Alacaklının havale edilenden hakkını alamamasının havale işleminin sona ermesinde özellikle Hanefîler'e göre ayrı bir önemi vardır. Literatürde "tevâ" kelimesiyle ifade edilen bu durum, havale edilenin borca batık olarak ölmesi veya hâkimin iflâsına hükmetmesi, havale edilenin havaleyi İnkâr etmesi ve alacaklının elinde aksini İspat edecek bir delilin bulunmaması, mukayyet havalede ödemenin kayıtlandığı emanet malın zayi olması gibi sınırlı haller olup hepsinde de alacaklının hiçbir kusuru bulunmaksızın havale edilenin ödeme imkânsızlığı doğmuş olmaktadır. Aralarında tam bir görüş birliği bulunmamakla birlikte Hanefî imamları ve Kâdî Şüreyh, Hasan-ı Basrî, İbrahim en-Nehaî. Şa'bî gibi bazı Iraklı fakihler. bu durumda havalenin sona erip alacaklının havale edene rücû hakkının doğacağı görüşündedir. Diğer mezheplerin, özellikle de Şâfiîler'in bu konuda bir hayli kuralcı oldukları, tevâ halinde havaleyi sona erdirmeye yanaşmadıkları görülür. Ancak Mâlikîler, havale edenin havale edilenin akid esnasında Ödeme güçlüğü içinde olduğunu bilerek alıcısını ona havale etmiş olması veya borcun ödenme imkânsızlığı halinde alıcının havale edene rücû edilebilmesinin başlangıçta şart koşulmuş bulunması durumlarını genel kuraldan istisna sayar. Hanbelî, İmâmiyye ve İbâzıyye mezheplerinde de bu iki durumu veya sadece birini havalenin sona ermesi sebebi görenler vardır.
511
HAVALE
BİBLİYOGRAFYA :
Buhârî. "Havalar, 1-2, "İstikraz", 12; Müslim. "Müsâkât", 33-34; Ebû Dâvûd, "Büyûc", 10; İbn Hazm. el-Muhaltâ', Kahire 1969, VIII, 517-521; Şîrâzî, et-Mühezzeb, I, 337-339; Se-rahsî, el-Mebsût, XX, 52-58; Kâsânî, BedâY, VI, 15-19; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-müctehid, II, 342-344; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire 1969, IV, 390-422; İbn Cûzey. Kauâninü'l-ahkâmi'ş-şer'iyye, Beyrut 1979, s. 353-355; Zeylaî. Teb-ylnû■l-hakâ'ik. Bulak 1314, IV. 171-175; İbn Kayyim el-Cevziyye, l'lâmü't-muucikkfm, I, 388-390; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-kadîr (Kahire), VI, 345-356; Süyûtî, el-Eşbâh ue'n-nezâ'ir (nşr. Muhammed el-Mu'tasım-Billâh!. Beyrut 1407/1987, s. 310-312, 712; İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râ'İk, VI, 266-276; Remlî. Nihâyetü't-muhtâc. Kahire 1386/1967, IV, 421-466; et-Fe-tâva'l-Hindıyye, III, 295-306; İbn Âbidîn. Red-dü 7-mu^târf Kahire). V, 340-351; Mecelte.md. 673-700; Kadri Paşa. Mürşidü't-hayrân, Kahire 1308, md. 777, 858-890; Ali Haydar, Düre-rü't-hükkâmM 153-208; Ebül'ulâ Mardin, Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Ceodet Paşa, Ankara 1996, s. 171; Subhî Mahmesânî, en-Nazariyyetü'l-'âmme ti't-mûcebât ue'I-cuküd, Beyrut 1948, s. 600-610; Senhûrî. Meşâdİrü't-hak, V, 77; Zerkâ. et-Fıkhü'l-İslâmî, I, 543; III, 61-69; J. Schacht, An Introduction to Islamic Law, Oxford 1964, s. 78; Karaman. İslâm Hukuku, II, 595-613; Bilmen. Kamus2, VI, 286-310;Zühaylî.e(-Fı/c/!û7-/s(âmı,V, 162-178; Ab-düllatîf M. Amir. ed-Düyûn ve tev§ikuhâ fi'l-fıkhi'l-İslâmî, Kahire 1984, s. 140-174; Abbas Hüsnî Muhammed. el-İştirât ti-maşlahati't-ğayr fi'l-fıkhi'l-İslâmİ, Cidde 1404/1984, 5. 211 -224; Pedro Cano Avila. "Sobre la Subrogacion de cre-dito (hawala) en Cordoba y Granada (Siglos X y XIV |. C.)"T Homenaje at Prof. Jacinto Bosch Vita, Granada 1991, I, 481-496; Abdülvedûd Yahya, Havâletü'd-deyn, Kahire 1992;Setr b. Sevâb el-Caîd, Ahkâmü'i-evrâki'n-nakdiyye vz't-ticâriyye rt'l-ftkhi'l-İslâmi, Tâif 1993, s. 313-334; Abdülaziz Beki. islâm Hukukunda ve Türk Mevzu Hukukunda Kıymetli Evrak (doktora tezi. 1995, EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 247-258; M. Akif Aydın. "Mecelle'nin Hazırlanışı", Osm.Ar., IX (1989). s. 31-50; "Havale", Mv.F, XVIII, 169-246; A. Dietrich. "Hawâla", £F(İng.).IM, 283. ■—.
Iffil Ali Bardakoğlu
HAVALE
İslâm devletlerinde
Ödeme emri karşılığında kullanılan
bir maliye terimi.
L J
İslâm maliyesinde hem Ödeme emri hem de ödenen belirli miktar için kullanılmış olup kelimeye Abbasîler döneminde yerleşmiş bir terim olarak rastlanır. Abbasîler'de bir ödeme emri belgesi olarak havale, resmî ve hususî maliyede paranın naklinde karşı karşıya kalınabilecek çeşitli tehlikelerden ve gecikmelerden korunmak amacıyla çok yaygın olarak kullanılmıştır.
512
İslâm malî teşkilâtında bu nevi düzenlemeler "süftece" veya "sak" adıyla biliniyordu. Meselâ Ahvaz, Fars ve İsfahan âmilleri topladıkları vergi gelirlerini merkezî hükümete süftece ile gönderirlerdi. Süftecenin nakde çevrilmesi ve havale ile ilgili bütün meselelerde "câhbac" adlı görevli en önemli rolü oynardı.
Havale Selçuklu maliyesinde de çok yaygın olarak kullanılmıştır. Bazan devlet gelirlerinin köylülerden (kır kesiminden ) doğrudan doğruya toplandığı görülmekteyse de bunu havale olarak değerlendirmemek gerekir. İlhanlı ve İlhanlı sonrası döneminde İran'da havalenin türünü ve özelliklerini gösteren birçok bilgiye rastlanmaktadır (Reşîdüddin Faz-lullah, İl, 1024-1040, 1068-1075; Muhammed b. Hindûşah en-Nahcuvânî, s. 294-302)- İlhanlı maliye kayıtlarında "havale" ve "havâlât" gibi terimler geçmekte, bunların "mâl-i mukâtaa"dan yapılan ödemeleri ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bu nevi tahsisler merkezî divanın "defter-i tahvilât" veya "defter-i câmiu'l-hisâb" adlı aylık ve yıllık muhasebe defterlerine "mu-karreriyye" veya "ıtlâkıyye" adıyla kaydedilmiştir. Mukarreriyye, Dîvân-ı A'lâ'dan hükümdarın emriyle her yıl kadılara, şeyhlere, seyyidlere. öğrencilere, maliye memurlarına, yamçılara (menzil memurlarına) veya amme hizmeti görenlere yapılan muayyen ödemeleri ifade etmektedir. Itlâkıyye ise saray mensupları ve görevlileriyle askerî görevlilere yapılan ödemelere denilmektedir. Bu temel fark, şüphesiz İlhanlı Devleti'ndeki sivil ve askeri idarenin birbirinden ayrı oluşuyla ilgilidir. Taşradaki âmillere yapılan bütün bu tahsisler berat, yaftaca veya havale ile yapılırdı (Abdullah b. Muhammed el-Mâzenderânî, s. 162-165). Devlet hazinesine para toplamak için gelen görevliler bu dönemde "ilci" adıyla anılırdı. Mukâ-taa malını teslim süreleri bittiğinde âmiller bu berat ve yaftacaları kontrol için sâ-hib- dîvâna verir ve neticeyi gösteren bir hüccet alırdı (a.g.e., s. 65).
Mukâtaa ve havale İlhanlı maliyesinin temel uygulamalarıydı. Fakat yaygın su-istimaller Gâzân Han'ı bir dizi reform yapmaya şevketti. Selefi Geyhatu'nun saltanatında çiftliklerden elde edilen gelirler eyaletlerde gereksiz yere harcandı; bu sebeple tahsis ve tayinler önemli bir kazanç getirmiyordu (Reşîdüddin Fazlullah, II. 1083). Bu şartlarda hakkını alamayan askerî zümre köylüden doğrudan usulsüz vergi alma yoluna gitti; ancak bu durum köylülerin huzursuz olup topraklarını ter-ketmelerine sebep oldu. Gâzân Han, ön-
ce her bölgenin gelir kaynaklarını belirlemek için bir umumi tahrir yaptırdı. Ardından vergi toplama usullerinde yeni bir sistem kurdu. Bu sisteme göre gelirler doğrudan devlet memurları tarafından toplanacak ve askerî zümreye devlet hazinesinden nakit ödeme yapılacaktı. Ayrıca devlet arazileri de askerî zümreye iktâ olarak dağıtılacaktı. Devletin mukâtaa ve havale usulü yerine doğrudan doğruya gelirleri toplayıp ödeme yapma sisteminin tam olarak uygulaması bir Ortaçağ devleti için pek mümkün değildi. O dönemin şartlarında bu iş için gerekli teşkilâtı kurmak, geliri nakletmek, saklamak ve aynî olarak toplanan vergileri nakde çevirmek çok zor ve masraflıydı. Bununla birlikte Gâzân Han'ın, sadece devlet gelirlerinin köylerde oturan askerî personele iktâ olarak tahsis edilmesi tarzındaki reformunun az da olsa başarı şansı vardı. Reformların kalıcı tesiri olmadığı, NahcuvânVnin mukâtaa ve havale konusundaki malî yolsuzluklardan şikâyetinden anlaşılmaktadır (Düstûrü't-kâüb, s. 297-298). Nahcuvânî'ye göre eyaletlerde tahsisler damgalar şeklinde yapıldı (bk. damga). Daha sonra Hoca Gıyâseddin ve Mevlânâ Şemseddin, gelirlerin divan muhassıllan tarafından toplanması ve istihkakların (aylık ücret) yine hazineden ödenmesi prensibini benimsediler. Fakat bu reformlar da kalıcı olmadı. Mukâtaa ve havalenin İran'da daha sonraki tarihi ve tatbikatı için Tezkiretü'I-mülûk adlı eserde bilgi bulunmaktadır (s. 79}
Mukâtaa ve havale diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlı malî sisteminin de temeliydi. Osmanlı Arşivi'nde bulunan zengin malzeme, bilhassa mukâtaa defterleri ve Maliye ahkâm defterleri sistemin teşkilini, ayrıntılarını ve önceki dönemlerde anlaşılmayan kısımlarını aydınlatmaya imkân sağlamaktadır. Mukâtaa ile işletilen ve üzerine havalenin yapıldığı ana gelir kaynağı defterdarın idaresi altında bulunan havâss-ı hümâyun idi (bk. HAS). Genellikle ödemeler gelirin toplandığı yerde vergi toplayıcısının tes-bitiyle yapılırdı. Nakit paranın naklindeki zorluk ve özellikle şehirlerde ticarî muamelelerin vergilendirilmesinden oluşan gelirin gayet yavaş birikmesi gibi sebeplerle bu sistem pratik bir uygulama olarak tercih edildi. Devlete ait mukâtaa defterlerindeki kayıtlar sayesinde bu işlerden sorumlu olan defterdar, uzak eyaletlere ait gelirlerin idaresi üzerinde sıkı bir kontrol kurmuştu. Aynî olarak öde-nebilen âşârın da dahil olduğu diğer bir grup gelirler askerî zümreye timar ola-
rak tahsis edildi. Timar sahibi bu gelirleri doğrudan doğruya toplardı. Ancak Gâ-zân Han'ın reformlarında olduğu gibi bu tarz bir timar ve zeamet verme aslında havale sisteminden uzaklaşma idi. Bu kategorideki gelirler artık havale muamelâtına tâbi değildi. Osmanlı sisteminde bunlar nişancının idaresi altında müstakil bir ünite teşkil etmiştir.
Bir mukâtaayı genellikle üç yıllık bir süre için üstlenen âmil hükümetin tahsisine göre ödemelerini yapmaktaydı. Ödemeler nakit olarak daima eminin, kadının ve hükümet temsilcisinin malumatı dahilinde yapılır ve defterlere kaydedilirdi. Kadı âmile bir hüccet verir, burada mukâtaanın İsmi, miktarı, hangi tarihte kime verildiği belirtilirdi. Bunun bir sureti kadı siciline işlenirdi. Diğer taraftan eğer ödeme yapılmayacak olursa bunun sebeplerini açıklayan bir mektup havalenin hâmiline verilirdi. Kadı sicilleri havale muamelâtı İçin en değerli kaynaklardır. Havale emirnamesi padişahın bir hükmü olup kime hangi kaynaktan ne kadar ödeneceğini belirtirdi. Havale emirnameleri üç tiptir. 1. Taşrada askerî hizmetlerde bulunan görevlilerin sâlyâne, ulufe ve me-vâcibleri için yapılacak ödemelerle ilgili emirler. 2. Saray için veya vilâyetin amme hizmetleriyle ilgili olarak yapılacak mubayaaları karşılamak üzere eminlerin uhdesine verilmiş olan havaleler. 3. Hazîne-İ âmire için hükümet temsilcisine teslim edilen miktarın bildirildiği emirnameler.
Bir bölgedeki çeşitli mukâtaalar, özellikle mültezim denilen talep sahiplerine tahsis edilmeye hazır durumdaydı ve onların talepleri düzenii olarak hep aynı kaynaktan sağlanırdı. Bu sebepledir ki merkezî maliye teşkilâtı Anadolu mukâtaası, maden mukâtaası. büyük kale mukâtaası gibi talepler doğrultusunda birtakım dairelere ayrılırdı. XVII. yüzyıldan itibaren mukâtaa gelirleri belli başlı şehirlerdeki sarrafların gayretleriyle poliçe şeklinde hazîne-i âmireye nakledilmeye başlandı. Daha sonraki devirlerde havale kullanımı sürdürüidüyse de 1839'da Tanzimat'ın ilanıyla mukâtaa uygulamaları kaldırıldığı için önemini kaybetti. Tanzimat maliyede merkezîliği getirdi. Devlet memurları eyaletlere, vergileri doğrudan doğruya toplayabilecek şekilde geniş yetkilerle tayin edildi. Bunların maaşları ve taşradaki ihtiyaçları mahallinde karşılanmış, muhassıllar bunun muhasebesini merkeze göndermişlerdir (İnalcık, TTK Belleten, XXVI11/112, s. 629).
Havale Osmanlıca'da ayrıca "en üst noktaya yerleştirilmiş kule" anlamına ge-
lir. Havale kuleleri hisarların yakınında üstün mukavemet sağlamak, ablukaya almak için inşa edilmiştir. Bu metot XIV. yüzyılda Bursa'nın muhasarasında uygulandı. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'un muhasarasında mukavemetin uzun sürmesi halinde Rumeli Hisarı'nı havale kulesi olarak düşünmüştü. Osmanlı havaleleri Balkan toponomisinde de iz bıraktı. Belgrad yakınında Fâtih Sultan Meh-med'in inşa ettiği bir havaleye daha sonra mahallî halk tarafından "avala" adı verilmiştir.
Osmanlı bürokrasisinde havale kelimesi, herhangi bir daireye muamele görmek üzere takdim edilen belgenin veya çıkan bir emrin gereğini yerine getirmek için ilgili kaleme gönderilmesi amacıyla evrakın bir köşesine düşülen kayıt ve işaret anlamında da kullanılmaktaydı. Bu kayıt açık bir şekilde, yani "havale" (•ütj*-) olarak yazılabildiği gibi, "hâ" ( ^ ) şeklinde rumuz olarak da kısaltlabilmektey-di. İçeriğine göre bir belge birkaç daireye havale edilebilirdi. Bazan havale işleminin yapılabilmesi için padişahın iradesi gerekmekteydi (BA, İrade-Dahiliye, nr. İ4773).
BİBLİYOGRAFYA :
BA. İrade-Dahiliye, nr. 14773; Reşîdüddin Fazlullah, Câmi'u't-teüârİlı (nşr Behmen Kerî-mî). Tahran 1338 hş., II, 1024-1040, 1031-1034, 1048, 1068-1075, 1083; Abdullah b. Muham-medel-Mâzenderânî, Risâie-i Felekiyye {nşr. W. Hinz). Wİesbaden 1952, s. 65, 162-165; Muham-med b. Hindûşah en-Nahcuvânî. Düstûrü'l-kâtib fi ta'yîni'l merâtib (nşr. Abdülkerîm Alizâde). Moskva 1964, s. 294-302; Tezkiretü'l-mülCık (nşr. V. Minorsky], London 1943, s. 79; Kânun-nâme-i Sultânı ber Müceb-i cÖrf-i 'Osmânî i nşr R. Anhegger - H. İnalcık), Ankara 1956, s. 35; Ebüssuûd, Fetâuâ, TSMK, Ahmed III, nr. 786, vr. 251'-252b; Yahya Efendi. Fetâuâ, TSMK, Ahmed III, nr. 788, vr. 141'-143h; Mevkuf âti, Ter-cümetü'l-Meuküfâtî li'l-Mülteka'l-ebhur, İstanbul 1308, [], 56-57; R. Grasshoff. DieSuftağa und Haıvala der Araber, Göttingen 1899; F. Lokkegaard, islamic Taxatİon in the Classic Period, Copenhagen 1950, s. 63-65; A. K. S. Lambton, Landlord and Peasant İn Persia, Ox-ford 1953, s. 73;H.Horst. Die Staatsuerıvaltung der Grosselğüçen und Horazmsâhs: 1038-1231, Wiesbaden 1964, s. 74-75; Osman ibran, Selçuklular Tarihi ue Türk İslâm Medeniyeti, Ankara 1965, s. 277-278; Ali Akyıldız. "İradelerin Üzerinde Bulunan Bazı Rumuzlar ve Diplomatik Hususiyetleri (1840-18561", Osmanlı-Türk Diplomatiği Semineri: Bildiriler, İstanbul 1995, s. 50-53; W. J. Fischel, "Jews in the Eco-nomic and Political Life of the Medieval islam", JRAS, XXII (1937), s. 3-35; Halil İnalcık, "Tanzimat'ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri", 77X5effeten,XXVm/112 (1964), s. 629; a.mlf., "Hawala", £72(İng.), III, 283-285.
İRİ Halil İnalcık
HAVARİ HAVÂMİS-İ SÜLEYMÂNİYYE ^
Süleymaniye medreselerinden
sonra belirlenen
Osmanlı medrese sisteminde
Süleymaniye'den önceki derece
(bk. MEDRESE).
HAVARİ
Hz. isa'nın, kendisine yardımcı olmak üzere
seçtiği on iki kişiden her biri için kullanılan tabir.
Sözlükte "beyaz olmak; iyice beyazlatmak" anlamlarına gelen Arapça haver kökünden türetilen havârî "seçilmiş, kusursuz; taraftar, özverili arkadaş, dost, bir kimseye ileri derecede yardım eden, kendisini bir davaya adayan" demektir (Lisânü'l-'Arab, "hvr" md.). Havari kelimesinin Habeş dilinde aynı mânadaki ha-varyanm Arapçalaşmış şekli olduğu da ileri sürülmüştür (El2 |Fr.|, ili, 294). Terim olarak genelde, Allah'ın peygamberlerine İnanıp onlara yardımcı olan herkes için kullanılan havari bilhassa Hz. îsâ tarafından seçilmiş, tebliğ ve irşad görevinde ona yardımcı olan on iki kişilik grubu ifade eder. Batı dillerinde havari karşılığında kullanılan apostle, apötre kelimeleri, Grekçe'de "bir görevi ifa etmek üzere gönderilen" anlamındaki apostolostan gelmektedir (1DB, I, 171).
İnciller'e göre Hz. îsâ, daha tebliğ faaliyetinin başında kendisine inananlardan on iki kişi seçmiş ve bunlara havari adını vermiştir (Luka, 6/13). Ayrıca onlardan "on iki havari" (Vahiy, 21/14) ve "havariler" (Luka, 6/13; Markos. 6/30) olarak da bahsedilmektedir; ancak daha ziyade "şâkird" diye adlandırılmışlardır (Matta, 11/1; 14/26; 20/İ7; Yuhanna, 20/2).
Havarilerin isimleri bazı küçük farklılıklarla Matta (10/2-4), Markos (3/16-19), Luka (6/14-16) ve Resullerin İşleri'n-de (1/13) verilmektedir. Matta ve Markos İncilleri'nde zikredilen isimler şunlardır: Simun Petrus, Andreas, Ya'küb (Zebedi'nin oğlu), Yuhanna. Filipus, Bar-tolomeus, Tomas, Matta, Ya'küb (Alfe-us'unoğlu), Taddeus, Gayyur Simun, Ya-huda İskariyot. Onuncu havari Tadde-us'un adı Matta'da Lebbeus (10/3), Mar-kos'ta Taddeus (3/18), Luka'da ise (6/16) Ya'küb'un oğlu Yahuda olarak geçmektedir.
513
HAVARİ
Havarilerin sayısının on iki olarak tesbi-ti İsrâiloğullan'nın on iki kabilesiyle (sıbt) ilgilidir. "Ben, İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim" (Matta, 15/24) diyen îsâ. İsrail'in on iki kabilesini temsilen kendisine inananlardan on iki kişi seçmiştir. Hz. îsâ, "İnsanoğlu her şeyin yenilenmesinde izzetinin tahtına oturacağı zaman siz ki benim ar-dımca gelenlersiniz, siz de İsrail'in on iki sıbtına hükmederek on iki taht üzerinde oturacaksınız" (Matta, 19/28; Luka, 22/30) diyerek bu alâkayı ifade etmiştir.
Havarilerle ilgili çeşitli listelerde Simun Petrus daima ilk sırayı almaktadır. Simun Hz. îsâ'ya ilk inanan havaridir. îsâ, Hz. Yahya tarafından vaftiz edildikten ve şeytan karşısında denenip tebliğine başladıktan sonra Galile denizinin yanında gezerken Petrus denilen Simun ile kardeşi Andreas'ı denize ağ atarken görmüş, onlara, "Ardımca gelin; sizi insan avcıları yapacağım" demiş, onlar da ağlarını bırakıp onu takip etmişlerdir. Az sonra ağ onarırlarken gördüğü Zebedi'nin oğlu Ya'-kûb ile kardeşi Yuhanna'yı çağırmış, onlar da hemen kayığı ve babalarını bırakıp îsâ'nın peşinden gitmişlerdir (Matta, 4/ 17-22). Yeni Ahid'deki havari listelerinde Petrustan sonra gelen ve hepsinde ortak olan üç kişi bunlardır. Zebedi'nin oğlu ve Ya'küb'un kardeşi olan Yuhanna İncil yazarıdır. Hz. îsâ onu ve kardeşini havari olarak seçtikten sonra onlara "gök gürlemesi oğullan" anlamında "boaner-ces (boanerges)" lakabını vermiştir (Mar-kos, 3/17). Hz. îsâ tarafından Yaİrus'un kızının diriltilmesi sırasında olayı takip etmelerine izin verilen üç kişiden biri olan Yuhanna (Markos, 5/37; Luka, 8/51) îsâ'nın her zamankinden farklı bir görünüme bürünerek yüzünün güneş gibi parlaması, esvabının ışık gibi aydınlanması hadisesine de (transfiguration) şahit olmuştur (Matta, 17/1). Hz. îsâ çarmıha gerildiğinde Yuhanna oradaydı. îsâ çarmı-
ha gerilmeden önce annesini ona emanet etti. Sâmiriye'de İncil'i tebliğ eden Yuhanna hayatının son dönemlerini Efes'te geçirmiştir. Filipus ise Andreas ve Pet-rus'un şehri olan Beytsayda'dan idi. Hz. îsâ onu Beytanya'da bulup arkasından gelmesini söylemiş (Yuhanna, 1/43-44), daha sonra da havari olarak seçmiştir. Bartolomeus hakkında havariler arasında zikredilmesinin dışında bilgi yoktur.
Tomas adlı havariye Grekçe'de Didi-mos da denilmektedir. Hz. îsâ. daha önce taşlanarak çıkarıldığı Yahudiye'ye tekrar gitmek isteyince Tomas arkadaşlarına, "Biz de onunla Ölmek için gidelim" demiştir (Yuhanna, 11/16). Hz. îsâ havarilere gerçekleri öğretirken Tomas, "Yâ Rab, nereye gidiyorsun bilmiyoruz, yolu nasıl biliriz?" diye sormuş. îsâ da, "Yol ve hakikat ve hayat benim" karşılığını vermiştir (Yuhanna, 14/5-6). Hz. îsâ yeniden dirildikten sonra havarilerin yanına geldiğinde Tomas orada değildi. îsâ'nın di-rildiğini söylediklerinde önce inanmadı (Yuhanna, 20/24-29). Hıristiyan geleneğine göre Tomas Persler'e İncil'i tebliğ etmiş ve orada ölmüştür. Diğer bazı rivayetlere göre ise Hindistan'da Hıristiyanlığı yaymış ve orada şehid edilmiştir.
Romalılar'ın emrinde gümrük memuru olarak görev yapan yahudi asıllı Matta Kefernahum da Hz. îsâ tarafından davet edilmiş, o da görevini bırakarak onun ardınca gitmiştir (Matta, 9/9; Markos, 2/ 14; Luka, 5/27). Daha sonra îsâ Matta'yı on iki havariden biri olarak seçmiştir. Markos (2/14) ve Luka (5/27) İncilleri'nde Matta, Alfeus'un oğlu Levi olarak geçmektedir. Kendi adıyla anılan İncirin yazarı olan Matta geleneğe göre yahudile-re İncil'i tebliğ etmiştir. Alfeus'un oğlu Ya'küb'la ilgili Yeni Ahid'de fazla bilgi yoktur. Sadece boyunun kısalığı sebebiyle kendisine "Küçük Ya'kûb" denildiği ifade edilmektedir (Markos, 15/40). Taddeus ve Gayyur Simun ile ilgili olarak onların havari oluşlarının dışında herhangi bir bilgi yoktur.
Yahuda İskariyot İnciller'e göre havarilerin on ikincisidir ve Hz. îsâ'ya ihanet ederek onu 30 gümüş karşılığında yahu-dilere yakalatmış, ancak daha sonra yaptığına pişman olup intihar etmiştir (Matta, 26/14-16; 27/3-5). Yahuda İskariyot'-tan boşalan yere diğerleri tarafından kura sonucu Mattias seçilmiştir (Resullerin İşleri, 1/23-26).
Genellikle İnciller havarilerden Petrus, Büyük Ya'küb ve Yuhanna'ya özel bir
önem verir ve onlara atıflarda bulunur; çünkü onlar daima Hz. îsâ'ya refakat etmişlerdir. Bunlardan Petrus İsa'nın yanında müstesna bir yere sahiptir. Hz. îsâ. "Sen Petrus'sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım ve Ölüler diyarının kapıları onu yenmeyecektir. Göklerin me-lekûtunun anahtarlarını sana vereceğim; yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde bağlanmış olur ve yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde çözülmüş olur" (Matta, 16/18-19) diyerek onun bu üstünlüğünü ifade etmiştir. Yahuda İskariyot. Hz. îsâ'nın bulunduğu yeri yahu-dilere bildirerek ona ihanet ettiği için azizler arasında yer almamaktadır. îsâ'-nın göğe çekilmesinden sonra havarilerin idaresi Petrus'a geçmiştir. On iki havarinin dışında Pavlus kendisini havari ilân etmiş ve yahudi menşeli olmayan hı-ristiyanlar onu, Musevî-hıristiyan geleneği ise Barnaba'yı havari saymıştır.
İnciller'e göre havariler, vaftiz oluşundan çarmıha gerilişine kadar daima Hz. îsâ ile beraber olmuş, onun hizmetinde bulunmuşlardır (Matta, 26/17-19; Luka, 9/52; Yuhanna, 4/8). îsâ onları vazettiği İncil'e ve ölüler arasından dirilmesine şahit olmaları için seçmiş, onların eğitimiyle bizzat meşgul olmuştur. Ancak ağır işlerde çalışan, en azından dördü balıkçı olan. ayrıca vergi tahsildarı Matta'nın dışında hiçbiri okuma yazma bilmeyen havariler Hz. îsâ'nın anlattıklarını dinliyor, fakat çoğunlukla anlamıyorlardı. Bu sebeple îsâ, anlattıklarını tekrar etmek ve yeni açıklamalar yapmak durumunda kalıyordu. Bununla birlikte tebliğ faaliyeti süresince onunla beraber olan havariler Hz. îsâ'dan mucizeler gösterme yetkisi almışlardı (Markos, 3/15). Tann'nın me-lekûtunun anahtarları onlara verilmişti (Matta, 18/18; 19/28). Onlar hastaları iyileştiriyor, insanları kötü ruhlardan koruyorlardı (Matta, 10/1-8-, Luka, 6/13). Bunun içindir ki Hıristiyan ilahiyatı havarilerden sitayişle söz etmekte, ağır ve yorucu bir zühd ve riyazet hayatı yaşadıklarını belirtmektedir. Havarilerin "selâmet sırrına ermeleri, güçlüklere katlanan ruhlar olmaları", ancak sabır gerektiren zorlu bir eğitimden sonra gerçekleşmiştir. Bütün bunların yanında havarilerin zaafları da vardır. Hz. îsâ yakalanıp tutuklanacağı gece havarilerine, "Bu gece hepiniz benden ötürü sürçeceksiniz" der (Matta, 26/31). Petrus. "Hepsi senden ötürü sürçse de ben hiç sürçmem" deyince Hz. îsâ şu sözleri söyler: "Doğrusu sana derim: Bu gece horoz öt-
meden önce sen beni üç kere İnkâr edeceksin" (Matta, 26/33-35). îsâyine o gece dua ederken havarilerinin de dua etmesini ister; fakat onlar uyurlar (Matta, 26/ 36-45). Hz. îsâyahudiler tarafından yakalanınca havarilerin hepsi kaçar; Petrus da aynı gece üç defa îsâ'yı tanımadığını söyler (Matta, 26/56, 69-75).
İnciller'e göre Hz. îsâ, yeniden dirildik-ten sonra Mecdelli Meryem'e ve başkalarına görünerek kendisinin dirildiğini bildirir; onlar da havarilere haber verirler, fakat havariler inanmazlar. îsâ onları İmansızlıkları ve yürek katılıkları sebebiyle ayıplar (Markos, 16/9-14; Luka, 24/ 8-40). Yine de onlara rûhulkudüsü ve, "Kimlerin günahlarını bağışlarsanız günahları bağışlanmış olur ve kimlerinkini alıkorsanız alıkonmuş olur" diyerek bağışlama yetkisini verir (Yuhanna, 20/22-23).
Hz. îsâ'nın semaya urûcundan on gün sonraya rastlayan Pentikost günü (Fısıh bayramından elli gün sonra kutlanan bayram) havariler rûhulkudüsle dolar ve her biri. büyük bir şevk ve heyecan içinde çeşitli milletlerin dillerini konuşup anlar hale gelir (Resullerin İşleri, 2/1-4). Daha sonra Kudüste ilk hıristiyan cemaatini oluşturan havariler dört bir tarafa dağılarak yeni dini yaymaya başlarlar.
Daha ilk dönemlerden itibaren katakomplarda ve hıristiyan lahitlerinde havarilerin tasvirleri yapılmış, onlar, ayaklara kadar inen uzun elbiseleri ve üzerlerindeki atkılarla tasvir edilmiştir. Batı'da ilk sekiz asrın âbidelerinde havariler. Hz.
Dostları ilə paylaş: |