Paris köyü
Eruh’u geçiyoruz, geçtik geçmedik, yol boyu rastladığımız yakılmış (ama yine de filizler vermeye başlamış) ormanlar yerine birdenbire yemyeşil bir ortama dalıyoruz. Sağlı sollu erguvan ağaçları var. Yol boyu rastladığımız yakılmış yıkılmış evler değil, sağlam ve sevimli köy evleridir gördüğümüz.
O kadar aykırı ki, durmamak mümkün değil. Rastladığımız iki gence soruyoruz, “Burası Paris köyü” diyorlar. Yol üzerindeki kulübenin önünde “Café Paris” yazıyor! Sonradan öğreneceğiz, buranın adı resmen “Üzümlü” köyü ama, eski adı “Pares” imiş; “bostan” demekmiş Kürtçe. Kahvenin tabelasını, afili biçimde, Paris’te sergi açan Kürt ressam Ahmet Güneştekin yazmış. Bir de kapı boyamış
Artık oturuyoruz, birer çay söylüyoruz. Ama tam içerken herkes kalkıyor gidiyor. Meğer ezan okunmuş. Biz de bitirip kalkıyoruz ki, kahveci de gidebilsin. Zaten, maydanoza benzeyen ve anason kokan bir otu rakıya benzettiğimde, “Ben bilmem rakı nasıl kokar!” demişti...
Dostları ilə paylaş: |