FiLİSTİn topraklarinda israil nasil kuruldu sorusuna cevap ve iNGİLİz toplama kamplari üzerine bir değerlendirme ulvi Keser


Kamplarda Eğitim ve Kültür Faaliyetleri



Yüklə 236,3 Kb.
səhifə2/3
tarix15.01.2018
ölçüsü236,3 Kb.
#38294
1   2   3

Kamplarda Eğitim ve Kültür Faaliyetleri
Vakit geçirecek ve kendilerini meşgul edecek herhangi bir faaliyetin içinde olmayan insanların sosyal düzene karşı isyan ve tepki içine gireceklerinin farkında olan İngiliz idaresi bu durumla ilgili acil tedbir alma yoluna gider. Bu arada Yahudi Yardım Komitesi de kamplarda 1947 yılında sayıları 1.000 civarında olan çocuklar için ana sınıfı, kreş, ilkokul açar. Çocukların büyük bir kısmı İngilizler tarafından Kamp 65 olarak adlandırılan yaz kampında bulunmakta ve sabah saat 06.00’dan öğleyin saat 12.00’ye kadar eğitim almaktadırlar.50 Büyükler için gün boyu verilen eğitimlerde ise Yahudi tarihi, gelenekler, protokol ve görgü kuralları ve Filistin’deki sosyal hayat, Yahudi sanatçılar, şairler, dinî liderler, edebiyat ve kültür insanlarıyla ilgili dersler bulunur. Bu bağlamda Filistin’den akademisyenler, siyasi parti temsilcileri ve kendi konularında ön plana çıkmış insanlar bu kamplara birkaç günlüğüne gelerek insanları eğitir. Kamplardaki eğitim faaliyetleri konusunda en fazla ön plana çıkan ise merkez yönetimi Hayfa’da bulunan ve yetişkin eğitimini öncelikli hedef olarak tespit eden Rutenberg Vakfı ve Henrietta Szold tarafından kurulmuş olan ve genellikle öksüz ve yetim Yahudi çocuklar konusunda faaliyette bulunan The Youth Aliya örgütüdür. Ayrıca göçmenlere marangozluk, su tesisatçılığı ve elektrikçilik gibi konularda kurslar da verilir. Kamplarda Yahudi göçmenler tarafından tiyatro ve dans grupları da oluşturulur.51 Bu faaliyetlere ilaveten kamplarda Yahudi göçmenler tarafından 25 Eylül, 26 Eylül ve 27 Eylül günlerinde Yahudi yeni yıl kutlamalarına müsaade edilir. Bu arada Filistin’de görev yapmakta olan Kraliyet Silahlı Kuvvetleri Din işleri Departmanı’ndan Yüzbaşı B.Ebstein de Kamp 60 ve Kamp 61’de görev yapmak üzere Kıbrıs’a gelir. Kamplarda ayrıca futbol takımları kurulur ve bu futbol takımları ilerleyen günlerde İngiliz askerleriyle ve hatta adada esir tutulan Alman askerleriyle de futbol maçları yaparlar.

İsrail Devletinin Kurulması

Öte yandan BM Filistin Komitesi ve BM Genel Kurulu tarafından yapılan görüşmelerde Filistin’in taksimi konusunda sert tartışmalar gerçekleşir. Bu toplantılarda Türkiye’nin taksimin aleyhinde bir tutum sergilemesi ve bu yönde oy kullanması ise Arap ülkeleri tarafından takdirle karşılanır. Bu bağlamda BM Genel Kurulu’nda bulunan Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen, Irak ve Mısır delegasyonları gönderdikleri müşterek bir mektupla Türkiye’nin bu hareketinin “ebediyen minnettarlıkla karşılanacağını” 52 bildirirler. Ayrıca aynı konuyla ilgili olarak Irak, Suudi Arabistan, Lübnan ve Suriye Dışişleri Bakanlıkları da takdir duygularını belirten mesajlar gönderirler. Bu arada 28 Nisan 1947 günü yapılan toplantıda UNSCOP (United Nations Special Committee of Inquiry on Palestine) Filistin Konusunu Araştıran Özel Komite de İsveç, Uruguay, İran, Hollanda, Peru, Hindistan, Çekoslovakya, Kanada, Avustralya, Guetemala ve Yugoslavya’dan temsilcilerin katılımıyla bölgede İngiliz mandasının sona ermesi, Filistin’in ekonomik birliğinin korunması ve kutsal toprakların korunması konusunda karar alır. Bu karar doğrultusunda yapılan oylamada 7 aleyhte oy çıkarken, 45 ülke de bu kararlar lehine oy kullanırlar. 11 üyeden oluşacak olan bu özel komite derhal çalışmalarına başlayacak ve en geç 1 Eylül 1947 tarihine kadar da hazırlayacağı bir raporu BM’ye sunacaktır. Alınan bu karar daha sonra 31 Ağustos 1947 tarihinde yayımlanır.



Kurulan komitenin çalışmaları sırasında Filistin’deki Yahudi yetkililer komite üyeleriyle görüşmelere katılırken, Arap Yüksek Komitesi ise müzakerelerde bulunmayı reddeder. Komite hazırladığı raporu 31 Ağustos 1947 tarihine kadar tamamlar ve 1 Eylül 1947 günü de BM’ye takdim eder. Buna göre komisyon üyelerinden sadece Hindistan, İran ve Pakistan üyeleri azınlık planını teklif ederken, komisyon üyelerinden Çekoslovakya, Guatemala, Peru, İsveç, Uruguay, Hollanda ve Kanada üyeleri ise çoğunluk planını gündeme getirir. Komisyonun tek çekimser oyu ise Avustralya’dan gelir. Çoğunluk planı olarak kabul edilen plana göre Filistin toprakları Arap devleti, Yahudi devleti ve BM gözetimindeki Kudüs olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Arap ve Yahudiler de 1 Eylül 1947 tarihinden itibaren 2 yıl içerisinde bağımsızlıklarını kazanmış olacaklardır. Azınlık planı olarak ortaya atılan planda ise başkent Kudüs olacak şekilde Araplar ve Yahudilerin bir arada yaşadıkları bağımsız bir Filistin devleti söz konusu olmaktadır. 29 Kasım 1947 tarihinde BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada Avustralya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Belarus, Kanada, Kosta Rika, Çekoslovakya, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, Fransa, Guatemala, Haiti, İzlanda, Liberya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Nikaragua, Norveç, Panama, Uruguay, Peru, Filipinler, Polonya, İsveç, Ukrayna, Güney Afrika Birliği, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, ABD, Uruguay ve Venezuela olmak üzere toplam 33 ülke taksim yönünde oy kullanır. Karşı çıkan 13 ülke arasında başta Türkiye olmak üzere Afganistan, Küba, Mısır, Yunanistan, Hindistan, İran, Irak, Lübnan, Pakistan, Suudi Arabistan, Suriye ve Yemen bulunmaktadır. Siyam oylamaya katılmazken Arjantin, Şili, Çin, Kolombiya, El Salvador, Etiyopya, Honduras, Meksika, İngiltere ve Yugoslavya olmak üzere 10 ülke çekimser oy kullanırlar. Böylece İngiltere her ne kadar ABD’den gelen baskılara dayanmaya çalışsa da artık gözden çıkardığı Filistin’le ilgili olarak ne Batı kamuoyunu, ne de Arap ülkelerini ürkütmek niyetindedir. Durum böyle olunca da kendisi devreden çıkmak suretiyle BM’yi ön plana çıkartmış ve bu sorunun BM kanalıyla çözülmesine razı bir pozisyon takınmıştır.53 Aynı günlerde BM Filistin Komisyonu da kamplardaki Yahudi mülteciler konusunda hummalı çalışmalar içerisindedir.54 Konuyla ilgili olarak BM New York karargâhında yapılan toplantılarda komisyonun üzerinde durduğu ilk husus 1948 yılına girildiği günlerde kamplardan Filistin’e Yahudi göçmenleri taşıyan gemiler de daha sık çalışmaya başlar. Bu Yahudi yolcular arasında La Negev isimli gemiyle Kıbrıs adasına getirilenler de vardır.55 Örneğin 13 Mayıs 1948 günü Hayfa limanına gelen 360 kişilik ilk grubun ardından Pan Crescent gemisiyle gelmeleri beklenen 10.000 Yahudi mülteci de söz konusudur.56 Bu arada Birleşik Filistin İstinaf Mahkemesi Başkanı Dr. Israel Goldstein tarafından Filistin'de yapılan bir açıklamada bu topraklardaki İngiliz mandaterliğinin bitmesinin ardından Kıbrıs'tan tahliye edilecek ilk etapta 28.000 Yahudi mülteci için en azından 30.000.000 Dolarlık bir bütçeye ihtiyaç duyulduğu belirtilir.57 Filistin topraklarında hareketliliğin arttığı günlerde İngiltere Dışişleri Bakanlığı da bir açıklama yaparak artık mültecileri bu kamplarda tutmanın bir geçerliliği kalmadığını bildirerek Filistin'de İngiliz mandaterliğinin sona ermesinin hemen ardından bütün mültecilerin salıverileceğini duyurur.58 Kıbrıs'ta bulunan Yahudi yetkililer ise aylık 10.000 kişilik bir mülteci göçünün kolayca halledilebileceğini, bunun için uygun nakil araçlarına ihtiyaç duyulduğunu belirtirken İngiliz idaresi ise mültecilerin Filistin'e gönderilmeleri sırasında eskortluk yapmak üzere gemi görevlendirileceğini ve bütün bu işlerin ancak 4-5 ayda tamamlanabileceğini belirtirler.59 Aynı gün Reuters kaynaklı olarak Roma'dan bildirilen bir haberde ise muhtemelen İrlandalı pilotların yönetiminde olan ve Filistin'deki Yahudi güçleri tarafından satın alınmış tam donanımlı ve silahlı 10 savaş uçağı İtalyan Hava Kuvvetleri tarafından indirilir.60 14 Mayıs 1948 tarihinde yayımlanan ve 37 üyeli Yahudi ulusal yönetimi tarafından açıklanan deklarasyonun ardından 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail devleti ortaya çıkar.61 Aynı gün Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi tarafından yapılan resmi açıklamayla yeni kurulan İsrail devleti bütün dünyaya ilan edilir ve hemen ardından Ben-Guron başkanlığında geçici bir hükümet teşkil edilir. İngiliz yönetimi ise İsrail devletinin kurulduğunun açıklandığı ilk gün bu devleti bölgedeki sorun çözülünceye kadar tanımayacağını belirtir. Bu arada çıkartılan Geri Dönüş Yasası ile de bütün Yahudilerin İsrail devleti topraklarında yaşama hakkı olduğu da kanuna bağlanır. İlginçtir ki ABD Merkezi Haber Alma Dairesi CIA tarafından 28 Kasım 1947 tarihinde hazırlanan raporda ise “...Yahudilerle Araplar arasında BM Genel Asamblesi tarafından Filistin topraklarının BM Filistin Özel Komitesi tarafından tavsiye edildiği üzere Yahudi ve Arap devletleri olarak taksim edilmesi halinde silahlı çatışmalar başlayacaktır. Filistin yanında Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye’deki Araplar ulusalcılık ve dini motiflerle coştuklarından bir Yahudi devleti kurmaya teşebbüs eden herhangi bir güç veya ortak bir güce karşı savaşmaya kararlıdırlar...”62 denilmektedir. Konuyla ilgili olarak ortaya çıkacak durum da aşağıdaki başlıklarla verilmektedir; 63

a. Filistin topraklarının büyük bir kısmını işgal edecek şekilde egemen bir Yahudi devleti kurulacaktır.



b. Büyük oranda mültecinin yeni kurulan bu Yahudi devletine girmesine müsaade edilecektir.

c. Sadece Filistin Arapları değil fakat Yakındoğu’daki Arapların tamamı yukarıdaki (a) ve (b) maddelerine şiddetle karşı çıkacaklar ve Araplarla Yahudiler arasında silahlı çatışmalar çıkacaktır.

d. Filistin dışındaki Araplar ve Yahudilerden insan, silah ve malzeme anlamında yardım alınacaktır.

e. BM Filistin’de barışı korumak üzere derhal bir uluslararası polis gücü oluşturmayacaktır.

Bütün bunların ışığında aşağıdaki sorulara cevap verilmelidir;

  1. Arap-Yahudi çatışması nerelere gelecek ve nasıl sonuçlanacaktır?

  2. Ortadoğu’da istikrar nasıl etkilenecektir?

  3. Amerikan stratejik ve ekonomik çıkarları bundan nasıl etkilenecektir?”


Yeni devletin kurulması Mağusa’daki kamplarda tutulan Yahudi mülteciler tarafından da coşkuyla karşılanır.64 Öte yandan esasında Filistin topraklarında ortaya çıkan bu yeni devletin kurulmasında en etkili faktör İngiltere değil ABD olur. Özellikle Başkan Truman’ın yaklaşan 1946 kongre seçimlerini de düşünerek İngiltere’ye karşı inisiyatifi ele alma düşüncesi ve kaygısı savaş döneminde bütün Avrupa’yı kasıp kavuran Hitler zulmü ve Yahudi katliamlarıyla birleşince ortaya Yahudilere karşı bir ilgi ve sempatik yaklaşım çıkar. Özellikle Amerikan kamuoyunda son derece etkili olan bu ilgi ve sempati sonrasında Hitler katliamlarında kaçıp kurtulabilen Yahudilerin Filistin topraklarına gitme ve Filistin’de yerleşme konusundaki talepleri Amerikan hükümeti tarafından kamuoyu baskılarına da paralel olarak göz ardı edilemez. 2 Şubat 1948 tarihinde Magistrate Lowenberg tarafından kaleme alınan ve Nathan Glazer’a gönderilen Filistin’in son iki ayını anlatan ayrıntılı rapor ise dönemi yansıtması bağlamında kayda değerdir.65 Buna göre BM’de taksimle ilgili oylamanın yapılması ve İsrail adıyla yeni bir devletin kurulmasının ardından bölgede olaylar artarak devam etmektedir. Rapora göre bölge son 50 yılda görmediği kadar ciddi bir çatışma ortamına girmiş durumdadır ve bu muhtemelen bir iç savaşa dönüşecektir. Rapora göre “Komşu Arap ülkelerini durduracak bir şey olmaması halinde bu iç savaş çok daha ciddi boyutlara taşınacaktır.” Özellikle Kudüs-Tel Aviv ve Hayfa-Tel Aviv gibi ana arterler başta olmak üzere iletişimi kesmeye yönelik olarak yollarda müthiş bir çatışma ve savaş hali vardır. Arapların ve Yahudilerin karma olarak yaşadıkları Kudüs şehrinde de ciddi çatışmalar yaşanmaktadır. Bölgenin merkezi durumundaki bu şehirde İngiltere, Filistin ve Yahudiler başta olmak üzere üst düzey yetkililerin olması ve çatışmaların dış kamuoyuna çok çabuk ulaştırılması nedeniyle çatışmalar burada daha da yoğunlaşmış gibi görünmektedir. Aynı durum Tel Aviv ve Hayfa şehri için de geçerlidir. Doğaldır ki Yahudi yanlısı bir bakış açısıyla kaleme alınan ve bölgede olup biten her şeyden Filistinlileri sorumlu tutan rapora göre Yahudileri hayal kırıklığına uğratan bir husus ise BM yanında Arap ülkelerine karşı dik bir duruş gösteremeyen ABD’dir. İngiltere ise bölgedeki bütün askeri gücünü, savaş malzemelerini ve lojistik yükünü bölgeden temelli olarak çekmeye başlamıştır. Kamplar, askeri kışlalar ve ordugâhlar dağıtılmış, malzemeler askeri araçlara yüklenmiş durumdadır. Her hafta askeri malzeme dolu 4 İngiliz gemisi Hayfa’dan hareket etmektedir. 1947 yılında bölgede 30.000 olan İngiliz askeri gücü 1948 Ocak ayında 6.500’e düşmüş durumdadır. Tel Aviv ve Nablus bölgelerinde konuşlanmış durumdaki İngiliz polis gücü de bölgeden ayrılmış durumdadır. İngiliz yetkililer bölgeyi dönmemek üzere terk ederken bölgede bulunan aileleri de belli bir süre kalacakları Kıbrıs adasına nakledilmeye başlamışlardır. İsrail devletinin kurulması ve Yahudilerin bölgeye gelmeye başlamasının ardından 1947-1949 döneminde 600-700.000 civarında Filistinli de ya bölgeyi terk eder ya da kaçmak zorunda kalır. İsrail’in ilk başbakanı ve Mossad’ın da kurucusu olarak bilinen Yahudi Ben Gurion’un günlüklerine yazdığı “Geride kalan bütün Araplar için insani ve sosyal eşitlik sağlamak için gayret göstermeliyiz; ancak Arapların geri dönüşleri konusunda kaygılanmaksa bizim işimiz değildir...”66 cümlesi ne derece samimi olduklarını ortaya koymaktadır.

Aynı dönemde Kıbrıs adasında askeri hareketlilik de son hızla devam etmektedir. Nisan-Mayıs 1948 döneminde Ortadoğu’nun problemli bölgelerindeki Amerikan vatandaşlarını güvenli bölgelere götürmek üzere Kıbrıs’a gelen ve Lefkoşa’daki havaalanına inen askeri uçaklardan sonra bu sefer de yine aynı maksatla Dakota ve Kaleler tipi nakliye uçakları adaya gelmeye başlar. Yaklaşık 12.000 Amerikan vatandaşının bulunduğu ve büyük çoğunluğu petrol işiyle uğraşan bu insanlar için Filistin, Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye’den gerçekleştirilecek tahliye harekâtı için uçaklar ara istasyon olarak Kıbrıs’a gelirler. İsrail’in kurulmasının ardından Yahudi göçmenler Kıbrıs’tan İsrail’e götürülmeye başlandıklarında ilginç bir olay yaşanır ve Karakol kampında kalan Arieh Zizensky isimli Yahudi bir göçmen İngiltere’nin kendisini Kıbrıs’taki bu kamplarda zorla tutmasının yasal olup olmadığını öğrenmek üzere Mağusa kaza mahkemesinde bir dava açar.67 Esasında bu durum Yahudiler tarafından mahkemeye müracaat konusunda ilk değildir ve daha önce de pek çok defa mülteciler ve Filistin’de bulunan Yahudiler tarafından aynı konuyla ilgili olarak müracaatta bulunulmuş ve hemen hepsi mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Aynı şekilde Mordechai Herling ve askerlik yaşına gelmiş 563 mülteci adına açılan dava İngiliz Albay Weston mültecilerin avukatı olarak görev alacaktır. Örneğin 29 Aralık 1948 günü Lefkoşa’da açılan buna benzer bir başka davada Yahudilerin avukatı adadaki İngiliz idaresini suçlayarak alıkoyma durumunun İngiltere’nin Filistin’deki ateşkesi yorumlamalarıyla ve Kıbrıs kanunlarıyla değil, tamamen İngilizler tarafından uygulanan keyfi bir tutum sonrasında olduğunu belirtir ve İngiliz adalet geleneğinin yaşatılması için bu mültecilerin derhal salıverilmeleri gerektiğini belirtir. Avukat ayrıca bu durumun tellerin arasındaki Yahudilerle tellerin arkasındaki İngiliz askerlerini de aşağılayan bir husus olduğunu belirtir.



Bu davanın sonucu o sırada kamplarda kalan bütün göçmenler tarafından da merakla beklenir. Bu Yahudi gencin avukatlığını ise Kıbrıslı Türk avukat Fuat Bey yapar. Avukat Fuat Bey’e karşılık Avukat Tornaritis de İngiliz idaresini savunmaktadır ve Fuat Bey’in savunmasının tam aksine mahkemenin böyle bir konuda karar verme yetkisi yoktur. Açılan bu davayla ilgili olarak İngiltere’nin karşı tedbir alması da gecikmez ve İngiliz yetkililer 17 Eylül 1948 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan “Şüphenin İzalesi” başlıklı kanunla kamplarda muhafaza altına alınan herhangi bir şahsın bu kanun çerçevesinde tutulduklarını açıklarlar.68 Aynı günlerde Türkiye’nin Filistin’e gitmek isteyen Türk vatandaşı Yahudilere pasaport ve vize vermeyi durdurduğu, bu kişilere müsaade etmeyeceği yönünde alınan bir haber ise İstanbul’daki Yahudi vatandaşları harekete geçirir ve beş kişilik bir heyet hazırlanarak Ankara’ya gönderilmesine karar verilir.69

Filistin topraklarında yeni bir devletin ortaya çıkmasıyla beraber Arap-İsrail savaşı da patlak verir. İngiliz hükümeti bir yandan Filistin’deki askeri gücünü geri çekme telaşı içerisindeyken Arap Birliği üyesi Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Lübnan da askeri güçlerini teyakkuz durumuna geçirerek savaşa katılırlar. Savaşın balamasıyla beraber resmi Siyonist hareketinin silahlı gücü olan Haganah70 yaklaşık 60.000-80.000, Irgun ve Stern ise 5.000-10.000 arası üyesini yeraltından düzenli asker pozisyonuna çıkartarak Arap Birliği karşısında savaşa katılırlar. Böylece bazılarınca silahsız ve mukavemetsiz oldukları ileri sürülen Filistin’deki Yahudilerin hiç de öyle olmadıkları, “paramiliter güçlerin Filistin Manda Yönetimi’ni ciddi şekilde hırpaladığı, Filistin’de yaşayan Arapların göçünü hızlandırdığı, pek çok Arap kasabası yanında onlarca Arap köyünü”71 de işgal ettiği bir döneme girilir. Savaşı sonlandırmak amacıyla yapılan girişimlerden birisi de İsveç Kontu Folke Bernadotte tarafından yürütülür ve BM gözetiminde Rodos adasında görüşmelere başlanır. Görüşmeler sırasında ele alınan konulardan biri savaşan tarafların görüşmelerin devam ettiği sürede toprak kazanımlarına girişmemeleri konusunda getirilen kısıtlamalar ve yaptırımlardır. Bu durum özellikle Kıbrıs’taki kamplarda kalan Yahudi göçmenlerin Filistin topraklarına dönüşleri de uzun bir süre askıya alınır. Rodos adasında, Hotel Des Roses isimli otelde yapılan görüşmelerde 500 Kıbrıslı Yahudi göçmenin yeni kurulan İsrail topraklarına dönmeleri konusunda özel izin verilir.72 Söz konusu bu izin verilirken öne atılan düşünce parçalanmış ailelerin birleştirilmesi olmakla birlikte perde arkasındaki asıl düşünce İsrail’e savaş için gerekli olan askeri gücü arttırma düşüncesidir. İsrail’e dönen söz konusu bu 500 kişinin neredeyse tamamı derhal askere yazılırlar ve büyük bir kısmı da Latrun’daki muharebelerde hayatlarını kaybederler.73 Aynı günlerde Kıbrıs’taki kampların boşaltılması faaliyetleri de devam etmektedir. Konuyla ilgili olarak mültecileri taşıyacak olan gemiler 2 Temmuz 1948 tarihi itibarıyla Hayfa’dan hareket etmiş durumdadır ve ilk etapta yaklaşık 25.000 kişinin taşınması hedeflenmektedir.74 Bu kapsamda 10 Temmuz 1948 tarihi itibarıyla 2.000 kişilik bir Yahudi grubu Pan York gemisiyle Filistin’e doğru yola çıkarlar. BM gözetiminde yapılan tahliye sonrasında İngilizler bu gemileri havadan ve karadan takip edeceklerini ve güvenliklerini sağlayacaklarını bildirirler.75 Bu arada Londra'da İngiliz hükümet sözcüsü tarafından yapılan açıklamada ise adadaki bütün mültecilerin 1 Ağustos 1948 tarihine kadar adadan çıkartılması ve Filistin'e gönderilmesi gerektiği vurgulanır.76 İngiliz sözcünün "vizesiz" olarak nitelendirdiği bu Yahudi mültecilerin adadan çıkartılması süreci Filistin'deki İngiliz mandaterliğinin sona ermesiyle birlikte devreye sokulacaktır. Sözcü ayrıca bu faaliyetlerin İngiliz vergi mükelleflerine ek bir mali külfet getirmeyeceğini, bu mültecilerin taşınması sürecinde İngiliz gemilerinden istifade edilmeyeceğini de belirtir.77 Aynı konuyla ilgili olarak İsrail hükümeti de BM Güvenlik Konseyi’nden Kıbrıs’taki Yahudi mültecilerin durumuyla ilgili olarak özel bir oturum yapılmasını talep eder.78 Öte yandan BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail'in ortaya attığı suçlamaları dinlemek ve İngiltere'nin Filistin Mandaterliği yaklaşık 3 ay önce bitmiş olmasına rağmen Filistin barışını Kıbrıs adasında enterne ettiği Yahudi mültecileri hala serbest bırakmayarak ihlal ettiği yönündeki iddialarını tartışmak üzere toplantı yapacağı bir sırada Arap Yüksek Komiseri de BM Güvenlik Konseyi'ne başvurarak "Yahudilerin insan gücü ve savaşçı gücünü" arttıracağı endişesiyle Kıbrıs'ta bulunan yaklaşık "11.000 Yahudi mültecinin" Kıbrıs'tan Filistin'e değil geldikleri ülkelere geri gönderilmeleri yönünde öneride bulunur.79 Arap Yüksek Komiseri Filistin'deki savaş nedeniyle halen yaklaşık 550.000 Arap vatandaşının evsiz olduğunu, bunlardan 300.000'lik bir kısmının ise komşu Arap ülkelerinde yaşamaya çalıştıklarını, geriye kalanların ise çok zor ve parasız bir halde Filistin'de yaşam mücadelesi verdiklerini, Arapların toplu halde evlerini ve yurtlarını bırakıp kaçmalarının deni, olarak da Yahudiler tarafından yürütülen saldırılar ve kıyım hareketlerinin neden olduğunu, evsiz kalmış bu Arapların evlerinin ise halen Yahudiler tarafından işgal edildiğini, bu Yahudilerin de Araplara ait malları yağmalayıp talan ettiklerini belirtir.

Öte yandan Kıbrıs Yüksek Mahkemesi ise Savcı Griffith Williams imzasıyla yayımladığı 12 Aralık 1948 tarihli kararla Xylotymbou kampının komutanlığını yapmakta olan İngiliz subayının burada tutulmakta olan 5.164 Yahudi mültecinin neden burada tutuldukları ve neden salıverilmedikleri konusunda ifade vermek üzere 29 Aralık 1948 günü mahkeme karşısına çıkarılmasına karar verir.80 Mültecilerin avukatlığını yapmakta olan Albay Weston ise bu mültecilerin sadece askerlik yaşına gelmeleri sebebiyle kamplarda tutulduklarını, oysa Kıbrıs yasalarının bu insanları bu şekilde tutmaya uygun bir altyapıya sahip olmadığını belirtir.81 Bu arada Avam Kamarası ise Dışişleri Bakanı Ernest Bevin'in Mısır'la İsrail arasında Rodos adasında devam etmekte olan "son derece nazik görüşmeler" nedeniyle Filistin Sorunu konusunda yapmayı planladığı toplantıyı erteleme kararı alır. Dışişleri Bakanı bir yandan hükümetinin Filistin siyasetinin ayrıntılarını vermenin akıllıca olmayacağını belirtirken öte yandan askerlik çağına gelmiş olan Kıbrıs'taki Yahudi mültecilerin kendilerini götürecek deniz nakliye araçları bulması halinde İsrail'e gitmelerine müsaade edileceğini ifade eder.82 Dışişleri Bakanı Bevin ayrıca bunun için uygun ortamın ortaya çıktığını ve BM arabulucusu Ralph J. Bunche'a da konuyla ilgili bilgi aktarıldığını sözlerine ilave eder. Öte yandan bir önceki İngiltere Başbakanı Winston Churchill ise Dışişleri Bakanı Bevin'in Yahudi mülteciler ve askerlik çağına gelenlerin İsrail'e gelerek Yahudi güçlerine katılmaları konusundaki kararına tepki göstererek aksi yönde alınan sert askeri tedbirlerle bu söylemlerin örtüşmediğini belirtir.83 Bu suçlamalara karşılık Dışişleri Bakanı Bevin ise Kıbrıs'ta yaşananlarla uzun zamandan beridir ilgilendiğini ve şöhret peşinde olmanın umurunda olmadığını, aksine bütün yaptıklarının barış adına olduğunu kaydeder. Bu arada Amerikan Yahudi Kongresi Başkanı Dr. Stephen S. Wise ise İngiltere’nin ABD Büyükelçisi Sir Oliver Franks’e bir mektup göndererek “Kıbrıs adasında Yahudi mültecilerin tutulmaya devam edilmesinin Magna Carta prensiplerinin çok açık ve çirkin ihlali olduğunu, bu Yahudilerin tek suçlarının Magna Carta’ya olan delicesine inançları ve kendilerini bu prensiplere adamış olmak olduğunu”84 belirtir. İngiliz hükümetinin askerlik yaşına gelmiş olan kamplardaki mültecilerin "silahlı güç" olduğuna karar vermesinin ardından "eli ayağı tutan" 18-35 yaş arasındaki bütün Yahudiler İngiliz resmi makamlarının gözetimi altında tutulurlar.85 Aynı durum İsrail devletinin kurulmasından sonra aynı şekilde devam eder ve BM Güvenlik Konseyi toplantılarında sert tartışmalara da neden olur. Rees-Williams gibi bazı İngiliz arabulucuların 29 Mayıs 194886 tarihli BM kararına istinaden askerlik çağına gelmiş Yahudiler üzerinde kısıtlama uygulaması tartışmaları da beraberinde getirir.87 Pek çok Yahudi kadın da kocalarının yanında kalmayı tercih edince kapatılması planlanan kamplarda yaklaşık 12.000 kişi kalmaya başlar. İsrail hükümeti ise bu sorunu çözebilmek amacıyla İngiliz uyruklu İsrailli bir avukatı Kıbrıs'a gönderir88 ve İngiliz hükümeti de yaptığı açıklamada gerekli nakliye araçlarının bulunması halinde mültecilerin İsrail'e gitmeleri gerektiğini duyurur. Bütün bunlara rağmen İngiliz yönetiminin açıklamaları çelişkilerle doludur çünkü Birleşik Yahudi İstinaf (Mahkemesi) Genel Başkanı Henry Morgenthau tarafından Başbakan Clement Attlee ve bir önceki Başbakan Winston Churchill’e bu konuyla ilgili bir müracaatta bulunulmasına rağmen Kıbrıs’taki uygulamalarda değişikliğe gitme ve şartları yumuşatma yönünde herhangi bir düşünceleri ve niyetleri bulunmadığı açıklanır.89 Dışişleri Bakanlığı ayrıca bu konuda yapılan müracaatla ilgili açıklama yapmaktan kaçınırken söz konusu müracaatın kişisel olarak bir kişi tarafından adı geçen iki İngiliz devlet adamına yapıldığını da belirtir. Kamplarda kalmakta olan Yahudiler parça parça da olsa İsrail’e gönderilmesine rağmen kamplardan firar girişimleri de devam etmektedir. Temmuz 1948 döneminde kamplardan kaçan yaklaşık 50 kişilik gruptan sadece 4 tanesi polisler tarafından yakalanarak kampa getirilirler.90 Bu dönemde kamplardan kaçmayı başaranlar arasında küçük bir kayıkla ve kürek çekerek Mağusa’dan Hayfa’ya gelen 6 erkek ve 1 kız çocuğundan oluşan 7 kişilik grup da vardır.91 Kıbrıs’taki kamplardan kaçabilmek amacıyla tünel kazan, dikenli telleri kesen ve Larnaka sahilindeki tekneye ulaşmayı başaran 29 Yahudi mülteci ise adadan uzaklaşamadan yakalanırlar ve mahkeme huzuruna çıkartılırlar.92 Mültecilerden beşi kendilerini Larnaka’dan Hayfa’ya götürecek olan Arid teknesine binmek üzere kıyıdan açıldıklarında yakalanmışlardır.93 Biri de AYMDK temsilcisi olan 4 kişi ise haklarında yeterli delil bulunamadığından serbest bırakılmıştır. İçlerinden birisi gazeteci olduğunu ve haber peşinde koştuğunu, Filistin’e gitmek gibi bir niyeti olmadığını belirtince ona da sadece 30 Kıbrıs Lirası para cezası verilir. Mahkemeye götürülenlerden birisi ise hapishaneye dönerken kaçmayı başarır ve yakalanamaz. 4-9 ay arasında değişen hapis cezaları alan diğer mülteciler ise cezalarını Lefkoşa’daki merkez hapishanesinde çekeceklerdir. İngilizler tarafından bulunan tünel ise “nöbetçi kulelerindeki İngiliz askerlerinin burnunun dibindeki bir çadırın altında” 94 başlamaktadır ve tam anlamıyla “bir sanat şaheseridir.”95 Yaklaşık 4 metre uzunluğundaki söz konusu tünel bir insanın içinde rahatça ayağa kalkabileceği ve yürüyebileceği genişliktedir ve kampın içindeki iki ayrı dikenli tel engeli ile duvarların altından geçmekte ve dışarıya açılmaktadır. Kampta İngiliz askerleri dev projektörlerle güvenlik ve kontrolü sağlarken Yahudi mülteciler de kamptan kaçmaktadırlar. Öte yandan Yahudi mülteciler için asıl sorun tam anlamıyla “Şeytan Adası” 96 olarak nitelendirdikleri ve İngilizlerin hareket eden her gemiyi takip ettiği Kıbrıs’tan nasıl kaçacakları sorusudur. 97

Daha önce kamplardan gönderilen 12.000 kişilik gruba paralel olarak 14.000 kişilik bir grup kamplarda kalmaktadır; ancak bu insanları İsrail’e götürecek olan Pan Crescent gemisi harp nedeniyle Mağusa limanında demirlemiş vaziyette98, Pan York gemisi ise bakım için İtalya’da bulunmaktadır.99 Belki de artık özgür olmanın ve bir devlete sahip olmanın verdiği güçle olsa gerek Ağustos 1948 döneminde İsrailli yetkililerin İngiltere karşıtı söylemleri daha da sertleşmeye başlar. Örneğin İsrail Dışişleri Bakanı Moshe Shertok İngiliz hükümetini Kıbrıs adasında 11.000 Yahudi mülteciyi alıkoymakla suçladıktan sonra bu durumu "kanunsuzluk ve korsanlık"100 olarak nitelendirir. Moshe Shertok açıklamasında ayrıca bu Yahudilerin kamplarda tutulmasının Filistin'deki barışın da ihlali olduğunu belirtir ve özellikle Beer Asluj bölgesinde başlattığı saldırılarla ilgili olarak da Yahudilerin kendilerini korumak için her türlü askeri tedbiri alacaklarını da ifade eder.101 İngiltere’yi sıkıntıya sokan bir başka husus ise 1 Ağustos 1948 tarihine kadar Filistin’deki İngiliz askeri gücünün tahliye edilmesi operasyonunun Kıbrıs’taki Yahudi mülteciler nedeniyle gerçekleşemeyeceği ve kesinlikle aksamalar ve gecikmeler yaşanacağı yönündedir. Aynı günlerde yaşanan ilginç bir olay ise Albert Einstein tarafından 24 Kasım 1948 tarihinde Kıbrıs’taki kamplarda kalmakta olan Siegfried Hessing isimli bir Yahudi kadına yazılan bir mektuptur. Söz konusu Yahudi kadının Kıbrıs’ta kaldığı Yahudi kampıyla ilgili mektup adresi ise Kamp 67 Bg., AJDC Kanalıyla, Mağusa/Kıbrıs olarak verilmektedir.102 Söz konusu mektup bir açık arttırma şirketi tarafından satışa çıkartılır ve bu mektupla ilgili olarak Einstein’ın iki özelliği de ön plana çıkartılır. Birincisi Einstein’ın İsrail devletini kuran Yahudilere olan büyük hayranlığı ve onlara verdiği muazzam destek, ikincisi de onun etrafındaki her şeyde basitlik ve yalınlığı bulabilmek için gösterdiği müthiş arzudur. Siegfried Hessing daha sonra ABD’ye göç eder ve çalışmalarına burada devam eder. Kendisi için son derece önemli addettiği Einstein’ın bu mektubunu da yıllarca cüzdanında saklar.



1948 yılının sonuna gelindiğinde 6 yaşın altında 600 bebeğin bulunduğu ve yaklaşık 400 kadının da her an doğum yapmak üzere bulunduğu kamplarda bir kere daha yaşanılan sıkıntı ise kampları derinden etkileyen sağanak yağışlardır. Konuyla ilgili olarak kamplarda yaşayan özellikle bebekli aileler Yahudi Ajansı yetkilisi A. Schreibaum’a müracaat ederek çocukların durumunu adadaki İngiliz idaresinin dikkatine sunmasını isterler.103 A. Schreibaum ise kamplarda halen 11.200 Yahudi mültecinin tutulduğunu ve Filistin’e gitmeleri için uygulanan kotanın ise anlaşılmaz olduğunu, ayrıca kamplardaki bebeklerin %60’ının yatacak karyolası bulunmadığını ve ana beslenme kaynaklarının ise konserve ve posası alınmış patates olduğunu, mültecilerin çoğunun kaldıkları Nissen tipi çadırlarda ise ısıtma sistemi bulunmadığını ve çocuklara uygun banyo şartlarını da söz konusu olmadığını belirtir. Bu arada Filistin’de İsrail devletinin kurulmasının hemen ardından bölgede İngiliz manda idaresinin sona ermesi Yahudi göçmenlerin adadan nakli konusunu tamamen Yahudi Ajansının üstlenmesine neden olur.104 Adadan ayrılmaya başlayan Yahudiler için öncelikle Pan York ve Pan Crescent isimli iki gemi tahsis edilmesine rağmen hava saldırısı ihtimaline karşılık Yahudi yetkililerle İngiliz idareciler arasında görüşmeler başlatılır.105 Bu arada ilginç bir gelişme ise Kıbrıs adasındaki “yaklaşık 24.000 mülteci” adına konuşan Yahudi Komitesi ise artık toplama kampı istemediklerini belirterek adada yaşayan bütün "Kıbrıslılardan genel düşmana karşı"106 birleşmelerini de ister. Aynı gün meydana gelen bir başka olay ise kamplarda tutulmakta olan mültecilerin İngilizlerin uyguladıkları askerlik çağına gelmiş olanların İsrail’e gitmelerine müsaade etmemesi kararını protesto etmek amacıyla başlatılan 24 saatlik açlık grevidir. Konuyla ilgili olarak BM Genel Sekreteri Trygve Lie’ye de bir mektup gönderen Yahudiler bu yasaklamanın sonuçları konusunda uyarıda bulunurlar. İlginçtir ki aynı gün İngiltere'nin Kıbrıs adasının Atalasa bölgesinde bulunan telsiz istasyonu bilinmeyen bir sebeple yanıp çalışamaz hale gelir. Bu yangın aynı hafta içinde İngiliz askeri tesislerinde çıkan ikinci büyük yangın hadisesidir. Öte yandan aynı gün İngiltere Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklamada Kıbrıs’taki kamplarda tutulan 18-45 yaş arasındaki Yahudilere uyguladığı yasak kararının Filistin’deki 4 haftalık ateşkes sürecinde de geçerli olduğunu belirtir. Ayrıca İngiltere’nin Hayfa Konsolosluğu tarafından Amman yakınlarındaki bir İngiliz askeri üssünün İsrail uçakları tarafından bombalanması da protesto edilir. İngiltere aynı durumun devam etmesi halinde İsrail uçaklarının vurulacağı tehdidinde bulunurken “Bu hava üssünün İngiltere tarafından mı yoksa başka askeri güçler tarafından mı kullanıldığı” yönündeki soruya ise “Ürdün Hava Kuvvetleri” cevabı verilir. Bu arada yaşanılan bir başka diplomatik gelişme ise 15 Mayıs 1948 sonrasında Filistinli bazı görevlilerin Kıbrıs adasında kalmaları ve geride kalan bürokratik faaliyetleri tamamlamaları konusudur ve BM Filistin Komisyonu bu konuyla ilgili olarak bir toplantı yapar.107 Aynı konuyla ilgili olarak 5 Nisan 1948 tarihinde yapılan ve BM Filistin Komisyonu tarafından tartışmaya açılan konu adada kalması muhtemel görevlilerin finansmanının yeni kurulan İsrail devleti tarafından karşılanması, bu görevlilerin kalacak yer gibi ihtiyaçlarının karşılanması veya görevlilerce temin edilen konaklama masraflarının ödenmesi ilk planda tartışılan hususlar arasındadır. Buna göre devletin sağladığı mekânlarda kalanların yeme içmesi de orada devlet tarafından karşılanacak, aksi takdirde çalışanlara ek ödeme yapılacaktır. Ülkeye girişlerin yanında İsrail hükümeti 5.000 kişiye de ülkeden çıkış vizesi verir. Bu arada üzerinde tartışılan konulardan birisi ise Kıbrıs adasında bulunan mültecilerin tamamıyla İsrail’e getirilmelerinin ardından meydana gelecek kargaşa ortamını en az tahribatla atlatmak, altyapı konusunda ortaya çıkacak sorunları önceden çözebilmek ve yeni kurulan İsrail devletine mali kaynak yaratmak amacıyla da çalışmalar devam etmektedir.108 D. G. Stewart Esq tarafından bu konuyla ilgili olarak yazılan 7 Nisan 1948 tarihli cevabi yazıda ise daha önce cevap verilemediği için özür dilendikten sonra bu para konularıyla ilgili karar verme yetkisinin kendinde olmadığı bildirilir. D. G. Stewart istenilen mali desteğin sağlanabilmesi için yapılması gerekenleri sıraladığı uzun mektubunda 31 Mart 1948 tarihine kadar acenteler vasıtasıyla alt hesapların ayrıntılı dökümlerinin ulaştırılması gerektiğinden bahseder ve özellikle gıda alımı konusunda ciddi harcamalar yapmaları nedeniyle nakit sıkıntısı içinde olduklarından bahseder. Stewart ayrıca İngiliz Gıda Bakanlığı’na da eldeki fazla stokların gelecekte Filistin’den yapılacak ithalata karşılık olarak satın alınması konusunun da sorulduğunu fakat beklendiği üzere oradan da olumsuz cevap aldıklarını belirtir. 25 Nisan 1948 tarihinde Yahudi mültecilere ulaştırılmak üzere Mağusa limanına çıkartılan ve Sidney’den yola çıkan SS Tay Ping Yang gemisinde 1 kasa mavi denizci ceketi, 1 kasa kullanılmış çocuk ayakkabısı ve 684 sandık da farklı giyim malzemesi bulunmaktadır.109

Bu arada tartışılan bir başka konu da Filistin devleti için görev yapmakta olan memurlar ve işçilerin yeni kurulacak devlette de çalışıp çalışamayacakları hususudur.110 Stavropoulos yazısında 7 Nisan 1948 tarihli mektubunun muhtemelen yanlış anlaşıldığını ve halen görevde olan memurların işlerine devam etme yönünde dileklerini gösteren bir form doldurduklarını belirtir. Aynı konuyla ilgili olarak 9 Nisan 1948 tarihinde cevabi yazı gönderen W. R McGeagh ise BM Filistin Komisyonu tarafından da kabul edildiği üzere halen çalışmakta olanların zarara uğratılmaması maksadıyla iş akitlerinin devam etmesi yönünde bir karar alındığını belirtir. Aynı süreçte yaşanılan bir başka gelişme ise sürgündeki Yahudi politikacıların özellikle Gilgil/Kenya’da sürgün hayatını sonlandırarak tekrar Filistin’e dönebilmeleriyle ilgili faaliyettir.111 Aynı ay içinde meydana gelen ve kayda geçmesi gereken bir başka husus ise İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin tarafından yapılan Filistin’de yayın yapan bir Arap radyosunun Kıbrıs adasına nakledildiği ve yayınlarına burada devam ettiği açıklamasıdır. Bevin bu arada bu radyo istasyonu konusunda Dışişleri Bakanlığı ve Kıbrıs Valiliğinin herhangi bir sorumluluğu olmadığını açıklarken bu açıklamayı duyan Avam Kamarası üyeleri ise “teknik nedenlerle” Kıbrıs’a nakledilen bir radyoyu hayretle dinlerken Bevin bu radyonun bazı yayınlarının ise “oldukça aptalca” olduğunu da belirtir. Bu radyonun yayınları ise kamplardaki Yahudi mülteciler tarafından çok yakından takip edilmekte, irtibat hiçbir şekilde koparılmamakta ve Filistin’le kamplar arasındaki bağlantılar da bu radyo yayınları vasıtasıyla yapılmaktadır. Aynı gün meydana gelen bir başka şey ise ABD tarafından İsrail’e atanan ilk Hava Ataşesi Albay Edwin Archibald’ın beraberindeki 4 kişilik heyetle birlikte Tel Aviv’e giderken uçağının motor arızası yaşaması nedeniyle 5 gün Kıbrıs’ta kalması ve daha sonra tekrar yola çıkmasıdır. İsrail devletinin kurulmasından sonra da Türkiye’nin bu Yahudi göçmenlere yardım faaliyetleri devam eder. Örneğin BM Genel Sekreteri Trygve Lie tarafından dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Peker’e yapılan Filistin muhacirlerine çadır yardımı konusundaki öneri Bakanlar Kurulu tarafından 9 Aralık 1948 tarihli toplantıda ele alınır ve ilk etapta Kızılay tarafından 2.000 mahruti çadır gönderilmesi kararlaştırılır.112 Konuyla ilgili olarak Filistin Muhacirleri BM Yardım Komitesi Müdürü Stanton Griffith tarafından Başbakan Recep Peker’e 12 Aralık 1948 günü bir telgraf daha gönderilir.113 Aynı konuyla ilgili olarak dönemin Kızılay Derneği Genel Başkanı Ali Rana Tarhan’a bizzat Recep Peker tarafından sağlam mahruti çadırlardan hazırlanması ve Filistinli muhacirlere gönderilmesi talimatı verilir. Söz konusu çadırlar İskenderun yoluyla sevk edilir ve nakliye masrafları da Türk hükûmeti tarafından karşılanır.114

Ocak 1949 itibarıyla İsrail Muhaceret (Göç) Bakanı Moshe Shapira da bir açıklama yaparak Kıbrıs adasındaki Yahudi mültecilerin planlandığı şekilde İsrail'e taşınabilmeleri için yürütülen hazırlıkları yerinde görmek ve bu mültecilerle görüşmelerde bulunmak üzere Kıbrıs'a gideceğini duyurur.115 Adadaki kamplar kapatılmaya çalışılırken bir yandan da yardım faaliyetleri devam etmektedir. Bu kapsamda Mağusa limanına çıkarılan yardım malzemesi arasında 1.000 kilo çikolata da bulunmaktadır. 20 Ocak 1949 günü Mağusa'da bulunan Yahudi temsilcisi I. Schreibaum ise Hayfa'dan ilk grup 2.000 mülteciyi almak üzere 4.500 grostonluk bir geminin beklendiğini, kamplardaki 800 çocuk ve 275 hamile kadın da dâhil olmak üzere bütün mültecilerin taşınmasının ise en fazla 10-14 gün kadar süreceğini, mültecilerin her seferinde 1.200 kişilik gruplar halinde ve elde bulunan en lüks gemilerle taşınacağını belirtir.116 Böylece 24 Ocak 1949 günü “Operation P’dut/Özgürlük Harekâtı” veya “Operation Cyprus/Kıbrıs Harekâtı” adı verilen ve adadaki bütün Yahudi mültecilerin yeni kurulan İsrail devletine taşınmasını hedefleyen faaliyet kapsamında ilk etapta Müşterek Dağıtım Komitesi ve Birleşik Filistin İstinaf (Mahkemesi) tarafından 250.000.000 Dolar bir kaynak tahsis edilir.117 İlk mülteci grubunun taşınması sırasında gemide ayrıca biri jinekolog olmak üzere 3 kişilik bir doktorlar heyeti, 3 hemşire ve gerekli olabilecek bütün tıbbi donanım da hazır bulundurulacaktır.118 Aynı şekilde the SS Atzmauth (Independence) gemisi de o güne kadarki en büyük grup olan yaklaşık 2.200 Yahudi mülteciyi alarak Hayfa'ya doğru harekete geçer.119 Öte yandan adadaki kamplarda bulunan Yahudi mülteci liderleri ise İsrail'e yönelik tahliye ve transfer işlemlerinin uzaması, başlamaması veya geç başlaması halinde çok ciddi çatışmaların yaşanacağı konusunda ciddi kaygıları olduğunu belirtirler.120

Mültecileri Hayfa limanına taşımak üzere planlanan gemilerin Mağusa limanına gelmemesi üzerine mülteciler arasında tansiyonun iyiden iyiye arttığını belirten bu kişiler İngiltere Dışişleri Bakanı Ernest Bevin'in Avam Kamarası'nda yaptığı "İngiltere'nin yeniden başlayan Filistin çatışmalarına kayıtsız kalmayacağı" yönündeki açıklaması ışığında tahliye gemilerinin sayısının artırılması ve gemilerin adaya daha sık gelmelerini de talep ederler. Bu açıklamanın duyulmasının ardından Kıbrıs’taki kamplarda bir sevinç ve coşku hâkim olur ve mülteciler bardaktan boşalırcasına yağan yağmur altında ve çamurlara aldırış etmeden sabahlara kadar eğlenerek ve dans ederek bu haberi kutlarlar.121 Kamplarda tutulan mültecilerin yeni kurulan İsrail devleti topraklarına sevk edilmesi gerilen sinirleri iyiden iyiye yorar ve özellikle İngiliz güvenlik güçleri bir an evvel bu insanlardan kurtulma derdine düşer. Bir an önce kamplardan kurtulmaya çalışan mülteciler ise artık daha fazla bekleyemezler ve bazıları kamplardan kaçmayı tercih eder. Bir yandan gemiler mültecileri İsrail’e taşırken bir yandan mülteciler de kamplardan kaçmaya başlamışlardır. Bu şekilde kaçma teşebbüsünde bulunan bir grup ise daha sonra tekrar kampa dönerek Hayfa’ya gönderilecek olanların arasına karışmaya çalışır ve İngiliz askerleri tarafından yakalanır. Askerlerin tepkisi ise çok sert olur ve bu mültecileri döverler. Bir kişi hastaneye kaldırılırken bazıları ise kişisel eşyalarının askerler tarafından çalındığını iddia eder.122 Kıbrıs adasındaki Yahudi mülteci kamplarının kapatılmasıyla birlikte adada neredeyse kendi içinde bir şehir-devlet oluşturmuş olan bu insanların geride bıraktığı bürokratik altyapıyla ilgili olarak da çalışmalar başlatılır ve Kıbrıs Mali Büro ile Filistin Maliye Bakanlığı Sekretaryasından J. Ghosh arasında bir seri yazışmalar başlatılır.123 Buna göre ilk etapta düşünülen kapatılan kamplardan geride kalan bütün hukuki ve mali altyapının düzenlenmesi, pürüzlerin giderilmesi ve hesapların kapatılması amacıyla derhal bir mali büronun kurulmasıdır. Araplarla Yahudiler arasında bir anlaşmanın olması halinde ise bu büronun Filistin’de açılıp açılmayacağı da tartışılan konular arasındadır. Her iki tarafı tatmin edecek bir anlaşmanın yapılması ve ardından Filistin’de şartların düzeltilmeye başlanmasıyla birlikte hükümetin de daha etkili olarak çalışmaya başlayabileceği ve açılması planlanan bu büronun da Kudüs’te faaliyete geçebileceği de ifade edilir.124



Buna göre ayrıca Filistin dışında çeşitli ülkelerde sürgün hayatı yaşayan, sürgünden dönenler, kamplarda tutulanlar, buralarda görev yapan çeşitli Yahudi görevliler, bunların aileleri ve çocukları, Kıbrıs-Filistin arasında görevli olarak gidip gelenlerin yolluk ve harcırahları, bunlara ödenecek olan meblağın hangi kıstaslara göre belirleneceği, özellikle üst düzey yöneticilerle alt kademe memurların alacakları maaşlar, primler, yolluk ve harcırahlar, göreve ailesiyle birlikte gidenlere nasıl bir ödeme yapılacağı, zorunlu sebeplerle Filistin’den ayrılmak zorunda kalan ailelerin tekrar dönüşlerini kolaylaştırmak ve bu insanları cesaretlendirmek amacıyla alınacak tedbirler ve bu insanlara ödenecek yevmiyeler, çeşitli kademelerdeki görevlilerin kalacakları otel ve iaşelerine göre alacakları harcırah oranları, ayrıca Kıbrıs’taki kampların kapatılması sürecinde adada aktif olarak görev yapacak olan Maliye Bakanlığı, polis, posta ve telgraf sorumlusu, gümrük sorumlusu, hesap denetçileri ve bunların sayısı, adada görev esnasında araç bakımı, su ve elektrik giderleri, muhtemel ekstra harcamaları, araç bakım harcamaları, akaryakıt, tamir ve bakım giderleri, Kıbrıs’a gidiş gelişlerle ilgili masraflar, kırtasiye masrafları, katma değer vergisi ve vergi iade oranları, görev dönüşü adada bulunan araçların satışı planlanacak olan sorunlar arasındadır. Bu bağlamda Kıbrıs’ta görevlendirilmek üzere görevlendirilen personel sayısı ise adı geçen birimlerden alınmak suretiyle tespit edilmiş toplam 67 kişi olacaktır. 125 Konuyla ilgili olarak Kenya hükümeti de Temmuz 1948 tarihini aşmayacak şekilde ilgili devletlerle yapılacak görüşmelerin ardından buradaki özel kampta tutulan Yahudi mültecilerin Filistin’e dönmeleri için çalışmalara başlar ve Kenya Hükümeti adına S. W. P. Foster Sutton imzasıyla Yahudi sürgünlerin Filistin’e dönmeleri konusunda 30 Mart 1948 tarihinde yayımladığı bir yazıyla Gilgil’deki kampta tutulan Yahudi siyasi sürgünlerin Temmuz 1948’den önce ülkelerine dönebilmeleri için her türlü hazırlığın ve altyapının tamamlandığı ve bu konuyla ilgili bilginin söz konusu kamp yetkililerine de gönderildiği bildirilir. Bu arada kampta kalan Yahudiler adına Samuel N. Katznelson ise Filistin Komisyonu’na hitaben gönderdiği raporda bazı kuşkuları ve şüpheleri bulunduğunu, daha önce bu konuyla ilgili farklı sıkıntılar yaşadıklarını belirtir ve Kenya’daki kampta tutulan Yahudilerden hiçbirisinin şu veya bu sebeple mahkeme karşısına çıkartılmadığını, herhangi bir kanunsuz eylemle ilgili olarak suçlanmadığını veya ceza almadığını, kampta bulunan istisnasız bütün Yahudilerin Filistin’deki illegal oluşumlarla ilgisi olduğu şüphesiyle gözaltına alınıp buraya getirildiklerini veya bu organizasyonların sempatizanı oldukları iddiasıyla burada bulunduklarını da belirtir. Katznelson ayrıca bazıları 7-8 yıldır burada tutulan kamptakilerden hiçbirisinin şu veya bu şekilde polis sorgusundan da geçirilmediğini ifade eder. Katznelson ayrıca insanlarda nefret ve intikam duyguları yaratan kamptaki şartları ise ayrıca yazmayacağını da sözlerine ekler.

Katznelson yazısında 19 Ekim 1944 tarihinde başlayan Kenya’ya yönelik ilk sürgün girişiminin ardından yaklaşık 130 kişinin de kamu düzeni açısından tehlikeli bulunarak sürüldüklerini ve daha sonra serbest bırakılan bu kişilerin şu anda Filistin devleti vatandaşı olduklarını, 19 Ekim 1944 gecesi daha önceden herhangi bir uyarı yapılmadan 251 Yahudi siyasetçinin Filistin’deki Latrun kampında elleri kelepçelenerek en yakındaki havaalanına götürüldüklerini ve buradan da Eritre’ye sevk edildiklerini, bunlar arasında daha birkaç gün önce Latrun kampından serbest bırakılacakları yönünde kendilerine söz verilenler de bulunduğunu, bu sürgünlerin belli bir suç veya şüpheye göre değil, tam aksine belli sayıları tutturma gibi bir sebeple yapıldığını, kampta o anda bulunamayan bir mülteci yerine hemen bir başkasının sürüldüğünü, ailelerinden ziyaret şöyle dursun telefon ve mektup bile alamadıklarını, en temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile çok zorlandıklarını, dini vecibelerini yerine getirmekte güçlük çektiklerini ve 3. 5 yıl boyunca Afrika kıtasında mülteci kampları arasında oradan oraya sürüldüklerini de belirtir. Katznelson ayrıca sürgün hayatlarının bitmesi ve Filistin’e dönmeleri konusunun Kıbrıs’taki kamplarda tutulanların Filistin’e dönmeleri konusuna bağlanması yönündeki girişimleri de kabul etmeyeceklerini, bütün Yahudilerin kendi topraklarında yaşama hakkı bulunduğunu ve Filistin doğumlu insanların sürgüne gönderilmelerinin hukuksuz ve kanuna aykırı olduğunu da sözlerine ekler. Ekim 1944-Mart 1948 arasında 439 Yahudi sürgün bu kampa getirilmiş, kamptaki sayı serbest bırakılanlarla 250-300 arasında değişmiştir. Kampta son olarak bulunan 260 Yahudi ise 20 yaş altı 27, 20-30 yaş arası 171 ve 30 yaş üstü 62 kişidir ve bunlardan 21 kişi evli, 220’si Filistin’den, diğerleri farklı uyruklardan ve avukat, diş hekimi, mimar, editör, mühendis, öğretmen, muhasebeci, tüccar, memur, teknisyen, denizci, sanatkâr, üniversite öğrencisi gibi Yahudilerdir. Bu Yahudilerin tutuklandıkları yerler ise ev, sokaklar, İngiliz askerleri tarafından yapılan geniş çaplı tutuklamalar sırasında ve polis karakoluna davet sonrasında aniden olmuştur. Sürgünlerden 52 kişi ciddi hastalıklar yaşamaktadırlar. 8 Yahudi 17 Ocak 1946 tarihinde muhafızların rastgele açtığı ateş sonrasında yaralanmışlardır.



28 Ocak 1949 tarihinde Kıbrıs Yüksek Mahkemesi'ne bir müracaatta bulunarak adadaki mültecilerin derhal serbest bırakılması yönünde talepte bulunan bir Yahudi'nin bu talebi Filistin'deki İngiliz mandaterliğinin sona ermesiyle illegal göç ve bu mültecilerin Kıbrıs'ta enterne edilmesi konularının örtüşmediği ve alakasız olduğu gerekçesiyle reddedilir.126 Öte yandan bu arada yaşanılacağı düşünülen bir başka tartışma ise kapatılan bu mülteci kamplarıyla ilgili ortaya çıkan masrafların hesaplarına Londra'da el konulan ve banka hesapları dondurulan Filistin Manda Yönetimi mi yoksa İngiltere tarafından mı karşılanacağı konusudur. Şubat 1949 tarihine gelindiğinde İsrail devletinin kurulmasından hemen sonra Kıbrıs'taki kampların kapatılmasına karar verilir ve İsrail’den gelen gemiler vasıtasıyla yaklaşık 10.000 civarında Yahudi göçmen de kamplardan ayrılır ve kamplar temelli olarak kapatılır.127 Bu mültecilerle ilgili olarak en büyük çabayı harcayan ve günlük Shuroth gazetesiyle haftalık Al Hassaf gazetelerini çıkartan, 2 tiyatro ve 2 orkestra kuran, futbol ve voleybol başta olmak üzere değişik spor dallarında mücadele eden takımlar oluşturan, dikiş nakıştan saraçlığa, terzilikten radyo tamirciliğine kadar çeşitli kurslar açan AMDK ise kampların açılmaya başladığı Ağustos 1946 tarihinden itibaren bu süreçte yaklaşık olarak 2.000.000.00 Dolar civarında bir harcama yapmış durumdadır. Gemiler Hayfa ile Mağusa limanları arasında mekik seferleri yapmaya başlamış durumdadır ve örneğin 24 Ocak 1949 günü aldığı ve 2 Şubat 1949 günü karaya indirdiği 110’u çocuk olmak üzere 1.500 mülteciyle 3.900 grostonluk Galila gemisi de Hayfa'ya gitmek üzere yola çıkmış durumdadır.128 Galila ve Atzma’ut gemileriyle Hayfa ile Kıbrıs arasında başlatılan seferlerle 2.5 yıl boyunca kampların kapatılmasını bekleyen İngiliz yetkililer de rahat bir nefes alırlar.129 İsrail devletinin kurulmasının ardından çeşitli şekillerde Kıbrıs’taki toplama kamplarına getirilen Yahudiler de tıpkı daha öncekiler gibi İngiliz idaresi tarafından kendilerine verilecek kimlik ve ruhsatları beklemeye başlar ve ardından kendileriyle ilgilenecek Yahudi yetkilileri beklemeye başlarlar.

Daha önce boşaltılan çadırlarda veya barakalarda kalan bu Yahudiler de kendilerine merkezi bir mutfak tarafından parasız olarak sağlanan yemek ve yiyecekle hayatta kalırlar ve çalışabilecekleri uygun bir iş buldukları an kampları da, Kıbrıs’ı da terk ederek İsrail’e giderler. Adadaki Yahudi mültecilerin tamamı ise 11 Şubat 1948 tarihi itibarıyla Kıbrıs adasını terk etmiş durumdadırlar ve bir İngiliz Binbaşı çift dikenli telle çevrili olan Xylotymbou'daki kampın kapısını Ocak 1948 tarihinde gemilerle adaya getirilen 1.600 kişilik grubun son üyeleri de Hayfa'ya gitmek üzere Atzmaut (Pan Crescent) gemisine bindirildikten sonra kilitleyerek sembolik olarak kurdeleyle de bağlar.130 Bu arada Filistin hükümetinin çocuklara yönelik olarak uyguladığı 1.000 çocuk ve aileleriyle ilgili kotalar konusunda bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Konuyla ilgili olarak AMDK’nin Paris merkezinden New York bürosuna gönderilen 12 Şubat 1948 tarihli ve 36 sayı numaralı yazıda konuyla ilgili olarak Kıbrıs’tan Filistin’e nakledileceklerle ilgili iki telgraf aldıkları belirtilerek “…Dün Maapilim gemisiyle 35 Kfaretzion kahramanıyla birlikte 179 erkek, 99 kadın ve 2 çocuk hiçbir olay yaşanmadan Karakol bölgesindeki 55 numaralı kampa nakledildiler. Çoğunluğu 30 yaşın altındaki gençlerdir. SS Kedma gemisiyle de bugün 206 çocuk ve aileleri de dâhil olmak üzere toplam 676 kişi gelmiştir.” denilir. Kampların boşaltılması konusunda İngiltere Sömürgeler Bakanı Creech Jones “…Yahudi mültecilerin Kıbrıs’taki kamplardan tahliye operasyonu 11 Şubat tarihi itibarıyla mültecilerin ve İsrailli yetkililerin sıkı işbirliği çerçevesinde başarıyla tamamlanmıştır. Geri kalan mültecilerin de serbest bırakılması kararı alındıktan sonra transfer edilenlerin toplam sayısı ise 10.300 olmuştur. Bu vesileyle omuzlarına yüklenen sorumluluktan başarıyla kurtuldukları için Kıbrıs hükümetine, kamplardan sorumlu Komiser Sir Godfrey Collins’e ve diğer bütün subaylarla ilgili herkese ve ayrıca ortaya çıkan bütün olumsuzlukları kabul ettikleri için Kıbrıs halkına da teşekkürlerimi sunuyorum. Geçmişten günümüze İngiliz askerlerinin sabrı ve disiplinleri bu son derece güç ve sıra dışı görevin iyi niyet, anlayış ve hoşgörüyle tamamlanmasına neden olmuştur. Ayrıca Amerikan Müşterek Dağıtım Komitesi’ni ve maddi manevi sıkıntılara katlanan ve mülteciler için yardımcı personel ve hizmet sağlayan direktörleri Maurice Laub’u da burada belirtmek isterim.”131 açıklamasında bulunur. Kampları korumakla görevli olan Berkshire Alayı132 mensubu İngiliz askerleri Yahudilerin sevincine ortak olurken bir askeri yetkili ise geçen yaklaşık 2.5 yıllık süreyi "boşa harcanan zaman"133 olarak nitelendirir. Kampların kapatılmasının ardından Kıbrıs’ta bulunan sol direksiyon 1 ambulans, 2 kamyon ve 1 adet de cip, ayrıca 20 lastik ve 11 bisiklet, 25 ton süt ve süt mamülleri ile peynir, 15 ton kıyafet, 2.900 karton sigara, 15 ton kitap, 50 kasa çeşitli el işi sanat eseri, 70 kasa ilaç, 1.5 ton sabun, 200 battaniye, 300 yatak örtüsü, 15 kasa dini malzeme, 1.5 ton kırtasiye malzemesi,15 dikiş makinesi, çeşitli ofis malzemeleri, 1 piyano, 20 soba, 50 yatak, 50 yatak örtüsü, 50 çarşaf, 100 masa, 35 kitaplık, 200 lamba, 9 daktilo, 5 kasa oyuncak, 2.5 ton çeşitli alet edevat, 2.5 ton ev eşyası, 1 ton çeşitli malzeme ve 2 ton spor malzemesi 18 Mart 1949 günü Hayfa’ya gönderilir.134 İsrail devletinde nüfus oranlarında meydana gelen artışın en önemli etkenlerinden birisi ise 1950 Temmuz ayında hazırlanan Dönüş Kanunu ve bu kanunla beraber İsrail dışında yaşayan bütün Yahudilerin İsrail’e dönme hakkı kazanmalarıdır.135 Devletin resmen ilan edilmesinin ardından ilk 6 ay içerisinde ülkeye 35.000-40.000 arasında Yahudi gelmiştir. 1947 yılında ülkeye giriş yapan Yahudilerin neredeyse tamamı ise Polonya, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya, İngiltere, Litvanya ve Latviya, Yunanistan, Avusturya, İtalya, Belçika, ABD, Yugoslavya, Fransa, Hollanda yanında bazı diğer Avrupa ülkeleri ile ulusal kimliği bilinmeyen veya ülkesiz olan kimselerdir. Haziran 1949 tarihine gelindiğinde İsrail nüfusu bir anda 235.000 civarında bir artış gösterir.136 Bu nüfusun 218.000 kişilik kısmı ülkeye dışarıdan gelen göçmenler olurken 17.000’lik kısmı da tabii çoğalma olarak ortaya çıkar. Bu dönemde İsrail devletinin nüfusu ise 14 Mayıs 1948’de 649.500 iken 890.000 olarak belirlenir. Bu nüfusa 1998 yılına kadar neredeyse iki katı olacak kadar 687.624 mülteci daha eklenecektir.137 Özellikle ülke dışından İsrail’e gelmeye çalışan göçmenlerle ilgili olarak 31 ayrı ülkede muhaceret dairesi açılır. Aynı günlerde Romanya’dan gelmek isteyen Yahudilere müsaade edilmesiyle beraber aynı gün yaklaşık 15.000 kişiye vize verilir. Aynı konuyla ilgili olarak Macaristan hükümetiyle de görüşmeler aralıksız olarak devam etmektedir. Öte yandan İsrail’e ülke dışından gelen göçmenlerin neredeyse tamamı İsrail Muhaceret Dairesi tarafından ayarlanmış gemilerle getirilmiştir. İsrail tarafından yapılan açıklamada Kıbrıs’tan 25.000, Bulgaristan’dan 35.000, Yugoslavya’dan 5.000, Aden’den 8.000, Almanya ve İtalya’daki toplama kamplarından da yaklaşık 50.000 göçmenin İsrail’e taşınmasıyla bu ülkelerdeki göçmen sayısı yok denecek kadar azalır.138

İsrail devletinin kurulmasının ardından mültecilerin yerleşik hayata geçirilmesi yönünde de ciddi adımlar atılmaya başlanmıştır ve Hashomer Hatzair adı verilen ve komün hayatı/ortak hayat yaşanılan yerleşim bölgelerinden atmışıncısı Magen (Savunma) adıyla Gevulot-Nirim arasında Mısır sınırına çok da uzak olmayan ve sadece 1 yıl önce Mısır’dan ele geçirilen bölgede 18 Ağustos 1949 günü açılır ve bu bölgeye çoğunluğu Atzmaut (Pan Crescent) gemisiyle Romanya’dan kaçan ve daha sonra Kıbrıs’ta kamplarda tutulan mülteciler olmak üzere 91 aile yerleştirilir.139 1950 yılına gelindiğinde kapatılan Yahudi mülteci kamplarında kalan ve İsrail’e götürülemeyen Dodge marka bir araç E. Prastitis ve kardeşine 30 Sterlin karşılığında satılır.140 23 Ağustos 1950 tarihinde Tel Aviv'de yapılan resmi bir açıklamayla daha önce ismi Robert Lustig olan ve bu ismini Yerachmiel Yaron olarak değiştiren kişinin ilk İsrail Konsolosu olarak görev yapacağı İsrail'in Lefkoşa konsolosluğunun açılacağı da duyurulur.141 Bütün bu gelişmeler ışığında 1951 yılı sonunda böylece dünyanın dört bir tarafından gelerek İsrail’e yerleşen Yahudilerin sayısı 687.000 olarak belirlenir. Böylece Yahudi nüfusunda bir anda büyük bir artış söz konusu olur. Bütün Yahudi mültecilerin yeni kurulan İsrail devletine gönderilmelerinin ardından mülteciler Kıbrıs adasına yönelik şükran borçlarını da ödemeye çalışırlar. Bunda dikenli tellerin ardında bulundukları süreçte Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların bu insanlara yardım gayretlerinin de büyük payı vardır.142 Bu bağlamda Mağusa’da çocuklara oyun alanı ve oyun parkı yapılabilmesi amacıyla ilk etapta 2.000 Sterlin toplanır. Bu para daha sonra 1.000 Sterlin eklenerek 3.000 Sterlin olmuştur. 1950 yılına girilmiş olmasına rağmen hala ekonomik sıkıntı içerisinde olan Yahudiler buna rağmen bu parayı Mağusa’da oyun parkı yapılabilmesi amacıyla kullanırlar.



Yüklə 236,3 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin