بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
GÜZEL AHLAK
Yüce Allah, Resûlullah Efendimiz'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) güzel ahlâkını överek şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
"Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin" 1
Ahlâk, "huy, seciye, mizaç" anlamında kullanılan bir kavramdır.
Ahlâk, insanın kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak kalmasıdır. Güzel ahlâk, Allah'ın hakkını ve kulların haklarını yerine getirmenin adıdır. Güzel ahlâk, insanlara hürmet, hizmet ve merhamet etmektir.
İslâm dini, ahlâka büyük bir kıymet ve önem vermiştir. Aslında İslâm, bir ahlâk, fazilet ve bir hikmet dinidir. Ahlâk ile din birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki unsurdur. Ahlâkı dinden ayrı olarak düşünmek mümkün değildir. Din ve güzel ahlâkın hedefi; mutlu, edep sahibi, kendisine ve topluma yararı dokunan kâmil insanları yetiştirmektir.
Din insanın dünya ve âhiret saadetini hedefler. Ahlâk da insanın ferdî ve içtimaî mutluluğunu amaçlar. Dolayısıyla din ve ahlâk, insanın mutluluğunu hedefe alma konusunda birleşirler.
Yüce dinimiz, güzel ahlâk sahibi olmak için gerekli olan her şeyi emir ve tavsiye etmiş, kötü olan her hareketi de yasaklamıştır. Toplum içinde huzur, sükûn ve güvenin olabilmesi için, fertlerin ahlâk sahibi olmaları ve birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri lâzımdır. Toplum içinde bulunan her insan, haksızlık etmekten, başkalarına zarar vermekten sakınmalıdır. Güzel ahlâklı müslümanlar, Allah ve Resûlü katında sevimli olduğu gibi, insanlar nazarında da sevgi ve saygı görürler.
İslâm dini, fert veya cemiyet olarak verdiğimiz sözleri, bağlandığımız taahhütleri yerine getirmeyi, bütün işlerimizde dürüst olmayı, adalet ve insaftan, doğruluktan ayrılmamayı, yalan söylemekten çekinmeyi, herkesle iyi geçinmeyi, gösterişten sakınmayı, her işte iyi niyetli olmayı, içimizi, dışımızı temizlemeyi, başkalarının iyiliğini istemeyi emreder. İffetli, sabırlı, sebatlı, cesaretli, mütevazı olmayı, kötü ahlâk ve davranışlardan son derece kaçınmayı tavsiye eder. Dünyada işlediğimiz büyük küçük, hayır şer, bütün amellerimizin âhirette hesabını vereceğimizi, hayrın ebedî saadete erdireceğini, şerrin ise hüsrana götüreceğini, işlenen en küçük hayrın da şerrin de karşılığının görüleceğini hatırlatır.
Peygamber Efendimiz'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) güzel ahlâka ait sayısız emir ve tavsiyeleri, İslâmiyet'te ahlâka verilen önemin büyüklüğünü gösterir.
Sevgili Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim" 2 buyurarak nübüvvetin "güzel ahlâk" temeline dayalı olduğunu ifade etmiştir.
Yüce dinimizin güzel ahlâka verdiği önemi anlamak için Kur'an âyetlerine ve Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in hayatına bir göz atmak yeterlidir.
İbn Abbas (r.a.) diyor ki: "Her binanın bir temeli vardır; İslâm binasının temeli de güzel ahlâktır."
Muâz b. Cebel'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yemen'e vali olarak giderken ayağımı üzengiye koyduğum sırada Hz. Peygamber'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) bana son öğüdü, "Ey Muâz! İnsanlara karşı iyi ahlâklı 0l! Olmuştur." 3
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), "Allah’ım! Suretimi güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir" 4 diye çokça dua ederdi.
Menkıbe
Sahâbenin büyüklerinden Ebü'd-Derdâ bir gece,
"Allah’ım! Suretimi güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir" diyerek çokça yalvarmış, dua etmişti.
"Yâ Ebü'd-Derdâ, bütün gece, dua ve niyazınız hep ahlâk güzelliği hakkında oldu" denilince, Ebü'd-Derdâ (r.a.),
"Müslüman bir kul, ahlâkını güzelleştire güzelleştire, nihayet güzel ahlâkı onu cennete götürür. Bunun gibi ahlâkını çirkinleştire çirkinleştire de çirkin ahlâk onu cehenneme sokar" 5 buyurmuştur.
Görülüyor ki İslâmiyet'te iman denilince İslâm'ı, İslâm denilince de güzel ahlâkı hatırlamak gerekir.
Büyük ârif imam Gazâlî (k.s), güzel ve kötü ahlâkın kalbe yaptığı etkiyi şöyle dile getirir:
"Kalp, parlak bir ayna gibidir. Fena ahlâk ise aynanın parlaklığını gideren leke ve is gibidir. Kötü ahlâk kalbi karartır. Kalp bu zulmet sebebiyle Allah Teâlâ'nın gösterdiği yolu göremez. Önüne perdeler, engeller çıkar. Güzel ahlâk ise kalbe ulaşan nur (ışık) gibidir; bu nur kalbi masiyet (günah) lekelerinden ve karartılarından temizler."
Velîler taifesinin efendisi Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) şöyle demiştir:
"Kimde şu dört haslet bulunursa bu hasletler o kimseyi yüksek derecelere kavuşturur, onun hem Allah katında hem de insanlar yanında kıymeti çok olur.
1. Hilim sahibi olmak.
2. İlim sahibi olmak.
3. Cömert olmak.
4. Güzel ahlâk sahibi olmak.
Yine dört haslet vardır ki bu hasletler de sahibini en aşağı derecelere düşürür. O kimse, bunlar sebebiyle Allah katında ve insanların yanında sevilmeyen biri olur. Bunlar şunlardır:
1. Kibirlenmek.
2. Ucub (kendini ve ibadetini beğenmek).
3. Cimrilik.
4. Kötü ahlâk. 6
Hz. Ali’nin (r.a) torunlarından Muhammed b. Hanefiyye (rah), şöyle demiştir: “Görüşmek zorunda olduğu kimselerle iyi geçinmeyen kimse hikmet ehli olamaz. Bu, Yüce Allah’ın kendisi için bir çıkış ve kurtuluş yolu yaratana kadar devam etmelidir. Muttaki, güzel ahlaklı olmayan kimselerle yapılan muameleler ve konuşmalar, zaruri bir hâlden kaynaklanmalıdır. Güzel ahlaklı kimselerle beraberlik ve dostluk ise, iradeyle yapılan güzel bir tercihin sonucu olmalıdır.”
Allahu Teâlâ’nın Hz. Musa’ya (a.s) vahyettiği haberlerin birisinde şöyle denmiştir: “Eğer bana itaat edersen, müminlerden pek çok kardeşin olur.”
Bunun manası şudur: İnsanlara iyilikte bulunursan, onlara karşı şefkatli davranırsan, kalbini temiz tutup kimseye haset etmezsen, seni seven kardeşin çoğalır. 7
Ebu Hureyre’nin (r.a) rivayetine göre, Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sizler, mallarınızla insanları hoşnut edip gönüllerini alamazsınız; onları güler yüz ve güzel ahlakınız ile memnun edin.” 8
Güzel ahlâklı insan, sadece dostları ile değil, düşmanları ile de güzel geçinmesini bilen kimsedir. Kendisini sevenlere sevgi göstermek fazilet değildir. Bu, ‘al gülüm ver gülüm’ cinsinden bir ticarete benzer. Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in özendirdiği fazilet, bizi sevmeyeni sevebilmek, vermeyene vermek, gelmeyene gitmek, kötülük edene iyilik etmektir. İşte bu nokta kalpteki imanın, gönüldeki ilâhi muhabbetin ölçüldüğü noktadır.
Menkıbe
İbrahim b. Edhem (k.s) bir yere gidiyordu. Karşısına onu tanımayan bir asker çıktı. Asker,
"Sen köle misin?" diye sordu; o da, "Evet" dedi. Asker,
"Buranın halkı nerede yaşar; mamur belde nerede?" diye sorunca, İbrahim b. Edhem, mezarlığı gösterdi. Asker buna kızıp kamçı ile kafasına vurup yaraladı. Bunu talebeleri öğrenince vuran adama,
"Sen ne yaptın? Bu zat, İbrahim b. Edhem hazretleridir" dediler. Vuran kişi af dileyip elini öptü. Asker,
"Neden sana, köle misin diye sorduğumda, 'Evet dedin?' diye sordu. ibrahim b. Edhem,
"Çünkü ben, Allah'ın kulu ve kölesiyim" dedi. Yanındakiler, "Peki, o sana vururken, sen ne yaptın?" diye sordular, o da
"Onun affı ve cennete girmesi için ona dua ettim" dedi.
"Niçin?" dediler; hazret şöyle dedi:
"O bana zulmetti, ben de sabredip sevap kazandım. İstedim ki bana böyle iyiliği dokunan bir kimseye benden kötülük dokunmasın, ben de ona iyilik yapmış olayım. Bunun için kendisinin affını ve cennete girmesini istedim." 9
Rasulullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), bu konuda, şu büyük edebi öğretmiştir:
“İnsanlar bize iyilik ederse biz de iyilik ederiz. Eğer zülüm ederlerse biz de onlara zulmederiz!, diyen kimseler gibi olmayınız. Fakat kendinizi, iyilik yapanlara iyilik yapmaya, kötülük edenlere de zülüm etmemeye alıştırınız.“ 10
Bunun için Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem), nefsine yapılan zulümleri affediyor ve en azılı düşmanlarına bile sabır gösteriyordu. Canına kast eden kavmi için: “Allah’ım! Kavmimi affet, onları hidayetine sevk et. Çünkü onlar bilmiyorlar!” diye hayır dua ediyordu.
eş-Şifâ sahibi Kâdî İyaz (rah.), Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu duasındaki rahmet ahlakını şöyle anlatır:
– Ey insan! Şu sözde bulunan fazilet, güzel ahlak, büyük kerem, üstün sabır ve hilme bak!
O (s.a.v), kavminin kendisine yaptıklarına sadece sukut edip onları bağışladığını göstermedi. Onlara şefkat ve merhamet etti. Kendileri için şefaatçi olup:
‘Allah’ım! Onlara hidayet et!’ veya ‘Onları affet!’ diye hayır duada bulundu. Sonra, ‘Kavmim!’ diyerek, bu şefkat ve merhametin sebebini ortaya koydu. Peşinden, ‘Onlar bilmiyorlar!’ diyerek, cehaletlerinden dolayı onlar adına Allah Teâlâ’ya özür beyan etti. 11
Kendisini taşa tutup kan revan içinde bırakan Tâif’in düşük seviyeli insanlarına karşı Cebrâil (a.s) ve dağların meleği tahammül edemeyip helak edilmeleri için kendisinden izin istemişlerdi. O (sallallâhü aleyhi ve sellem) ise, Allah için hilim ve sabır gösterdi, beddua etmedi. Meleklere:
“Bunlar böyle, fakat ümit ederim ki, onların zürriyetinden ‘Lâ ilâhe illallah’ diyecek ve Allah’a kulluk edecek bir nesil gelecektir, diyerek helaklerine mani oldu. Onun bu sabrı karşısında dağların meleği: “Gerçekten Sen, Rabbinin seni isimlendirdiği gibi Allah Teala Kur’an-ı Hâkim’de Efendimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) “Raûf” ve “Rahîm” isimlerini vermiştir.12 Raûfsun: çok bağışlayansın ve Rahîmsin: çok acıyansın,’’ dedi. 13
Neticede onun güzel sabrı meyvesini verdi; meleklerin hatır-ı Muhammedî için helak etmek istedikleri Tâif halkı, bir zaman sonra halka-i Muhammed’e girdi.
Şunu da ekleyelim ki; burada anlatılan sabır ve af, insanının kendi nefsine yapılan haksızlıklara karşı gösterdiği sabır ve müsamahadır. Allah Teâlâ’nın hakları çiğnendiği zaman yapılacak iş ise, zulme ve zalime mani olmaktır. Bu zulmü yapan nefsimiz veya en sevdiğimiz birisi de olsa, onu tasdik veya takdir edemeyiz. Edersek biz de zalim oluruz.
Bunun için Hz. Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) kendisine en acımasız hakaretleri yapanlara, ‘Allah’ım, onları affet’ diye dua ederken; Allah Teâlâ’nın hukukunu çiğneyenler için, ‘Bu suçu işleyen kızım Fâtıma da olsa cezasını veririm“ 14 buyurmuştur.
Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin yoluna baş koymuş, Allah dostlarında bu ahlak çok görülmüştür. Onlar düşmanlarına bile Allah rızası için iyilik yapmayı başarmışlardır. İslam tarihi bunun güzel örnekleri ile doludur.
Menkıbe
Bâyezid-i Bistâmî (k.s) kabristanda çok dolaşırdı. Bir gece yine kabristanda gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla kendisine vurdu.
Bâyezid (k.s), "Lâ havle velâ kuvvete" dedi. Bekçi birkaç kere daha vurunca sopa kırıldı.
Hazret eve dönünce talebelerine sopanın fiyatını sordu. O kadar parayı bir keseye koyarak, bir miktar da tatlı hazırlayıp bir talebesiyle o bekçiye gönderdi. Ayrıca bir de mektup yazarak bekçiye vermesini söyledi. Mektupta şöyle yazılıydı:
"Muhterem bekçi, belki beni hırsız sanarak dövdün. Kabahat bendedir. Gece kabristanda gezmeseydim beni bilmeden dövmezdin. Sopanın kırılmasına ben sebep oldum. Gönderdiğim parayla kendine bir sopa al! Sopanın kırılmasına duyduğun üzüntünün kalbinden gitmesi için de yolladığım tatlıyı ye! Allah Teâlâ'nın selâmı üzerine olsun."
Bekçi mektubu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti. Onunla birlikte birkaç bekçi daha bu büyük velinin sohbet meclisine girip terbiye aldılar. 15
Bir gün Seyyid Abdülhakim Bilvânisî'ye (k.s),
"Efendim, bazı kişiler sizin münkirliğinizi yapıyorlar, hakkınızda ileri geri konuşuyorlar, bunlara siz ne dersiniz?" diye sorduklarında, hazret şu sohbeti yapmıştır:
"İmam Şâfiî (rah) der ki: 'Huzur-i ilâhîde Rabbim bana şefaat hakkı tanırsa önce münkirlerime şefaat edeceğim; çünkü onlar bizim manen terakki edip ilerlememize sebep oluyorlar.' Biz de bu büyük imam gibi diyoruz ki, bizi inkâr ederek manevi derece almamıza sebep olan kimselerin iyiliğine karşı iyilikle cevap vermemiz gerekir.
Arifler demişlerdir ki: Bir kimse, Allahu Teâlâ’ya ne derece yakın ise, onda o kadar ilahî ahlaklar zuhur eder. İnsan Allah’a yakınlık derecesinde kullara iyilik eder, onların yükünü çeker, sıkıntılarına tahammül gösterir. Kalbi nurla açılan, sevgi ile genişleyen insanın, kendisine yapılan zulümlere tahammülü kolay olur.
Bir de şu nokta var: İnsanın nefsine yapılan haksızlıklara karşı göstereceği sabır, karşıdakine gücü yettiği ve intikam imkânı bulunduğu zaman olmalıdır ki, yaptığı üstün bir ahlak sayılsın. Yoksa başına vurup elinden ekmeğini alandan korkan bir kimsenin sinip kalması ve sukut etmesi, yiğitlik olmadığı gibi, cömertlik ve mertlik de değildir.
Kendisini sevmeyene ve kıymetini bilmeyene iyilik etmekte arifler için büyük bir zevk mevcuttur. Onların bu ahlakı tercih etmelerinin pek çok sebep ve sırrı vardır. Bunların en önemlileri şunlardır:
1- Kötülük edenlere iyilik etmek ve kadrini bilmeyenlere cömertlik yapmak, ilâhî bir ahlaktır. Bu ahlak bütün peygamberlerde zuhur etmiştir. Allah Teâla’nın sevdiği bir ahlakı yaşamak arife, Cennete girmek gibi tatlı gelir.
2- Bu tür iyiliklerde nefsin bir payı ve zevki yoktur. Çünkü nefis, yaptığı her güzel işin hoşuna gidecek bir karşılığını bekler. Bunda ise gül verip diken almak vardır. Nefis böyle şeyden hoşlanmaz. Nefsi istemese de sevdiğinin hoşlandığı işleri yapmak, gerçek âşıkların işidir.
3- Bu tür iyiliklerin sevabı daha çok olur ve amel gösteriş veya övünmekle zayi edilmekten korunur. Çünkü yapılan iyilik bilinmiyor ve takdir edilmiyor ki, sahibi onunla övünerek zarar etsin.
4- Kendisine kötülük edene iyilik edenler, insanlardan tamamen gönlünü çekip Allah Teâla’ya yönelmiş kimselerdir. Onların insanlardan hiçbir beklentisi yoktur. Onlar her işlerinde Allah rızasını arar, karşısındaki insan olsun hayvan olsun, o gücü yettiği hayrı yapmaya bakar.
5- Hiç karşılık görmediği kimselere iyilik yapan mümin, niyetini ölçme ve hedefini görme imkânı bulur. Eğer nefsi, insanlardan bir şey beklediği için iyilik yapıyorsa bunu anlar. Hiç kimse kendisine teşekkür bile etmediği halde insan, hâlâ elinden gelen iyiliği yapabiliyorsa, o işte ihlâs ve Allah rızası vardır. 16
Menkıbe
Zeynel-Abidin Hz.leri anlatıyor:
Kıyamet günü, "Fazilet sahipleri kalksın" diye nida edilir. İnsanlar arasında bir grup kalkar. Onlara:
"Hadi, Cennete girin" denir. Yolda melekler onları görerek, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sorarlar. Onlar da
"Cennete" deyince, melekler: "Sizler kimlersiniz, bu nimete nasıl nail oldunuz?" diye sorarlar. Onlar,
"Bizler fazilet ehliyiz" cevabını verirler. "Nasıl fazilet ehli oldukları" sualine de şu karşılığı verirler:
"Bizler, dünyada bize hakaret edildiğinde tahammül ederdik, zulmedildiğinde sabrederdik. Kötülük yapıldığında da affederdik".
Melekler bu açıklama üzerine: "Buyurun, girin Cennete. Siz buna lâyıksınız" derler. Sonra,
"Sabır ehli olanlar kalksın" diye seslenilir. Bir grup insan daha kalkar. Onlara da
"Haydi, gidin Cennete" denilir. Onlar da yolda meleklerle karşılaşırlar. Aralarında şu konuşma geçer:
“Sizler kimlersiniz?”
“Biz sabır ehilleriyiz.”
“Sizin sabrınız neye karşı idi?”
“Biz Allah Teâlâ'ya ibadet hususunda zorluklara katlanırdık. Nefsimize uymayıp günahlardan sakınırdık.”
“Öyle ise, siz de girin Cennete. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzeldir."
Sonra bir nida daha gelir:
"Allah Teâlâ’nın komşuları kalksın" denilir. Bir grup insan daha kalkar. Ama sayıları öncekilerden daha azdır. Onlara da
"Cennete gidin" denilir. Onları da yolda melekler karşılarlar. Ve aralarında şu konuşma cereyan eder:
“Size bu dereceyi kazandıran ameliniz ne idi?”
“Biz Allah rızası için birbirimizi ziyaret ederdik. Allah rızası için oturup sohbet ederdik. Ve Allah rızası için, bize verilen mallardan, bol bol sadaka verirdik...”
“Salih amel işleyenlerin mükâfatları ne güzeldir. Hadi siz de girin Cennet'e...”
Şems-i Tebrîzî (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Eğer bir kimse bana ahretim ile ilgili bir defa bir iyilik edip, dünya ile ilgili binlerce kötülük etse, ben onun bir defa yaptığı iyiliğe nazar ederim. Çünkü iyi ahlâk bunu icap ettirir.’’ 17
Allah dostları kendilerindeki ahlâkı görmek, ölçmek ve geliştirmek için yanlarında kötü davranışlı bazı insanların bulunmasına razı olurlar, bunu bir fırsat bilirler ve ondan istifade ederlerdi.
Velilerden Yahya b. Ziyâd'ın (rah), kötü huylu bir kölesi vardı.
Bir gün kendisine, "Bu kötü huylu köleyi niçin yanında tutuyorsun; onu sat da kurtul. Sen bunu bedava vermiş olsan yine kazançlı olursun" dediklerinde, o büyük zat şöyle demiştir:
"Hayır, onu satmayacağım, ben onun kötü huylarına sabrederek geniş olmaya ve yumuşak davranmaya alışıyorum." 18
Lokman Hekim'e (a.s), "Sen bu güzel ahlâkı kimden öğrendin?" diye sormuşlar, o da şu cevabı vermiş: "Kötü ahlâklı kimselerden öğrendim; onlarda gördüğüm kötü işleri ben terk ettim; böylece güzel ahlakı elde ettim."
Menkıbe
Bir hak dostunun hanımı oldukça sert, geçimsiz ve sevimsizdi. Kocasına her gün dili ve haliyle sanki cehennem azabı çektiriyordu. Bu zat ise onun her haline sabrediyor, nefsini sabra alıştırıyor, bu ateşin içinde her gün pişiyordu. Güzel ahlâkı elde etmek için bunu bir fırsat görüyordu. Bunun için onu boşamayı hiç düşünmüyordu. Bu zatı tanıyan dostları onun durumuna çok üzülüyordu. Kadına hiçbir nasihat fayda vermiyordu. Öyle oldu ki bu zata acıyan bazıları kadının ölümü için dua etmeye başladılar.
Bir gün kadının eceli geldi, öldü. Kocasının dostları o günü bayram ilân ettiler. Kadını bir an evvel toprağa verdikten sonra sevinerek kocasının yanına geldiler, ona,
"Efendim, biz size taziyeye değil, tebrik etmeye geldik; gözünüz aydın olsun, kurtuldunuz!" dediler.
Allah dostu sakin ve düşünceliydi. Yüzünde bir sevinç izi yoktu. Aksine değerli bir şeyini kaybetmiş gibi üzüntülüydü. Bunun sebebini şöyle açıkladı:
"Bugün gerçekten çok üzgünüm. Bu kadın benim için bir servetti. Ben onun kötü ahlâkına sabrederek yüce Rabbim'in razı olacağı güzel ahlâkları elde ediyordum; böylece pek çok sevap ve manevi derece kazanıyordum. Ne yazık ki şimdi bu servetim toprağa gömüldü, böyle bir kâr kapısı kapandı!" 19
Güzel ahlâk dünyanın en büyük servetidir. Ona sahip olan kimse öyle mutlu olur ki artık bu kimsenin huzurunu kimse bozamaz. Çünkü o, yüce Allah ile huzuru bulmuştur ve herkese huzur verir.
Mümin her işte kendi ahlâkını kontrol etmelidir. O, kendisine nasıl davranıldığına değil, kendisinin nasıl davrandığına bakmalıdır. Ona karşı hanımı, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı bir kusur yapsa ilk sorusu şu olmalıdır:
"Ben yüce Rabbim'e karşı ne kusur işledim ki bana karşı bu kusur işlendi. Acaba, bunun başıma gelmesinde benim bir kusurum var mıdır?"
Evet, akıllı ve adaletli kimseler böyle düşünür. Kendisinde bir kusur bulursa onu terk eder ve Allah'tan affını ister. Sonra karşısındaki kimsenin kusuru için bir mazeret arar. Mazeret bulursa onu affeder, bulamazsa kendisini güzel bir şekilde uyarır; kusurunu anlaması için yardımcı olur. Böyle bir kimsenin kızması da sevmesi gibi fayda verir, insanı kötülükten kurtarır.
İşte bu ahlâka sahip olan bir kadın veya erkek, hayatının her anını huzur içinde ve hayır üzere geçirir. Böyle bir kalbi ve ince edebi elde etmek için ne yapılsa azdır.20
Kötü işleri engelleyen ve ıslahla uğraşan kimsede ilim, ihlâs ve güzel ahlâk bulunmalıdır. İnsanda ilim olmayınca iyi ile kötüyü ayıramaz. İhlâslı ve güzel ahlaklı olmazsa kendisini incitene karşı kin besler, nefsi için kızar, haddi aşar, ihlâsı bozulur, zulüm yapar. Bu durumdaki insan Allah Teâlâ'yı unutur. Allah'ı unutunca da yaptıkları Hak için değil, nefsi için olur. Hayrı şerre dönüşür.
Menkıbe
Ebü'l-Hasan el-Bûşenci (k.s), bir gün yolda yürürken, gencin biri gelip ensesine bir tokat vurdu ve gitti. Bu hali görenler gence,
"Sen ne yaptın? O zat evliyanın büyüklerinden Ebü'l-Hasan el-Bûşencî'dir dediler. Genç bunları duyunca çok üzüldü. Hemen geri dönüp, hazretin yanına geldi. Özür dileyip, affedilmesi için yalvarınca,
"Sen rahat ol kardeşim. Biz, hakkımız varsa helâl ettik. Bize bu tokat sizin tarafınızdan gelmedi ki. O, aslında hiç hata yapmayan bir makamdan geldi. Demek, bir kabahatimiz var ki bu hal başımıza geldi" dedi ve istiğfar ederek yoluna devam etti. 21
Ebû Osman el-Hîrî (k.s), bir gün talebeleriyle beraber yolda yürürken, biri yolun kenarındaki bir evin damından başına kül döktü. Talebeleri bu duruma çok üzüldüler ve adama kızmaya başladılar. Bunun üzerine Ebû Osman el-Hîri, "Ona kızmayı bırakın, ateşe lâyık olan bir kimsenin başına kül dökülmesine binlerce defa şükretmek lâzım gelir" dedi. 22
Ariflerden Kettanî (k.s): “Tasavvuf, güzel ahlaktan ibarettir.” diyor ve ekliyor: “Kimin ahlakı senden güzelse o, tasavvuf yolunda senden ileridedir.”
Büyük veli Fudayl b. Iyaz (k.s), güzel ahlaklı olmayı şöyle anlıyor: “Bir kul, bütün insanlara iyi muamele etse, fakat kümesindeki tavuğa kötü davransa, o kimse iyilerden sayılmaz.” 23
Terbiye olmuş insanın aldığı edep, düzen, temizlik, sadelik ve kibarlık bütün işlerine yansır. Onun kalbi gibi dili de temizdir. Niyeti gibi işi de doğrudur. İçi gibi dışı da edepli ve sevimlidir. Namazı gibi alış verişi de ilahi ölçülere uyar. Onun Yüce Allah ile hukuku ve edebi güzel olduğu gibi, anne babası, ailesi, komşuları, iş çevresi ve diğer bütün cemiyet ile de her işi güzeldir.
Zikri çoğaldığı halde ahlakı güzelleşmeyen, bir mürşide gidip geldiği halde tevazu ve edebi artmayan, devamlı nafile namaz ve oruçla meşgul olduğu halde kalbi genişlemeyen; eli hayır için açılmayan, merhameti çoğalmayan, mümin kardeşlerini vücudunun bir parçası gibi görmeyen kimse niyetini bir kere daha kontrol etmelidir. Çünkü bütün bu hayırların hedefi, insanı güzel ahlaka ulaştırmaktır.
Arifler derler ki: Allah rızasını biricik hedefi yapan bir kulun ilmi arttıkça edebi artar; hayrı çoğaldıkça hayâsı güzelleşir; dersi ilerledikçe derecesi yükselir. Allah dostları, ilahi boya ile boyandıklarından her an güzelleşir, her gün tatlanırlar.
Gavs-ı Sani Hazretleri (k.s) bu konuda bizlere şu önemli uyarıyı yapmıştır: “Başkalarına hizmet etmek isteyenler, kendilerini ıslah etsinler yeter. Çünkü nefsini ıslah eden kimse başkalarına fayda verebilir ve güzel şeyleri temsil edebilir. Sadat-ı Kiram nefislerini ıslah edip güzel ahlakı elde ettikleri için Allah yolunda insanlara büyük fayda vermişlerdir. En büyük hizmet, güzel ahlaklı ve edepli bir insan olmaktır.”
Menkıbe
Gönül sultanlarından Ma'rûf-i Kerhî (k.s) bir gün müridleriyle Dicle kenarında oturmuş sohbet ediyorlardı.
Uzaktan bir sandalın gelmekte olduğunu gördüler. Sandalda kadınlı-erkekli bir grup saz çalıyor, şarkı söylüyor, çılgınca eğleniyorlardı.
Müridlerden biri,
"Hocam, şunlara beddua edin de suda boğulup helâk olsunlar, bir daha böyle edepsizlikte bulunmasınlar" dedi.
Ma'rûf-i Kerhî (k.s) ellerini kaldırdı ve içtenlikle şöyle dua etti:
"Yâ Rabbi! Sen şu kullarını dünyada güldürdüğün gibi, âhirette de sevindir."
Talebeler şaşkınlık içinde kaldılar. İçlerinden biri,
"Efendim, ettiğiniz beddua değil, hayır duadır. Bunun hikmeti nedir?" deyince hazret şöyle cevap verdi:
"Yavrularım! Şayet Cenâb-ı Hak bunları affedip cennetine koyarsa bizim bir zararımız olur mu? Allah bir kulunu âhirette sevindirmek isterse, ona dünyada tövbe nasip eder ve onu kendi yoluna çeker."
Sandal biraz sonra kıyıya yaklaştı ve içindekiler sahile çıktı. Müridlerden biri gidip onlara durumu anlattı ve orada bulanan zatın Ma'rûf-i Kerhî hazretleri olduğunu haber verdi. Sandaldakiler onun bu güzel duasına ve ahlâkına hayran oldular; hemen yanına geldiler, özür dilediler; tövbe ettiler ve bir daha böyle haram iş ve eğlence yapmayacaklarına söz verdiler. Onun sohbetine girdiler. Böylece âhirette yüzlerini güldürecek işe yöneldiler. 24
Bediuzzaman Said Nursî (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’Eğer biz İslam ahlakının ve hakaik-i imaniyenin kemâlatını efalimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler’’ 25
Rasulullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: "Kıyamet günü, müminin mizanında güzel ahlaktan daha ağır gelen hiçbir şey yoktur. Şüphesiz güzel ahlak sahibi, güzel ahlakı sayesinde, devamlı nafile oruç ve namazla meşgul olan kimselerin derecesine ulaşır." 26
İbn-i Atâ (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Ahlâk iyi olmadıktan sonra, kılınan namazın, tutulan orucun çok olmasının önemi yoktur. Hatta sadaka ve mücâhede (nefsini yenmeye çalışma) bile hiçtir. Bu yolda yükselenler, ne namazla, ne oruçla yükseldiler. Ne sadaka ile ne de mücâhede ile üstün dereceler buldular. Yükselen, ancak iyi huyla yükseldi. Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz; Kıyamet günü, bana en yakın olanınız, huy ve ahlâk bakımından en güzel olanınızdı‘ buyurdu.‘‘ 27
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir hadisi şerifinde ise şöyle buyurmuştur:
"Gerçekten Allah'ın yarattığı üç yüz güzel ahlak vardır. Kim tevhid inancı üzerinde bunlardan biri ile Allah'ın huzuruna çıkarsa cennete girer.”
Ebu Bekir (r.a): ‘’Ya Rasulellah! Bende bunlardan herhangi birisi var mıdır?” diye sordu;
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) “Sende bunların hepsi vardır. Onlar içinde Allah'a en sevimli olanı da cömertliğindir." 28 Buyurdu.
Allah dostları, Rasulullah Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) ahlak ve sünnetini en güzel şekilde ihya etmişlerdir. Çünkü onlar, Efendimizin teşvik ve tavsiye ettiği bütün amellere güzelce uymuşlar ve böylece seyr u sülüklerinin sonuna geldiklerinde, bunun meyvesini toplamışlardır. Bu meyve Efendimizin (s.a.v) yüce ahlakıyla ahlaklanmaktır.
Güzel ahlak insanda, ancak nefsin manevi kirlerden temizlenmesinden sonra oluşur. Buna nefsin tezkiye edilmesi denir. Nefsin tezkiyesi, şeriatın edep ve ahkâmına uymakla gerçekleşir. Bunun en kolay ve en faydalı yolu, salih insanlarla dost olmaktır. Salih insan, bütün güzel ahlakları vücudunun bir parçası hâline getirmiştir. Nefsini terbiye etmiştir. Bunların içinde kâmil mürşidler bu terbiye ve temizliği başka insanlara kazandırmakla görevlidir. Bunun için ilahi izin ve destek sahibidir. Onların terbiye halkasına girenler onlardaki bu güzel ahlaktan kolayca nasiplenirler.
Şüphe yok ki, asrımızdaki Müslümanların muhtaç olduğu üç tane temel iş vardır. Bunlar, sufi olsun, fakih olsun, mücahit olsun kâmil bir mümin için lazım olan her şeyi içine almaktadır. Onlar ilim, takva ve Müslüman cemaatin imamına bağlılıkla bunun gerektirdiği terbiyeyi almaktır. Bu terbiyeye seyr u sülük denir. Zamanımızda, cemiyeti saran hastalıkların en büyük kaynağı, Müslümanın bu üç şeye tam sahip olmaması veya onlardan herhangi birisini ihmal etmesidir.
Şimdi bir Müslüman düşünelim ki, onun ilmi bulunsun fakat edebi ve güzel ahlakı bulunmasın. Hiç şüphesiz, bu durumda işler düzgün olmaz. Yine düşünelim ki, bir Müslüman da ilim olsun, güzel ahlakı olsun fakat birlik şuuru, cemaat disiplini, başındaki imama itaat terbiyesi bulunmasın. Şüphesiz işler yine düzgün gitmez. Bu şekilde Allah'ın dini temsil edilemez. İşte en önemli hastalık bu üç asıl işten birisinin bulunmaması veya bazısının noksan ve kusurlu olmasıdır." 29
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri muhtelif sohbetlerinde güzel ahlakın önemiyle ilgili şöyle buyurmuştur:
‘’Bu zamanda insanlar çok nazik olmuş. En ufak bir şeye sinirleniyorlar, çok dikkatli olun kimseye sert davranmayın.’’
‘Güzel ahlakla güzel sözlerle insanlara davranın. Yalnız çok dikkat edin, insanların hatalarını yüzlerine vurmamak lazım.’’
‘’Dikkatli olun hata olmasın, muhabbet kesilir. Hiç kimseye sert davranmayın. Karşınızdakiler size ne kadar kızarsa kızsın, yumuşak davranın. Gaye, ümmet-i Muhammed’in hidayeti içindir. Bana şunu dedin, bunu dedin diye karşılık vermeyin.’’
‘’Sofiler arasında kimse kimseye küs ve dargın kalmasın. Şayet varsa barıştırın. Adem (a.s.) efendimizden kıyamet sonuna kadar gelmiş ve gelecek tüm insanların en hayırlısı, en büyüğü, en yücesi, en güzeli, tüm peygamberlerin imamı bizim Peygamberimiz Resülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” diyerek, yumuşak, güzel ahlakı ile tek başına dünyayı fethetmiştir.’’
‘’Süfi, süfiye yumuşak, güzel ahlakıyla doğruyu anlatıp. Kulun değil, Allah’u Teâla’nın hatırını gözetip, hatıra külah sallamayarak, süfi mürşidini taklit ederek tahkike varır.’’
Kısacası, güzel ahlak Rahmet ve edep peygamberi Hz. Muhammed’i (s.a.v) her hâliyle örnek alıp bir derece ona benzemek ve yeryüzünde rahmet ahlakını temsil etmektir.
Terbiyenin sonu güzel ahlak ile süslenmek ve yüce Allah'ın rızasına ulaşmaktır.
İmam Şârânî (k.s) şöyle der: "Kâmil mürşidin tek gayesi vardır; o da şudur: Müridlerini güzel ahlak ile süsleyip, Allah ve Rasulünün huzurunda sevilecek bir olgunluğa ulaştırmaktır." 30
Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle, en güzel şekilde büyüklerin ahlakıyla ahlaklanmayı, edebiyle edeblenmeyi, sevgisiyle beslenmeyi ve ilâhi rızaya ermeyi bizlere nasip etsin inşallah. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |