente sübhâneke inniy küntü minez zâlimiyn.
Sübhanallahi ve Bi hamdihi sübhanallahil azıym. Sübhanallahi ve bi hamdihi adede halkıhi ve rıdae nefsihi ve zinete arşihi ve midade kelimatihi. Sübhanallahi ve Bi hamdihi sübhanallahil azıym.
Estağfirullah, estağfirullah, estağfirullah ya rabbel arşıl azıym, estağfirullah ya rabbel arşıl keriym, estağfirullah ya rabbel alemiyn.
Estağfirullah, estağfirullah, estağfirullah... Öyle ki ya rabbi, öyle bir estağfirullah ki ya rabbi; adede halkıke ve rıdae nefsike ve zinete arşike ve midade kelimatike estağfirullah ya rabbiy.
Estağfirullah el azım, el keriym, er rahıym elleziy lâ ilâhe illa huvel hayyul kayyȗm ve etȗbu ileyh.
Ve lekel utba hatta terda, ve lekel utba hatta terda, ve lekel utba hatta terda... Allahım, senden af dilerim, ya rabbi sen razı oluncaya kadar, sen hoşnut oluncaya dek senden af dilerim ya rabbiy. Ve lekel utba hatta terda.
Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bike.
Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike estağfiruke ve etȗbu ileyke.
Allahümme salli ve sellim ve bârik ala seyyidinâ Muhammedin adede halkıke ve rıdâe nefsike, ve zinete arşıke ve midâde kelimâtike.
Allahım sana şükrederim, sana şükrederim ya rabbi, sana şükrederim. Öyle ki, öyle şükrederim ki ya rabbiy, adede halkıke ve rıdae nefsike ve zinete arşike sana şükrederim. Ya rabbi sana şükürler olsun, sana şükürler olsun Allahım, adede halkıke ve rıdae nefsike ve zinete arşike ve midade kelimatike sana şükürler olsun Allahım. Lütfen ya rabbi, şükrümüzü kabul buyur, şükrümüzden razı oluver ya rabbi.
Allahım, inanan din kardeşlerimizin hastalarına acil şifa; Allahım, dertlerine acil deva, borçlarına acil eda, yolcularına acil selametlik ya rabbiy, işsizlerine acil iş, gelirsizlerine acil gelir, çaresizlerine acil çare lutfediver, çarelerin sahibi...
Ya zel celâli vel ikrâm, ya vehhâb, ya latıyf Allahım, onlara çok hayrlı, çok güzel, çok çabuk, çok mübarek olacak şekilde lutfunla veriver ya rabbiy.
Allahümme salli ala Muhammedin ve Âdeme ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehum minen nebiyyîne vel murseliyn, salâvatullahi ve selâmuhu aleyhim ecmaıyn, bi rahmetike ya erhamer rahımiyn
Allahümme inniy es'elüke hubbeke ve hubbe men yuhıbbüke ve es'elüke en tuhyi kalbiy bi nuri ma'rifetike ebeden.
Rabbenâ, rabbenâ ve atinâ ma veattenâ ala rusulike ve la tuhzinâ yevmel kıyameti inneke la tuhliful miy'âd. Allahım, rasullerine vaadettiğini isteriz, rasullerine inananlar için vaadettiklerini ver bize ya rabbiy. Ve bizi kıyamet günü rezil etme ya rabbi. Sen vadinden caymayansın.
Birahmetike ya erhamer rahımiyn.
Errahmanir rahıym, Mâliki yevmidDiyn, iyyâKE na'budu VE iyyâKE nesta'iyn.
Eşhedü en lâ ilahe illallahu ve eşhedü enne Muhammeden abduhȗ ve rasȗluhȗ. Allahım, kesinlikle şehadet ederim ki, Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak sensin. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, yok hükmündedir. Allahım, yine kesinlikle şehadet ederim ki Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimiz senin kulun ve rasȗlündür. Eşhedü en lâ ilahe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhȗ ve rasȗluhȗ.
Eşhedü en lâ ilahe illallahul ehadus samedülleziy lem yelid ve lem yȗled ve lem yekün lehu küfüven ehad. Alâ hâzihiş şehâdeti nahyâ ve aleyhâ nemȗtu ve aleyhâ nüb'asü inşaAllah.
İyyâKE na'budu VE iyyâKE nesta'iyn, ihdinas sırâtal müstakıym, iyyâKE na'budu VE iyyâKE nesta'iyn, ihdinas sırâtal müstakıym, iyyâKE na'budu VE iyyâKE nesta'iyn, ihdinas sırâtal müstakıym, sırâtelleziyne en'amte aleyhim, ğayril mağdȗbi aleyhim veladdaaalliiyn.
Âmin
EL FATİHA
.