(13) Sa…. Ku……
From: terzibaba13@hotmail.com
Subject: RE: Her şey merkezinde
Date: Thu, 27 Feb 2014 10:06:11 +0200
Hayırlı günler Sa….. oğlum, hamdolsun iyi sayılırız inşeallah sizlerde iyisinizdir. Yazın oldukça güzel olmuş ellerine diline sağlık Cenâb-ı Hakk daha nice idrakler nasib eder inşeallah. Sana Ni…..ne büyüklere küçüklere selâmlar Nü….. Annenin de selâmları vardır hoşça kal. Efendi Baban.
Date: Mon, 24 Feb 2014 19:03:30 +0200
Subject: Her şey merkezinde
To: terzibaba13@hotmail.com
Değerli efendibabacım,
Bu yılki çalışmamız olan “her şeyi merkezinde bırakırdım” hikayesiyle ilgili tefekkürümün naçizane özeti aşağıdaki gibidir. (Yazıda geçen şöyledir/böyledir vb. hüküm cümleleri fikrimin beyanı kolaylaştırması içindir. Yoksa hakikat hakkında hüküm cümlesi kurmak haddimize değildir.)
Nü….. annemin de sizin de ellerinizden öper, hayırlı günler dilerim. Allah himmetinizi üzerimizden eksik etmesin inşAllah…
“Nasreddin Hoca'nın kadılık ettiği günlerde adamın biri yanına gelir. Adam,
komşusundan şikâyetçidir. Derdini anlatır. Hoca, adamı güzelce dinledikten sonra:
-- HAK’lısın! diyerek gönderir.
Biraz sonra adamın şikâyetçi olduğu komşusu çıkagelir.
O da az önce gelen komşusundan
şikâyetçidir. Derdini anlatır, hakkının verilmesini ister.
Hoca onu da güzelce dinler.
Sonra: - HAK’lısın! Diyerek onu da yollar.
O sırada Hoca'nın yanına gelmiş bulunan ve konuşulanlara kulak misafiri olan karısı, bu işe şaşar.
Hocaya:
-- Hoca Efendi! Sen ne nasıl kadısın? Birbirinden şikâyetçi olan iki adamın ikisi birden hiç
haklı olur mu? diye sorar.
Karısının bu sözleri üzerine Hoca, bir süre düşündükten sonra ona şöyle der:
-- Hatun, sen de HAK’lısın.”
Kâinat esma tecellilerinin çatışma alanıdır. Her zuhur hakikatin belli bir yüzüne tekabül eder. Bir başka deyişle sonsuz sayıdaki her bir zuhur kendi kayıtlı kimlikleri içinde mutlak Zatın biricik bir varoluşsal imkânını temsil eder.
Bir benzetme yapacak olursak, her varlık sonsuz büyüklükteki bir tabloda konumlanmış bir figür gibidir. Bu figür, tablonun algılayabildiği kalan kısmına baktığında, hep bulunduğu konumu merkez alır. Onun bulunduğu konuma göre doğrular, yanlışlar, iyiler ve kötüler vs. vardır. O tarlasında ekinin büyümesini bekleyen bir çiftçi olabilir, yağmur yağsın diye rabbine dua eden. Ya da belki de, çömleklerini kurutmak için güneşin açmasını bekleyen bir çömlekçidir.
Zuhurların kendi ben’lerinin sınırları içinden bu bakışları zahirde bir çatışma ve mücadele ortamı yaratır. Hâlbuki tablo kusursuz bir mükemmellikte ve her bir figür olması gerektiği yerdedir. Kendi merkezindedir…Ve tablodaki yeri dolayısıyla Haktır.
Hikâyemize dönecek olursak, Sümbül efendi dervişlere soruyu sorduğu zaman, diğer dervişler soruyu kendi bulundukları konum itibariyle yanıtlıyorlar, bence şöyle olmalı böyle olmalı vb. Oysa baktıkları konum onlara izafi bir bakış açısının ötesini veremiyor. Çiftçi için gelen yağmur ona bolluk getirirken, çömlekçinin felâketi olabilir, avcının vurduğu geyik, avcının ailesine bolluk ve mutluluk olarak dönerken, geyiğin süt bekleyen yavrularına açlık sefalet ve belki de ölüm olarak dönecektir. Tilki için anasız kalmış geyik yavruları kendi yavrularına götüreceği kolay et demektir.
Peki, kendi bulunduğu konumun idrak zaviyesini aşanlar için durum ne? Onlar ise bütün bu zuhurların her birinde ayrı bir güzellik ayrı bir tat bulurlar. Kendilerini onlara vermeden (Herhangi bir yön veya konumla ile kendilerini kayıtlamadan) akışı seyir eylerler. Fani olan her bir yüzde baki olanı müşahede ederler.
Taha suresi 49 ve 50. ayetlerde “Firavun: Sizin Rabbiniz kimdir ey Musa dedi. Musa: Bizim Rabbimiz, her şeye uygun yaradılışını veren sonra da yolunu gösterendir dedi”
İşte her zuhurun “uygun yaratılışı” gereği tuttuğu “yol” onun hidayetidir. Her zuhur kendi hakikatince Hakkı zikreder. Yayın hidayeti eğriliğindedir.
Şimdi bu bakış açısıyla sorulara dönecek olursak;
1) Evet, “her şeyi merkezinde bırakırdım” cevabı hiçbir şey ayırmaksızın bütün ef’al âlemi için geçerlidir. Çünkü hiçbir oluş yoktur ki O’nun bir tecellisi olmasın. “Hangi yöne dönerseniz Allah’ın veçhini görürsünüz” Bakara -115
2) Evet, Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk v.b. bütün bunlar da “merkezinde”dir. Rahman olan Allah, Zatındaki hakikatler kendisinden zuhura çıkmak için talepkar olduklarında, onların hepsine ayrımsız merhamet etmiştir. Gazap, kahır vb. hakikatler de O’nun sonsuz merhametiyle zuhur sahnesinde yerini almıştır. Gazap Allah’ın gazaba olan merhametindendir.
3) Enfüsi Alem için İnsan’ın özel bir konumu vardır. Bu soruya evet/hayır şeklinde cevap vermek yerine biraz konuyu açmak ve öylece bırakmak daha iyi olabilir. Cüneyd-i Bağdadi(k.s)’nin bir sözünü burada anabiliriz: “Su kabın rengini alır” İnsan, ancak bütün kaplardaki suyun bir olduğunu bildiğinde kapların rengine aldanmaz. Kesretin ardındaki birliği görür. Bu biliş ise ancak seyr-i suluk ile mümkün olur. Soruya dönecek olursak, “enfüste de her şey merkezinde bırakmalı mı” denildiğinde bir yönüyle hayır, İnsan, kamil bir mürşidin terbiyesi altında nefisini tezkiye etmeli, böylece idrakini mertebe mertebe yeryüzündeki beşeri kaydının üzerine çıkarmalıdır. Bu idrak yolculuğu, kendi kayıtlı hüviyetinden hüviyet-i mutlak’a bir yolculuktur. Bir kişi hangi sınırlamayı seçerse hakikatteki payını sabitlemiş olur. (Cennet/Cehennem mertebeleri bahsi) Diğer yandan evet, salik beşeri koordinatlarıyla zuhurda olduğundan ondaki hususiyetler örtülmez, bu haliyle Zata seyrin biricik, eşsiz bir imkanını temsil eder. Bu durum Hakka giden yol nefisler sayısıncadır hakikatine işaret eder.
Dostları ilə paylaş: |