Haksiz fiİllerden doğan borç İLİŞKİleri Mustafa Özer I sorumluluk hukuku a genel olarak



Yüklə 178,62 Kb.
səhifə1/2
tarix28.10.2017
ölçüsü178,62 Kb.
#18206
  1   2

HAKSIZ FİİLLERDEN DOĞAN BORÇ İLİŞKİLERİ

Mustafa Özer*
I)SORUMLULUK HUKUKU

A)GENEL OLARAK

Türk Borçlar Kanununun genel hükümler kısmının birinci bölümünün ikinci ayrımı “Haksız fiilden doğan borç ilişkileri” başlığını taşımaktadır. Haksız fiili düzenleyen kurallar “Sorumluluk hukuku”nu oluşturur. Dolayısıyla, geniş anlamda haksız fiil kavramı, hem kusur sorumluluğunu, hem de kusursuz sorumluluğu içerir. TBK.nun 49 ila 76.maddeleri arasındaki hükümlerde düzenlenmiştir.

Sorumluluk hukukunun konusu, zarar verenin, zarar görenin uğramış olduğu zararı gidermektir. Bu anlamda sorumluluk hukukuna tazminat hukuku da denilmektedir.

Zararın başka bir kişiye aktarılmasını (yükletilmesini) haklı gösteren sebeplere, “sorumluluk sebepleri” denilmektedir. Sorumluluk sebeplerinden birinin mevcut olması halinde, zarar gören, uğramış olduğun zararın tazminini başka bir kişiden isteyebilir. Sorumluluk sebepleri üçe ayrılmaktadır.

Bunlar; kusur, sözleşme ve kanundur.

1)Kusur:

TBK. m.49'dan anlaşıldığı üzere, kusur, sorumluluk sebeplerinin başında gelmektedir. Kendi kusurlu davranışı ile bir başkasına zarar veren kimse, bu zararı gidermek, onu tazmin etmek zorundadır.

2)Sözleşme:

Diğer bir sorumluluk sebebi de, sözleşmedir. Bir kimse sözleşme ile bir başkasının uğrayacağı zararı gidermeyi, yani tazmin yükümlülüğünü üzerine alabilir. Burada zararı yüklenen kişinin zararın doğmasında kusurlu bir davranışı yoktur. Örneğin, sigorta sözleşmelerinde, sigortacı, ödenecek belirli bir prim karşılığında, sigorta ettirene karşı, sigortalı yönünden tehlikenin (rizokonun) gerçekleşmesi halinde doğacak zararlı sonuçları gidermeyi vaad eder. Sigorta sözleşmesinden başka kefalet ve garanti sözleşmeleri de bu tür sözleşmelere örnektir.

3)Kanun Hükmü:

Bir kanun veya bir kanun hükmü de sorumluluk sebebi olabilir. Kanunun, sorumluluk sebebi olduğu hallerde, zararın başka bir kişiye yükletilmesi için, bunun kusurlu bir davranış veya sözleşmeden doğması gerekmez. Gerçekleşen zarar, kusur ve sözleşmeden bağımsız olarak kanun gereği başka bir kişiye yükletilir. Örnek, kusursuz sorumluluk hallerinde özellikle özen ve tehlike sorumluluğunda, vekaletsiz iş görme ve zorunlu sigorta hallerinde olduğu gibi.

B)Kusura dayalı sorumluluk, TBK.nun 49.maddesi ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. TBK.nun 49.maddesine göre; “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

Kusur sorumluluğunda sorumluluğun en önemli unsuru, kusurdur. Bu tür sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsurudur. Bu nedenle, sorumluluğun doğması için zarar, uygun illiyet bağı ve hukuka aykırılık unsurlarından başka, zarar verenin davranışının kusurlu olması da gerekir. Burada üç davranış biçimi söz konusudur. Kusurlu davranış, hukuka aykırı davranış ve zarar verici davranış.

C)Kusursuz sorumluluk halleri ise; TBK.'nun 65 ila 71. maddelerinde düzenlenmiştir. 65.maddede Hakkaniyet sorumluluğu, 66.maddede Adam çalıştıranın sorumluluğu, 67.maddede Hayvan bulunduranın sorumluluğu, 69.maddede Yapı malikinin sorumluluğu, 71.maddede ise; Tehlike sorumluluğu hüküm altına alınmıştır.





*Yargıtay 3.Hukuk Dairesi Üyesi

./...

-2-

Kusursuz sorumluluk ilke olarak, zarara sebep olma düşüncesine dayanır. Bu tür sorumluluğun gerçekleşmesi için, sorumluluğu doğuran olayla zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin varlığı yeterlidir. Burada kusur, kurucu unsur olmaktan çıkmış, yerini illiyet unsuru almıştır. Gerçekleşen zararla olay arasında uygun illiyet bağının bulunması sorumluluk için yeterlidir.





D) Sorumluluk hukukunun amaçları:

a)Zararı denkleştirme (giderme, karşılama) amacı;

Bu amaç, zararın zarar gören üzerinde kalmayıp, ondan alınarak bir başkasına ve özellikle zarar verene yükletilmesi, aktarılmasıdır. Bu suretle, zarar görenin zararının giderilmesi, malvarlığı veya şahıs varlığında uğradığı eksilmenin (kaybın) karşılanması amacı güdülmektedir.

b)Zararı önleme amacı:

Zararı önleme amacı, aynı zamanda bir yaptırım görevi de görür. Özellikle, kusur sorumluluğunda, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışın sonuçlarına tazminat yaptırımını bağlamak; herkesi davranışlarında daha dikkatli olmaya, başkalarına zarar vermemek için gerekli iradi çabayı harcamaya sevk eder. Kişinin zarar verici bir davranışta bulunmasını dizginler veya tekrar aynı davranışta bulunma girişimini de önler.

c)Tazminat talebinde ihlal edilen hakkın devamı (takibi) amacı:

Sorumluluk hukukunun bir değer amacı da, “hakkın takibi” veya “hakkın devamı” fikrinde gerçekleşmektedir. Hukukça korunan bir hakkın ihlali sonunda, ihlal edilen bu hakkın yerine, zarar görenin, zarar verene karşı sahip bulunduğu “tazminat talebi” geçmektedir. Böylece, hakkın takibi veya devamı fikriyle, ihlal edilen hak, taşıdığı değere eşit bir tazminat talebine dönüşmekte ya da onun yerine kaim olmaktadır.

II)ZARARIN VE KUSURUN İSPATI

TBK.'nun 50.maddesinde; zararın ve kusurun ispatı hususu düzenlenmiştir. Zarar veren zararı ispatlamakla yükümlüdür. Birinci fıkrasına göre zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. İkinci fıkraya göre de; uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hakim, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleyecektir. Bu fıkraya göre, zararın varlık ve miktarının belirlenmesinde hakim, geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Fakat, hakimin takdir yetkisini kullanabilmesi için zarar görenin zararın varlık ve miktarı hakkında kanaat verecek olgu ve olaylarla ilgili bilgi ya da belgeleri mahkemeye sunmuş olması gerekir. TBK. m.50/11'nin uygulama alanı bulacağı en önemli hal, bedensel bütünlüğünün ve özellikle ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan zararlarda görülür. Örneğin, küçük bir çocuğun sakat kalması halinde, onun gelecekteki meslek ve kazancının hesaplanmasında durum böyledir.

Zarar, kural olarak haksız fiilin işlendiği andaki durum göz önünde tutularak belirlenir. Bu davalarda taraf hakimiyeti ve taleple bağlılık ilkesi gereği faiz (kendisi-miktarı-başlangıcı) ve teselsül konularında istem dikkate alınarak karar verilir. Zararın kapsamında faiz de vardır. Dolayısıyla, hakim, zararın meydana geldiği andan itibaren faiz yürütmek zorundadır. Haksız fillerde istenecek faiz, kanuni faizdir. Tarafların tacir olduğu ticari işlerle ilgili haksız fiillerde faiz ticari temerrüt faizidir.

Maddi zarar, zarar verici eyleme maruz kalan şahsın mal varlığında zarar verici eylem sonucu meydana gelen durum ile bu eylemden önce mevcut olan durum arasındaki farktır.

Maddi zarar iki türlüdür. Birincisi fiili zarardır. Fiili zarar, zarar verici fiil nedeniyle mal varlığındaki aktif azalmadır (eksilmedir). İkinci zarar türü, yoksun kalınan kardır. Mal varlığında, zarar verici fiilden önceki hal ile sonraki hal arasında bir değişiklik olmamakla birlikte, bu fiil olmasıydı mal varlığında meydana gelebilecek çoğalmayı ifade eder.


./...
-3-

Bedensel zararlarda tazminat miktarı zarar miktarını geçemez. Zira, sorumluluk hukukunun amacı, zarar görenin uğramış olduğu gerçek zararı gidermek, zarar verici olay sonucunda onun mal varlığında meydana gelen azalmayı, tazminat ödemek suretiyle karşılamaktır. Bu nedenle, zarar verici olayın zarar gören lehine doğurmuş olduğu ekonomik menfaat, brüt zarardan düşülür. Böylece, gerçek zarar hesaplanmış olur. (Örneğin, olay sonucunda bir ev yıkılmışsa, evin enkazı değerinden düşülür. Ya da bir inek trafik kazasında ölmüşse, ineğin derisi ve ölmeden önce kesilmişse etinin değeri brüt zarardan düşülmelidir.) Zararlandırıcı olay nedeniyle yapılmak zorunda kalınan zorunlu tasarruflarda denkleştirme kapsamında görülmüştür. Örneğin kaza nedeniyle gideceği yere kendi arabasıyla gidemeyince kişiye ödenecek yol giderinden, aracında, harcayacağı benzin gideri indirilecektir. Bunun gibi, zarar görenin herhangi bir nedenle zarar verici olaya bağlı olarak ekonomik bir yarar elde etmesi halinde bu miktarın zarardan indirilmesi gereklidir. Hakim, bu indirimi (denkleştirme kuralını) resen uygular. Zararlardan indirilecek olan yararın varlığını ise, iddia ve ispat edecek olan davalıdır. Fakat dosyadan anlaşılan yararlar için hakim res'en indirim uygulaması yapacaktır. Dosyadan anlaşılamıyorsa, hakim yararın olup olmadığını res'en araştıramaz.

Hakim zararın belirlenmesi konusunda takdir yetkisini kullanırken imkan ölçüsünde zararla ilgili tüm delilleri değerlendirecek, zararı gören tanıklardan ek bilgi almaya çalışacak, bu konuda tutanak tutulmuş ise, tutanağı düzenleyenleri çağırıp dinleyecektir. Tedavi giderlerine ilişkin maddi zararın tamamının belgeye bağlanması aranmamaktadır. Tedavinin niteliği ile bağdaşır olması şartı ile tedavi için makbuza veya bir belgeye bağlanılmayan masraflar zarar olarak istenebilir. Tedavi ile ilgili yol giderleri, refakatçi masrafı, iş kaybı zararları ceza dosyasındaki delillerle ve her türlü delille ispatlanabilir. Bu masrafların dava yoluyla istenip istenemeyeceği hususunda hesaplama yapacak bilirkişinin doktor olması gerekir.

Tesadüfü yararlar, bağışlar, miras ve rücuya konu olmayan sigorta ödemeleri (emekli maaşı ve malüllük maaşı gibi) denkleştirmeye tabi tutulamazlar. Uygulamada, zorunlu ve ihtiyari trafik sigortaları ve kasko sigortasından alınan bedelin zarardan değil, tazminattan indirileceği kabul edilmektedir.(Manevi zararda denkleştirme kuralı söz konusu olmaz). Çocuklarının öldürülmesi nedeniyle ana ve babanın, destekten yoksun kalma tazminatı istemeleri halinde, ana ve babanın, çocuğun ölümü dolayısıyla yapmaktan kurtuldukları bakım, eğitim ve öğrenim giderleri de bir yarar olup, destekten yoksun kalma zararında düşülür.

III)TAZMİNATIN BELİRLENMESİ

TBK.nun 51.maddesinde (BK. md.43) tazminatın nasıl belirleneceği hükme bağlanmıştır. Maddeye göre; “Hakim, tazminatın kapsamını ve ödeme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler. Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür.” Burada, kanun koyucu “özellikle” ifadesini kullanarak, tazminatı berilemede esaslı unsurun kusur olduğunun vurgulamıştır.

Hakim, tazminatı belirlerken, kural olarak zarar veren kişinin zarardan kendi kusuru oranında sorumlu olacağından hareketle, tazminatın kapsamını, kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirleyecektir.

Bunun yanında, somut olayın özelliklerine göre hareket edecek, diğer şart ve durumları da gözeterek, tazminattan indirim yapabilecektir. Kanunun 52.maddesindeki zarar görenin davranışına bağlı indirim sebeplerini gözeteceği gibi,bunların dışında umulmayan olaylar, zarar görenin bünyesi istidadı, illiyet bağının zayıf bulunması, zarar görenin çok yüksek gelirinin bulunması, olayın mağdura yardım yapıldığı sırada meydana gelmesi veya hatır taşımacılığı, evlenme şansı gibi nedenler de doktrin ve uygulamada tazminattan indirim sebebi olarak kabul edilmektedir.


./...
-4-

Maddi tazminatın aynen veya nakden belirlenmesi mümkündür. Aynen tazmin etme, alacağa konu olan şeyin mal olarak alacaklıya sağlanmasıdır. Bu yol uygulamada çok az yer tutmaktadır. Nakden tazminat ise iki türlü olabilir. Birincisi irat, yani belirli aralıklarla devam eden ödemeler biçiminden olmaktadır. İkincisi, sermaye şeklinde bedeli bir defada ödenecek bir paradır. Uygulamada genelde sermaye şeklinde talep edilmektedir. 51/2.maddeye göre; “Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence (teminat) göstermekle yükümlüdür”.

TBK.nun 52/1.maddesinde ise; davacının (zarar görenin), tazminattan yapılacak indirimlerle ilgili davranışlarının neler olduğu hükme bağlanmıştır. Maddeye göre; “Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hakim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Zarara hafif kusuruyla sebep olan tazminat yükümlüsü, tazminatı ödediğinde yoksulluğu düşecek olur ve hakkaniyet de gerektirirse hakim, tazminatı indirebilir.” Maddenin ikinci fıkrasındaki indirim nedeni hakkaniyet düşüncesidir.
IV)Zarar ve Tazminatta İndirim Sırası

Tazminatın saptanabilmesi için öncelikle zararın belirlenmesi gerekir. Sorumluluk hukukunda tazminat denkleştirilirken yapılacak indirimler arasında bir sıra söz konusudur. İndirim nedenleri genellikle, biri gerçek zararın diğeri de tazminatın belirlenmesine ilişkin olmak üzere ikiye ayrılır. Kural olarak, önce gerçek zararı bulmak gerektiğinden, zararla ilgili indirim sebepleri önce, tazminatla ilgili indirimleri sebepleri ise daha sonra uygulanmaktadır. Buna ilaveten, tazminat alacaklısına ilişkin indirim sebeplerinin önce, tazminat borçlusuna ilişkin indirim sebeplerinin de sonra uygulanması gerekmektedir.(3.HD. 29.03.2010 tarih ve 2010/4167-5310). Bundan başka, kendi aralarında da desteğe ait indirim sebepleri diğer bütün indirim sebeplerine göre en önce, tazminat alacaklılarına ilişkin indirim nedenleri ve tazminat borçlusuna ait indirim nedenleri de en sonra göz önünde bulundurulacaktır. (4 HD 30.3.1979 tarih ve 1979/13369-4345)

Denkleştirme işleminin (zarardan indirim nedeninin) tazminattan indirim nedeni gibi sonradan hesaba katılması durumunda zarar görenin aleyhine bir sonuç doğar. Örneğin, trafik kazasında zarar gören aracın değeri 10.000 TL dir. Araç tamamen hasara uğramış olup, hurda değeri ise 2.000 TL'dir. Davalı da (zarar veren de) olayda % 50 kusurludur. Bu durumda, önce doğru yönteme (sıralamaya) göre hesap yapılırsa, (araç değerinden, hurda değeri düşüldüğünde) net zarar 8.000 TL'dir. Sonra da tazminata esas olan net zarardan %50 kusur indirimi yapıldığında, hükmedilecek tazminat miktarı 4.000 TL'dir. Oysa, aksi uygulandığında, önce kusur oranı uygulanıp sonra hurda bedeli mahsup edildiğinde hükmedilecek tazminat miktarı 3.000 TL'dir. Bu biçimdeki hesaplama yöntemi yanlış ve zarar görenin aleyhine olacaktır.
V)ÖZEL DURUMLARA İLİŞKİN ZARAR KALEMLERİ

Kanun koyucu, bu genel tazminat belirleme hükümleri ile birlikte özel durumlara ilişkin olarak (ölüm ve bedensel zararla ilgili) 53 ve 54. maddelerindeki hükümlere yer vermiştir. Ölüm halinde uğranılan zarar kalemleri 53.maddede 3 bent halinde sıralanmıştır. Bunlardan birincisi cenaze giderleri, ikincisi ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, üçüncüsü de ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplardır. 54.madde de ise; bedensel zararlar başlığı altında, bedensel bütünlüğün zedelenmesi durumunda uğranılan zarar kalemleri belirtilmiştir. Bunlar, tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplardan oluşmaktadır.


./...
-5-
VI)DESTEKTEN YOKSUN KALMA ZARARLARI İLE BEDENSEL ZARARLARIN BELİRLENMESİ
Kanunda, ölüme ve vücut sakatlığına bağlı zararlar ayrı (özel hükümler olarak) belirlenmiştir. “İnsan zararları” olarak da kavramlaştırılabilecek olan bu zararların hesabın da Borçlar Kanunu, özellikle 49-52 madde hükümleri, diğer özel yasalar ve sorumluluk hukuku ilkeleri gözetilecektir. Bununla birlikte, Destekten yoksun kalma ve iş-göremezlik tazminatlarının özellik arz etmesi nedeniyle, zararın belirlenmesinde ortaya çıkacak farklı uygulamaları önleyici ve uygulamada yeknesaklığı sağlamak için kanun koyucu yeni ve özel hüküm olarak TBK' nun 55. maddesini düzenlemiştir. TBK'nun 55. maddesine göre” Devletten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilmez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktarı esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile arttırılamaz veya azaltılamaz. Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır.”

Madde de, tazminatın belirlenmesinde nelerin indirim konusu yapılamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler indirime konu olmayacaktır. Ayrıca, yöntemince belirlenen tazminatın miktarı esası alınarak, azlığı yahut çokluğuna dayalı olarak, hakkaniyet düşüncesi ile hesaplanan tazminat miktarı arttırılıp azaltılamayacaktır. Ancak, hakimin, hesaplama yöntemiyle ilgili bulunmayan (Bünyevi istidat, kaçınılmazlık, hatır taşıması v.b.) nedenlerle TBK'nun 51. ve TMK.nun 4'üncü maddeleri kapsamında tazminatın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirleme ve takdir hakkı vardır.

Kanun koyucu, bu belirleme şeklinin, idari eylem ve işlemler sonucu idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı bedensel zararlar da da uygulanacağını maddenin ikinci bendi ile hükme bağlamıştır.

VII)BEDENSEL ZARARLARDAKİ DAVALAR VE İSTEM KALEMLERİ
Bedensel zararlar, kişinin yaşamı, sağlığı ve bedensel bütünlüğüne yönelik olarak verilen zararları ifade etmektedir. Bedensel zararlar, ölüm nedeniyle uğranılan zararlar ve bedensel bütünlüğün ihlali nedeniyle uğranılan zararlar diye kanun koyucu tarafından TBK.nun 53 ve 54.maddelerinde hükme bağlanmıştır.

Bedensel zararlar nedeniyle yargı organları önüne gelen, başka bir ifadeyle açılan davalar ise, maddi ve manevi tazminat davalarıdır. Bu davalardaki istem kalemlerini yakından inceleyecek olursak:


A-TEDAVİ GİDERLERİ

Tedavi giderleri kişinin sağlığına kavuşması, hastalığının artmasını önleyici tüm giderlerdir. Muayene, tahlil, teşhis, ameliyat, hastane, ilaç, protez, pansuman, fizik tedavi, ambulans ücreti, yol gideri, bakım ücreti, estetik ameliyat giderleri, refakatçi ücreti vb. giderler tedavi giderleridir. Daha önce de belirttiğimiz gibi tedavi giderlerini her türlü delille ispat etmek mümkündür. Belge-tanık, bilirkişi incelemesi -TBK. 50/2 .maddesine göre hakimce, olayların olağan akışına ve zarar görenin aldığı önlemlere göre tedavi gideri belirlenebilir. (3HD. 17.12.2014 gün ve 2014/20263 E.- 2014/16671 K.)


./...

-6-

Tedavi giderlerinden biri de bakıcı gideridir.

Yargı kararlarında, belirlenen bakıcı giderinin tamamının değil, indirim yapılarak hüküm altına alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Bazı kararlarda, bakıcı giderinde belli bir miktar indirim yapılması belirtildiği gibi (21. HD. 17.02.2014 gün ve 2013/20165 E. - 2014/2388 K.), bu konuda oran belirten kararlar da mevcuttur. (Yargıtay 4.HD. 23.09.2014 gün ve 2013/16547 E. - 2014/12142 K.)

Tedavi giderleri, zarar görenin sosyal ve ekonomik durumuna uygun olmalıdır. Zarar gören, bu giderleri bizzat yapmak zorunda olsaydı, nasıl bir hekim, hastane seçecek idiyse, bu halde de kendisine aynı imkan tanınmalıdır. Zarar görenin hastanede yattığı sürece tasarruf ettiği yeme içme paraları, zarardan düşülmelidir.

B)KAZANÇ KAYBI

Tıbbi şifa süresinde zarar görenin çalışamaması nedeniyle yoksun kaldığı kazanç kaybı veya kendisi yerine çalıştırmaya zorunlu olduğu kişiye ödenen ücrettir. Bu zarar niteliği itibariyle fiilen yoksun kalınan kar olup; geçici nitelikte ve geçmişe ilişkindir. Çalışılmayan süre – gelir- indirimler dikkate alınarak kazanç kaybı zararı belirlenmelidir. Geçici süre iş görülmemesi nedeniyle hükmolunacak zararın belirlenmesinde geçici iş göremezlik ödeneği gibi ödemeler indirilmelidir. (4.HD. 05.11.2012 gün ve 2011/12532 E. -2012/16077 K.)

C)ÇALIŞMA GÜCÜNÜN AZALMASI VEYA YİTİRİLMESİ

Çalışma gücü, zarar görenin iş gücünün, yani beden ve fikir gücünün, kazanç getirici şekilde kullanılması demektir.



Zarar görenin çalışma gücü sürekli olarak azalmış veya yitirilmişse, zarar geleceğe ilişkin farazi bir zarar olarak hesaplanır. Burada da kazanç kaybı, dolayısıyla yoksun kalınan kar söz konusudur. Çalışma gücünün sürekli kaybı, azalma şeklinde kısmen olabileceği gibi, yitirilme şeklinde tam da olabilir. Çalışma gücünün azalması veya yitirilmesi geçici olabileceği gibi, sürekli de olabilir.

Bu kalem zararların belirlenmesinde; kaybın derecesi (oranı), zarar görenin geliri, zarar görülen süre dikkate alınarak hesaplama yapılır. Çalışma gücü kaybı belirlemede, Adli Tıp Kurumu raporu esas alınmaktadır. Çalışma gücünün gerçek kaybı veya işgöremezlik derecesi raporda yüzde olarak gösterilir.

Zararın hesaplanmasında zarar görenin çalışma ve yaşama süresi de önemli bir faktördür. Bazı ülkelerde yaşama ve çalışma sürelerine ilişkin tablolar tutulmaktadır. Bizde, (Sosyal Güvenlik Mevzuatımız), 1931 tarihli Fransa'daki P.M.F.'yi (Erkek ve Kadın Nüfus Tablosunu) esas almaktadır.) Yargıtay'ın bu konudaki bozma kararlarının genelde çalışma gücü kaybı oranının ve gelirin usulünce belirlenmemesi nedeniyle olduğunu vurgulamak isterim.

D)EKONOMİK GELECEĞİN SARSILMASINDAN DOĞAN KAYIPLAR

Zarar verici eylem nedeniyle, zarar görenin, ilerdeki ekonomik geleceğinin olumsuz anlamda etkilenmesi nedeniyle uğranılan zararlardır. Özellikle zarar görenin fiziki şeklinin anormal derecede değişmesi, kötürüm kalması, tik kazanması, sinir, akıl veya hafıza zayıflığı gibi haller buna örnek olarak gösterilir.
VIII-ADAM ÖLDÜRÜLMESİNDEN DOĞAN ZARARIN HESAPLANMASI



A)CENAZE GİDERLERİ

Cenaze giderleri de ölümle doğrudan doğruya ilgisi olan ve ölenin dini, sosyal ve ekonomik durumuna uygun bulunan giderlerdir. Bunlar cenaze nakil ücreti, kabir ücreti, mezar kazma, mezar taşı, ilan, sadaka, dini ve yerel adet gereği yapılan merasimler vb. kapsar. Her türlü delille ispatlanabilecek olup ille de belge ibrazı zorunlu değildir. Bu giderleri hakim bilirkişi incelemesi ile belirleyebileceği gibi, TBK.nun 50/2.maddesine göre kendisi de belirleyebilir. (17.HD. 08.05.2014 gün ve 2013/3908 E. - 2014/3931) Cenaze giderleri, terekeye dahil olup, mirasçılar tarafından yapıldığından, tazminat hakkı mirasçılara aittir.

./...
-7-

B)TEDAVİ GİDERLERİ, KAZANÇ KAYBI, ÇALIŞAMAMAKTAN DOĞAN ZARARLAR

Ölüm hemen gerçekleşmemişse, ölümün gerçekleştiği ana kadar yapılan tedavi giderleriyle, ölünceye kadar çalışamamaktan doğan kazanç kayıplarını kapsar. Çalışamamaktan doğan zararlar ise, vücut bütünlüğünün ihlali dolayısıyla yapılan açıklamaya göre hesaplanır.
C)DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI

Zarar verici olay sonucu bir kimse öldüğü zaman, bazı kişiler onun ekonomik desteğinden, mali yardım ve bakımından yoksun kalabilirler. İşte öldürülenin bu destek ve yardımından yoksun kalanların uğradıkları bu zarara, destek kaybından doğan zarar denir. TBK.nun 53/3.maddesine göre, ölenin yardımından yararlananlar, ölüm sonucu bu yüzden yoksun kaldıkları yararları, zarar verenden tazminat olarak isteyebilirler. Yargıtay HGK.nun 27.06.2012 gün ve 2012/17-215-413 sayılı ilamında destekten yoksun kalma tazminatı şöyle açıklanmaktadır.

Destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır.

Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların bundan itibaren desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir.

Haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse TBK.nun 53/3 (BK'nun 45/II.) maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir. Ancak, destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi için öncelikle, ölen ile destekten yoksun kalan arasında maddi yönden düzenli ve eylemli bir yardımın varlığı gerekir.

BK’nun 45. maddesinde (TBK.nun 53/3.maddesinde) sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır; sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır.



O halde destek sayılabilmek için yardımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterli görülür. Bu bakımdan karı-koca anne baba ile çocuk, kardeşler, gayri resmi evliler, nişanlılar, üçüncü kişiler (eğitim yardımı gören kişi) birbirlerine destek olabilirler.

Bununla birlikte destekten yoksun kalan kimse devamlı ve gerçek bir ihtiyaç içerisinde bulunmalıdır. Genel olarak bakım ihtiyacı, sosyal düzeye uygun olan yaşamın devamını sağlamak için gerekli olanaklardan yoksun kalmayı anlatır. Eğer ölenin eylemli olarak baktığı davacı, ölüm yüzünden bu bakımın sağladığı yaşama düzeyinin altına düşmüş olursa, ihtiyaç bulunma koşulu gerçekleşmiş sayılır. Burada önemli olan, destekten yoksun kalan kimsenin ve ailesinin temsil ettiği sosyal ve ekonomik düzeye göre normal karşılanan giderlerdir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.04.1982 gün, 979/4-1528 E., 1982/412 K. sayılı kararı).



./...


-8-

Diğer taraftan, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde de:



"Destekten Yoksun Kalma Tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” hususu vurgulanmış; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.11.2005 gün ve 2005/4-648 E.-2005/691 K. sayılı ilamında da aynı esaslar benimsenmiştir.

Önemle vurgulanmalıdır ki, BK’nun 45/III. maddesine (TBK.nun 53/3.maddesine) göre destekten yoksun kalma tazminatı, desteğin mirasçısı olarak geride bıraktığı kişilere değil, desteğinden yoksun kalanlarına aittir. Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilecek kişiler, mirasçılardan başka kişiler de olabileceği hususunda da herhangi bir ihtilaf yoktur. Murisin trafik kazasından kaynaklanan bir sorumluluğu söz konusu olduğunda ve koşulları oluştuğunda mirasçıları bundan sorumlu olduğu halde, aynı olay nedeniyle destekten yoksun kalan ve fakat mirasçı olmayan kişiler bundan sorumlu değildir (HGK’nun 15.06.2011 gün ve 2011/17- 142- 411 E., K. ve 20.04.2011 gün ve 2011/17- 34- 216 E., K. sayılı ilamları). (HGK.'nun 27.06.2012 gün ve 2012/17-215-413 sayılı ilamı)

Destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında; desteğin geliri, destek süresi, yardımın miktarı ve tazminattan yapılması gereken indirimler gözetilmelidir.

Destek kaybından doğan zarar hesaplanırken, ölenin yani desteğin, gelir durumu, ekonomik imkanları esas alınır. Ayrıca, davacının (bakıma muhtaç olanın) ekonomik durumu da (gelir düzeyi de) gözönünde tutulur. Destek süresi hesaplanırken, bir yandan desteğin çalışma süresi, bir yandan da davacının yaşama süresi dikkate alınır. Destek süresi konusunda Yargıtay'daki dairelerin çoğunluğu, bu belirlemenin P.M.F. yaşam tablosuna göre yapılması gerektiğini belirterek, “CSO 1980” ve “TRH 2010” tablosuna göre yapılan hesaplara dayalı kararları bozmaktadır. (3.HD. 30.09.2014 gün ve 2014/8020 E. - 2014/12736 K. sayılı karar) Çalışma süresi, aktif çalışma dönemi ve pasif çalışma dönemi olarak tazminat hesaplanmasında gözönünde tutulmalıdır. Her iki dönem için tazminatın hesabı yapılmalıdır (4.HD. 30.06.2004 gün ve 2004/1812 E. - 2004/8531 K.). Pasif dönemde ölenin en az asgari ücret düzeyinde gelir getirecek bir işte çalışacağının kabulü ile bu miktar üzerinden hesaplama yapılması gerekir.

Yargıtay HGK.nun 2013/17-2343 E. -2015/1534 K. sayılı ilamında da; bilirkişi raporunda, tazminat hesabında esas alınacak hususlar tek tek açıklanmıştır.

Mahkemece destekten yoksun kalma zararı hususunda, aktüerya alanında uzman bilirkişiden alınacak raporda, davacıların her biri için destekten yoksun kalacakları sürenin, çocuklar için, yaşları, okuldaki eğitim durumları, içinde yaşadıkları sosyal ve ekonomik koşullar değerlendirilerek, ayrı ayrı belirlenmesi; yüksek öğrenim yapacaklar ise, öğrenimlerinin sona erdiği tarih, yapamayacaklar ise yerleşik ve kabul gören uygulamaya göre, erkek çocukları için 18 yaşın, kız çocukları için 22 yaşın, desteğin sona ereceği yaş olarak kabulü ile, destek süresince yetiştirme giderlerinin destek tazminatından indirilmesi, raporun düzenlendiği en yakın tarih, bilinen dönem kabul edilerek, ölenin bilinen gelirine göre davacıların gerçekleşen zararının ve sonraki bilinmeyen dönem için gelirin her yıl %10 oranında artırıp, %10 oranında iskonto uygulanmak suretiyle hesaplanarak bilinmeyen dönem zararının hesaplanması, davacı eşin evlenme ihtimalinin bilimsel istatistikler ve davacının somut koşulları dikkate alınarak denetime elverişli şekilde belirlenmesi suretiyle destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanması gerekmektedir. (HGK.'nun 10.06.2015 gün ve 2013/17-2343 E. - 2015/1534 K. sayılı ilamı)

./...

-9-

Destekten yoksun kalma tazminatında indirimler konusunda Yargıtay'ın genel yaklaşımı şöyledir: “Destekten yoksun kalma ile amaç zarar görenin malvarlığındaki eksilmeyi giderme olduğunu göre, ölüm nedeniyle elde edilen çıkarlar varsa bunların zarar tutarından indirilmesi gerekir. Burada amaç, zarar görenin malvarlığını zenginleştirmek değil, desteğini yitiren kişiye ölümden önceki yaşam düzeyini sürdürebilme olanağı tanımaktır”.

SGK indirimleri bakımından bunların rücuya tabi olup olmadığı araştırılarak tabi iseler zarardan indirilmeleri gerekir.

İndirimle ilgili olarak yargı kararlarında kabul gören diğer bir husus ise, araç sigortasından yapılan ödemelerin ödeme tarihinden hesap tarihine kadar güncellenerek zarardan indirilmesidir. Örneğin: "... davalı şirket tarafından yapılan ödemeyi destekten yoksun kalma tazminatı hesabı yapılmadan önce alan davacılar, hesap tarihine kadar geçen süre nedeni ile aldığı paranın yasal faizi kadar kazanım elde etmiştir. Zarar ve yararın denkleştirilmesi ilkesi gereğince, davacılara yapılan ödemenin, ödeme günü ile destekten yoksun kalma tazminatının hesaplandığı güne kadar geçen süredeki işlemiş yasal faizinin de ödeme tutarı ile birlikte hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatından indirilmesi gerekir".

Evlenme ihtimali de indirim sebeplerinden olup AYİM tablosuna göre hesaplama yapılmalıdır. Ancak evlenme ihtimalinin olay tarihi itibarıyla mı, yoksa hesap tarihi itibarıyla mı yapılması gerektiği konusunda farklı kararlar bulunmaktadır. 4. HD. evlenme şansının karar tarihine en yakın tarihteki yaşa göre belirlenmesini isterken, 17. HD. oy çokluğu ile olay tarihi itibarıyla hesap yapılması görüşündedir.

Hatır taşıması menfaat karşılığı olmadığından, hatır indirimi zarar görenin hatır için taşınması halinde yapılması gereken indirimlerdendir.

Bu indirimler yapılacak ama hangi usule göre indirilecek sorusu akla gelebilir. Yargıtay'a göre “Destekten yoksun kalma tazminatı ile somut zarar giderilmelidir. Bu nedenle tazminat hesabından önce zarar tutarını belirlemek gerekir...Bu bakımdan tazminat miktarının doğru belirlenmesi için zarar tutarını ve tazminat miktarını saptamada zarara ilişkin indirim nedenleri ile tazminata ilişkin indirim nedenleri uygulanmasında tazminat ilkelerince belirlenmiş sıralamaya uyulması gerekli olup, aksi halde tazminat miktarının yanlış belirlenmesi sonucu ortaya çıkabilecektir. Buna göre kural olarak önce gerçek zararı saptamak gerekli olduğu için zararla ilgili indirim sebeplen öncelikle ve tazminatla ilgili indirim sebepleri ise sonra uygulanmalıdır”.



IX)MANEVİ TAZMİNAT DAVALARINDA BELİRLEME

Beden ve ruh tamlığı ihlal edilen kimse, ölenin yakınları, TBK.nun 56.maddesi (BK. md. 47) uyarınca manevi tazminat davasında davacı niteliğini taşırlar. Kişilik hakları saldırıya uğrayanlar da TBK.nun 58.maddesi (BK. md. 49) uyarınca manevi tazminat isteminde bulunabilirler. Kanun koyucu eski yasada yer alan “aile” kavramını, içtihat, doktrin ve kaynak ülke uygulaması doğrultusunda “yakınlar” olarak düzenlemiştir. Ayrıca, ağır bedensel zararlarda, eski madde hükmünün aksine yalnızca zarar gören için değil, doktrin ve içtihat doğrultusunda, zarar görenlerin yakınları için dahi manevi tazminat hakkı tanınmıştır. “Ağır bedensel zararın takdiri”nde, zarara uğrayan organların önemi, oluşan iş-görmezlik derecesinin oranı, uğranılan ruhsal zararın niteliği ve diğer durumlar gözetilecektir. “Yakın” kavramının belirlenmesinde, ölen yahut ağır bedensel zarara uğrayanla yakın olduğu iddia olunan kişi arasında düzenli ve yoğun bir ilişkinin ve olay sebebiyle bedellendirilebilecek ağır bir teessürün varlığı gözetilecektir. Manevi tazminat takdirinde, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, sıfat ve ihraz ettiği makamlar, ayrı bir kriter oluşturur. Burada ast olan insan ve insanın manevi değerleri soyutlamasıdır. Yoksula az, seçkine çok tazminat fikrinin manevi tazminat hukukunda yeri yoktur. Hakim, tazminat miktarını belirlerken; durumun gereğini, (olayın oluş şekli biçimi, tarafların kusur oranı, sosyal ve ekonomik durumları ile davada (zarar gören de) yarattığı üzüntüyü,) yani saldıranın kişilik hakkı zedelenin kişinin manevi kişilik değerlerinde sebep olduğu eksilmeyi göz önünde tutmalıdır.



./...

-10-

Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 24.12.2014 gün ve 2014/20262 E. - 2014/17137 K. sayılı ilamında, manevi tazminatta temel olan ana düşüncenin ne olduğu şöylece açıklanmıştır.

Türk Borçlar Kanunu’nun 56.maddesi (BK.nun 47.maddesi) hükmüne göre hakimin özel halleri gözönünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Hemen belirtmelidir ki, manevi tazminat ne bir ceza, ne de gerçek anlamda bir tazminattır. 22.06.1966 tarihli ve 7/7 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde belirtildiği gibi, ceza değildir; çünkü davacının yararı düşünülmeksizin sorumlu olana hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna dair bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği için de, gerçek anlamda bir tazminat sayılmaz. Manevi tazminat mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu doğurmalıdır. Manevi tazminatta temel olan ana düşünce budur.” denilmiştir.

X)SORUMLULUK SEBEPLERİNİN ÇOKLUĞU HALİNDE

Kanun koyucu, TBK.nun 60.maddesi ile eski yasada olmayan yeni bir düzenleme yapmıştır. Maddede, öğreti ve uygulamadaki çağdaş gelişmeler göz önünde tutularak bir kişinin sorumluluğunun birden çok hukuki sebebe dayandırılabilmesi, hakimin kanunda aksine bir hüküm yoksa, zarar görene en iyi giderim olanağı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verilmesi ön görülmektedir. Maddede “Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa Hakim, zarar gören aksine istemiş olmadıkça veya kanunda aksi ön görülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkanı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir” denilmektedir.

Bu kuralın iki istisnası vardır. Birincisi zarar görenin bir talebi vardır. (Dayandığı hukuki sebeple bağlıdır.)

İkinci istisna; kanunda bunun aksini istemişse (Genel kuralın değil, kanundaki hükmün uygulanacağını belirtmişse) genel hükmün bazen özel hükümden daha çok zarar görenin yararına ise, o zaman hakim, genel hükmü uyguluyor).

XI) ZAMANAŞIMI



TBK.'nun 72. maddesinde; “ Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde, fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.” kanun koyucu, eski kanundan kısa olan bir yıllık zamanaşımı süresini iki yıla çıkarmış bulunmaktadır.

XII) TAZMİNAT HÜKMÜNÜN DEĞİŞTİRİLMESİ

TBK. 75. maddesinde, “ Bedensel zararın kapsamı, karar verme sırasında tam olarak belirlenemiyorsa hakim, kararın kesinleşmesinden başlayarak iki yıl içinde, tazminat hükmünü değiştirme yetkisini saklı tutabilir.” maddeye göre bedensel zararın kapsamı tam olarak belirlenemiyorsa, rahatsızlık geçmemiş, tekrar ameliyatı gerektiriyorsa, hakim kararın kesinleşmesinden itibaren 2 yıl içinde tazminat hükmün değiştirme yetkisine sahip olacaktır.

./...

-11-

XIII) BEDENSEL ZARARLARDAKİ DAVALARDA ÖZEL DURUMLAR

A) RÜCU DAVALARI

Rücu davalarına Yargıtay’ın yaklaşımı şöyledir: "Rücunun amacı, birlikte sorumlular arasında hakkaniyete göre denge kurmaktır. Kusur kapsam belirlemede etkin ise de hakkaniyet, onunla birlikte değerlendirilmesi gereken öğelerdendir. Borçlar Yasası'nın 43. maddesi gereğince yargıç, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şümulünün derecesini tayin eder. Bundaki amaç, her olayın özelliğine göre hakkaniyete uygun bir sonuca ulaşmaktır”. TBK. 73. Maddesinde rücu davalarında zamanaşımı konusu düzenlenmiş olup buna göre rücu istemleri, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yıl ve her halde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

Rücu davalarında, zararın doğmasına neden olanlar yalnızca kendi kusurlarına isabet eden miktar ile sorumlu olup teselsül söz konusu olmaz. Bu nedenle rücu davalarında asıl tazminatın görüldüğü davadan farklı olarak kusurun yeniden belirlenmesi ve zarar verenlerin müteselsilen değil kusurlarına göre zarardan sorumlu tutulmaları yoluna gidilmelidir”.

B)CEZA-HUKUK İLİŞKİSİ

Ceza-hukuk hakimi arasındaki ilişki, maddi olgu, beraat kararları (kesin beraat-unsur yokluğu-delil yetersizliği), mahkumiyet kararları (mahkumiyet-Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması), kusur (varlığı-oranı), zarar (varlığı-miktarı) yönlerinden önemli olup TBK. 74. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye Yargıtay kararlarında yer verilerek somut olay bazında ceza-hukuk ilişkisi çeşitli davalarda irdelenmiştir. Örneğin 3. Hukuk Dairesinin bir kararında konuya şöyle yaklaşılmıştır :“Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesindeki davaya etkisini düzenleyen Borçlar Kanunu ’nun 53. maddesi hükmünde, "Hakim, kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin failinin temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez." denilmektedir. Aynı düzenleme yeni Türk Borçlar Kamınu'nun 74.maddesi hükmünde de “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz. ” şeklinde önceki kanuna paralel şekilde düzenlenmiştir.

Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimim bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Öğreti ve uygulamada hukuk hakiminin, maddi olaylara ve özellikle fiilin hukuka aykırılığına ilişkin olarak ceza hakimi tarafından yapılan tespitlerle bağlıdır. Hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararındaki maddi olgularla bağlılığının ölçüsü; beraat kararında suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin kesin olarak, delilleriyle tespit edilip edilmediğidir. Ceza mahkemesinin, kusurun ve zarar miktarının takdiri hususundaki kararı, yani, fiilin işlendiği sabit olduğu halde, kusurluluğa ya da kusursuzluğa ilişkin saptaması, hukuk hakimini bağlamaz. Hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kusura ilişkin değerlendirmesiyle ve buna etkili tespit edilen olgularla bağlı kalmaksızın, taraflarca ileri sürülen delilleri toplayıp, tümünü birlikte değerlendirerek bir sonuca varmalıdır. Başka bir deyişle maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. Ancak, bu bağlayıcılık ve kesin delil niteliği ceza davasında yargılanan kişi yönünden söz konusudur. Ceza mahkemesinde sanık olarak yargılanan kişi dışında başkaları hakkında açılan hukuk davasında bu kurallar uygulanamaz.

./...



-12-

Somut dosyada, mahkemece kusur incelemesi yaptırılmamış, dava konusu olay ile ilgili soruşturma aşamasında İnşaat Mühendisi bilirkişi tarafından dosyaya sunulan rapor doğrultusunda hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak hüküm tesis edilmiştir.

Oysa, Yargıtay HGK. 10.1.1975 gün E. 1971/T-406, K. 1975/1 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, ceza mahkemesinde alınan bilirkişi raporu hukuk hakimini bağlamayacağı gibi, böyle bir rapora taraflardan birinin itirazı üzerine de, hukuk hakimi, yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırmak zorundadır. Çünkü, ceza davasında yaptırılan bilirkişi incelemesi ile hukuk hakiminin yaptıracağı bilirkişi incelemesi, her iki dava türünün amaç ve ilkeleri bakımından birbirlerinden çok farklı bulunmaktadır. Hukuk hakimini, kendisinin yaptırmadığı ve fakat başka bir amaçla ve başka bir görüş açısından yaptırılan inceleme sonunda elde edilen “kusur” ve derecesiyle bağlı saymak, hem kanuna aykırı ve hem de tarafların haklarını ihlal edici bir görüşün ifadesidir"

Adam öldürme nedeniyle verilen bir beraat kararı üzerine yerel mahkemece tazminatın reddine ilişkin verilen kararı inceleyen Yargıtay, “ceza mahkemesinin beraat karan hukuk hakimini bağlamayacağından, hukuk hakimi tüm delilleri değerlendirerek bir sonuca varmalıdır ” demek suretiyle kararı bozmuştur.

Yine Yargı kararlarına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, bir mahkumiyet gibi değerlendirilemez, kesin hüküm teşkil etmeyeceği gibi, hukuk hakimini de bağlayıcı bir karar değildir. Bu nedenle ceza davasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanması halinde, hukuk hakimi hem ceza mahkemesindeki hem de hukuk mahkemesine sunulan taraf delillerini değerlendirerek varılacak sonuca göre bir karar vermelidir.
XIV) KONUYLA İLGİLİ YARGITAY KARARLARINDAN ÖRNEKLERİN SUNUMU VE DEĞERLENDİRİLMESİ

1- Desteğini kaybeden (murisi ölen) davacının açtığı davada; destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talep edilmiştir. Müteselsil sorumluluk ilkesi gereği, davalı idare zararın tamamından sorumludur; ancak, olayın meydana gelmesinde davacıların murisinin de kusurlu olduğu anlaşıldığına göre, davalı idarenin sorumlu olduğu miktardan murisin kusurlu olduğu oranda indirim yapılmalıdır. (3 HD. 24.12.2014 tarih ve 2014/20262 E. 2014/17137 K)

2- Elektrik akımına kapılarak kolunda fonksiyon kaybı oluşan davacının, Yapı malikinin sorumluluğu ve Tehlike Sorumluluğuna dayalı açtığı maddi tazminat davasında; olayın meydana geldiği trafo binasının kapısının, kişilerin girişine engelleyecek biçimde güvenli olmadığı anlaşıldığından; davalının olayda kusurunun bulunduğu sabittir. Bu durumda, illiyet bağı kesilmez. Zarar görenin kusuru oranında tazminattan indirim yapılarak hüküm kurulması gerekir. ( 3. HD. 18.01.2016 tarih ve 2015/1978 E. - 2016/193 K.)


Yüklə 178,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin