İşçi gençliği yozlaştırmak, manevi değerlerini bozarak çürütmek ve böylece düzen sınırları içine çekerek eritmek ve teslim almaya çalışmak!... Düzenin temel politikalarından biridir bu. Dolayısıyla genç işçilerde görülen dejenerasyon, lümpenlik, bireycilik vb. burjuva değerler, onların küçük-burjuva karakterlerinin bir göstergesi değildir. Mücadele ve örgütlenme geleneklerinin olmamasının da sağladığı kolaylıkla, düzenin, gençliğe yönelik saldırı politikasının yarattığı sonuçlar sayesinde sağladığı geçici bir başarı olarak değerlendirilmelidir.
Peki, çalışmalarımızda herhangi bir zorluk yaratmayacak mıdır bu? Kuşkusuz büyük fabrikalardaki faaliyete oranla daha fazla güçlükler taşıyor. Ne var ki, söz konusu güçlükleri aşmadan adına layık bir işçi gençlik faaliyeti örgütlemek de olanaklı değildir. Dahası, genç komünistlerin yaratıcılığı, ataklığı ve “engelleri fethetme ruhunu” en iyi sergileyecekleri alan burasıdır.
***
“İşçi gençlik komünistlerin en büyük özen ve dikkati göstermesi gereken kesimdir... Geleceğin en sağlam komünist parti kadrolarının bu kesimden çıkacağına kuşku yoktur.” Şüphesiz ki genç işçilere yönelik kapsamlı, sürekli ve sistemli bir politik ve örgütsel çalışma olmadan gerçekleştirilemez bu. Dolayısıyla bu sorunu pratik bir çözüme kavuşturmak üzere gündemimize almak, hangi alanlara nasıl yöneleceğimizi netleştirmek ve güçlerimizi bu çalışmanın ihtiyaçlarına uygun bir biçimde düzenlemek görevi ile karşı karşıyayız.(196)
Burada geçici bir takım güçlükler ile sorunlar mutlaka olacaktır. Bunların bir kısmı nesnel zorluklar olmakla beraber, önemli bir kısmı gençlik çalışmamızın daha çok öğrenci gençlikle sınırlı olmasıyla ilgilidir. Bu sorunun bir yanıdır. Diğer yanı ise, bu sınırlılığa bağlı olarak güçlerimizin böylesi bir çalışmaya yeterince yatkın olmamasıyla ilgilidir. Bugün gençlik içindeki güçlerimizin hemen tümü sınıf dışıdır. Bu, genç işçilere uzaklığı besleyen, onlarla “birleşme”yi zorlaştıran ve bazı sınıf dışı eğilimlere yol açan bir işlev görmektedir.
Bugün ulaştığımız noktada, genç işçiler içinde yürütülecek politik ve örgütsel çalışmanın taşıdığı kritik önemi göremeyen, sınıfın en diri ve en atak kesimi ile devrimci bir tarzda birleşme gücü ve yeteneği gösteremeyen, bu eksene oturmayan bir genç komünistler çalışması düşünülemez. Ekimci Genç Komünistler, bugün bu temel devrimci görevi yerine getirmek sorumluluğu ile yüz yüzedirler.
Halihazırda işçi gençlik çalışmasının sorunları ile ihtiyaçları konusunda gençlik örgütümüzün pratik alanda pek fazla deneyimi yoktur. Fakat bu, örgütsel çalışma içinde aşılabilecek bir eksikliktir. Lenin’in ifadesiyle, “korkmadan, daha geniş ve daha yürekli bir biçimde, durmadan daha da geniş ve daha da yürekli bir biçimde” savaşa atılmak gerekiyor.
O halde, işçi gençlik çalışmasının ihtiyaçları doğrultusunda kendimizi yenilemek, mevcut bütün güçler ile ilişkilerimizi düzenleyerek yeniden konumlandırmak ve ilk adımları geciktirmeden hemen atmak zorundayız. Bunu başaramayan bir komünist gençlik çalışması, bunun taşıdığı yaşamsal anlamını yeterince değerlendiremeyen bir genç komünist düşünülemez.
Ataklık, hırs, savaşa atılma cesareti ve ruhu ancak bu temel ideolojik kavrayış üzerinde hedefleri kazanıcı bir içerik kazanabilir. (...)
Türk eğitim sisteminin üzerinde şekillendiği ideolojik öğelerden biri de dindir. Özellikle ’80 sonrasında din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, imam hatip liselerinin büyük bir hızla çoğalması, tarikatların yarıresmi devlet kurumları haline getirilerek desteklenip güçlendirilmeleri, üniversitelerdeki eğitimin “Türk-İslam sentezi” üzerinde yeniden örgütlenmesi bu gerçeğin bir kaç çarpıcı örneği durumundadır. Bugün bütün bunlara, doğrudan devlet himayesine alınarak ve yasal değişikliklerle resmileştirilerek bir yenisi daha ekleniyor: Kuran kursları.
Şubat ayı başında, burjuva basında da yer alan ve bir kesiminin tepkisini çekerek tartışmalara neden olan yeni bir adım daha atıldı. Devlet sözcülerinin açıklamalarına göre; “başbakanlık tarafından Kuran kursları yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle bu kursların açılması kolaylaştırılacak” ve “Kuran kursları programına 55 yeni seçmeli ders eklenecek”. Bunun, bu kurslarda(198)eğitilen gençleri “ortaokul mezunu sayma girişiminin tekrarı” ve bir önhazırlığı olduğu söyleniyor. Burjuva basının bir kesimi ile liberal burjuva aydınların tepkisine yol açan da, gelişmenin daha çok bu yanı oldu. Bir kaç yıl önce gündeme getirilen ve tepkilere yolaçtığı için geri alınan bu girişim, bugün tekrarlanarak Kuran kursları zorunlu temel eğitim kapsamına alınmaya çalışılıyor, bunun ilk adımları atılıyor.
Ancak iddiaların tersine. Kuran kurslarının açılmasının devlet eliyle kolaylaştırılması yeni bir olgu değildir. Çok daha öncelere dayanıyor. Nitekim devlet sözcülerinin açıklamaları, değişikliğin niteliği ve kapsamı ile burjuva basındaki tartışmalar da bunu ortaya koyuyor. Bu yöndeki ilk adımlar 1946 sonrasında ve DP hükümetleri döneminde atılmıştı. AP de, DP’nin bu doğrultudaki politikalarını olduğu gibi sürdürdü. Bazı büyük tarikatlar bu partinin bünyesinde yuvalandılar. ‘70’li yılların hemen başında MNP’nin kurulmasıyla dinsel gericilik yasal bir partiye ve örgütlü bir politik güce kavuştu. Bu partinin kapatılmasının ardından MSP kuruldu. Bütün bu dönem boyunca, Kuran kursları çeşitli adlar ve biçimler altında hep var oldu. Bizzat devlet eliyle teşvik edilip örgütlendi.
Ne var ki, asıl patlama 12 Eylül sonrasında yaşandı. 12 Eylül rejimi, dinsel akımın ve Kuran kurslarının gelişmesinde, tam bir dönüm noktasıdır. Toplumsal muhalefeti etkisizleştirmenin bir aracı olarak dinsel gericilik, toplumsal yaşamın her alanında örgütlendirildi, yaygınlaştırıldı ve güçlendirildi. Kuran kurslarının mali olarak finanse edilmesi, kurulmalarının teşvik edilip yasal değişikliklerle pekiştirilmesi, devlet politikasında özel bir yer tuttu. Bizzat MEB ve Diyanet İşleri aracılığıyla, bu kurumlara büyük miktarlarda para aktarıldı. Alevi köylerine bile cami açma kampanyaları düzenlendi. Kırsal kesimden ve kentlerdeki gecekondu mahallelerinden çocukları toplama seferberliği başlatıldı. Hem okuma olanağı olmayan ve hem de aileleri dinin etkisinde bulunan ilkokul ve ortaokul yaşına gelmiş çocukları, ailelerini kandırarak ve onlara çeşitli olanaklar sunarak, bu kurslarda topladılar. Bu çocuklar, verilen gerici-faşist eğitimle toplumsal sorunlara ve(199)demokratik değerlere yabancılaştırıldılar. Böylece kendi sınıflarına ve toplumsal muhalefete karşı kullanılacak olan etkin bir “din ordusu” yarattılar. Tam bir beyin yıkama ve hafıza silme programı uygulandı. Binaları, giyimleri, davranışları ve yaşam tarzlarıyla tümüyle farklı bir ortamda bir araya getirilen bu gençler, toplumsal yaşamdan koparılmış bir eğitime tabi tutuldular. Öyle ki, beyin yıkama çabasının hiçbir engelle karşılaşmaması için buradaki gençler ailelerinden bile koparıldılar. Eğitildikleri binadan uzaklaşmaları, dışarı çıkmaları özel izne bağlı tutuldu. Aileleri ile ancak birkaç ayda bir görüşebiliyorlardı. Para, yemek, giyim, “ders kitabı” vb. ihtiyaçları karşılanarak “dışarıyla ilişkiye geçme ihtiyacı” ortadan kaldırıldı. Birkaç belirgin özelliği sıralan bu “eğitim programı”, neredeyse TV filmlerindeki ajan yetiştirmek için uygulanan programları andırıyor.