(2) Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk vb. bütün bunlar, “merkezindemi” dir?
(2) Zelzele, toprak kayması, fırtına, yağmur, yıldırım çarpması, yangın, açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk vb. bütün bunlar, “merkezindemi” dir?
Bu sorunun içerisinde esas sorulmak istenenin "yazık değil mi o insancıklara?" sorusu olduğundan hareketle konuyu ele alacak olursak konuya ilk etapta iki yönden bakmak gerekir:
İnsan faktörü olmadan: İnsan ırkından evvel dünya insanın yaşamasına elverişli olmayan tek bir kıta idi. O kıtanın bugünkü hale gelebilmesi içinse büyük zelzeleler, toprak kaymaları, fırtınalar, yağmurlar, yıldırımlar, yangınlar meydana gelmesi gerekiyordu.
Daha o kıta da yokken dünya gazlardan oluşan bir alev topuydu. Peki, bunların konumuzla ne alakası var? Biz hep kendimize göre (bulunduğumuz sene, konum, yaş, cinsiyet, ırk, teknoloji düzeyi...) her şeyi değerlendiriyoruz. Hâlbuki biz yokken de var olan(lar) vardı. O var olan(lar) neden-sonuç ilişkisi içerisinde el vesile sırrı tatbikatı gereği bizi görünür kılmış oldu. Yani bugün bize kötü görünenler olmasaydı biz var olamamış olacaktık.
İnsan faktörü dâhil edilerek: İnsan faktörü işin içine dâhil edildiğinde açlık, savaşlar, ırk ayrımcılığı, yoksulluk vb.leri de (bize göre) görünür olmaya başlıyor. Bu konu da iki ayrı şekilde incelenebilir. Önce görünür hali ile değerlendirmeye çalışalım:
"Yazık değil mi bu insancıklara, boş yere heba oluyorlar açlık, savaş, ırk ayrımcılığı, yoksulluk ve daha niceleriyle boğuşurken?" şeklinde konuya bakılırsa o zaman şunu sormak gerekir: "Heba olmak nedir?" Biz kendi nefsimize göre buna haksızlığa uğramak, masum olduğu halde hayatını kaybetmek, zulüm görmek... gibi değerlendiriyoruz. Ama Allah Yunus Sûresi’nin 44. Ayetinde belirttiği üzere "İnnallâhe lâ yüzlimunnâse şey-ev ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn - Şüphesiz Allah size zulmetmez, ancak siz kendi nefsinize zulmedersiniz" diye ayet indiriyor. Tabi bu ayetin de pek çok mânâsı elbette ki bulunmaktadır. Ancak bu husus için olan mânâsını ele alacak olursak acaba o "boş yere heba" olma hâli bizim kendi nefsimize zulmetmemizden ortaya çıkmış olmaz mı bu durumda?
Bir de bu konuyu diğer bir yüzüyle ele alalım: Amacı nefsi bilmek, terbiye etmek, tanımak olarak belirlersek (ki bu şekilde belirlemezsek acaba esas o zaman boş yere heba olmuş olmaz mıyız?), o halde açlığı nefsin aslına duyduğu açlık; savaşı nefis mücadeleleri, yoksulluğu ise "lâ ilâhe illâ Allah”ın lâ'sının kendisini açma yolu olduğu şeklinde de görebiliriz. Irk ayrımcılığının temeli bir insanın ya da bir grup insanın kendisini ya da kendilerini bir başka gruptan çeşitli fiziksel farklılıklarından ötürü üstün görmesidir. Kuran’a göre kendisini üstün gören varlık nedir/kimdir? İblistir. O halde bu hal de iblis kaynaklı bir haldir. Peki, Allah iblisi neden halk etti? Çünkü iblis olmamış olsaydı nefis tanınamazdı. Peki, bu insanlar neden ırk ayrımcılığında bulunuyorlar? Çünkü nefislerini tanımak yerine iblisin azdırmasına kapılıp ona berî çıkıyorlar. Yani yine Allah onlara zulmetmemiş olduğu halde, onlar kendi nefislerine zulmediyorlar.
Ayrı yeten bir mertebeden bir diğerine geçerken idrâkımızda farklılıklar olmaz mı? Kendi içimizde zelzeleler yaşamaz mıyız? “Bizi asla terk etmez” dediklerimiz o ya da bu nedenle (yalnız Allah kalıncaya kadar) terk ettiklerinde altımızdaki toprağın kaydığını hissetmez miyiz? Nefsimiz terbiye olurken içimizde fırtınalar kopmaz mı? Bağlı olduğumuz makamdan gelen tek bir söz o âna kadar takılmış olduğumuz bir hususu açtığında çarpılmış olmaz mıyız? Eğer (kendi içimizde) yangın olmasa nasıl İbrahim Aleyhisselâm gibi “serin ol” diyebiliriz, o hakikate erebiliriz? Her bir isim fiil bulması halinde Allah'a göre tek, bize göre çift yönlü hareket eder. Nefsin aslına duyduğu açlık iyi de insancıkların aç kalması kötü gibi bir bakış ise zaten tevhide uymaz. Açlık ismi fiil buluyorsa her şekli ile fiiliyattadır. Biz fark âleminde bu tatbikatlar olmasa bu tanımları bilemeyiz. Açlığın ne olduğunu da anlayamayız. Açlık üzerinden ele alınmış konu tüm isimler için de geçerlidir. Bu sayılmış olan hususların her biri birer güçtür. Bu güçler asıllarına bağlı olarak hayat bulurlar. Eğer doğru yönetilirlerse çok büyük bir rahmet ortaya çıkar. Yönetilemezlerse o da bize zahmet olmuş olur.