52; Brockelmann, GAL SuppL, 1,415; R. K. Har-rison, "Healİng. Health". IDB, II, 541-548;Sami K. Hamarneh - Munawar A. Anees, Health Sciences İn Early İslam, Washington 1983,1, 113-198; Bedi N. Şehsuvaroğlu v.dğr, Türk Tıp Tarihi, Bursa 1984, s. 47; Ahmed Urve. el-Vikâye ue hıfzu'ş-şıhha 'İnde İbn S'mâ, Dımaşk 1986; M. Nâzım en-Nesîmî, et-Tıbbü'n-nebevîueciimü'l-hadiş, Beyrut 1987, II, 33-47, 390; Seyyid el-Cemîlî, et-İtcâzü't-Ubbİ fi'l-Kur'ân, Beyrut 1987. s. 137-144, 267-271; Muhammed el-Arabî el-Hattâbi. et-Tıb ue'l-eübbâ' fl'l-Endclüsi't-İstâ-miyye, Beyrut 1988, II, 11-23. 189-243; Ömer b, Mahmüd b. Abdullah, ct-Ttbbü'l-vikâ'i fi'l-İs-lâm, Devha 1990. s. 17-20; Abdülhay el-Kettâ-nî, et-Terâtibü't-idâriyye {Öze\).II, 210-223; Gü-nay Tümer - Abdurrahman Küçük. Dinler Tarihi, Ankara 1993, s. 156; Ali Rıza Karabulut. Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi, Ankara 1994, M, 563-567; Ahmet Turhanoğlu, Hadislerde Koruyucu Hekimlik (yüksek lisans tezi, 1996. MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 18-62; Eli Davis. "Hygiene-, EJd., VIII, 1140-1141.
İKİ Nebi Bozkukt
Osmanlılarda Hıfzıssıhha. Osmanll-
lar'da genel halk sağlığına ilk dönemlerden itibaren önem verilmiştir. İlk Osmanlı kroniklerinde, özellikle savaşlardan sonra ortada kalan cesetlerin derhal gömülmesinin emredildiğine dair bazı bilgilere rastlanması çıkabilecek salgın hastalıklara karşı birtakım tedbirlerin alındığını gösterir. Öte yandan Osmanlı ordusu hakkında bilgi veren bazı yabancı seyyahlar da genel temizlik kurallarına nasıl titizlikle uyulduğunu anlatırlar. Meselâ Habs-burg elçilik heyetinin başında bulunan Busbeke. Osmanlı ordugâhında gübre yığınına veya süprüntülere rastlanmadığını, bunların ya yakılarak imha edildiğini ya da çukurlara gömüldüğünü belirtir [Türk Mektupları, s. 201). Fâtih Sultan Mehmed'e atfedilen bir vakıf kaydında temizlik konusunda alınan bazı tedbirlere dair bilgilere rastlanır (Yeni Türkiye, 1/ 5. s. 7|. Burada, İstanbul'un her sokağı için ikişer kişinin görevlendirilerek bunların kireç tozu veya kömür külüyle tükürükleri temizlemeleri, ayrıca ayın belli günlerinde kapı kapı dolaşıp evde hasta olup olmadığını araştırmaları ve bu görevlilerin ücretlerinin vakfedilen dükkânların kira gelirlerinden karşılanması gerektiği belirtilmiştir. Halk sağlığı açısından sokakların ve meydanların temiz tutulması gerekli görüldüğünden bu konuda da zaman zaman emirler yayımlandığı bilinmektedir. Meselâ 1539 tarihli bir yasaknâmede Edirne subaşısına sokakların temizlenmesi için talimat verilmiş, hiç kimsenin ev ve dükkânının önüne çöp dökmemesi, hamamların pis sularının so-kaklara akıtılmaması. bu amaçla yapılmış
319
HIFZISSIHHA
olan kanallar üzerine hela inşa edilmemesi, hayvan pisliklerinin ve leşlerinin toplatılması, çamaşır yıkanmış kirli, sabunlu suların yollara dökülmemesi için ikazda bulunulmuştur (Osmanlı Kanunnâmeleri, Vi, 540-542). Subaşı yanında "çöplük-başi" adlı bir görevli de mahallelerin süpürülmesine ve biriken çöplerin kaldırılmasına nezaret ediyordu. 1695 tarihli bir hükümde. İstanbul'un sokak ve mahallelerinin temizlenmesi için subaşı ve asesbaşıya gerekli önlemin alınması için talimat verilmiş, toplanan mezbelelerin denize dökülmesi, herkesin kendi evinin ve dükkânının önünü süpürmesi istenmiştir. Bu konuda esaslı bir nizamname ise 1719'da çıkarılmıştır. Buna göre çarşı ve sokaklardaki hayvan ölüleri, mezbele vb. pisliklerin ortadan kaldırılması için her mahalleye durumuna göre ikişer üçer süpürücü tayin edilmesi ve bunların ücretlerinin evlerdenve dükkânlardan toplanması, bu hususta kontrolün mahalle imamları tarafından yapılması karan alınmıştır {Mecelle-i ümûr-ı Bele-diyye, I, 956-958). İstanbul kadısına gönderilen 1813 tarihli bir diğer hükümde ise sokak ve mahalle aralarında biriken çöplerin "hastalığa bâdî" olması ihtimalinden söz edilerek bunların mahalle halkı ve esnafı tarafından kaldırılması için gerekli tedbirlerin alınması emredilmiştir (a.g.e., 1,959-960).
Sadece devletin değil halkın da hıfzıs-sıhha konusundaki bazı uygulamalarına dair örnekler vardır. Meselâ halkın başvurduğu koruyucu sağlık kurallarının önde gelenlerinden biri kan aldırma veya hacamattı; ancak bu alınan kanların sokaklara dökülmesi yasaktı. Devlet ise ih-tisab müessesesi kanalıyla uygulattığı bazı tedbirlerle genel sağlığın korunmasına nezaret ederdi. 1640 tarihli narh defterinde hamamcıların müşterilerine karşı dikkatli davranmaları, temiz ve kuru peştamal vermeleri, leğenleri kurnaların önüne koymamaları, berberlerin kalaysız kap kullanmamaları, usturalarının keskin olması, tıraş, hacamatve cerrahlıkta hizmet göreceklere beş yıldan önce icazet verilmemesi gibi konular yer almaktadır. Esnaf nizâmnâmelerinde de halk sağlığıyla ilgili hususlarda titiz davranıl-dığı ve ilgili esnafın bu bakımdan kontrol altında tutulduğu anlaşılmaktadır. Os-manlılar'da hayvan kesiminin mutlaka meskûn mahaller dışındaki sahalarda yapılması gerekiyordu; sokak ve mahalle aralarında hayvan kesimi yasaklanmıştı. Aşçı dükkânlarında kullanılan kap kaça-
ğın kalaylı ve temiz olmasına, bulaşıkların temiz su ile yıkanmasına, yemeklerin titizlikle pişirilmesine dikkat çekilir, pazarlarda satılan gıda maddelerinin sağlığa uygunluğu kontrol edilirdi. Yolların ve kaldırımların bakım ve onarımına nezaretle yükümlü olan muhtesib hasta-hekim ilişkilerini de düzenlerdi. Hamamların belli bir nizama bağlanmasına ve temizliğine özellikle ihtimam gösterilirdi. Sağlığa uygun olmayan meskenler zaman zaman padişahların hatt-ı hümâyunlarıy-la yıktırılırdı.
Hıfzısıhhanın Batı'da XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tıp ilminin ayrı bir dalı olarak ele alınması ve özellikle XIX. yüzyılda İngiltere ve Fransa gibi bazı ülkelerde halk sağlığını korumaya yönelik kanunlar çıkarılıp çeşitli komiteler kurulması Osmanlılar'ı da etkiledi. İlk defa. genel sağlığı korumaya ve salgın hastalıkları önlemeye çalışan II. Mahmud. geçici tedbirlerle yetinmeyerek devamlı bir sağlık teşkilâtı ile o dönemde hıfzıssıhha için büyük önem taşıyan karantina teşkilâtını kurdu (1838) ve mevcut sağlık kurumlarını modernleştirmeye başladı. Genel sağlığın temini için gerekli olan pek çok tedbir karantina nizamları arasında yer aldı. Çevreyi ve havayı kirleten pisliklerin ortadan kaldırılması, imalâthanelerin şehir dışına çıkarılması, gıda maddelerinin sağlıklı ve temiz olması, ağaçlandırma. mezarlıkların yerleşim yerlerinin dışında kurulması, ölü defninde mutlaka ruhsat alınması, mezarların belli bir derinliğe kadar kazılması gibi kuralların uygulanmasında hassas davranıldı ve cezaî müeyyideler getirildi. Ceza kanunnâmesinin 3. babına, "Yasak olan yerlere Ölü defnedenler, ettirenler ve ruhsat verenler bir aydan bir yıla kadar hapis ve bir adet yüzlük Osmanlı altınından on adet Osmanlı altınına kadar nakdî ceza ile cezalandırılır" hükmü ilâve edildi. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren hacca gidenlerin sayısındaki artışa paralel olarak Kızıldeniz sahillerinde ve Hicaz'da karantina ağı teşkil edilip Hindistan kaynaklı koleranın Hicaz üzerinden İslâm dünyasına yayılması büyük çapta engellendi.
Osmanlı Devleti 1851 yılında Paris'te toplanan I. Milletlerarası Sağlık Konferan-sı'na katıldı. Konferansta hekim delegeler, halk sağlığının korunması ve salgınların önlenmesi için gereken tedbirler hususunda "karantinistler"ve"hijyenistler" olarak iki gruba ayrıldı. Osmanlı Devleti, Fransa ve diğer Akdeniz ülkeleriyle birlik-
te karantinistler arasında yer aldı. Bunlar gemilerin, insanların ve emtianın tecrit edilmesini şart koşuyorlardı. Hıjyenist-lerin başında ise karantina uygulamalarından ticareti büyük zarar gören İngiltere geliyordu. Hijyenistler. İngiltere'de sağlık işlerine bakan General Board of Health'ın uyguladığı hijyen, temizlik, havalandırma, gemileri ve mallan dezenfekte etme tedbirlerini tesisi düşünülen yeni sağlık sisteminin temeli olarak görüyordu. Halk sağlığının muhafazası için bir hijyen sistemine ihtiyaç bulunduğu belirtilen konferansta hayvanîve nebatî artıkların, çöplerin, mezbahaların şehir ve köylerden uzaklaştırılması, pis suların kapalı lağımlarla akıtılması, her eve içilebilir temiz su sağlanması, baraka türü salaş yapıların ortadan kaldırılması ve yolların ıslahı gibi tedbirler tavsiye edilmiştir. Hijyenistlerin etkisinde kalan konferans her olaya karşı hıfzıssıhha tedbirlerinin alınmasını mecbur tutmuştur.
Osmanlılar'da karantina uygulamasının yanında yeni tıp dallarının gelişmesi, ancak bunların tıp eğitiminin müfredat programına girmesinden sonra oldu. Mekteb-i Tıbbiyye'de 1841-1842 öğretim yılında okutulan dersler arasında ilm-i hıfzıssıhhanın da yer aldığı görülmektedir. Hıfzıssıhhanın gelişmesinde çok önemli bir yeri olan bakteriyolojinin ülkedeki tarihi 1887'de başlar. M. Abdülha-mid'in emriyle Zeoros Paşa. Dersaâdet Dâülkelb ve Bakteriyoloji Ameliyathâne-si'ni kurarak çalışmaya başladı. 1893 yılında Maurice Nicolle ve Hasan Zühdü Nazif Bey tarafından Bakteriyoloji-i Şâhâne tesis edildi; gerek görüldüğü zaman karantina evlerinde de (tahaffuzhane) bakteriyoloji laboratuvarlan açıldı. Çiçek aşısı uygulamaları ise çok eski tarihlerden beri yapılmaktaydı. 1811 yılında tabip Şânîzâ-de Mehmed Atâullah Efendi'ninve 1847'-de İsmail Paşa'nın başarısız kalan aşı hazırlama müessesesi kurma teşebbüslerinden sonra B. C. Violi 1880'de özel bir çiçek aşısı hazırlama laboratuvarı açmayı başardı. Bir devlet müessesesi olan aşı evi ise (telkihhâne) 1892yılında Hüseyin Remzi Bey tarafından kuruldu. İstanbul'dan sonra Mekke, Basra, Şam. San'a. Bağdat, Musul, Erzincan, Sivas ve Manastır şehirlerinde de şubeleri açıldı. Tel-kihhânenin açılmasıyla daha önceleri ithal edilen aşılar burada hazırlandı. Bu müessese Haziran 1954'te kapatılarak yerine Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu. Hıfzıssıhha hizmetlerinin en önemlilerinden olan dezenfeksi-
320
yon işlemi Osmanlılar'da yaygın biçimde uygulanmakta ve bu iş için tebhîr (tütsü-leme, etüvden geçirme) aletleri kullanılmaktaydı. Salgın ve bulaşıcı hastalık zamanlarında tebhîrhâneler önemli hizmetler yapıyordu; pek çok tahaffuzhanede de tebhîr aletleri mevcuttu. Bunların dışında 1893 büyük kolera salgını sırasında İstanbul'da belediyeye bağlı olarak faaliyet gösteren Üsküdar, Galata ve Gedik-paşa tebhîrhâneleri açılmıştır. Bu tebhîrhâneler 191 1 yılında Müessesât-ı Hayriy-ye-i Sıhhiyye Müdüriyeti'ne devredildi.
Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 56. maddesi kişi ve çevre sağlığının korunmasıyla ilgilidir. Ayrıca kamu sağlığına dair iki temel yasa vardır; bunlardan biri 24 Nisan f 930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, diğeri 7 Mayıs 1987 tarih ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Ka-nunu'dur.
BİBLİYOGRAFYA :
BA. HH, nr. 51094; BA, İrade - Dahiliye, nr. 93014; BA. A.DVM, Mektûbî Kalemi, nr. 27 ] 1; BA. Şehremaneti iradeleri, nr. 12 Cemâziyelâ-hir 1311/8, 25 Receb 1311/4, 10 Şaban 1312/ 2, 22 Şaban 1314/6; BA. Sıhhiye iradeleri, nr. lBSafer 1311/1, 1 Rebîülevvel 1322/2, 14 Re-bîülevvel 1325/1; BA, Yıidız Sadâret Hususi Mâ-ruzatEvrakı, nr. 286/70, 310/81; Osmanlılarda Narh Müessesesi ue 1640 Tarihli Narh Defteri (haz. Mübahat S. Kütükoğlu), İstanbul 1983, s. 260-262; Osmanlı Kanunnâmeleri ue Hukukî Tahlilleri (haz. Ahmet Akgündiiz], İstanbul 1992, VI, 540-542; Busbecq. Türk Mektupları (trc. H.Cahit Yalçın), istanbul 1939, s. 201; lieu-sât-i Seruet-i Fünûn (13111,5. 18-19; Neusâl-i Â/îyet( 1316). 5.362-364;BesimÖmer, Nevsal-İ Tıbbî, istanbul 1320, s. 92-96; E. Caustner. Hıf-zissıhha(trc. Mehmed Fahri Paşa], İstanbul 1331, s. 161-166; Mecelle-i ümûr-ı Belediyye, \, 954-963; IV, 40; Süheyl Ünver, "Osmanlı Tababeti ve Tanzimat", Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 945-952; Bedi N. Şehsüvaroğlu, istanbul'da 500 Yıl-kk Sağlık Hayatımız, İstanbul 1953, s. 100-103; Emine Melek Atabek, 1851 'de Paris'te Toplanan I. Milletlerarası Sağlık Konferansı ue Türkler, İstanbul 1974, s. 9-19, 101; W. Mcneil. Pla-guesandPeoples, NewYork 1975,tür.yer.;Ziya Kazıcı, Osmanlıtar'da Ihtisab Müessesesi, İstanbul 1987, s. 103,105-106, 129,220, 222; Ekrem Kadri Unar, "Bakteriyoloji". Dünyada ue Türkiye'de 1850 Yılından Sonra Tıp Dallarındaki İlerlemelerin Tarihi, İstanbul 1988, s. 51-52; a.mlf.. "İnfeksiyonlar Bilimî", a.e., s. 241 -243; a.mlf.. "Tıp Parazitolojisi", a.e., s. 342; a.mlf.. Bulaşıcı Hastalıklarla Sauaş ue İslâm Dini, İstanbul 1989, s. 11,42,45; Emre Dölen, Tekstil Tarihi, İstanbul 1992, s. 53-54; Abdülazlz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ue Tabirleri (haz. Kazım Ansan - Duygu Ansan Günay), İstanbul 1995, s. 349-350; Suraiya Faroqhi, Hacılar ue Sultan-far(trc. Gül Çağalı Güven), İstanbul 1995, s. 122; Gülden Sanyıldtz. "Karantina Meclisi'nin Kurutuşu ve Faaliyetleri", TTK Belleten, LVIIİ/222 (1994|. s. 351; "Fâtih'in Tababetle İlgili Vasiyetnamesi", Yeni Türkiye, 1/5, İstanbul 1995,
bRJ Gülden Sarıyıldız
r
L
r
HIKD
HILÂTÎ
L_
Ebû Abdillâh Sadrüddîn Muhammed
b. Abbâd b. Melik Dâd el-Hılâtî
(ö. 652/1254)
Hanefî fakihi.
J
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Bitlis'in bir ilçesi olan Ahlat'a (Arapça eserlerde Hılât) nisbetle Hılâtî diye anılmaktadır. Cemâleddin Mahmûd b. Ah-med el-Hasîrî'den fıkıh okudu ve Şahîh-i Müslim'i dinledi. Kureşî'nİn Zebîdî, İbn Kutluboğa'nın İbnü'z-Zebîdî şeklinde kaydettiği bir âlimden de Şahîh-i BuhârTy'ı dinledi. Her iki kaynağın da adını belirtmediği bu âlim, Hanefî ve Hanbelî taba-kat kitaplarında Zebîdî veya İbnü'z'-Ze-bîdî diye anılan ve çeşitli şehirlerde Şahîh-i BuhârTyi okuttuğu kaydedilen Ebû Abdullah Hüseyin b. Mübarek ez-Zebîdî (ö 631/1234) olmalıdır. Her iki hocasının da Dımaşk, Halep ve Bağdat gibi ilim
HILAT1
merkezlerinde bulunduğu göz önüne alınırsa Hılâtî'nin ilim tahsili için bu şehirlere gitmiş olduğu düşünülebilir. Kahire'de Süyûftyye Medresesinde ders verdiği bilinen Hılâtî'nin talebelerinden sadece Mısır Hanefî kâdıtkudâtı Ahmed b. İbrahim es-Serûcî'nin adı zikredilmektedir. Hılâtî Receb 652'de (Eyiül 1254) vefat etti.
Eserleri. 1. Telhîşü'l-Câmi'i'l-kebîr. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin Hanefî mezhebinin ana kaynaklarından olan e!-Câmicu'l-kebîr"m\n muhtasarıdır. İstanbul kütüphanelerinde çok sayıda yazma nüshası bulunan (meselâ bk. Süley-maniye Ktp., Fâtih, nr. 1552, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 5 ] 3; Esad Efendi, nr. 584; Lâleli, nr. 841; Ayasofya, nr. 1073; Yenicami, nr 378) eserin birçok şerhi yapılmıştır. Günümüze ulaşan önemli şerhleri arasında İbn Balaban'm Thhfetü '1-harîş fi şer-hi't-Telhîş, Mes'ûd b. Muhammed el-Gucdüvânfnin et-Tenvk şerhu Telhîşi'l-Câmi'i'I-kebîr, Bâbertî'nin Şerhu Tel-hîşi'l'Câmfi'I-kebîr adlı eserleriyle Sa'-deddinet-Teftâzânî ve Molla Fenârî'nin şerhleri zikredilebilir, reihjş'in bir kısmı Mevküfâtî Mehmed Efendi tarafından Türkçe'ye çevrilerek şerhedümiştir. Bu
321
HILATÎ
eserin bir nüshası Tercüme-i Telhîsü'l-CâmÜ'l-kebîr adıyla Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır (Şehid Ali Paşa, nr. 719). Mevküfâtî tercümeye yazdığı mukaddimede eserin çok muhtasar olduğunu, bu sebeple bazı yerleri anlamakta güçlük çektiğini belirtmektedir (bk. vr. 2a). 2. Makşadü'l-Müsned. Ebû Hanîfe'-nin el-Müsned adlı eserinin muhtasarı olup Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de bir nüshası bulunmaktadır (Hadis, nr. 440/2; bu eserlerin yazma nüshaları için bk. Brockel-mann, GAL, !, 178-179, 475; Suppi, I, 286, 290, 655; Sezgin, I, 416, 426-427). Kaynaklarda Hılâtî'nin Tcflîk hlâ Şahîhi Müslim adlı bir eserinden de söz edilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA :
Hılâtî. Tercüme-i Tp.lhtsü't-Câmii'l-kebîr |trc. Mevküfâtî Mehmed Efendi). Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 719, vr. 2-; Kureşî. el-Cevâ-hİrü't-mudıyye.U, 123-124; III, 180-181; ibn Receb, ez-Zey! 'a/â Tabakâtİ'l-Hanâbile, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), II, 188-189; İbn Tağrîber-dî, ed-Detîlü'ş-şâfîcate'l-Menrıeli'ş-şâlîlnşt. Fe-hîm Muhammed Şeltût). Kahire, ts. (Mektebe-tti'l-Hâncî), 11, 630; İbn Kutluboğa, Tâcû't-terâ-cİm.s. 62-63; Keşfü'z-zunûn,], 472-473, 558, 569; II, 1681; Leknevî, el-Feuâ'idü 't-behiyye, s. 13, 172-173; Brockelmann, GAL, 1, 178-179, 475; Suppi., 1, 286, 290, 655; HedtyyetüVâd-fîn, li, 125; Ziriklî, et-A'lâm, VII, 51; Kehhâle, Muccemü't-mü'elüfîn,X, 118;Sezgin. GAS.I, 416, 426-427; Ahmet özel. Hanefi Fıkıh Âlimleri, Ankara 1990, s. 66; Kârnûsü't-a'tâm, III,
!S!I Cengiz Kallek
r
HIMARİYYE
Allah'ın
günaha sebep olan şeyleri
yaratmayacağı görüşünden
hareketle şarabın ilâhî fiille değil
imalâtçısının fiiliyle meydana geldiğini
İleri süren Askerimükrem
Kaderîleri'nden bir gruba verilen ad
(bk. KADERİYYE).
HIMS
(bk. HUMUS).
HINNÂVÎZÂDE
J
(bk. KINAUZÂDE ALİ EFENDİ).
r
HINZIZ
~l
Birinci sınıf
Câhiliye şairlerine verilen ad (bk. TABAKÂTÜ'ş-ŞUARÂ).
L J
HIRABE
(bk. EŞKIYA).
HIRAKİ
L
Ebü'l-Kâsım Ömer b. Hüseyn
b. Abdillâh el-Hırakl el-Bagdâdî
(ö. 334/946)
Hanbelî fakihi.
Hıraki nisbesi, Arapça'da "elbise ve kumaş" anlamına gelen hırka (çoğulu hı-rak) ticaretinden gelmektedir. Babası Ebû Ali el-Hırakl de hocası Ebû Bekir el-Merrûzî'ye (ö. 275/888) yakınlığı sebebiyle "Merrûzî'nin halifesi" diye anılmış bir Hanbelî âlimi olup Merrûzî'ye sorduğu sorulara onun verdiği cevaplan derleyerek Kaşaşu men hecerehû Ahmed adıyla bir eser kaleme almıştır (İbn Tey-miyye, VII, 148).
Bağdat'ta tahsil gören Hıraki, Ebû Bekir el-Merrûzî'den başka Harb b. İsmail el-Kirmânî'den, Ahmed b. Hanbel'in oğullan Salih ile (ö. 266/880) Abdullah'ın da (ö. 290/903} talebeleri olan babasından ve Ebü'1-Fazl b. Abdüssemî" el-Hâşi-mî gibi pek çok âlimden ders aldı. Hıraki'-nin doğrudan Ahmed b. Hanbel'in oğullarından ders okuduğuna dair bazı müellifler tarafından kaydedilen bilgi (Sezgin, I, 512; İbnü'l-Mibred, neşredenin mukaddimesi, I, 88-89) klasik kaynaklarda verilen bu malumatla çelişmektedir. Aralarında Ebü'l-Hasan Abdülazîz b. Haris et-Temîmî. Ebû Muhammed Abdullah b. Osman es-Saffâr, İbn Batta el-Ükberî, Ebü'l-Hüseyin İbn Sem'ûn ve Ebû Bekir Hasan b. Yahya el-Mukrî gibi fakih ve mu-haddislerin bulunduğu birçok âlim de Hı-rakî'den ders almıştır.
Hıraki zamanında Büveyhîler'in hâkimiyeti altında bulunan Irak'ta Rafızîlik ve Mu'tezilîlik hâkim duruma gelmişti. Ce-mâziyelâhir 321'de (Haziran 933) yahut ertesi yıl, Emîr Ali b. Yılbak ve kâtibi Hasan b. Hârûn Bağdat'ta hutbe sırasında Muâviye ile oğlu Yezîd'e lanet edilmesini emrettiler. Yine aynı yıl Hanbelîler'in vaaz ve öğretimden menedilip bazılarının Basra'ya sürgüne gönderilmesi halkta büyük bir tedirginliğe yol açtı. 331 (943) yılında da sahabeye dil uzatma had safhaya varınca tüccarların pek çoğu hacılarla birlikte Mısır ve Şam'a hicret etti. Bu olaylar sebebiyle Hanbelîler'in Bağdat'ta kalması güçleşince Hıraki de Hanbelî mezhebinin kök salmaya başladığı Şam'a gitti.
Burada vefat eden Hıraki, Bâbüssagir Kab-ristanı'nda şehidlerin mezarları yakınına Cerrah Camii karşısına defnedildi. Kabri daha sonra ziyaretgâh hafine gelmiştir. İbn Batta, hocası Hıraki'nin Şam'daki kabrini ziyaret ettiğini açıkça ifade ettiğine göre onun Bağdat'ta öldüğü şeklindeki rivayet gerçeği yansıtmamaktadır.
Eserleri. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın belirttiğine göre Hıraki'nin pek çok eseri bulunmakla birlikte bunlar yaygınlık kazanmamıştır. Zira Bağdat'tan ayrılırken kitaplarını emanet bıraktığı dostunun evi yanmış ve bu yangından sadece el-Muhta-sar adı verilen eseri kurtulabilmiştir, el-Muhtaşar'm hac bölümünde Hacerüles-ved'in Karmatîler tarafından yerinden sökülmüş olduğunu ima eden, "Hacı Hace-rülesved'e gelir ve imkân bulursa -eğer yerinde ise- onu selâmlar ve öper" ifadesi, hiç değilse kitabın bu bölümünden itibaren sonuna kadar olan kısmının 317 (929) yılından sonra yazıldığını düşündürmektedir. Zira Hacerülesved, Karmatî lideri Ebû Tâhir el-Cennâbî tarafından bu tarihte yerinden sökülmüş ve ancak 339'da (950-51) tekrar yerine konulabil-miştir. Hıraki'nin özel bir İsim vermediği bu eser. mezhebin görüşlerini özlü biçimde ihtiva etmesi sebebiyle el-Muhtasar diye meşhur olmuştur. Hanbelî mezhebine dair ilk klasik fıkıh metnini teşkil eden kitabın bölümlerinin tertibinde Şafiî mez-hebiyle ilgili eserler esas alınmış ve bu tertip daha sonraki pek çok Hanbelî müellifi tarafından da benimsenmiştir. el-Muhta-şar, Muvaffakuddin İbn Kudâmeel-Mak-disî (ö. 620/1223) el-Mukniı\ yazıncaya kadar Hanbelîler'in yegâne muteber fıkıh metni olma Özelliğini korumuştur. İbn Kudâme'nın eseriyle birlikte el-Muhta-şar'm tertibi de terkedilmiştir.
el-Muhtaşar'm ihtiva ettiği 2300 meselenin tamamı doğrudan Ahmed b. Han-bel'e ait görüşler olmayıp bir kısmı onun görüşlerine dayanılarak Hıraki tarafından ortaya konan tahriclerdir. Hıraki'nin eserinde bunu belirtmemesi, bütün görüşlerin Ahmed b. Hanbel'e ait olduğunu ima edeceği gerekçesiyle tenkit edilmiştir. Gulâmü'l-Hallâl'in el-Muhtaşar'in bir nüshası üzerine, "Hıraki bana altmış meselede muhalefet etmiştir" dîye yazdığını kaydeden İbn Ebû Ya'lâ bunu araştırdığını ve aralarında doksan sekiz meselede ihtilâf bulunduğunu tesbit ettiğini belirtir [Tabakâtü'l-hanâbiie, II, 76-118). Hanbelî mezhebinde büyük öneme sahip olan el-Muhtaşar medreselerde okutulmuş, talebeler tarafından ezberlenmiş.
322
HIRAKİ
bazı âlimlerce manzum hale getirilmiş ve üzerine birçok şerh yazılmıştır.
İbnü'l-Mibred (İbn Abdülhâdî), hocası İz-zeddinel-Mısrî'nin(ö. 876/1471-72) ei-Muhtaşar'a ait 300 şerhin adını tesbit ettiğini söylediğini ve kendisinin de yirmiye yakın şerhi gördüğünü belirtir (ed-Dürrü'n-naki, 111. 873). M. Züheyr eş-Şâ-vîş tarafından neşredilen el-Muhtaşar'm (Dımaşk 1378/1959, 1964) günümüze ulaşan başlıca şerhleri şunlardır: 1. Ebû Ya"-lâ el-Ferrâ'nın (ö. 458/1066) şerhi. Eserin farklı nüshalara ait iki cildi Dımaşk Zâ-hiriyye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (nr. 2746, 2747). 772 (1370-71) yılında istinsah edilen bir nüshaya ait II. cilt 267 varak olup nikâh bölümünden başlayıp el-Muhtaşar'm da son kısmı olan üm-mü'1-veledlerin azat edilmesi bölümüyle sona ermektedir. 577'de (1181) istinsah edilen diğer bir nüshanın III. cildi ise 218 varaktır ve "Kitâbü Diyâtİ'n-nefs" ile başlayıp yine eserin sonuna kadar devam etmektedir. Eser. Mekke Ümmülkurâ Üni-versitesi'nde Suûd Abdullah er-Ravki tarafından neşre hazırlanmıştır (1407/ 1986). Z. İbnü'l-Bennâ el-Bağdâdî, el-Muknf fî şerhi Muhtaşari'l-Hiraki (1-IV. nşr. Abdülazîz b. Süleyman el-Baîmî, Riyad 1414/1993). 3. Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muğnî (nşr. M. Reşîd Rızâ, Kahire 1367/1947; nşr. Abdullah b. Ab-dülmuhsin et-Türkî, I-IX. Kahire 1406/ 1986, 1412/1992, 2. bs.; nşr. M. Salim Mu-haysin - Şa'bân M. İsmail, I-1X, Riyad, ts.; Kahire, ts. \eş-Şerhu'l-kebîrile birlikte|; 1-X1V |son iki cilt fihristtir], Beyrut 1392/ 1972, 1982, el-Muhtaşaf\n en meşhur şerhidir, bk. D/A, XIII. 19). 4. EbûTâlibAb-durrahman b. Ömer ed-Darîr, el-Vâzıh fî şerhi Muhtasarı Ebi'l-Kasım el-Hı-raki (I. cilt, Dublin Chester Beatty Ktp., nr. 4947 [Kitâbü'l-Muknfm naşirinin mukaddimesinde bu numara 3286 olarak ve-rilmektedirh !l. cilt, Halep Mektebetü'l-evkâfi'ş-şarkıyye, nr. 19950). Kaynaklarda Ebû Tâlib'e el-Kâfî fî şerhi'l-Hıraki adıyla bir başka şerh daha izafe edilmektedir. 5. Şemseddin ez-Zerkeşî. Şerhu 'z-Zerkeşî 'alâ Muhtaşari'l-Hıraki (nşr. Abdullah b. Abdurrahman el-Cebrîn, 1-VII, Riyad 1413/1993). Zerkeşî'nin bu esere dair tamamlanmamış ikinci bir şerhi daha vardır. Müellif, bu şerhini öncekinden ihtisar ederek "Kitâbü'l-Etcime"den "Bâbü'l-edâhTye kadar getirmiş, geri kalan kısmı bir başka Hanbelî âlimi tarafından tamamlanmıştır. Şerhin dörtte bir kadarı günümüze ulaşmış olup Abdullah b. Abdurrahman el-Cebrîn'in belirttiğine göre basıma hazırlanmaktadır (İbnü'l-
Mibred, neşredenin mukaddimesi, 1, 89). Muhammed b. Abdurrahman b. Hüseyin Âlü İsmail'in (ö. 1969), Hasiyetti Muh-taşari'1-İmâm Ebi'l-Kasım eî-Hıraki adıyla yayımlanan eseri (Riyad 1408/1988), klasik türde bir haşiye olmayıp sadece dipnotlarda bazı konular hakkında bilhassa el-Muğnî gibi kaynaklardan yapılan alıntılar aktarılmakta, ayrıca bankacılık gibi yeni bazı meseleler hakkındaki tartışmalar özetlenmektedir (s. 109-113; et-Muh-taşar üzerine yazılan diğer şerhler için bk. İbnü'l-Bennâ, neşredenin mukaddimesi, I. 64-74).
Dostları ilə paylaş: |