12 Eylül karşı-devriminin kolay başarısını kitleler üzerindeki reformist etkiye bağlıyor pek çok grup. Kuşkusuz bu doğrudur. Fakat tutarsızlık, bu etkinin nedenlerini değerlendirmeye gelince faturanın yalnızca revizyonizme kesilmesidir. Oysa bu etki aynı zamanda devrimci-demokrasinin kendi platformunun ürünüdür. Reformizmi haklı olarak faşizmin koltuk değneği olarak görenler bile, bu gerçeğin en açık sonuçlarıyla ortaya çıktığı bir dönemde, reformist akımın yıkıcı karşı-devrimci kimliğini sergileyeceklerine, ona ilişkin yeni hayaller yaymışlardır. Kitlelerin kendi öz tecrübeleri olarak yaşadıkları hayal kırıklıkları bilince çıkarılacağına, reformist akıma taze kan sağlanmış, müttefik ilan edilmiştir. Faşizme karşı demokrasi stratejisi üzerine oturan bir devrim görüşünün sonuçları oldu bunlar.(“Türkiye’de hala gerekli olan burjuva demokrasisidir. Burjuvalı ya da burjuvazisiz, ama burjuva karakteriyle bir demokrasiye ülkemiz mutlaka ulaşacaktır.” (D. Sesi, Mart 1981) Bu sözleri, Ecevit’in işçi-köylü ittifakına katılması gerektiği çağrısı izliyor. Bu çağrı dört yıl sonra DSP’nin şahsında yinelendi: burjuva-reformist akımla farkın, hedeflerde değil yalnızca yöntemlerde olduğu ilan edildi ve bu düşünce hararetle savunuldu.)Aynı dönemde Ecevit ve CHP yönetiminin, devrimci hareketin ezilmesi ve tasfiye edilmesinde faşist cuntaya destek verme ve “işlerini kolaylaştırma” kararı aldıkları ise belge ve tanıklarla çoktan açığa çıkmış bulunuyor.