Hazar ötesi Türkmenler arasında


Andan ahvel ağrısa doğru nazarlar ağrımaz



Yüklə 236,64 Kb.
səhifə2/3
tarix03.05.2018
ölçüsü236,64 Kb.
#49995
növüYazı
1   2   3

Andan ahvel ağrısa doğru nazarlar ağrımaz


Zâhidin efsânesinden soydular nâ-hak beni

Hak bilir senden şehâ açık basarlar ağrımaz

Hak şarâbın için aşık yüreği sindân olur

Bin çekiç sindâna ursân zerre sindân ağrımaz

Zâhidih bir parmagın kessen döner Haktan kaçar

Gör bu gerçek âşıkı ser-pâ soyarlar ağrımaz

Soyun el sellâh-ı mırdârlar Nesimi’nin tenin

Bunca nâ-merdi görün bir er kınarlar ağrımaz

ŞAH HATAİ

İran toprakları üzerinde Erdebil tekkesi vardır. Bu tekke Şeyh Safiyettin tarafından kurulmuş bir Alevi tekkesidir. İran, Azerbaycan ve Anadolu topraklarında bir tekkeden koskocaman bir imparatorluğa dönüşen Safavi hanedanlığı kurulmuştur. Bu dönemde Tebriz Başkentli Karakoyunlular, Diyarbakır başkentli Akkoyunlar, İstanbul başkentli Osmanlı devletleri vardır. Bir de Tebriz yakınlarında Erdebil tekkesi mevcuttur. Şeyh Safiyettin'in torunu Cüneyt siyasete meyillidir. Devlet kurma peşindedir.

Anadolu Erdebillilerin Anadolu’daki temsilcileri, Aksaraylı Ebu Hamid Hamideddin (ölm. 1412) ve Hacı Bayram Veli'dir (ölm. 1430). Ekincilikte imeceyi getiren, ürünü eşit bölüştüren, Ahilerce çiftçi piri sayılan ve on iki dilimli kızıl tac giyen Hacı Bayram müritlerinin çoğalması, Osmanlı sarayını ürkütmüştü. Zincirlenerek Edirne'ye götürülmüş, ancak hakkındaki dedikodular asılsız çıkınca, 2. Murat kendisine özgürlüğünü vermişti. Hacı Bayram'ın bu olaylardan sonra tacındaki on iki dilimi altı dilime indirdiğini, kızıl rengi de ak çuhaya çevirdiğini biliyoruz. Osmanlıların Fatih ve 2. Bayezid dönemlerinde Erdebil olayının kimi etkilenmelerini Anadolu'da görmek mümkündür. Anadolu harmanı onların rüzgârıyla bin yıldır savruluyor, ateşi hiç mi hiç sönmedi, sönmeyecek gibi. O, Şeyh Safi’nin altıncı kuşak torunudur.18

Şeyh Cüneyt önce Anadolu'yu dolaşarak müritlerini ziyaret eder. Güney Anadolu'dan canik dağlarını aşarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'la buluşur. Onun kız kardeşiyle evlenerek gücüne güç katar. Oğlu Haydar da babasının izinden yürür. Cüneyt'in yetenekli birkaç oğlu olmasına karşın Erdebil postunu oğlu Haydar'a verir. Çünkü Cüneyt'in kafasında bir devlet kurmak vardır.

Şeyh Haydar savaşlarda başarılar sağlar. Ancak bir süre sonra Karakoyunlular tarafından öldürülen Haydar'ın yerine oğullarından Yar Ali posta geçer. Yar Ali de babası gibi Karakoyunlular tarafından bir savaş esnasında öldürülünce talipleri çocuk yaştaki İsmail'i kaçırıp saklarlar. Ona iyi bir eğitim verirler. Daha sonra koşulların elvermesiyle 11 Yaşındaki İsmail Anadolu'daki talipleriyle Erzincan'da toplanarak büyük bir güçle Tebriz üzerine yürür. Tebriz'i alarak burada Türkmenlerin öncülüğünde ilk Kızılbaş Alevi devletini kurar. Devletin İsmini de dip dedesi olan Safiyettin den dolayı Safavi devletini kurar. Tarih 1501’dir. O tarihten sonra bütün Orta Asya devletlerini himayesi altına alarak büyük bir güce dönüşür. Büyük bir gücün sahibi olarak Osmanlı devletiyle 1514’de Çaldıran savaşında Selim'e yenilerek inzivaya çekilir.

Tebriz'e gelip taç giydiğinde (1502), babasının öcünü almış, Baku'yu zapt etmiş, Nehcivan'da Elvend Bey'i yenmiştir. Şah İsmail'in bundan sonraki yaşamı Şiiliği yaymak, Safevi devletinin sınırlarını genişletmek için yaptığı savaşlarla geçer. Devletin sınırları genişleyip Şiilik Anadolu'ya doğru hızla yayılınca Osmanlı'larla çatışır. Sonunda Çaldıran savaşında Yavuz'a yenilir (1514) tahtını ve karısını bırakarak savaş alanından yaralı olarak kaçar. Bu yenilgiden sonra Tebriz'e döndüyse de eski gücünü yitirdiği gibi uğradığı ruhsal çöküntüyle de kendisini şaraba verir. Oğlu Tahmasb'ı yerine atabey olarak bırakır, her yılını ayrı bir kentte geçirerek yaşamını tamamlar. Azerbaycan’da 1524’de ölür. Cenazesi Erdebil'e götürülür.12 yaşından 27 yaşına kadar geçen 15 yıl içinde devlet kurmuş, muharebeler yönetmiş, zafer üstüne zaferler kazanmış olan bu dahi genç adam, zeki, yetenekli, şair, mağrur ve yeri gelince öz annesini öldürtecek kadar zalim bir adamdı, çok yönlü bir kişiliği vardı. Ona dair ilk bilgiyi öz oğlu ve kendisi de şair olan Sam Mirza (1517-1567) vermiştir19

İşte bu kadar gücün sahibi olarak çevresine korku salan Şah İsmail nasıl Hatai oldu?

Erdebil'de 1487 yılında doğan İsmail, babasının şeyhliği döneminde çocuk yaşta çok iyi yetiştirilmiş, şiire oldukça meraklı bir çocukken babası ve dedesinin yolundan gitmesi için İsmail döneminin dedeleri yani pirleri tarafından onun iyi bir padişah olacağı vurgusu hep işlenmiştir. Ancak yazdığı şiirler o yaşta Nesimi ve Fuzuli etkilerini taşıyordu. Bu da gösteriyor ki, İsmail çocukluğunda bu ustaların eserlerini okumuş, hatta çoğunu ezbere bilmektedir. Hece ve aruzla şiirler yazar. Ancak hece ile yazdığı şiirler Anadolu Türkmen'ini oldukça etkilemiştir. Öyle ki Anadolu insanına öylesine sıcak gelen Hatai şiirleri herkes tarafından ezbere bilinmektedir.

İsmail'in Hatai mahlasını almayla ilgili çeşitli söylentiler olmakla beraber usa en yakın söylence şöyledir: Şah İsmail Bağdat'ı alınca ilk işi Kerbela'da İmam Hüseyin'in türbesini ziyaret edince usuna Kerbela olayında şehit düşen Hud'un kabrini ziyaret eder. Kabrin yerini değiştirmek ister. Bunun üzerine kabri açarlar. Hud yaralandığında Hz Hüseyin mendilini sararak Hud’un kanamasını durdurmuştur. İmam'ın koyduğu mendili kaldırdıklarında Hud'un yarasından kan akmaya başlayınca İsmail " hata yaptım" diyerek yatırı yerini değiştirmez. İsmail'in bu hatadan dolayı Hatai mahlasını kullanmaya başlar.20

Bir başka İran kaynağı da Hatai mahlasını nasıl aldığını şu sözlerle anlatır: “Şah İsmail kendisini Hatay Türklerine ya Hatay güzellerine ilgilendirmek için bu mahlası seçmiştir.21 Hatta şu şiirle de bunu destekler.

Ey Hatai şu huten türkü saçının şemsesi

Nefeye sehraya saldı belki möşki emberi

Ve ya aldın şikeste gönlünü miskin hatainin

Sadettin Nüzhet, onun şiirlerini dörde ayırıyor: a) Tasavvufi düşüncelerini içerenler, b)Aleviliği dile getirenler, c)Hurufiliğin ilkelerini yansıtanlar, d) Âşıkane olanlar. Aruzla yazdığı şiirlerinin ise daha çok tasavvufi olduğu görülür. Bu şiirlerinde kullandığı Türkçe dil klasik halk şiir dilidir. “Biri ipek sarar, biri baldadır.“Zira o, çok derin bir kültürün üzerinde oya ve süsleme yapmaktadır. Tasavvufun derin uçurumlarında savrularak akan bir çağlayandır o.

Hece ölçüsüyle koşma ve semai biçiminde yazdığı nefesler ise Yunus'un izlerini taşır. Ama Hatayi'nin kendine özgü bir şiir yolu oluşturduğu da belirtilmelidir. Söyleyişler salt Türkçenin uyumuna göredir. Türkçe'nin bayraktarlarından biridir. Varlık Birliğinin, Vahdet-vücut ve Vahdet-i Şuhûd’ un tüm lâbirentinde gezen mistik bir şiir mimarıdır o. Şiir devidir.22

Hatayi inancının ozanıdır. Şiirlerinde anlam derinliği ağır basar. O düşünceyle duyguyu birleştirerek yoğurur, yeni bir şiir özü geliştirir.

Muhabbet bağının bağbanı, aşk harmanlarını savuran lirik bir aşk çiftçisidir o. Türkçeyi bayraklaştıran dil ustasıdır.23

Şah İsmail'in şairliğiyle ilgili farklı kişilerden farklı yorumlar yapılmaktadır. Bununla ilgili İranlı bir araştırmacının şu sözleri anlamlıdır. " Şah İsmail'in siyası şahıslardan daha artık edebi etkisidir. 16.yy ın büyük ozanlarından sayılırdı. Onun kalemindeki etkisi kılıcın etkisinden daha artıkmış, o büyük sofi ve Şiizm şairidir ki şiirlerindeki hayal ile ilgili güzel şekiller aruz musikisi, ehlibeyt muhabbeti, doğal güzellikler, aşk hakikat itikatla ilgili meseleler ve insani seciyeler görülür.24

Hatai şiirlerinde Hafız Şirazi, Hakaniye Şirvasni, Nizami Genceli ve Nesimi kitaplarını okuyup onlardan oldukça etkilendiğini aynı yazarlar bildiriyor. Hatai şiirlerini Türkçe yazdığı gibi Farsça şiirler de yazmıştır.

PİR SULTAN ABDAL

Pir Sultan Abdal, adı Anadolu Alevi- Bektaşilerin dillinde ve gönlünde saygın ve sevgiye dayalı bir kişiliktir. Kimi zaman bir başkaldırı önderi, kimi zaman sarsılmaz bir inanç abidesidir. Ozanlık geleneği içerisinde farklı bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. O'nun yaşamı mitolojik yanları da olsa, adı düzene başkaldıran bir kahraman olarak günümüze ulaşmıştır. Tarihi kaynaklar bu ozandan çok söz etmemesine karşın Pir Sultan Abdal adıyla bulunan şiirlerin dokusunda ozan hakkında oldukça geniş bilgi vermektedir. Biz bulunan şiirler içerisinde bir tarih görmekteyiz. O'nun yaşadığı yüz yıl ve adıyla birlikte anılan bazı şahsiyetler ozanın yazılı olmayan yaşamını sergilemektedir.

Ozanımızın yaşadığı çağ 16. Yüzyıldır. Kanuni Sultan Süleyman, Sarı Selim ve Tahmasap dönemleridir. Araştırmacılar farklı zamanlar verseler de yüz yıl olarak 16. Yüzyılda buluşmaktalar.

16.YY da Avrupa Kilisenin tesirinden yavaş yavaş sıyrılıp aklın egemenliğinde olan biteni açıklarken, yeni bir çağa doğru ilerlerken, Nerdeyse dünyanın dörtte birine sahip olan Osmanlı devleti, büyümenin doruğundadır. Güçlü bir yapıda olmasına karşı yeniliklerden tümüyle uzak, dini taassubun tesirinde yaşam sürmektedir. Şeriat en katı biçimde yerleştirmeye, kurumları etkisi altına almaya devam etmektedir. Her yenilik, yeni icatlar "Gâvur icadı, dinimize aykırıdır" fetvasıyla geri çevrilmektedir. Yöre beyleri halkı soymakta, kadılar, müftüler din adına halkın varını yoğunu, emeğini, üretimine el koymakta, adeta insanları köle haline getirmekte. Devletin yaptığı her sefer, her savurganlık halkın sırtına yüklenmektedir.25

Pir Sultan Abdal 16.yy da yaşamış, ancak doğum ve ölüm tarihleri kesinlik söz konusu değildir. O salt bir ozan olarak kalmamış, şiirleriyle düzene baş kaldıran bir şahsiyet olarak sıyrılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında araştırmacılar Pir Sultan Abdal şiirlerini ortaya çıkartmış, ancak bazı kesimler Pir Sultan Abdal'ın şiirlerindeki sanatsal güzellikleri görmezlikten gelip daha ziyade onun başkaldırı yönünü öne çıkartmışlardır.

Bir araştırmacı Pir Sultan Abdal'ı şöyle tanımlıyor " Anadolu halkının bağrında açmış bir kızıl güldür Pir Sultan Abdal. Kişiliği, özü, sözü halka öyle içten içe kaynaşmış ki, nerede halkın dile geldiğini kestiremezsiniz."26

Yoksul Anadolu halkının gönlüne taht kuran Pir Sultan Abdal üzerine ilk 1928 yılında yayımlanan Hayat mecmuasının 64. sayısının ek olarak "Açılın kapılar şaha gidelim "Katip ahvalimi Şah'a böyle yaz" dizileriyle biten iki deyişini bu eke konmuştur27

Daha sonra Saadettin Nüshet Pir Sultan Abdal'la ilgili bir kitap yayımlar. Nüzhet bu esere Pir Sultan Abdal'a ait 105 şiir koymuştur. Halk biliminin büyük araştırmacıları peş peşe Pir Sultan kitapları yayımlayarak bu büyük ozanı Türk halkına tanıtmada büyük emek vermişlerdir. Abdulbaki Gölpınarlı ile Pertev Naili Boratav'ın ortak çalışması ilgiyle karşılanmış, ardından Cahit Öztelli, Mehmet Bayrak, Asım Bezirci Pir Sultan Abdal adıyla kitaplar yayımlamışlardır. Ancak İbrahim Aslanoğlu, Asım Bezirci Pir Sultanların farklı kişiler olduğunu ve bir çok pir sultanın mevcut olduğundan söz ederler.

Pir Sultan Abdal’ın yaşamını anlatırken ona iki yönüyle yaklaşmalıyız. İlkin şiirlerinin dizelerinde kendi yaşamını, adını, soyunu ve nereden geldiğini, yaşadığı yerleri anlatan bölümler ki, bu ozanımızın gerçeğidir.

İkinci olarak ise halkın dillinde efsaneleşmiş, adeta kutsiyet yüklenilmiş olan bir Pir Sultan Abdal. Bu efsaneler her ne kadar gerçeği anlatmazsa da ozanla ilgili pek çok ipuçları vermektedir.

Asıl adı Haydar olan ozan Pir Sultan Abdal adını alışı halkın dilinden şöyle aktarılır. :

“Haydar yedi yaşına geldiğinde babası koyunları yaylıma götürmesini ister. Yıldız dağı eteklerinde koyunları otlatmaya başlar. Yorulunca bir taşın üzerinde uyuklar. Düşünde bir ışık parlar. Aksakallı bir ihtiyar gelir. Bir elinde dolu, bir elinde elma vardır. Haydar’a doluyu uzatıp içmesini söyler, Haydar itiraz etmeden doluyu içer. Doluyu içince alevi bütün vücudunu sarmaya başlar. Aksakallı elini uzatınca, Haydar’ın gözlerini bir parlaklık sarar, ihtiyarın avucunun içinde yeşil bir ben vardır. Haydar’ın başı döner. Bu zat her zaman düşlediği ve görmeyi dilediği Hacı Bektaş’tır. Haydar kalkıp Pir’in eline ayağına sarılır. Hünkâr, “bundan böyle senin adın Pir Sultan olsun ünün, adın dört bir yana yayılsın, sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelmesin” deyip gabya karışır.

Akşam Haydar eve dönmeyince köylüleri bir telaş alır, aramaya başlarlar. O'nu bir kayanın üzerinde uyur halde görürler. Ancak Haydar farklı bir kişiliğe dönüşmüştür. Uyanır uyanmaz birden kendini kaptırır ve ilk sözler ağzından şu şekilde dökülür.

Pir elinden dolu içtim

Doğdum elinize düştüm

Ak cenneti gördüm geçtim

Hünkâr Hacı Bektaş Veli.

Pirim bana ismim bağışladı

Deftere yazıldım bir gün içinde

On iki kapılı şehre uğradım

Yedi derya geçtim bir dün içinde

O günden sonra bir divane gibi dolaşmaya başlar. İçinden geldiği gibi söylemeye başlar,.28

Pir Sultan Abdal kişiliğinde bütün bu öğeleri birleştirmiş bir ozan, bir dede, bir kahramandır.

İnandığı düşüncenin ödün vermez bir öncüdür Pir Sultan Abdal.29

Kaynağını Yunus’ta bulan, oradan coşup akan, köpürüp coşan Alevi-Bektaşi edebiyatının en lirik şairi, şüphe yok ki Pir sultandır.30

Pir Sultan Abdal bu koşullarda yerel yöneticilere şiirleriyle başkaldırmıştır.

Ancak, şunu unutmamalıyız ki, Pir Sultan Abdal elinde sazı, dilinde sözü ile isyandan isyana koşan bir ozan değildir.

O bir ocak zade, bir seyittir. Ocağının başında taliplerini eğiten, onlara yol gösteren dini bir önderdir. O pirdir, mürşittir.

Pir Sultan Abdal'ın eserini en güzel açıklayacak sözcük imecedir. Onun şiiri el ele verip de çektiği halay gibi, ektiği ekin gibi, biçtiği ekin gibi imece ile dokunmuş bir halk kumaşıdır.31

Pir Sultan Abdal Bir Yol Ehlidir.

Alevi- Bektaşi düşüncesinde yol her şeyden uludur. Yolun ululuğu büyüklüğü, gücü, inanım yeteneği bir Alevi için tersinin düşünülemeyeceği bir bağlılıktır. Bu düşüncede inanç her şeyin önündedir. Yol bir inanç sistemidir. Yolun bir kuramcısı, bir öncüsü vardir. Alevi- Bektaşi inancındaki dört kapıyı geçip pişmek, müritler nazarında en yüksek bilgiye, erdeme, davranışa, dinlenirliğe, inanırlığa, kutsiyete sahip olmak demektir. Yol kıldan incedir geçilmesi zordur. Yola girmekte öyledir. Yolda düzgün durmak, yolun kurallarından sapmamak gerekir.

İşte Pir Sultan Abdal bir yolun başıdır. Yolun erliğinden kâmil insan sıfatını kazanmış bir kişiliğe sahiptir.

O nedenle Pir Sultan Abdal her şeyden önce bir ocak mürşidi, dedesidir. Pir Sultan Abdal, her ne kadar Türkçenin en güçlü, en anlaşılır, en yalın şiirlerini yazmıştır. O, şiirleriyle dönemin yöneticilerine, kadılarına, mollalarına, paşalarına, boyun eğmeden başkaldırmıştır. O, bir ocak zadedir, bir ocak piridir. Pir Sultan Abdal ocağında yüzlerce mürit yetişmiştir. Hatta onu dar ağacına gönderen Hınzır paşanın da onun ocağında yetişip Sivas'a vali olarak döndüğü söylencelerde dile getirilmektedir.

KUL HİMMET

Kul Himmet 16.yy ın büyük ozanlarından biridir. Alevi-Bektaşi geleneğinde Pir Sultan Abdal'dan sonra en çok tanınan ozandır. Kul Himmet ve Pir Sultan Abdal yakın dost ve arkadaştırlar. Bazı kaynaklar onların musahip olduklarını dahi yazar. Asıl adı Hüseyin olan Kul Himmet'in doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak Tokat'ın Almus ilçesine bağlı Varsıl (bugünkü adı Görümlü) köyünde hakka yürüdüğü ve o köyde sırlandığı biliniyor. Bugün için onun torunları o tekkede dedelik yapmaya devam etmektedirler.

Kul Himmet, genel kanıya (kabul edilişe göre) Pir Sultan Abdal'ı öncü ve pir olarak görmüş, ona bağlanmıştır. Yaşadıkları sürece Pir Sultan'ın hep yanında bulunmuş, ona her türlü desteği vermiştir. Pir Sultan Abdal Sivas ‘da Hızır Paşa tarafından idam edilince bir süre ortalıktan çekilmişse de bilahare onun kavgasını sürdürmüş ve onun yolundan ayrılmamıştır. Bir süre Hacı Bektaş dergâhında bulunmuş ve bulunduğu sürede burada hizmetler yürütmüştür.

Şiirlerinin incelendiğinde Kul Himmet'in iyi bir öğrenim gördüğünü anlamaktayız. Bu kültür ve eğitimin medrese eğitimi olmadığı hemen göze çarpmaktadır. Bu kültür tekke ve halk kültürüdür32

Kul Himmet kendi çağı içerisinde tekke ve tarikat öğrenim ve kültürünün verebileceği değerleri en geniş biçimde almış bir ozan olarak karşımıza çıkmaktadır. Dili çok sade olmakta birlikte şiirlerinde tasavvuf ve tarikat terimlerini iyi kullanmaktadır. İslam ve Tasavvuf tarihini de bildiğini gösteren şiirleri, kültürünün genişlediğine iyi bir tanıktır. Pir Sultan Abdal'ın müridi olmasına karşın bu kültür ve bilgiyi kaynak olarak büyük ustasına bağlamak gerekir.33

Kul Himmet, tasavvuf bilgisi, batıni yorumu ve güçlü vurgulamalarıyla çok önemli bir ozandır. Alevilik öğretisini şiirlerinde yoğun bir şekilde işlemiştir. Alevi-Bektaşi öğretisinin Tanrı-İnsan anlayışına, şiirlerinde geniş bir şekilde yer vermiştir. Şiirlerini yalnız tasavvuf inancı üzerine oturtmamış, farklı konularda da ürünler vermiştir. Dile getirdiği şiirler Halk tarafından çok beğenilmiş birçok şiiri ağızdan ğza türkü formunda seslendirilmiştir. Kendisinden sonra gelen ozan ve sanatçılar tarafından birçok şiiri müzik eşliğinde okunmuştur. Alevi-Bektaşi müziğinde deyiş olarak cemlerde, sohbetlerde, seslendirilmektedir.

Kul Himmet’e göre Tanrı insan suretinde kendinin açığa vurmuştur. Hz. Ali Tanrı’nın suretini temsil eden insandır. Diğer bir anlamda ozana göre, Tanrı Hz Ali tanrının suretini taşıyan bir ulu insandır. Tanrısal görüntü Hz. Ali' de açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Hz. Ali en olgun ve en yetkin insandır. Bilgili, yiğit, paylaşımcı, adaletli ve dayanışmacı yanıyla tanrısal özellikleri yansıtan bir insandır.34

Dilinin o kadar sade olması karşısında tasavvuf terimlerini çok iyi kullanmıştır.

Kul Himmet hakkında çok fazla kaynak yoktur. Şairle ilgili bilgileri şiirlerini inceleyerek ulaşmak kısmen mümkündür. Toplumda barışı insan ilişkilerini düzenli ve güven üzerine oturtulmasını, insanların eğitilip olgunlaşmasını savunmuştur. Şiirlerine göre Kul Himmet Alevi-Bektaşi inancı nedeniyle sürgünler yaşamış, zindanlara atılmıştır.35

Kul Himmet şiirlerinde Faziletname'de geçen Ali'nin erdem ve kerametlerinden yarattığı destanlar ve şiirlerin pek çoğu günümüze gelmiştir. Ali'yi anlattığı nefesinde ise Kul Himmet Virani'nin Faziletnamesi'nin bir özetini yapmıştır.

Kul Himmet, henüz hayatta iken büyük üne kavuşan halkın beğenisi yüz yıllar boyu artarak devam eden nadir şairlerden biridir. 17.yy da yazılan Menakıbü'l Esrar Behcetül Ahrar adındaki kitapta Hatai ve Pir Sultan'la birlikte onun da birkaç şiirinin alınması Erdebil Tekkesi müritleri arasında da tanınıp takdir edildiğini gösterir.36

Bu inanca göre; Kul Himmet Tokat civarında yaşamaktadır. Ve İran'da Şah Tahmasap iktidardadır. Hatta 1.Şah Abbas döneminde de Kul Himmet yaşamaktadır. Anadolu'da sürekli Celali İsyanları hüküm sürmektedir. Halk sürekli yoksullaşmakta, ürettikleri vergi olarak elinden yöre beylerince alınmakta, halka sürekli baskı yapılmaktadır. Kul Himmet piri Pir Sultan gibi halkın çektiklerini yüksek sesle Hz. Ali'ye şikâyet etmektedir. Şiirlerinde geçen Şah kelimesinden dolayı da gözetim altında tutulmakta, zindanlara atılmaktadır. Oysa şiirlerinde geçen Şah, sadece Hz. Ali'yi anlatmaktadır. Buradaki Şah, doğruluğu, güzelliği, hak ve adaleti anlatmaktadır.

Kul Himmet'in şiirleri Alevi Bektaşi cemlerinde zakirler tarafından saz eşliğinde söylenmektedir. Araştırmacı yazar Nurullah Çetin Kul Himmet'in yaratıcılığını şu sözlerle anlatmaktadır. " şiir dili, şairin sanatkârca bir görüşle, kendine özgü bir biçimde tamimiyle şahsi tasarruflarıyla ürettiği bir dildir"37

Kul Himmet şiirlerini halkın en yalın biçimde anlayacağı biçimde yazmıştır. O'nun dili halkın dili, halkın söylemidir. Tarikat kurallarını en yalın bir biçimde halka indirgemiştir.



YEMİNİ

Adı Fazlı oğlu Mehmet(Muhammed) Yemini olarak bilinirse de; asıl adı, gerçek kimliği, kişiliği, doğum-ölüm tarihleri, soyu, eserleri hakkında yeterli bilgi ve belgeler bulunmamaktadır. Ancak, Alevi/Bektaşi geleneğinde “Yedi Ulular” olarak bilinen Fuzuli, Hatayi, Virani, Pir Sultan, Nesimi, Kul Himmet gibi saygın şairler arasında yer alan Yemini, on altıncı yüzyılda yaşamış olduğu düşünülmektedir. Ömrünü Tuna ırmağı yörelerinde geçirmiş olduğu, Betova’da büyük bir dergâhı olan, Bektaşi erenlerinden olan Akyazılı Sultan’ın müritlerinden olduğu kabul edilmektedir. Tezkireler, bu şairden hiç söz etmez. Ancak, Demir Baba Vilâyetnâmesinde adı (Hafız Kelâm Yemini) olarak geçer ki, bundan onun Kuran-ı Kerim’i hatmettiği anlaşılmaktadır. Şiirlerinde koyu Alevi/Bektaşi inancını işler. On iki imamlara bağlılığını dile getirir. Özellikle de, Hazreti Ali’yi metheder. Hz. Ali’ye sevgisi o derece ileridir ki, O’na Tanrı sıfatları yakıştırır. Bedri Noyan, onun Hz. Ali’nin yüceliklerini, biraz da aşırı bir üslupla anlattığı Faziletnâme’sini 1325/1909 tarihlerinde baskıya hazırlayan Ali Haydar ve Ahmet Hızır adlı şahıslar kitabın önsözünde onun “Hacı Bektaş Veli âstânesi halifelerinden Eğribozlu Tosun Baba oğlu Mehmet Yemini” olduğunu yazdıklarını belirtir. Ayrıca Bektaşi kaynaklarında, Akyazılı Sultan halifesi olduğuna ilişkin kayıtlar olduğunu, Manastır’da şehit edildiğini belirtirler38. Muhtar Yahya Dağlı ise, Yemini ile birlikte Ciğer Baba, Kirhor Baba, Hasan Baba, Çetin Halil Baba, Üç Şeyhler, Bayraklı Baba ile iki arkadaşı, karısı ve çocuğu ile Ermiş Dede’nin de bu şekilde şehit edilmiş olduklarını39, katillerin sonradan onlara türbeler yaptırarak ziyaret ettiklerini yazar. Faziletname’de, Yemini’nin öz geçmişi hakkın da verilen bilgiye göre, “İsmi Hâfız oğlu Derviş Mehmet’tir. 940/1533 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman hazretlerinin zaman-ı saltanatlarında Manastır’da şehiden terk-i âlem-i fâni olmuştur. Sultan-ı müşârünileyhin sûret-i şehâdetleri hakkında hiçbir malûmata zaferyap (sahip) olunmamıştır. Kabri Manastır’ın aşağı cihetinde ve Türbe civarında ve şimdiki Sen Nedelâ nam-ı diğer İsfet-i Nedelâ denilen kilisenin cenâbında Nûmune Çiftliğinin bir tarlası içinde olup teberrük ve ziyaret olunmaktadır” hâl tercümesi notu taşıdığı, kitabı Aralık 1318-1320/1900 tarihinde Derviş Mustafa Sebati tarafından yazıldığı, notun altında “Manastır Tarihçesi müellifi Binbaşı Mehmet Tevfik” kaydının düşürülmüş olduğu, keza 7360 beyitlik Faziletnâme’yi 925 H.de Manastır’da oturmakta olduğu zaman yazdığını belirttiği anlaşılmaktadır.40 Şiirleri özellikle Alevi/Bektaşi toplumu içinde çok yaygın olan Yemini'nin, kesin olarak doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle beraber, eserlerinden ve dolaylı bilgilerden 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı sanılmaktadır.

Yeminî’nin yaşantısı hakkın da o çağlarda yazılmış teskireler de yeterli bilgi vermezler. Asıl adının Ali olduğu, Akyazılı İbrahim Dede zaviyesinde hizmet ettiği ve "Yemini" mahlasını burada iken yazdığı şiirlerinde kullandığı söylenir41. Yemini'nin şiirleri genellikle hece ölçüsü ile yazılmış olmakla beraber, bazı şiirlerinde aruz ölçüsünü de hatasız ve ustaca kullandığı görülür. Şiirlerinin toplu olarak bulunduğu bir divanı şimdiye değin ele geçmemiştir.

Gerdiş-i çarh-ı felek seyrân-ı aşk

Cümle eşya tâbi-i Fermân-ı aşk

Ayn -ü şin kaf-ı Hak vechindedir

Hüsnünü gören olur kurban-ı aşk

Dizeleriyle aşkın niteliklerini, etkinliğini, özelliğini dile getirirken Yunus Emre'nin anlayışına, düşüncelerine katılır. Arınmanın, ölümsüzlüğün ve olgunlaşmanın yolu saydığı aşk ile Tanrı'ya ulaşacağına içten inanan Yemini, aşkın delisidir, zaten şiirde söz edildiği gibi eski yazıda aşk (ayn-şin-kaf) harfleriyle yazılır. Bu onun Hurufi inancına bağlılığını gösterir.

Ali’nin hicretinden bâ’de bilgil

Dokuz yüzden dahi yiğirmi beş yıl

İkilisinin de yer aldığı ve buna göre, 1519'da yazıldığı anlaşılan ünlü "Faziletnâme" (Erdem kitabı) adındaki 7300 beyitten oluşan manzum bir eseri bulunmaktadır. Bu kitap, Hz. Muhammed ile Hz. Ali'nin doğumdan itibaren erdemlerinden, kerametlerinden, cenklerinden insan-üstü methiye şeklinde bahseder. Bu kitap Alevilerce kutsal sayılan kitaptır. Mesnevi tarzında yazılmıştır. Yeni yazıyla Emek Basımevi tarafından basılmıştır. Fakat bu baskıda birçok imlâ hataları bulunmaktadır. Bu şiirlerin bir bölümünde Hurufi temaları işlenmiştir. Yemini, Alevi ve Hurufi inancına bağlı bir ozandır. İnsan-Tanrı birliğinin harflerle açıklanabileceğine inanır. Şiirleri Bektaşilik ile ilgili yazma dergilerde dağınık halde bulunmakta olup, bazı şiirleri gazel tarzında yazılmıştır. Yemini, divan geleneğine bağlıdır. Hurufiliğe yatkın bir eğilimi vardır. Şiirlerinde Fazlullah Hurufi'nin izini sürdüğü, onun görüş ve düşüncelerinden esinlendiği anlaşılmaktadır:

Yemînî’nin, mistik gelenekle birlikte Hurûfî ve Şiî etkisinde teşekkül etmiş görünen senkretik doktrininin Kalenderî-Hayderî erkânı ile benzerliğinden hareketle bir Kalenderî şairi olduğunu söylemek mümkündür. Yemînî, yaşadığı dönemden çok sonra benzer bir senkretizme uygun olan ve XVII. yüzyıldan itibaren Kalenderî zümrelerini de içine alan Bektaşî geleneğinin, mirasını devraldığı şairlerinden biri olmuştur42 Onun hayatına dair doğrulanması mümkün görünmeyen bazı rivayetler, XVII. yüzyıl başlarında kaleme alınan aynı cemaat geleneğinin menkıbevî kayıtlarında yer almaktadır (Demir Baba Vilâyetnâmesi, tür.yer.). Yemînî’nin 940 (1533) yılında Manastır’da “şehîden” katledildiği rivayeti ise daha geç bir dönemin, bir XX. yüzyıl kaynağının başka bir bilgiyle teyit edilemeyen iddiasıdır43

Limaallah'ın makamı vech-i Fazlullah imiş

Limenil mülk'ün lisanı nutk-i Fazlullah imiş

Hz. Ali Sevgisinin Doğrudan Anlatımı: Yemînî, Hz. Ali'yi sevmek ve uğruna canı feda etmek gerektiğini söyleyerek ona olan sevgi ve bağlılığını doğrudan ifade etmiştir. Yemînî, Hz. Ali'nin Hz. Muhammed'den ayrı görülmemesini istemiş, Hz. Muhammed'i gerçekten seven kişinin Hz. Ali'yi ondan ayrı tutmayacağını söylemiştir. Hz. Muhammed ve Ali sevgisinin insanın hayatına lezzet kattığını, ikisini sevmenin dinin ve imanın temelini oluşturduğunu belirtmiştir

Seven oldur hakîkat Mustafâyı

Cüdâ bilmeye andan Murtazâyı

Hz. Ali'yi pîr olarak nitelemi, kendisini ise sevgisini sonsuz hayat kabul ettiği pîrin huzurunda samimi bir kul görmüştür. Hz. Ali'yi can ve gönülden sevdiği için ona düşman olanın kınamaktan canını hedef yapmaktan çekinmediğini, canını Hz. Ali'nin yoluna feda etmeyenin, ömrünü boş yere harcayacağını ifade etmiştir: 44

Yemini'nin ünlü Faziletname adlı şiirinin tahlilinde bu ifadeleri bulmaktayız. Aşağıya alacağımız Faziletname adlı eserin bir bölümünü aşağıya alıyoruz. Buradan da Hz.Ali ve Ehlibeyt sevgisinin ne kadar içtenlikli olduğunu göreceğiz.

VİRANİ BABA

Virani Baba’nın 16.yy. sonu ile 17.yy başlarında yaşadığını eserlerinden anlaşılmaktadır. Virani Hacı Bektaş postnişini Balım Sultan'dan el almış, ona bağlanmıştır. O tarihlerde Osmanlı devletinin başında padişah 2.Bayazıt bulunmaktadır. Aynı dönemde Safavi devletinin başında Şah Abbas bulunmaktadır. Kayıtlardan Virani'nin Şah Abbas'la görüştüğü anlaşılıyor. Virani tüm Anadolu'yu dolaştığı gibi, Balkanları da karış karış gezmiş, Bektaşi dergâhlarını ziyaret etmiş, dönemin ünlü babalarıyla da görüşmüştür. Alevi Bektaşiliğe oldukça bağlı olan Virani Irak'a Kerbela'ya kadar gitmiş, Necef'de Hz.Ali türbesinde bir süre hizmetlerde bulunmuştur. Bu geziler Virani'nin bilgi ve görgülerini artırmış, ozanın pişmesine yardımcı olmuştur. Necef'de Hz.Ali dergâhının bir süre koruyuculuğunu yaptıktan sonra tekrar Bulgaristan'a dönmüştür. Burada Deliorman bölgesinde bulunan ünlü Demir baba dergâhında yeniden feyz alarak tasavvuf konusunda derinleşmiştir.

Velayetnamesinde Viranı'nin Demir Baba ile görüşmesi şöyle anlatılır. Demir Baba'ya Arap ve Acem dillerini bilen bir zatın geldiği ve müritleriyle Rumeli'ye geçtiği ve adının da Virani olarak söylendiği bildirilir. Ancak gaflet içinde olduğu ve "kutupluk" davası güttüğü de ilave edilir. Demir Baba manevi yönden kendisinin daha üstün olduğunu göstermek ister. Demir Baba o tarihlerde yüz yirmi yaşına ulaşmış yaşlı bir zattır.45 (Üstünlüğünü nasıl gösterir, sonuçta ne olur? Viranı'nın yaşadığı dönemde Safavi devletinin başında bulunan Şah Abbas'la da görüştüğü biliniyor. Ve dolayısıyla Viranı’nın Farsçayı da çok iyi bildiği anlaşılıyor. Şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır.

Virani şiirlerinde daha çok Ali sevgisi tema edilmiştir. Hz. Ali sevgisi ve bağlılığı o denli yüksektir ki, onu Tanrının görünen yüzü olarak ifade etmektedir. Virani; Tanrı’nın tüm özelliklerinin Hz. Ali'de olduğuna inanmaktadır.

Evvel odur, ahir odur

Tayyip odur,tahir odur

Batın odur, zahir odur

Ali Ali Ali Ali.

Virani tüm tanrısal varlıkları Ali de gördüğünü ve ondan başka bir varlık tanımadığını da ifade etmektedir. Virani de her şey Ali üzerinedir.

Kudret kandilinde parlayıp duran

Muhammed Ali'nin nurudur vallah

Kıblegahımız Muhammed Mustafa

Secdegahımız Ali'ül Mürteza

Virani ile ilgili çalışmalar bölük pörçük de olsa sonuçta büyük bir risalesi gün yüzüne çıkartılmıştır. Virani hakkında ilk kez A. Rıfkı'nın “Bektaşi Sırrı” adlı eserinde söz edilmiş, daha sonra Besim Atalay’ın “Bektaşi Edebiyatı” adlı eserinde 2 şiiri yer almıştır (yayınlanmıştır). Gölpınarlı ile Boratav'ın birlikte çıkarttıkları “Pir Sultan” Adlı eserinde "Yedi Kızılbaş şairi arasında Virani'nin bulunduğunu söylemişlerdir.46 Bilahare 1955 yılında Virani'ye ait en kapsamlı kitabı M.Halit Bayrı yayımlamıştır.

Virani 16. asırda yetişen ve sonraki zamanlarda geniş bir şöhret kazanan Huruf- Bektaşi şairlerindendir. Nusayrilerden olan bu zatın divanında Ali-Allahilik telakisini açıkça terennüm ettiği görülür.47

Virani şiirlerinde daha çok Ali sevgisi üzerine kurmuştur. Hz. Ali'ye karşı öylesine bir tapıncı vardır ki Hz. Ali'yi tanrının görünen yüzü olarak ifade etmektedir. O varlığın tüm özelliklerinin Hz. Ali'de olduğuna inanmaktadır.

Virani ile ilgili çalışmalar bölük pörçük de sonuçta büyük bir risalesi gün yüzüne çıkartılmıştır. Virani ilk kez A. Rıfkı'nın Bektaşi Sırrı adlı eserinde söz edilmiş, daha sonra Besim Atalay, Bektaşi Edebiyatı adlı eserinde 2 şiirini almıştır. Gölpınarlı ile Boratav'ın birlikte çıkarttıkları Pir Sultan Adlı eserinde "Yedi Kızılbaş şairi arasında büyükler arasında Virani'nin bulunduğunu söylemişlerdir.48 Daha sonra 1955 yılında Virani'ye ait en kapsamlı kitabı M.Halit Bayrı yayımlamıştır.

FUZULİ


Türk Divan Edebiyatının önemli bir şairlerinden olan ve Alevi-Bektaş kültüründe 7 Ulu Ozandan biri olarak adı geçen Fuzuli, kesin olmamakla birlikte 1480 tarihinde Kerbela'da doğmuş 1556 yılında yine Kerbela'da hakka yürümüştür. Asıl adı Mehmer b. Süleymandır. Kullandığı mahlası farklılıkları ifade eden ve başkalarına benzemesini ifade eder. (Cümle muğallak mahla seçim nedeni açıkça yazılmalı) Fuzuli Farsça divanının girişinde kullandığı mahlasının anlamını açıklar "işe yaramayan, gereksiz” gibi anlamları içerdiğinden bu mahlası seçmiştir. Fuzuli aynı zamanda " erdem" anlamına da gelmektedir. Fuzûli çağının en büyük divan şairlerinden biridir; söz ve şiir ustasıdır, ustalığına söz olamaz, ama buna karşın, Fuzulî mahlasını neden, nasıl, niçin seçtiğini Farsça divanının önsözünde şöyle anlatılmaktadır:

"Şiir yazmaya başladığımda seçtiğim mahlası, birkaç gün sonra başka bir şair kullanıyordu. Mahlasımı değiştiriyordum. Kısa bir süre sonra yeni mahlasım da aynı akıbete uğruyordu. Anladım ki daha önceki şairler şiirlerinden çok mahlasları kapışmışlar. Bu durumda düşündüm ki başkalarıyla ortak mahlas kullandığımda başarılı olursam, şiirlerim ortaklarımın sanılır. Bana yazık olurdu, başarılı olamazsam mahlas ortaklarıma kötülük etmiş olurdum. Bu nedenle ben Fuzûli adını aldım. Kötü ad beni başkalarına karışmaktan uzak tuttu. Şükür olsun ki sonu iyi çıktı. Dikenim gül, taşımsa gevher oldu. Böylece âlemde tek kaldım. Ayrıca, bütün ilim ve fenni özümde toplamaya gayret ediyorum. Fuzûli, ilimler, fenler anlamına geldiği için amacım mahlasımda ifadesini buldu. Kaldı ki fuzulilik halk katında edebe terbiyeye aykırı davranış anlamına gelir. Bense, yüce âlemlerle pek az bulundum. Merhametli hükümdarlar tarafından yetiştirilmedim. Gezip tozmayı sevmediğim halde, akli konularda filozofların sözüne itiraz ederim. Bilim konuşmalarında âlimlerin sohbetine karışır, söz söyleme sanatında üstatlarla tartışırım. Bu davranış bir taraftan Fuzûli'nin ilmine ve fazlına alâmet sayılır belki, fakat bana göre düpedüz terbiyesizlik, fodulluktur."



Fuzûli'de egemen olan sevginin inanca dönüştüğü, özellikle Ali'ye bağlanan konunun odağına yerleştirdiği görülür.49

Fuzuli'nin gençliği konusunda fazla bilgi olmamasına karşın, onun çok iyi bir eğitim aldığı şiirlerinden anlaşılır. İslam bilimleri, tasavvuf ve İran edebiyatı konularında çalışmaları vardır. Ayrıca Şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla simya ve gökbilim konularıyla ilgilendiği görülmektedir. Türkçe, Arapça, Farsça divanları bulunmaktadır. Bu üç dili çok iyi kullandığı görülür. Fuzuli’nin, Nesimi, Nevai, Necati'yi takip ettiği anlaşılmaktadır. Fuzuli'nin bağlandığı inanç şiiliktir. Fuzuli şiirlerinde şeriatın katı kurallarına karşı çıkarken, Hz.Ali'nin tanrısal bir varlık olduğunu savunur. Ona göre Hz.Ali peygamberden sonra mutlak halife olacak zattır. Ona göre Ali, erdem bakımından kendisinden önce halife olanlar ve peygamberin yakınlarından da üstün vasıflara sahiptir.

Fuzuli Türkçe, Farsça, Arapça şiirlerini çeşitli şiir kalıplarında yazmıştır. Onun şiir divanı dünyada en çok basılıp satılan divanlardan biri olarak nitelenmektedir. Onun divanı çeşitli dillerde basılıp yayınlanarak, İran, Türkiye, Azerbaycan, Orta Asya ülkeleri ve Kafkasta herkesin elinde ve dillerindedir.50

Fuzuli'nin dili Azeri söyleyişidir. Hadikatü's Süeda (Mutluların bahçesi) adlı eserinde Kerbela ve On iki İmam sevgisini açıkça ortaya koymuş olup Farsça ve Türkçe divanlarında da Ali ve onun soyundan devam eden imamlara övgüler dizen çokça şiiri vardır. Ayrıca Bağdat'ı ele geçiren Şah İsmail'e ve Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a da övgüler yazmıştır.

Fuzuli şiirlerinde genellikle tasavvuf ve Batınilik konularını işlemiştir. Ali sevgisi çok üst seviyededir. Fuzuli'ye göre Ali, erdemli, bilgili, olgun, gönül gözü açık, sevgi dolu, yiğit ve yetkin bir insandır.51

Fuzûli bir gönül eridir, duygusal ağırlığı vardır, evreni sevgiyle özlemden kurulu bir alan diye görür. Onun kullandığı kavramlar da İslâm ülkelerinde şiirin ortak sözcükleridir, değişen yalnızca Fuzûli'nin konuyu işleyiş biçimidir. Fuzulî olguları berraklaştırarak sanat havası içinde sunuyor. Fuzuli, Divan edebiyatına kişilik kazandırmış, damgasını vurmuş, renk ve yeni bir hava, iklim kazandırmıştır52

Fuzuli Bektaşi'dir. Hanedan-ı Ehl-i Beyt’e çok bağlıdır. Hüseyin’in erişilmez kişiliği onu kendine çekmiştir, O, ölümünün ardından tek arzusunun Kerbela'da Hüseyin'in yanına gömülmek olduğunu belirtir. Ölümünden sonra Vasiyeti yerine getirilerek Kerbela'da İmam Hüseyin Türbesi ile Haymegah arasında bir yere sırlanır.

Fuzuli'nin Türkçe divanı ilk olarak 170 yıl önce İran Tebriz’de eski basım sistemiyle basılmıştır. Türkiye'de ilk olarak 1948 yılında A.B.Gölpınarlı, 1950’de Ali Nihat Tarlan, 1958’de Kenan Akyüz tarafından basılmıştır.53

Fuzuli Kerbela'da bulunduğu sırada İmam Ali ve İmam Hüseyin türbelerine hizmetlerde bulunmuş ve geçimini buralardan sağlamıştır.

Fuzuli kendini anlatırken şunları söylüyor. „Benim şiirlerim altın değil, gümüş değil, elmas değil, lâ'l değil, topraktır fakat Kerbelâ toprağıdır“ Yine şiirleriyle ilgili şunları söylüyor."Necef ve Kerbelâ toprağında doğup, Burc-u evliya olan Bağdat'ın suyu ve havası içinde yetişen bu dünya görmemiş yavrular."

Fuzuli kendi şiir dünyasını şu şekilde aktarmaktadır

Şiir kaynağı Tanrı katında bulunan san'attır. Şair, Tanrısal bir yardım almadan kusursuz bir şiir söyleyemez. Şair, yaratılışındaki yeteneklerinden izin alarak şiir cennetlerine girer. Cennet güzellerini andıran güzellikler karşısında önce gönül yakıcı şiirler söyler. Hatta bu söyleyişleriyle ünlenir. Ancak, heves çağlarının şiirini, ilim cevherleriyle süslemesi ve bütünlemesi lazımdır. Zira ilimsiz şiir temelsiz duvar gibi olur. Temelsiz duvarsa çürük ve itibarsızdır. Şair sanatında ilerledikçe ilimsiz şiirden kokmuş bir ceset gibi tiksinir".54

Özmen Fuzuli'nin eserlerinde şöyle bir özet sunmaktadır.

2) FUZÛLİ' NİN ESERLERİ

1-Türkçe Divanı: Türkçe gazel, terkib ve terci-i bend, müseddes, muhammes, murabba şeklindeki şiirler, kıt'a ve rubai'lerden oluşur. Divanda en önemli bölümler Hz. Muhammed'e karşı sevgi ve bağlılığı ifade eden "Su Kasidesi" ve Ehl-i beyt'e karşı duyduğu derin sevgiyi feryad biçiminde açığa vuran "Kerbelâ Mersiyesi" başka bir deyimle "Mersiye-i Âl-i Abâ"dır.

2-Farsça Divan: Ön sözü şiir anlayışını izah etmesi ve yaşantısı hakkında bilgi vermesi yönünden çok önemlidir. Divan, Farsça yazılmış gazeller, kasideler, kıta’lar ve rubai'lerden oluşur.

3-Arapça Divan: Arapça divanın mevcudiyeti bilinmekle beraber elde mevcudu yoktur. Leningrat Asya müzesinde yedisinde Hz. Muhammed ve üçünde İmam Ali'nin övgüsü bulunan 456 beyitlik II adet arapça kaside vardır.”Dâim Ene’l-Hak söylerem Hak’dan çü Mansûr olmışam”(Seyyid Nesimi).

4-Hadîkatü-s-Suada: (Saadete erenlerin bahçesi). İranlı şair Hüseyin Vaiz' in Ravzatü-ş-Şüheda adlı eseri örnek alınarak yazılmış fakat örneğinden daha üstün olmuştur. Eserde yer yer manzum parçalar vardır. Kitabın asıl konusu Kerbelâ olayıdır. İlk bölümde peygamberler ele alınmıştır. Bir kaç fasıl Muhammed, Ali, Fatıma ve Hüseyin'e ayrılmıştır. Daha sonra İmam Hüseyin'in Karşılaştığı felaketler ve "Muhadderat-ı Ehl–i-beyt"(Peygamber soyunun kadınları) in Şam'a götürülüşü anlatılmaktadır. En sonda Terkib-i Bend tarzında bir mersiye ve on iki İmam hakkında kısa bir bölüm yer almaktadır. Hadikat-üs-Suada'nın uslubu canlı, düz yazısı sade ve akıcıdır. Gözyaşı ile çığlığın rüzgârdaki türküsüdür, şiiridir. Makteller arasında her bakımdan en mükemmeli Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-Sü’edâ’sıdır.Mensur kısım ları Türkçeye aynen aktarmasa bile genellikle Hüseyin Vâ’iz-i Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şühedâ’sını izleyen Fuzûlî, on babtan oluşan kitabında aynı konuyu yeniden işlemiş ve kendi biçeminde yepyeni bir yapıt vücuda getir miştir.Büyük şairin şiir gibi düzyazı alanında da güçlü bir sanatkâr olduğu nu bu eseri kanıtlamaktadır. Bu yapıtı, Tükr dünyasında Muharrem ayında Sünnî, Alevî ve Şiî çevrelerde sevilerek okunmaktadır. Dünya kütüphane lerinde 225’den fazla yazma nüshası vardır defalarca basılmış, manzum kısımları bestelenmiştir55 İslâmın gerçek çığlığıdır.

5-Beng-ü-Bâde: (Afyon ve Şarap). 540 beyitlik bu Türkçe mesnevide afyon ve Şarab'ın savaşında Afyon'un yenilgiye uğradığı anlatılır. Bâde'nin atak ve cevval olan Şah İsmail'i, Afyon'un ise mütevekkil ve hareketsiz olan Osmanlı Hükümdarı Beyazıt II 'yi temsil ettiği söylenir.

6-Heft câm: (Yedi kadeh) "Bana şeriata nizam veren şarabı ver, şeriata haram olan şarabı değil" diye başlayan 318 beyitlik tasavvufi nitelikte bir mesnevidir. Bilin ki yasaklar yasakları beslerken hep karanlık getirmiştir.

7-Rind ü Zâhid: Kalender bir kişi ile kaba sofu'nun yobaz bir adamın tartışmalarını içeren bu eser farsça yazılmış yer yer beyitler ve rubailerle süslenmiştir. Zaman tanımayan bir sürtüşmenin öyküsüdür bu rübailer.

8-Hüsn ü Aşk: Bu eser"Sıhhat ü Maraz" adı ile de anılmıştır. Fuzûli'nin tıp alanındaki bilgisi hakkında fikir veren farsça yazılmış küçük bir risale'dir.

9-Şikâyetnâme: Kendisine bağlanan 9 akçe gündeliği alamaması üzerine Nişancı Celâl-Zâde Mustafa Çelebi'ye yazdığı Türkçe mektuptur.

Selâm verdüm rüşvet değüldür deyü almadılar



Hükm gösterdim faidesüzdür deyü mültefit olmadılar

Eğerçi zâhirde suret-i itaat gösterdiler

Amma zebâb-ı hâl ile cemi -i sualime cevap verdiler

diye başlayan bu nükteli mektup büyük bir edebi değer taşır.

10-Terceme-i Hâdis-i Erbâin: Fuzuli, ünlü İranlı şair Câmi'nin aynı adı taşıyan ve Hz. Peygamberin 40 hadisini kapsayan kitabını aynı ad altında Türkçeye çevirmiştir.Fuzulî, dilde zerafetin simgesidir, söyleyişin koçudur.

11-Matlau-ı İtikad: Bu kitap Leningrat Müzesinde bulunan Fuzûli külliyatı içerisinde bulunmaktadır.Kelâm'a ait bu risalede, Fuzuli'nin on iki İmam soyuna bağlılığı dile getirilmektedir. Bunu anlatmak çağını yansatmaktır.

12-Enüsü-l Kalb: Zarif bir duygu ve düşünce ifade eden, farsça yazılmış bu 134 beyitlik kaside, Edirne kütüphanesinde bulunmuş, Türkçe çevirisi ile birlikte 1944'te yayınlanmıştır. Sevginin inceliğini dile getiren bir üslup.

13-Leyli vü Mecnun: Ünlü bir aşk ve ıstırap mersiyesidir. İlk kez Genceli Nizâmî tarafından yazılarak klâsik bir mesnevi konusu yapılmıştır. Büyük şairin en güzel eserlerinden biridir. Aynı öykü daha önce Türkçe olarak Ali Şir Nevai, Celili ve Sedai tarafından da yazılmıştı. Fakat Fuzûli bunlardan habersizdi. Bu habersizliktir ki Fuzûli'yi Leylâ ve Mecnun'u yazmaya itmiş böylece edebiyatımız Arapça ve Farsçada yazılan tüm benzerlerinden üstün bir baş yapıt kazanmıştır. Fuzûli'nin amacı Arapça ve Farsçada yazılan özellikle Hatifi'nin yazdığı Leylâ ve Mecnun'a karşı Türkçe bir nazire mey dana getirmekti. Fuzûli bu eserinde insan aşkı ile Tanrısal aşkı ustaca birleştirmiş ahenkli kılmıştır. Trajedinin sonunda Mecnun yanına gelen Leylâ’yı tanımaz, tanıdığı zaman da bu büyük aşkın maddileşmesinden çekinir. O, artık Leylâ’sını kendi ruhunda bulmuş, dışarda başka bir Leylâ aramaya gereksinimi kalmamıştır. Mecnun’daki İlâhî aşkın kutsallığını, Mecnûn’un mi’râc-ı kâmil’ini algılayan Leylâ, onun bu riyâsız aşkı karşısında heyecanlanır. Ruhu, bu coşkuyla yükselmiş olarak geriye döner. Ama yine de Mecnûn’un derdine dayanamayarak sararır solar ve sonunda ölür. Leylâ ve Mecnun, baştan sona, büyük ve hayatla birleşmiş, iman hâline gelmiş bir tasavvuf felsefesi ve bir sûfîyâne aşk anlayışı içinde yürütülür.Öyküde Mecnûn’un ta doğuştan aşk insanı olarak tanıtılışı, iki ruhun ilâhî varlığa aşklarını dünya hazlarıyla kirletmemiş olmaları, beşerî aşkla platonik aşkın ustalıkla birleştirilmiş olması, doğu yazınının bu büyük aşk öyküsünü bir serüven olmaktan çıkararak yüceltmiştir.Yâni, Tanrı Leylâ’da güzellik olmuş, Mecnûn’da göz, gönül ve aşk olarak yine kendi güzelliğini görmüş ve sevmiştir (N:Sami Banarlı, age. s.554).Dön şiirin sarhoşluğu içine düş! Tasavvufun iğne oyacısıdır o! Sözcüklerle oya yapar.Şiire evrensel bir kimlik ve içerik kazandırmak için şiirle, sözle çalışır.Türkçeye çok hakim olan büyük şairimiz esere Türk hayat ve gerçek lerini yapıta aynen aksettirmiş, yer yer halk dilini belirgin hale getirmiştir:

Fuzuli şiirlerinde tasavvuf ve batinilik konularını işlemiştir. O'nda Hz.Ali ve İmam Hüseyin sevgisinde sınır yoktur. İnancında hiç bir zaman taviz vermemiştir.

TESLİM ABDAL

Teslim Abdal, 17. Yüzyıl’da yaşamış Alevi ozanlarından biridir. Birçok Teslim Abdal olmasından dolayı yaşamı konusunda yeterli bilgi edinememekteyiz. Yaşamını şiirlerinden çıkartabiliyoruz. Teslim Abdal tarikatta yüksek bir yerinin olduğunu biliyoruz. Tarihte pek çok Teslim Abdal ismini tespit etmemize karşın bugün elimizde bulunan şiirlerinden hareketle Denizli'de türbesi bulunan Teslim Abdal'ın bizim Bektaşi tarikatında yeri olan kişinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Diğer teslim Abdallar'dan ayıran özelliğiyle bizim bu tespiti yapmamızı sağlamaktadır. (Cümle muğlaklık içermektedir. Denizlideki Teslim Abdalın asıl teslim Baba kabul edilmesinin nedenleri açık belirtilmelidir.) Diğer bir Teslim Abdal ise Yeniçeri Ocağında yetişmiş ve bazen şiirlerinde Teslim Abdal Dede diye tapşırmaktadır.

İkinci bir Teslim Abdal ise Elâzığ’ın Baskil ilçesine bağlı Şeyh Hasan (Şıh Hasan) yeni adıyla Tabanbükü köyünde türbesi bulunan teslim Abdal'dır. Ayrıca Ankara'da da bir teslim Abdal'dan söz edilmekle birlikte bu ozana ait türbe ya da bir yatırı bulunmamaktadır.

Biz Denizli merkezinde bulunan Teslim Abdal'ı esas almaktayız. Yine Teslim Abdal'ın Denizli'de bulunan tekkesinin bulunduğu dağın tepesinde Kazak Abdal'ın da günümüze kadar faaliyet göstermiş dergâhı bulunmaktadır. (Aşağıdaki paragrafla geçişte mantık hatası mevcuttur. Hala neden esas tekke olarak Denizli kabul edildiği ikna edici olmaktan uzaktır.)

Bu dergâhta yaptığımız incelemede bu dergâhın çok önemli bir inanç merkezi olduğu ve Mustafa Kemal'ın doktoru ve milletvekili Hüseyin Balım'ın babasının burada mürşitlik yaptığı bilinmekle birlikte Denizli'nin varlıklı ailelerinden olduğu ve bu güzel'im tekkeyi bakımsız bıraktığı gözlemlenmiştir. Yine Teslim Abdal tekkesinin yakınlarında da Sarı İsmail Türbesi bulunmaktadır. Burada bulunan tekkelerin yoğunluğu bize bölgenin büyük bir kültür merkezi olduğunu da kanıtlamaktadır.

Teslim Abdal’a göre insan dile gelip konuşan, bütünlüğü içinde Kur’an’ı kendi özünde taşıyan bir varlıktır. Dahası okumasını bilenler için insan, Kur’an’dır56

Zaten Alevi/Bektaşi inancı da bu doğrultudadır. Vahdet-i Vücut evrenin de gönlüyle uçan bir Simurg kuşudur. Bütün kuşlar onun izini sürer kokusunu alır. Bu şiirdeki lirizmin kokusudur, insanın özünde durur. İran Safevi Devleti yararına, daha önce kendilerinden söz ettiğimiz Alioğlu, Dedemoğlu, Kul Nesimi gibi Teslim Abdal da belki onlarla birlikte siyasal olaylara karışmış, girmiş olabilir. Müridi Kul Mustafa'nın bir nefesinden anladığımıza göre, Teslim Abdal da Bedreddünlü'dir. Tanrı'nın insan varlığında birleştiğini, onunla özdeşleştiğini, insanın Tanrı’ nın ışığı olduğunu savunan şeriat dışı bir ozandır.57

Çok güçlü ve moralist bir ozandır. Ünü yaygındır. Eserleri günümüze değin canlılığını yitirmeden gelmiştir58 Teslim Abdal, Tanrı’yı insanla birlikte görür.

Teslim Abdal'ın şiirleri öğreticidir, eleştiri öğeleri de taşır. Yalın ama çarpıcı bir söyleyişi vardır. Çok yalın ve coşkuludur. Bu şiirlerin bir kaç Teslim Abdal'a ait oldukları da düşünülebilir. Şiirlerde Şah Hatayi'nin etkileri görülür. Erdebil tekkesiyle ilişkisi olabileceği düşünülse de, şiirlerinde daha çok Anadolu Aleviliği görüşleri egemendir. Kısaca o. Öztürkçe söyler, dili sade ve akıcıdır, yerel söyleyiş biçimlerine, töre ve adetlerine yer verir. Öz Türkçe söyleyiş sözcük ve deyimler kullanır. Şiirlerinde Allah-Muhammed-Ali, Oniki İmam sevgisi egemendir. Didaktik şiirleri de moral dünyanın güzelliklerini korur.59

Menzil almak ister isen

Gönül sabr-eyle sabr-eyle

Şah’a varmak ister isen

Gönül sabr-eyle sabr-eyle

AŞIK DERTLİ

Aşık Dertli 18.yüzyıl'ın sonu ile 19. yüz yılın başında yaşamış ve döneminin en önemli ozanlarından biridir. Dertli Gerede'nin Yeniçağ bucağı Şahnalar köyünde 1772 tarihinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı İbrahim’dir. Çocukluğunu öküz çobanlığı yaparak geçirmiş, çok genç yaşta babasının ölümü üzerine yoksul bir hayat yaşamaya başlamış, yakın köylerinden Hacı Ömer Ağa'nın yanına ırgat olarak girmiş ve bir süre ağanın hizmetlerini yürütmüştür.

Eğitim ve öğrenimden mahrum ama engin bir ruh inceliği ve zenginliğine sahip olan İbrahim, ağa kapısında aşağılayıcı davranışlara daha fazla dayanamayarak ayrılır ve İstanbul'a gider.60

Padişah 3.Selim tarafından çıkartılan bir fermanla işçi ve İstanbullu olmayan bekarların İstanbul’da belli bir süreden fazla kalmaları yasaklayınca, çaresiz Konya'ya gider ve bir kahvede çıraklık yapar. Bu sırada Konya'ya gelen gezginci dervişler. İbrahim'in çalıştığı kahveye uğrar dini sohbetler yaparlar, İbrahim bunları can kulağıyla dinler manevi yönünü burada geliştirir.

Yazar Mehmet Berberoğlu’na göre dertli, dervişe otuz dokuz gün hizmette kusur etmeyen İbrahim'den kırkıncı gün ustalardan birisi bir bardak su istemiş, ikinci bardağı İbrahim'e besmele ile içirmiş ve âşıklık ilmini bu ikinci bardaktan almış ve badeli âşık olmuş.61

Bu aşamadan sonra İbrahim aşıklar kervanına katılmış, işte o zamdan sonra çektiği ıstırapları şiirleriyle birlikte telli saza yansıtmıştır. Kendisine Lütfi mahlası alarak bir süre bu mahlasta şiirler söylemiştir. Konya'dan sonra Halep'e gitmiş, oradan Şam'a, bir süre sonra da Mısır'a geçmiştir.

Gahi Sail gibi düştüm yollara

Gahi Mecnun gibi kaldım çöllerde

Bir kısmet cemine gurbet illere

Çok meşaggat çektim çok yuvarlandım

Çektiği bu sıkıntılar onu pişirmiş, Alevi- Bektaşi geleneğinden yürümüş ve mahlasını da değiştirerek Dertli mahlasını şiirlerinde yansıtmaya başlamıştır.

Gahi çektiğin Şahı şehidi Kerbela derdi

Koy be çekeyim haşre kadar bi vefa derdi

Kan ağladığım ol Hasan'ül müçteba derdi

Zor eğildiğim bunca benim Mürteza derdi

Dertli olgunluğu yakalayıp iyi bir ozan olduktan sonra Köyüne Şahnalar'a döner. Köye döndükten sonra evlenir ve çocukları olur. Buna karşın bir türlü köye bağlanamaz.

Âşık olan gezer gurbet elleri/ Böyledir mürşitten icazetimiz

Rahmetli Vahid Lütfi Salcı, Dertlinin Mustafa Baba'dan nasip alarak, Bektaşi tarikatına girdiğini tespit etmiştir. 1845’ de Ankara'da ölmüştür. Saman Pazar’ı Camii'nin bahçesine gömülmüştür. Sonra kabri nakledilerek, Bolu- Ankara asfalt yolu kenarına taşınmıştır. Şimdi bu mezarında yatmaktadır. Şiirleri birçok kez basıldı. Coşkulu, içtenlikli, lirik bir söyleyişi vardır. İlk şiirlerinde Lütfi mahlasını kullandı. Ehl-i beyt sevgisiyle cezbeye kapılıp boğazına bıçak sapladı, ama ölmedi. Ondan sonra Dertli mahlasını aldı Halk ve tekke yazını gibi divan edebiyatını da iyi bilen Dertli, değişik tür ve konularda şiirler söylemiştir. En başarılı lirik ürünleri hece ölçüsüyle yazdıklarıdır. Divan tarzındaki şiirlerinde teknik hataların yanı sıra bolca yabancı sözcük ve terimler vardır. Divanı taş basmadır. Böyle bir hiciv ustasını aşk denizine atana şükürler olsun!62



Yüklə 236,64 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin