Freud, içsel psişik çatışmaların, temel gereksinimlerin yerine getirilmesiyle ilgili olduğunu vurgulamıştır



Yüklə 43,73 Kb.
tarix18.01.2018
ölçüsü43,73 Kb.
#38932

  1. GİRİŞ

Nesne ilişkileri ekolü çocuğun hayatında önemli nesnelerle olan ilişkilerini, bu ilişkiler esnasında yaşadıkları dram ve hayal kırıklıklarını inceler ve geçmişteki “sorunlu ya da başarısız nesne ilişkilerinin” bireyi başarısız olanların üzerinde yeniden “hakimiyet (mastery) –başarı kazanana” kadar onları temsil eden yeni nesnelere yansıtılarak devam ettirildiği üzerinde durur. Psikanalizde nesne tabirini ilk kullanan Freud’dur. Nesne ilişkileri kuramı Freud’un“özdeşleşme””introjeksiyon-içe alma” ve “aktarım” fikirlerinden doğmuştur. (http://psikoterapipsikiyatri.com/nesne-iliskileri/)

Freud, içsel psişik çatışmaların, temel gereksinimlerin yerine getirilmesiyle ilgili olduğunu vurgulamıştır. Freud akımını benimseyen yazarlar, bu Ortodoks yaklaşımı ortadan kaldırmış kişiliğin açıklanması ve kişilik kuramları üzerinde kültürel ve sosyal etkileri de dahil ederek psikanalitik yaklaşımın büyümesine ve genişlemesine katkıda bulunmuşlardır. Daha sonra da, tüm yaşam boyunca psiko-sosyal gelişme üzerinde duran ego psikolojisi, Eric Erikson tarafından geliştirilmiştir. Sigmund Freud’un kızı, Anna Freud, ego savunma mekanizmalarını tanımlaması ile bu yaklaşımdaki ana kuramcılardan biri olmuştur. Kendisi meslek yaşamının büyük bir kısmını çocuklar ve ergenler ile çalışmasına uygun hale getirmeye ayırmıştır. Akt: Akkoyun, F. (2012)

Nesne ilişlileri yaklaşımının içinde değişik önemli kuramcılar yer almaktadır. Bunların içinde Melanie Klein öne çıkmıştır. Diğer önemli Nİ ile ilgili isimler ise, W.Ronald D. Fairbairn, Harry Guntrip ve Donald W. Winnicott’dır. (https://bilgi-bilgi.com/nesne_iliskileri_teorisi)

Dürtü kuramına olan bağlılık bakımından, Nİ kuramına olan bağlılık bakımından, Nİ grubu içinde belki de en radikal olanı Fairbarn’dır. Fairbarn, dürtülerin yalnızca zevk almak için ifade edilmediğini, bunların nesnelere yönelik olduğunu veya nesne arayışı ile dürtünün salıverilmesinin bir kombinasyonunun yaşandığını belirtmiştir. Fairbarn, Klein ve meslektaşları, nesne ilişkileri konusunda İngiliz Okulu olarak ifade edilmektedirler, ancak bunlardan Klein ve arkadaşları ayrıcalıklı konumlarından dolayı Kleinciler olarak da ayırt edilmektedir. Daha sonra bu konuda bir Amerikan Okulu da oluşmuştur ve bu okulun önde gelen ismi Otto Kernberg’dir.

İnsanlarla ilişkiden bahseden bir kuramda nesne sözcüğünün kullanılışı ilk bakışta biraz tuhaf gelmektedir. Bu kavram doğrudan Freud’dan alınmıştır ve Freud bunu içgüdülerin hedefi anlamında kullanmıştır. Bu kuramda en önemli nesneler bizim libidinal ve agresif ihtiyaçlarımızı karşılayan insanlardır. Nesne arayışı süreci çok erken yaşlarda başlamaktadır. Bu yüzden Nİ konusundaki yazarlar yazılarını ilk gelişim aşamalarına (Ödipal öncesi dönem) ve anne-çocuk ilişkisine odaklanmıştır.

Uygulanan çağdaş yaklaşımlar genellikle kendilik psikolojisi, nesne ilişkileri kuramı ve ilişkisel psikanaliz olarak adlandırılmaktadır. Nesne ilişkileri kuramı, içsel bilinçdışının belirlenmesi ve dışsal bazı objelerin, bizim için yaşamımızda önemli olan kişilerin özelliklerinin içselleştirilmesi üzerinde duran analitik yaklaşımın farklı bir türüdür. Nesne ilişkileri aslında içselleştirilmiş kişiler arası ilişkilerdir. (Ergene 2008)

“Nesne İlişkileri Kuramı”nın kurucusu olarak bilinen Melanie Klein, kavramı ilk kullanan teorisyendir (Klein 1946). Onun bakışını ve ardından gelen diğer yaklaşımları özetlemek, hem kavramın doğasını anlamakta yararlı olacak, hem de bu yazı içinde göstermeyi amaç edindiğimiz gibi, kavramın insan ilişkilerinin tüm alanlarını nasıl etkilediği konusunda bir fikir verecektir.


  1. KURAMIN GELİŞİMİ

Karl Abraham’ın psikoseksüel gelişimi; oral, anal, oidipal (fallik) ve latans olarak dönemlere ayırması, psikanalizi Oedipus Kompleksi’nin tekelinden kurtarmış ve psikolojik gelişime bütüncül bir yaklaşımın ortaya çıkması bakımından bir zemin sağlamıştır. Psikopatolojilerin etiolojileri bakımından da teorik yaklaşımların genişletilmesi bir zorunluluk olarak belirmişti. Sigmund Freud’un oidipal dönemdeki örselenmelerin ürünü olan konversiyon histerisi'yle ilgili araştırmalarının son derece zengin olmasına rağmen, paranoya üstüne yazdıkları ise o kadar yoksuldu. Freud’un psikanalizi, Heinz Kohut’un sonradan belirteceği gibi, kendilik yapıları görece iyi durumda olan olayları ele aldığı için, psikozlar söz hususu olduğunda bocalıyordu. İşte bu aşamada, Melanie Klein’ın oral devri – ya da “paranoid konum”u – temel alan teorisi, psikozların ve buna ayrıca çağımızın psikopatolojileri olan benlik bozukluklarının açıklanmasını kolaylaştırdı.

Psikotikler niçin tüm dünyayı karşılarına alıyor ya da niçin büyüklük sanrılarına kapılıp kendilerini tümgüçlü figürler olarak algılıyor ya da vice versa tümgüçlü figürlerce zulme uğradıklarına inanıyorlardı? Nesne ilişkileri kuramı, bunu oral dönemdeki “çocuksu bağımlılık”la açıkladı. Buna göre, bebek doğduktan sonra da annesine olan bağımlılığını sürdürür. Bebeğin anneye olan mutlak bağımlılığı – ki Margaret Mahler bunun altını özellikle çiziyor – annenin en ufak ihmalinin bebeğe fiziksel ve ruhsal olarak büyük zararlar vermesine yol açar. Bu mutlak bağımlılık nedeniyle, bebeğin biricik nesnesi olan anne onun için tümgüçlü figürdür ve belirli nedenlerle bu nesneyle olan ilişki aksarsa, bebek bu aksaklıkları tümgüçlü nesnesi tarafından zulmedilme olarak algılayacaktır. Anne bakımının önemi, böylece kuramsal olarak da temellendirilmiştir. Donald W. Winnicott, bu evreye ilişkin ayrıntılı betimlemelere girişerek nesne ilişkileri kuramını pediatriye uyarlamıştır. (http://library.kiwix.org/wikipedia_tr_all_01_2013/A/Nesne%20ili%C5%9Fkileri%20teorisi.html)

Psikanalizin İngiltere’ye girişi sancısız olmamış, Anna freud ve melanie klein arasındaki teorik anlaşmazlık psikanaliz içinde kalan ilk ciddi ayrılıkların tohumlarını atmıştı. "psikanaliz içinde kalan" kaydını koyuyoruz; çünkü daha önceleri de psikanaliz hareketi bazı bölünmelere sahne olmuştu. Ancak bunlar jung veya adler örneklerinde olduğu gibi psikanaliz akımından köklü kopmalarla neticelenmişti. İngiltere’de böyle olmadı; taraflar tüm teorik hatta pratik ayrılıklarına rağmen psikanaliz içinde kalmayı başardılar. Böylece ingiltere'de psikanalistler neredeyse daha başından itibaren aynı kurumsal çatı altında toplanan üç gruba ayrıldılar; klein ve anna freud etrafında toplanan iki grubun dışında bir de "c" grubu, yani tarafsızlardan oluşan önemli bir grup ortaya çıkmıştı.


  1. TEMEL KAVRAMLAR

3.1.Nesneler:

Bu kavram, nesne ilişkilleri yaklaşımında değişik şekillerde kullanılmıştır. İlk kullanım şekli, dışsal nesnelerle ilgilidir, çevredeki eşyalar ve insanlar gibi. Ancak burada önemli olan içsel nesnelerdir; bunlar yaşamın erken dönemlerinde önemli olan kişilerle yaşanan ilişkiler sırasında oluşmuş olan psikolojik yapılar olarak tanımlanmaktadır. (Scharff $ Scharff, 1995) İlk oluşan nesne memedir. İçselleştirilen nesneler, zamanla çocuğun kendiliğinin bir parçası haline gelir; çocuğun bu nesnelerle olan ilişkisinin kalitesi, özellikle de onun bunlara olan bağlılığı gelecekte nasıl fonksiyonda bulunacağını belirleyecektir.

Kernberg, ilişkilerin içsel tanıtımlarını bipolar intrapsişik tanıtımlar olarak adlandırmaktadır. (Cashdan, 1998) Bunlar üç unsurdan oluşmaktadır: kendilik imajı,diğer kişinin imajı, buna ilişkin duygular (Cashdan, 1998, s. 17). Kernberg’e göre, içselleştirilen nesneye ilişkin duygu kişinin içgüdüsel dürtülerinin gelişimine katkıda bulunmaktadır.

3.2.Yansıtma:

Yansıtma, Nİ kuramcılarına göre, içe alma ve nesneyi parçalara ayırma (splitting) ile aynı şekilde, başlangıçta meme ile nasıl bir ilişki kurulduğuna ve memeye ilişkin ilkel duygularla ilgilidir. Bu savunmaların amacı, kendilik bütünlüğünü korumaktır ve aynı zamanda da nesneye bağlanmaktır. Bu süreçler başlangıçta memeyle ve anneyle ilişkiyle ilgilidir. Ancak zamanla çocuk için önemli olan diğer nesnelere de (insanlara) genellenmektedir.

Yansıtma, bir nesneye karşı olan duygular nesnenin kendisiyle birleştiğinde oluşur, böylece duygular dış dünyaya yansıtılarak nesne kişinin kendisi için güvenli hale getirilmektedir. Karnını doyuran mutlu bir çocuk, bu duygularını memeye yansıtır ve bu onun için iyi bir meme olur. Aynı şekilde, karnı aç ve kızgın olan bir bebek bu duygularını başka bir meme ile birleştirir ve bu meme kötü meme olur. Anne ve diğer önemli insanlar, bebeğin yaşantısı bakımından aynı şekilde iyi ve kötü hale gelirler.

3.3.İçe Alma:

Korkulan dünyayı güvenli hale getirmenin bir diğer yolu, bunun kötü yönlerini almak ve bunları içselleştirerek kontrol altında tutmaya çalışmaktır. İçe alma, Klein tarafından bu süreci tanımlamak üzere kullanılmıştır; her ne kadar böylece dış dünya daha güvenli bir hale geliyorsa da yine de problemli olmaktadır. Çünkü çocuğun iç dünyasını korkunç bir hale getirmektedir. Bazı kuramcılar, iyi nesnelerin de içe alındığını belirtmektedir.

Nesneyi kendi içinde parçalara ayırma (splitting) bebeğin duygularını iyi ve kötü olarak ayrıştırma süreci, nesneyi kendi içinde parçalara ayırmak şeklinde de yaşanabilir. Aslında bu normal bir süreçtir; burada tehlikeli duygular, nesneler ve itilimler hoş olanlardan ayrılır, böylecede bebeğin bunu yönetmesi kolaylaşır. Bebeğin iyi ve kötü olan duyguları başlangıçta herhangi bir nesne ile birleştirilmemiştir; ancak meme (ya da biberon) çabucak ilk nesne haline gelir. Meme bebeğin açlık ihtiyacını karşıladığında iyi bir nesne olur; karşılamadığında kötü nesne olur. Bu süreç zamanla yaygınlaştırılarak, insanlar da iyi ya da kötü olarak algılanır. Mükemmel anne diye bir şey yoktur, onun için de öyle ya da bir şekilde bir yerde bebeğin ihtiyaçlarını karşılamada başarısız olacak ve kısmen de olsa kötü olmaktan kurtulamayacaktır. Memeyi/anneyi hem iyi hem de ona doyum sağlamayan bir nesne olarak yaşamanın verdiği kaygı ile baş etmek üzere, bebek önce bunların ikisini de psikolojik olarak içine alır ve sonra da bunları kendi içinde ayırır, böylece de iyi ve kötü nesnelerin her ikisi de onun iç dünyasında yer almış olur. Bebekler kötü anneyi bastırma eğilimindedirler, onun için de annenin bir versiyonunu bilinçli bir şekilde içlerinde idealleştirirler. Egosunda ona acı veren nesnelerle ilişki olan bir kısım da, aynı şekilde bastırılmış olarak bulunmaktadır. Fairbairn, bastırılan kötü nesnelerin daha sonra reddedilen veya heyacan veren nesneler olarak ikiye ayrıştırıldığına inanmaktadır. Reddedilen nesneler daha çok agresif itilimlerdir, heyecan verenler ise cinsel veya libidinal dürtülerle ilişkili olanlardır.

3.4.Projektif Özdeşleşme:

Nİ kuramcıları tarafından tanımlanan bir diğer koruyucu fonksiyon, projektif özdeşleşme olarak adlandırılan bir durumdur ki bunun kavranması o kadar kolay değildir. Orijinal olarak Klein tarafından tanımlanan bu süreç; bebeğin bazı korkutucu duygularını başka bir nesneye (memeye veya anneye gibi) yansıtmasıyla başlar.Ama o zamanda bu tehlikeli itilimler dışarıda bir yerde yer aldığından kontrol edilememektedir. Bu korkulan nesneyle ilişkiyi sürdürmenin tek yolu da bunu içselleştirerek kendisine geri almak şeklindedir. Böylece kötü nesne bebeğin kendisinin bir parçası olmaktadır.her ne kadar projektif özdeşleşme konusunu tartışırken daha çok korkutucu/ tehlikeli itilimler ele alınmakta ise de, dürtülerin tatmin edildiği durumlarda olduğu gibi, bu olumlu duyguları da içerebilir.



  1. KİŞİLİK KURAMI VE BİREYİN GELİŞİMİ



Melanie Klein

Benim görüşüme göre –daha başka yerlerde de aynı şekilde açıkladığım üzere-memenin içe alınması süperegonun oluşmaya başladığını göstermekte ve bu süreç uzun bir süre devam etmektedir. İlk beslenme deneyiminden itibaren başlayarak, bebeğin memenin değişik yönlerini içe aldığını varsaymak için elimizde yeterince savunma bulunmaktadır. Süperogonun özü, bu nedenle annenin memesidir, hem iyi hem de kötü olarak. İçe alma ve projeksiyonun aynı anda çalışmasına bağlı olarak, içsel ve dışsal nesneler birbiriyle etkileşim halindedir. Baba da kısa bir süre sonra, çocuğun yaşamında bir rol almaya başlar ve çok erken bir dönemde bebeğin içsel dünyasının bir parçası haline gelir. Bebeğin yaşamında sevme ve nefret etme arasında çok çabuk gidip gelmelerin olması tipik olarak gözlenen bir durumdur; içsel ve dışsal durumlar arasında, gerçekte ne olduğu ile onun buna ilişkin fantezileri arasında hep bir gidip gelme vardır; bunlara bağlı olarak da, onu cezalandırması şeklinde yaşadığı kaygısı ile idealleştirme arasında karşılıklı bir rol alma vardır- bunların her ikisi de içsel ve dışsal nesnelere işaret etmektedir; bu durumda da idealleştirilmiş olan nesne ile cezalandıran nesne, aynı kişi olmaktadır.

Egonun sentez yapma ve bütünleştirme kapasitesinin gelişimi, daha ilk aylarda bile, sevgi ve nefret durumlarının, buna ilişik olarak da nesnenin iyi ve kötü yönlerinin giderek daha fazlaca bir şekilde sentezinin yapılmasına yol açar; bu da ikinci tür bir kaygıyı- depresif kaygıyı- yaratır, bebeğin kötü memeye (anneye) karşı istekleri ve agresif itilimleri artık iyi meme (anne) için de bir tehlike olarak hissedilmeye başlanır. Birinci yılın ikinci çeyreğinde, bu duygular iyice pekişir çünkü bebek bu aşamada anneyi giderek artan bir şekilde başka bir insan olarak algılamaya ve içe almaya başlar. Depresif kaygı yoğunlaşır; bebek de kendi aç gözlülüğü ve kontrol edilemez agresyonu ile tüm nesneyi yokettiğini veya yoketmekte olduğunu hisseder. Dahası, duygularını daha çok sentez ettikçe, kendisinin bu yıkıcı itimlerinin onun sevdiği kişiye yönelik olduğunu hisseder. Bu arada baba ve diğer aile üyeleri ile de benzer bir süreç işlemektedir. Bu kaygılar ve buna ilişkin savunmalar, “depresif pozisyonu” oluşturur ve bu durum birinci yılın ortasında belirgenleşir, bu pozisyonun temelinde de sevdiği içsel ve dışsal nesneleri yoketmekten ve kaybetmekten dolayı yaşanan kaygı ve suçluluk vardır.

Depresif pozisyon ile belirgin olan aşamada, Ödipal kompleks de yerleşmeye başlar. Yaşanan kaygı ve suçluluk duyguları da, Ödipus kompleksinin başlangıç aşamasında bu yaşantıya karşı ayrıca güçlü bir inançsızlık hali yaratır. Kaygı ve suçluluk arttıkça, kötü figürleri dışsallaştırma (projekte etme) ve iyilerini içselleştirme (içe alma) ihtiyacı artar; arzularına, sevgiye, suçluluk duygularına ve bazı nesneleri tamir etmeye karşı olan bağlılık ihtiyacı artar; dış dünyada içsel nesnelerin tanıtımlarını bulma ihtiyacı ortaya çıkar. Ancak bebeğin ihtiyaçları yalnızca yeni nesneler bulmaya yönelik değildir; aynı zamanda yeni amaçların getirdiği dürtüler yer almaktadır: örneğin; memeden uzaklaşıp penise, oral isteklerden genital isteklere yönelme gibi. Bu gelişime pek çok faktör katkıda bulunur: libido dürtüsünün ileriye doğru yönelmesi, egonun bütünleşmesinin artması, fiziksel ve zihni beceriler, dış dünyaya artan bir şekilde adapte olma gibi. Bu eğilimlerin hepsi birer sembol oluşturmakla ilgilidir; bunlar bebeğin yalnızca bunlara ilgi duyması olarak yaşanmaz, aynı zamanda onun duygularını ve fantezilerini, kaygı ve suçluluğunu, bir nesneden diğer nesneye transfer etmesine de yardımcı olur. (Klein,M. (1952).The origin of transference. “Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları” ,




NI kuramcılarına göre, gelişim süreci tüm yaşantı sürecinin parçalanması ile oluşan saf ve temiz bir benlikten kaynaklanır- eğer kendisine uygun bir ortam sağlayabilmişse, bebek zamanla nesnelerini kendi içinde parçalara ayırarak çözümleme yapma kapasitesini geliştirir ve böylece de değişik içsel nesnelerini bütünleştirir. Benlik, insanın doğasında olan durumdur ve doğumla birlikte başlar. Benlik, başkaları ile ilişki kurarak ve nesneleri içselleştirerek kendine psişik yapılar oluşturarak gelişir.

Klein’in bebeklerin gelişimi hakkındaki görüşü, bunun sürekli sıkıntılarla oluşan durum olduğu şeklindedir. Onun bu konudaki görüşünün bir kısmı yukarıda ifade edilmiştir. Bebek önce kaygı hisseder çünkü ölüm iç güdüsü onun bebek benliğini tehdit etmektedir; bu kaygısına cezalandırılma duygusu da eşlik etmektedir. Aynı zamanda, iyi nesnesi olan annesi onu beslediğinden ve baktığından dolayı, memeyi içselleştirilmekte ve de idealleştirilmektedir. Bebek yaşamış olduğu cezalandırılma duygusunu ve ortadan kaldırma isteğini, kötü memeye projekte etmektedir. Bu yoğun duygularla baş edebilmek için bebek bunları ikiye ayırarak yapar. Bebek, sonrada bunların ikisi arasında salınarak gidip gelir, sevgi ile nefret ve kızgınlık arasında gider gelir, hissettiği kızgınlık ve nefret duyguları da onda kaygı ve suçluluk yaratır. Ama sonuçta bunlar onun için aynı zamanda birer dışsal nesnelerdir de; meme sonunda anne şeklinde onun bir nesnesi olur, sonrada baba aynı şekilde. Paranoid-şizoid pozisyon olarak adlandırılan bu aşama, bebeğin yaşamındaki ilk altı aylık sürede yaşanır.

Altı aylık olunduğunda, Klein’a göre bebek bu dönemde anneyi tam bir insan olarak algılamaya başlar, iyi ve kötü nesnelerin sentezini yapar, agresif ve nefret dolu duygularının kötü meme ile ilgili olduğunu ve buna yönelik olduğunu anlar. Bu gelişme, onu depresif pozisyona taşır. Çünkü kendisinin anne nesnesine karşı yaşadığı bu müthiş nefret ve kızgınlık duygularını fark etmiştir ve de ilişkiyi tamir etmek istemektedir. Klein’in görüşüne; sevgi, kızgınlık, suçluluk ve kaygı duyguları, bunların hepsi bu depresif pozisyonla ilgilidir ve de Ödipal kompleksin başladığını göstermektedir. (aktaran: Akkoyun, F. (2012)

Klein bizim hiçbir zaman tamamen bu iki pozisyondan kurtulamadığımızı, yaşam boyu bunlarla uğraştığımızı düşünmektedir.Ona göre, sağlıklı insanlar paranoid-şizoid pozisyondan daha çok depresif pozisyondan fonksiyonda bulunmaktadırlar.

Kendisini Klein’in izleyicisi olarak gören Winnicott da çocuk gelişimi konusunda epey katkı vermiştir. Winnicott bizim çok tanıdık olduğumuz “yeterince iyi anne” terimini ortaya koymuştur. Bu terim ilede bebeğin ihtiyaçlarını çoğunlukla karşılayabilen bir anneyi betimlemektedir ki bu anne aynı zamanda bebeği kucaklayıcı bir ortamda yaratmış olmaktadır. Anne bu süreç içinde iki rol oynamaktadır. Birincisi, bebeğin ihtiyaçlarının karşılandığını garantilemekte ve bunu yaparak da bebeğin ona gerekli nesneleri sağlanmış olduğu inancını ona vermektedir ki buda bir bakıma bebeğin egosunu gelişimi için gerekli olan herşeyi yapabilirim duygusunu bebeğe sağlamaktadır. İkincisi, anne bebeğin sessizce vakit geçirmesini de sağlamaktadır. Bunların her ikisinden birini karşılamada başarısız olmak, benlikte çatlaklar yaratarak parçalanmaya neden olmaktadır. Çünkü benlik kişinin kendisindeki içsel gerçeklerini dışarıdaki gerçeklerle uzlaştırmasıyla oluşturmaktadır. Winnicott’un ilginç ve özgün bir katkısı da, geçiş nesnesi fikridir. Geçiş nesnesi canlı bir nesne değildir, oyuncak ayı veya battaniye gibi bir şeydir. Bu nesneler çocuğun fantezi dünyasından çıkarak gerçek dünyaya bir geçiş yapmasına yardımcı olmaktadır.

Fairbarn ve bazı Nİ kuramcıları, gelişimi kişinin bir yandan bireyselleşme öte yandan da başkalarına bağlanma olmak üzere iki taraftan çekiştirilme süreci olarak ele almaktadırlar. Fairbarn’ın görüşüne göre, bebeğin güçlü duyguları onu tehdit etmektedir (yeni oluşmaya başlayan benlik duygusu onu zorlamaktadır), onun içinde bunları dışarıya bir yere, ebeveynlerine yerleştirir. Eğer ebeveyn bu duyguyu kabul ederse ve bebek ile olan bağını da bu arada sürdürürse (kucaklayıcı bir ortam yaratmış olur), bebekte böylece bunu kendisine nasıl uygulayacağını öğrenmiş olur.



  1. KURAMA YÖNELİK ELEŞTİRİLER

1- Diğer aşamaların önemini yadsıyarak deterministik bir anlayışa yol açar,

2- Oidipal dönemde kurulan süperegonun da oral aşamada kurulmuş olduğu türünden bir anlayışa sahiptir. (Kernberg'e göre zamanından önce beliren oidipal çatışmaların sebep olduğu sınır benlik bozukluğu olarak bilinen psikopatolojinin açıklanabilmesi Kleincı teorisin çerçevesi içerisinde bu sebeple olası değildir.)



3- Klein-sonrası nesne ilişkileri teorisinde "içgüdü"lerin önemi yadsınmıştır. Ama aynı biçimde Klein'ın teorisi de sosyolojik boyuttan yoksundur: Klein, saldırganlığın doğuştan gelmiş olduğunu ya da bebeğin dünyaya geldiğinde farkında her zaman bir "meme" ide'si bulunduğunu iddia etmiştir.

SONUÇ
Bugün artık rahatlıkla kabul edebiliriz ki, insan oluşumuzla birlikte getirdiğimiz için, yani doğrudan doğruya bizim insan olmamızdan kaynaklandığından, ilişkilerimizde Nesne ilişkileri kaçınılmaz bir biçimde yer almaktadır. Nesne ilişkileri sosyalleşme, insan olma, benlik gelişimi süreçlerinde ve ilişki kurma biçimlerindeki yerinin iyi anlaşılması, insan ilişkilerindeki birçok sorunun olduğu gibi psikopatolojilerin, psikoterapotik ilişkinin ve psikoterapi surecinin doğasının da anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

KAYNAKLAR

  1. Eren ve Öğünç, “ Borderline Kişilik Bozukluğu Gösteren Hastalarda Psikodinamik Grup Psikoterapi Sürecinin Nesne İlişkileri Üzerine Etkileri”

  2. Göka ve ark. (2006)“İnsan İlişkilerinde Yansıtmalı Özdeşim” Turk Psikiyatri Dergisi 2006; 17(1):46-54

  3. Gorey, G. (2008). Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları (T.Ergene, Çeviren). Ankara: Metis Yayıncılık

  4. Klein M. Haset ve Şükran. (Koçak O, Erten Y, Çeviri Editörü). İstanbul: Metis

  5. Murdock, N. (2012). Psikolojik Danışma ve Psikoterapi Kuramları (F.Akkoyun, Çeviren). Ankara : Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık Tic.LTD.ŞT

  6. (https://bilgi-bilgi.com/nesne_iliskileri_teorisi)

Erişim Tarihi: 1. Kasım.2015

  1. (http://library.kiwix.org/wikipedia_tr_all_01_2013/A/Nesne%20ili%C5%9Fkileri%20teorisi.html)

Erişim Tarihi: 1.Kasım.2015

  1. (http://psikoterapipsikiyatri.com/nesne-iliskileri/)

Erişim Tarihi: 1. Kasım.2015

  1. http://www.academia.edu/5540561/nesne_ili%C5%9Fkileri_kuram%C4%B1_melanie_klein

Erişim Tarihi: 5. Kasım.2015

  1. http://www.turkpsikiyatri.org/blog/tag/nesne-iliskileri-kurami/

Erişim Tarihi: 5. Kasım.2015


Yüklə 43,73 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin