He2Lresiz şart muhayyerliğinin tıpkı hezl gibi akdi fâsid kılacağı ve her İki durumda da akdin fâsid olup kabz ile dahi mülkiyet ifa­de etmeyeceği söylenmiştir



Yüklə 0,99 Mb.
səhifə4/23
tarix11.09.2018
ölçüsü0,99 Mb.
#81073
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23

52; Brockelmann, GAL SuppL, 1,415; R. K. Har-rison, "Healİng. Health". IDB, II, 541-548;Sami K. Hamarneh - Munawar A. Anees, Health Sci­ences İn Early İslam, Washington 1983,1, 113-198; Bedi N. Şehsuvaroğlu v.dğr, Türk Tıp Tari­hi, Bursa 1984, s. 47; Ahmed Urve. el-Vikâye ue hıfzu'ş-şıhha 'İnde İbn S'mâ, Dımaşk 1986; M. Nâzım en-Nesîmî, et-Tıbbü'n-nebevîueciimü'l-hadiş, Beyrut 1987, II, 33-47, 390; Seyyid el-Cemîlî, et-İtcâzü't-Ubbİ fi'l-Kur'ân, Beyrut 1987. s. 137-144, 267-271; Muhammed el-Arabî el-Hattâbi. et-Tıb ue'l-eübbâ' fl'l-Endclüsi't-İstâ-miyye, Beyrut 1988, II, 11-23. 189-243; Ömer b, Mahmüd b. Abdullah, ct-Ttbbü'l-vikâ'i fi'l-İs-lâm, Devha 1990. s. 17-20; Abdülhay el-Kettâ-nî, et-Terâtibü't-idâriyye {Öze\).II, 210-223; Gü-nay Tümer - Abdurrahman Küçük. Dinler Ta­rihi, Ankara 1993, s. 156; Ali Rıza Karabulut. Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi, Ankara 1994, M, 563-567; Ahmet Turhanoğlu, Hadislerde Koru­yucu Hekimlik (yüksek lisans tezi, 1996. MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 18-62; Eli Davis. "Hygiene-, EJd., VIII, 1140-1141.

İKİ Nebi Bozkukt

Osmanlılarda Hıfzıssıhha. Osmanll-

lar'da genel halk sağlığına ilk dönemler­den itibaren önem verilmiştir. İlk Osman­lı kroniklerinde, özellikle savaşlardan son­ra ortada kalan cesetlerin derhal gömül­mesinin emredildiğine dair bazı bilgilere rastlanması çıkabilecek salgın hastalık­lara karşı birtakım tedbirlerin alındığını gösterir. Öte yandan Osmanlı ordusu hak­kında bilgi veren bazı yabancı seyyahlar da genel temizlik kurallarına nasıl titiz­likle uyulduğunu anlatırlar. Meselâ Habs-burg elçilik heyetinin başında bulunan Busbeke. Osmanlı ordugâhında gübre yı­ğınına veya süprüntülere rastlanmadığı­nı, bunların ya yakılarak imha edildiğini ya da çukurlara gömüldüğünü belirtir [Türk Mektupları, s. 201). Fâtih Sultan Mehmed'e atfedilen bir vakıf kaydında temizlik konusunda alınan bazı tedbirle­re dair bilgilere rastlanır (Yeni Türkiye, 1/ 5. s. 7|. Burada, İstanbul'un her sokağı için ikişer kişinin görevlendirilerek bunla­rın kireç tozu veya kömür külüyle tükü­rükleri temizlemeleri, ayrıca ayın belli günlerinde kapı kapı dolaşıp evde hasta olup olmadığını araştırmaları ve bu gö­revlilerin ücretlerinin vakfedilen dükkân­ların kira gelirlerinden karşılanması ge­rektiği belirtilmiştir. Halk sağlığı açısın­dan sokakların ve meydanların temiz tu­tulması gerekli görüldüğünden bu konu­da da zaman zaman emirler yayımlandı­ğı bilinmektedir. Meselâ 1539 tarihli bir yasaknâmede Edirne subaşısına sokak­ların temizlenmesi için talimat verilmiş, hiç kimsenin ev ve dükkânının önüne çöp dökmemesi, hamamların pis sularının so-kaklara akıtılmaması. bu amaçla yapılmış

319


HIFZISSIHHA

olan kanallar üzerine hela inşa edilmeme­si, hayvan pisliklerinin ve leşlerinin top­latılması, çamaşır yıkanmış kirli, sabun­lu suların yollara dökülmemesi için ikaz­da bulunulmuştur (Osmanlı Kanunnâme­leri, Vi, 540-542). Subaşı yanında "çöplük-başi" adlı bir görevli de mahallelerin süpürülmesine ve biriken çöplerin kal­dırılmasına nezaret ediyordu. 1695 ta­rihli bir hükümde. İstanbul'un sokak ve mahallelerinin temizlenmesi için subaşı ve asesbaşıya gerekli önlemin alınması için talimat verilmiş, toplanan mezbele­lerin denize dökülmesi, herkesin kendi evinin ve dükkânının önünü süpürmesi istenmiştir. Bu konuda esaslı bir nizam­name ise 1719'da çıkarılmıştır. Buna gö­re çarşı ve sokaklardaki hayvan ölüleri, mezbele vb. pisliklerin ortadan kaldırıl­ması için her mahalleye durumuna göre ikişer üçer süpürücü tayin edilmesi ve bunların ücretlerinin evlerdenve dükkân­lardan toplanması, bu hususta kontrolün mahalle imamları tarafından yapılması karan alınmıştır {Mecelle-i ümûr-ı Bele-diyye, I, 956-958). İstanbul kadısına gön­derilen 1813 tarihli bir diğer hükümde ise sokak ve mahalle aralarında biriken çöplerin "hastalığa bâdî" olması ihtima­linden söz edilerek bunların mahalle hal­kı ve esnafı tarafından kaldırılması için gerekli tedbirlerin alınması emredilmiş­tir (a.g.e., 1,959-960).

Sadece devletin değil halkın da hıfzıs-sıhha konusundaki bazı uygulamalarına dair örnekler vardır. Meselâ halkın baş­vurduğu koruyucu sağlık kurallarının ön­de gelenlerinden biri kan aldırma veya hacamattı; ancak bu alınan kanların so­kaklara dökülmesi yasaktı. Devlet ise ih-tisab müessesesi kanalıyla uygulattığı ba­zı tedbirlerle genel sağlığın korunması­na nezaret ederdi. 1640 tarihli narh def­terinde hamamcıların müşterilerine kar­şı dikkatli davranmaları, temiz ve kuru peştamal vermeleri, leğenleri kurnaların önüne koymamaları, berberlerin kalay­sız kap kullanmamaları, usturalarının kes­kin olması, tıraş, hacamatve cerrahlıkta hizmet göreceklere beş yıldan önce ica­zet verilmemesi gibi konular yer almak­tadır. Esnaf nizâmnâmelerinde de halk sağlığıyla ilgili hususlarda titiz davranıl-dığı ve ilgili esnafın bu bakımdan kontrol altında tutulduğu anlaşılmaktadır. Os-manlılar'da hayvan kesiminin mutlaka meskûn mahaller dışındaki sahalarda ya­pılması gerekiyordu; sokak ve mahalle aralarında hayvan kesimi yasaklanmıştı. Aşçı dükkânlarında kullanılan kap kaça-

ğın kalaylı ve temiz olmasına, bulaşıkla­rın temiz su ile yıkanmasına, yemeklerin titizlikle pişirilmesine dikkat çekilir, pa­zarlarda satılan gıda maddelerinin sağlı­ğa uygunluğu kontrol edilirdi. Yolların ve kaldırımların bakım ve onarımına neza­retle yükümlü olan muhtesib hasta-he­kim ilişkilerini de düzenlerdi. Hamamla­rın belli bir nizama bağlanmasına ve te­mizliğine özellikle ihtimam gösterilirdi. Sağlığa uygun olmayan meskenler zaman zaman padişahların hatt-ı hümâyunlarıy-la yıktırılırdı.

Hıfzısıhhanın Batı'da XVII. yüzyılın ikin­ci yarısından itibaren tıp ilminin ayrı bir dalı olarak ele alınması ve özellikle XIX. yüzyılda İngiltere ve Fransa gibi bazı ül­kelerde halk sağlığını korumaya yönelik kanunlar çıkarılıp çeşitli komiteler kurul­ması Osmanlılar'ı da etkiledi. İlk defa. ge­nel sağlığı korumaya ve salgın hastalık­ları önlemeye çalışan II. Mahmud. geçici tedbirlerle yetinmeyerek devamlı bir sağ­lık teşkilâtı ile o dönemde hıfzıssıhha için büyük önem taşıyan karantina teşkilâtı­nı kurdu (1838) ve mevcut sağlık kurum­larını modernleştirmeye başladı. Genel sağlığın temini için gerekli olan pek çok tedbir karantina nizamları arasında yer aldı. Çevreyi ve havayı kirleten pisliklerin ortadan kaldırılması, imalâthanelerin şe­hir dışına çıkarılması, gıda maddelerinin sağlıklı ve temiz olması, ağaçlandırma. mezarlıkların yerleşim yerlerinin dışında kurulması, ölü defninde mutlaka ruhsat alınması, mezarların belli bir derinliğe ka­dar kazılması gibi kuralların uygulanma­sında hassas davranıldı ve cezaî müeyyi­deler getirildi. Ceza kanunnâmesinin 3. babına, "Yasak olan yerlere Ölü defneden­ler, ettirenler ve ruhsat verenler bir ay­dan bir yıla kadar hapis ve bir adet yüz­lük Osmanlı altınından on adet Osmanlı altınına kadar nakdî ceza ile cezalandırı­lır" hükmü ilâve edildi. XIX. yüzyılın orta­larından itibaren hacca gidenlerin sayısın­daki artışa paralel olarak Kızıldeniz sahil­lerinde ve Hicaz'da karantina ağı teşkil edilip Hindistan kaynaklı koleranın Hicaz üzerinden İslâm dünyasına yayılması bü­yük çapta engellendi.

Osmanlı Devleti 1851 yılında Paris'te toplanan I. Milletlerarası Sağlık Konferan-sı'na katıldı. Konferansta hekim delege­ler, halk sağlığının korunması ve salgın­ların önlenmesi için gereken tedbirler hu­susunda "karantinistler"ve"hijyenistler" olarak iki gruba ayrıldı. Osmanlı Devleti, Fransa ve diğer Akdeniz ülkeleriyle birlik-

te karantinistler arasında yer aldı. Bun­lar gemilerin, insanların ve emtianın tec­rit edilmesini şart koşuyorlardı. Hıjyenist-lerin başında ise karantina uygulamala­rından ticareti büyük zarar gören İngil­tere geliyordu. Hijyenistler. İngiltere'de sağlık işlerine bakan General Board of Health'ın uyguladığı hijyen, temizlik, ha­valandırma, gemileri ve mallan dezenfek­te etme tedbirlerini tesisi düşünülen ye­ni sağlık sisteminin temeli olarak görü­yordu. Halk sağlığının muhafazası için bir hijyen sistemine ihtiyaç bulunduğu belir­tilen konferansta hayvanîve nebatî ar­tıkların, çöplerin, mezbahaların şehir ve köylerden uzaklaştırılması, pis suların ka­palı lağımlarla akıtılması, her eve içilebi­lir temiz su sağlanması, baraka türü sa­laş yapıların ortadan kaldırılması ve yol­ların ıslahı gibi tedbirler tavsiye edilmiş­tir. Hijyenistlerin etkisinde kalan konfe­rans her olaya karşı hıfzıssıhha tedbirle­rinin alınmasını mecbur tutmuştur.

Osmanlılar'da karantina uygulaması­nın yanında yeni tıp dallarının gelişmesi, ancak bunların tıp eğitiminin müfredat programına girmesinden sonra oldu. Mekteb-i Tıbbiyye'de 1841-1842 öğretim yılında okutulan dersler arasında ilm-i hıfzıssıhhanın da yer aldığı görülmek­tedir. Hıfzıssıhhanın gelişmesinde çok önemli bir yeri olan bakteriyolojinin ül­kedeki tarihi 1887'de başlar. M. Abdülha-mid'in emriyle Zeoros Paşa. Dersaâdet Dâülkelb ve Bakteriyoloji Ameliyathâne-si'ni kurarak çalışmaya başladı. 1893 yılın­da Maurice Nicolle ve Hasan Zühdü Nazif Bey tarafından Bakteriyoloji-i Şâhâne te­sis edildi; gerek görüldüğü zaman karan­tina evlerinde de (tahaffuzhane) bakteri­yoloji laboratuvarlan açıldı. Çiçek aşısı uy­gulamaları ise çok eski tarihlerden beri yapılmaktaydı. 1811 yılında tabip Şânîzâ-de Mehmed Atâullah Efendi'ninve 1847'-de İsmail Paşa'nın başarısız kalan aşı ha­zırlama müessesesi kurma teşebbüsle­rinden sonra B. C. Violi 1880'de özel bir çi­çek aşısı hazırlama laboratuvarı açmayı başardı. Bir devlet müessesesi olan aşı evi ise (telkihhâne) 1892yılında Hüseyin Remzi Bey tarafından kuruldu. İstanbul'­dan sonra Mekke, Basra, Şam. San'a. Bağdat, Musul, Erzincan, Sivas ve Ma­nastır şehirlerinde de şubeleri açıldı. Tel-kihhânenin açılmasıyla daha önceleri it­hal edilen aşılar burada hazırlandı. Bu müessese Haziran 1954'te kapatılarak yerine Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü kuruldu. Hıfzıssıhha hizmetle­rinin en önemlilerinden olan dezenfeksi-

320

yon işlemi Osmanlılar'da yaygın biçimde uygulanmakta ve bu iş için tebhîr (tütsü-leme, etüvden geçirme) aletleri kullanıl­maktaydı. Salgın ve bulaşıcı hastalık za­manlarında tebhîrhâneler önemli hizmet­ler yapıyordu; pek çok tahaffuzhanede de tebhîr aletleri mevcuttu. Bunların dı­şında 1893 büyük kolera salgını sırasın­da İstanbul'da belediyeye bağlı olarak fa­aliyet gösteren Üsküdar, Galata ve Gedik-paşa tebhîrhâneleri açılmıştır. Bu tebhîr­hâneler 191 1 yılında Müessesât-ı Hayriy-ye-i Sıhhiyye Müdüriyeti'ne devredildi.



Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 56. maddesi kişi ve çevre sağlığının korunma­sıyla ilgilidir. Ayrıca kamu sağlığına dair iki temel yasa vardır; bunlardan biri 24 Nisan f 930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, diğeri 7 Mayıs 1987 tarih ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Ka-nunu'dur.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. HH, nr. 51094; BA, İrade - Dahiliye, nr. 93014; BA. A.DVM, Mektûbî Kalemi, nr. 27 ] 1; BA. Şehremaneti iradeleri, nr. 12 Cemâziyelâ-hir 1311/8, 25 Receb 1311/4, 10 Şaban 1312/ 2, 22 Şaban 1314/6; BA. Sıhhiye iradeleri, nr. lBSafer 1311/1, 1 Rebîülevvel 1322/2, 14 Re-bîülevvel 1325/1; BA, Yıidız Sadâret Hususi Mâ-ruzatEvrakı, nr. 286/70, 310/81; Osmanlılarda Narh Müessesesi ue 1640 Tarihli Narh Defteri (haz. Mübahat S. Kütükoğlu), İstanbul 1983, s. 260-262; Osmanlı Kanunnâmeleri ue Huku­kî Tahlilleri (haz. Ahmet Akgündiiz], İstanbul 1992, VI, 540-542; Busbecq. Türk Mektupları (trc. H.Cahit Yalçın), istanbul 1939, s. 201; lieu-sât-i Seruet-i Fünûn (13111,5. 18-19; Neusâl-i Â/îyet( 1316). 5.362-364;BesimÖmer, Nevsal-İ Tıbbî, istanbul 1320, s. 92-96; E. Caustner. Hıf-zissıhha(trc. Mehmed Fahri Paşa], İstanbul 1331, s. 161-166; Mecelle-i ümûr-ı Belediyye, \, 954-963; IV, 40; Süheyl Ünver, "Osmanlı Tababeti ve Tanzimat", Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 945-952; Bedi N. Şehsüvaroğlu, istanbul'da 500 Yıl-kk Sağlık Hayatımız, İstanbul 1953, s. 100-103; Emine Melek Atabek, 1851 'de Paris'te Topla­nan I. Milletlerarası Sağlık Konferansı ue Türk­ler, İstanbul 1974, s. 9-19, 101; W. Mcneil. Pla-guesandPeoples, NewYork 1975,tür.yer.;Ziya Kazıcı, Osmanlıtar'da Ihtisab Müessesesi, İstan­bul 1987, s. 103,105-106, 129,220, 222; Ekrem Kadri Unar, "Bakteriyoloji". Dünyada ue Tür­kiye'de 1850 Yılından Sonra Tıp Dallarındaki İlerlemelerin Tarihi, İstanbul 1988, s. 51-52; a.mlf.. "İnfeksiyonlar Bilimî", a.e., s. 241 -243; a.mlf.. "Tıp Parazitolojisi", a.e., s. 342; a.mlf.. Bulaşıcı Hastalıklarla Sauaş ue İslâm Dini, İs­tanbul 1989, s. 11,42,45; Emre Dölen, Tekstil Tarihi, İstanbul 1992, s. 53-54; Abdülazlz Bey, Osmanlı Adet, Merasim ue Tabirleri (haz. Ka­zım Ansan - Duygu Ansan Günay), İstanbul 1995, s. 349-350; Suraiya Faroqhi, Hacılar ue Sultan-far(trc. Gül Çağalı Güven), İstanbul 1995, s. 122; Gülden Sanyıldtz. "Karantina Meclisi'nin Kuru­tuşu ve Faaliyetleri", TTK Belleten, LVIIİ/222 (1994|. s. 351; "Fâtih'in Tababetle İlgili Va­siyetnamesi", Yeni Türkiye, 1/5, İstanbul 1995,

bRJ Gülden Sarıyıldız

r

L

r



HIKD

HILÂTÎ


L_

Ebû Abdillâh Sadrüddîn Muhammed

b. Abbâd b. Melik Dâd el-Hılâtî

(ö. 652/1254)

Hanefî fakihi.

J

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Bitlis'in bir ilçesi olan Ahlat'a (Arapça eserlerde Hılât) nisbetle Hılâtî diye anıl­maktadır. Cemâleddin Mahmûd b. Ah-med el-Hasîrî'den fıkıh okudu ve Şahîh-i Müslim'i dinledi. Kureşî'nİn Zebîdî, İbn Kutluboğa'nın İbnü'z-Zebîdî şeklinde kay­dettiği bir âlimden de Şahîh-i BuhârTy'ı dinledi. Her iki kaynağın da adını belirt­mediği bu âlim, Hanefî ve Hanbelî taba-kat kitaplarında Zebîdî veya İbnü'z'-Ze-bîdî diye anılan ve çeşitli şehirlerde Şa­hîh-i BuhârTyi okuttuğu kaydedilen Ebû Abdullah Hüseyin b. Mübarek ez-Zebîdî (ö 631/1234) olmalıdır. Her iki hocasının da Dımaşk, Halep ve Bağdat gibi ilim



HILAT1

merkezlerinde bulunduğu göz önüne alı­nırsa Hılâtî'nin ilim tahsili için bu şehirle­re gitmiş olduğu düşünülebilir. Kahire'de Süyûftyye Medresesinde ders verdiği bi­linen Hılâtî'nin talebelerinden sadece Mı­sır Hanefî kâdıtkudâtı Ahmed b. İbrahim es-Serûcî'nin adı zikredilmektedir. Hılâtî Receb 652'de (Eyiül 1254) vefat etti.

Eserleri. 1. Telhîşü'l-Câmi'i'l-kebîr. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'nin Ha­nefî mezhebinin ana kaynaklarından olan e!-Câmicu'l-kebîr"m\n muhtasarıdır. İs­tanbul kütüphanelerinde çok sayıda yaz­ma nüshası bulunan (meselâ bk. Süley-maniye Ktp., Fâtih, nr. 1552, Hasan Hüs­nü Paşa, nr. 5 ] 3; Esad Efendi, nr. 584; Lâ­leli, nr. 841; Ayasofya, nr. 1073; Yenicami, nr 378) eserin birçok şerhi yapılmıştır. Günümüze ulaşan önemli şerhleri arasın­da İbn Balaban'm Thhfetü '1-harîş fi şer-hi't-Telhîş, Mes'ûd b. Muhammed el-Gucdüvânfnin et-Tenvk şerhu Telhîşi'l-Câmi'i'I-kebîr, Bâbertî'nin Şerhu Tel-hîşi'l'Câmfi'I-kebîr adlı eserleriyle Sa'-deddinet-Teftâzânî ve Molla Fenârî'nin şerhleri zikredilebilir, reihjş'in bir kısmı Mevküfâtî Mehmed Efendi tarafından Türkçe'ye çevrilerek şerhedümiştir. Bu

321


HILATÎ

eserin bir nüshası Tercüme-i Telhîsü'l-CâmÜ'l-kebîr adıyla Süleymaniye Kü­tüphanesi'nde kayıtlıdır (Şehid Ali Paşa, nr. 719). Mevküfâtî tercümeye yazdığı mukaddimede eserin çok muhtasar oldu­ğunu, bu sebeple bazı yerleri anlamakta güçlük çektiğini belirtmektedir (bk. vr. 2a). 2. Makşadü'l-Müsned. Ebû Hanîfe'-nin el-Müsned adlı eserinin muhtasarı olup Dârü'l-kütübi'l-Mısriyye'de bir nüs­hası bulunmaktadır (Hadis, nr. 440/2; bu eserlerin yazma nüshaları için bk. Brockel-mann, GAL, !, 178-179, 475; Suppi, I, 286, 290, 655; Sezgin, I, 416, 426-427). Kaynaklarda Hılâtî'nin Tcflîk hlâ Şahîhi Müslim adlı bir eserinden de söz edil­mektedir.

BİBLİYOGRAFYA :

Hılâtî. Tercüme-i Tp.lhtsü't-Câmii'l-kebîr |trc. Mevküfâtî Mehmed Efendi). Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 719, vr. 2-; Kureşî. el-Cevâ-hİrü't-mudıyye.U, 123-124; III, 180-181; ibn Receb, ez-Zey! 'a/â Tabakâtİ'l-Hanâbile, Bey­rut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), II, 188-189; İbn Tağrîber-dî, ed-Detîlü'ş-şâfîcate'l-Menrıeli'ş-şâlîlnşt. Fe-hîm Muhammed Şeltût). Kahire, ts. (Mektebe-tti'l-Hâncî), 11, 630; İbn Kutluboğa, Tâcû't-terâ-cİm.s. 62-63; Keşfü'z-zunûn,], 472-473, 558, 569; II, 1681; Leknevî, el-Feuâ'idü 't-behiyye, s. 13, 172-173; Brockelmann, GAL, 1, 178-179, 475; Suppi., 1, 286, 290, 655; HedtyyetüVâd-fîn, li, 125; Ziriklî, et-A'lâm, VII, 51; Kehhâle, Muccemü't-mü'elüfîn,X, 118;Sezgin. GAS.I, 416, 426-427; Ahmet özel. Hanefi Fıkıh Âlim­leri, Ankara 1990, s. 66; Kârnûsü't-a'tâm, III,

!S!I Cengiz Kallek

r

HIMARİYYE



Allah'ın

günaha sebep olan şeyleri

yaratmayacağı görüşünden

hareketle şarabın ilâhî fiille değil

imalâtçısının fiiliyle meydana geldiğini

İleri süren Askerimükrem

Kaderîleri'nden bir gruba verilen ad

(bk. KADERİYYE).

HIMS

(bk. HUMUS).



HINNÂVÎZÂDE

J

(bk. KINAUZÂDE ALİ EFENDİ).



r

HINZIZ


~l

Birinci sınıf

Câhiliye şairlerine verilen ad (bk. TABAKÂTÜ'ş-ŞUARÂ).

L J


HIRABE

(bk. EŞKIYA).

HIRAKİ

L

Ebü'l-Kâsım Ömer b. Hüseyn



b. Abdillâh el-Hırakl el-Bagdâdî

(ö. 334/946)

Hanbelî fakihi.

Hıraki nisbesi, Arapça'da "elbise ve ku­maş" anlamına gelen hırka (çoğulu hı-rak) ticaretinden gelmektedir. Babası Ebû Ali el-Hırakl de hocası Ebû Bekir el-Merrûzî'ye (ö. 275/888) yakınlığı sebebiy­le "Merrûzî'nin halifesi" diye anılmış bir Hanbelî âlimi olup Merrûzî'ye sorduğu sorulara onun verdiği cevaplan derle­yerek Kaşaşu men hecerehû Ahmed adıyla bir eser kaleme almıştır (İbn Tey-miyye, VII, 148).

Bağdat'ta tahsil gören Hıraki, Ebû Be­kir el-Merrûzî'den başka Harb b. İsma­il el-Kirmânî'den, Ahmed b. Hanbel'in oğullan Salih ile (ö. 266/880) Abdullah'ın da (ö. 290/903} talebeleri olan babasın­dan ve Ebü'1-Fazl b. Abdüssemî" el-Hâşi-mî gibi pek çok âlimden ders aldı. Hıraki'-nin doğrudan Ahmed b. Hanbel'in oğul­larından ders okuduğuna dair bazı müel­lifler tarafından kaydedilen bilgi (Sezgin, I, 512; İbnü'l-Mibred, neşredenin mukad­dimesi, I, 88-89) klasik kaynaklarda veri­len bu malumatla çelişmektedir. Arala­rında Ebü'l-Hasan Abdülazîz b. Haris et-Temîmî. Ebû Muhammed Abdullah b. Osman es-Saffâr, İbn Batta el-Ükberî, Ebü'l-Hüseyin İbn Sem'ûn ve Ebû Bekir Hasan b. Yahya el-Mukrî gibi fakih ve mu-haddislerin bulunduğu birçok âlim de Hı-rakî'den ders almıştır.

Hıraki zamanında Büveyhîler'in hâki­miyeti altında bulunan Irak'ta Rafızîlik ve Mu'tezilîlik hâkim duruma gelmişti. Ce-mâziyelâhir 321'de (Haziran 933) yahut ertesi yıl, Emîr Ali b. Yılbak ve kâtibi Ha­san b. Hârûn Bağdat'ta hutbe sırasında Muâviye ile oğlu Yezîd'e lanet edilmesini emrettiler. Yine aynı yıl Hanbelîler'in va­az ve öğretimden menedilip bazılarının Basra'ya sürgüne gönderilmesi halkta bü­yük bir tedirginliğe yol açtı. 331 (943) yı­lında da sahabeye dil uzatma had safha­ya varınca tüccarların pek çoğu hacılarla birlikte Mısır ve Şam'a hicret etti. Bu olay­lar sebebiyle Hanbelîler'in Bağdat'ta kal­ması güçleşince Hıraki de Hanbelî mezhe­binin kök salmaya başladığı Şam'a gitti.

Burada vefat eden Hıraki, Bâbüssagir Kab-ristanı'nda şehidlerin mezarları yakınına Cerrah Camii karşısına defnedildi. Kabri daha sonra ziyaretgâh hafine gelmiştir. İbn Batta, hocası Hıraki'nin Şam'daki kab­rini ziyaret ettiğini açıkça ifade ettiğine göre onun Bağdat'ta öldüğü şeklindeki rivayet gerçeği yansıtmamaktadır.

Eserleri. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın belirt­tiğine göre Hıraki'nin pek çok eseri bulun­makla birlikte bunlar yaygınlık kazanma­mıştır. Zira Bağdat'tan ayrılırken kitap­larını emanet bıraktığı dostunun evi yan­mış ve bu yangından sadece el-Muhta-sar adı verilen eseri kurtulabilmiştir, el-Muhtaşar'm hac bölümünde Hacerüles-ved'in Karmatîler tarafından yerinden sö­külmüş olduğunu ima eden, "Hacı Hace-rülesved'e gelir ve imkân bulursa -eğer yerinde ise- onu selâmlar ve öper" ifade­si, hiç değilse kitabın bu bölümünden iti­baren sonuna kadar olan kısmının 317 (929) yılından sonra yazıldığını düşündür­mektedir. Zira Hacerülesved, Karmatî lideri Ebû Tâhir el-Cennâbî tarafından bu tarihte yerinden sökülmüş ve ancak 339'da (950-51) tekrar yerine konulabil-miştir. Hıraki'nin özel bir İsim vermediği bu eser. mezhebin görüşlerini özlü biçim­de ihtiva etmesi sebebiyle el-Muhtasar diye meşhur olmuştur. Hanbelî mezhe­bine dair ilk klasik fıkıh metnini teşkil eden kitabın bölümlerinin tertibinde Şafiî mez-hebiyle ilgili eserler esas alınmış ve bu ter­tip daha sonraki pek çok Hanbelî müellifi tarafından da benimsenmiştir. el-Muhta-şar, Muvaffakuddin İbn Kudâmeel-Mak-disî (ö. 620/1223) el-Mukniı\ yazıncaya kadar Hanbelîler'in yegâne muteber fıkıh metni olma Özelliğini korumuştur. İbn Kudâme'nın eseriyle birlikte el-Muhta-şar'm tertibi de terkedilmiştir.

el-Muhtaşar'm ihtiva ettiği 2300 me­selenin tamamı doğrudan Ahmed b. Han-bel'e ait görüşler olmayıp bir kısmı onun görüşlerine dayanılarak Hıraki tarafın­dan ortaya konan tahriclerdir. Hıraki'nin eserinde bunu belirtmemesi, bütün gö­rüşlerin Ahmed b. Hanbel'e ait olduğunu ima edeceği gerekçesiyle tenkit edilmiş­tir. Gulâmü'l-Hallâl'in el-Muhtaşar'in bir nüshası üzerine, "Hıraki bana altmış me­selede muhalefet etmiştir" dîye yazdığı­nı kaydeden İbn Ebû Ya'lâ bunu araştır­dığını ve aralarında doksan sekiz mese­lede ihtilâf bulunduğunu tesbit ettiğini belirtir [Tabakâtü'l-hanâbiie, II, 76-118). Hanbelî mezhebinde büyük öneme sahip olan el-Muhtaşar medreselerde okutul­muş, talebeler tarafından ezberlenmiş.

322


HIRAKİ

bazı âlimlerce manzum hale getirilmiş ve üzerine birçok şerh yazılmıştır.

İbnü'l-Mibred (İbn Abdülhâdî), hocası İz-zeddinel-Mısrî'nin(ö. 876/1471-72) ei-Muhtaşar'a ait 300 şerhin adını tesbit ettiğini söylediğini ve kendisinin de yir­miye yakın şerhi gördüğünü belirtir (ed-Dürrü'n-naki, 111. 873). M. Züheyr eş-Şâ-vîş tarafından neşredilen el-Muhtaşar'm (Dımaşk 1378/1959, 1964) günümüze ula­şan başlıca şerhleri şunlardır: 1. Ebû Ya"-lâ el-Ferrâ'nın (ö. 458/1066) şerhi. Eserin farklı nüshalara ait iki cildi Dımaşk Zâ-hiriyye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (nr. 2746, 2747). 772 (1370-71) yılında is­tinsah edilen bir nüshaya ait II. cilt 267 varak olup nikâh bölümünden başlayıp el-Muhtaşar'm da son kısmı olan üm-mü'1-veledlerin azat edilmesi bölümüyle sona ermektedir. 577'de (1181) istinsah edilen diğer bir nüshanın III. cildi ise 218 varaktır ve "Kitâbü Diyâtİ'n-nefs" ile baş­layıp yine eserin sonuna kadar devam et­mektedir. Eser. Mekke Ümmülkurâ Üni-versitesi'nde Suûd Abdullah er-Ravki tarafından neşre hazırlanmıştır (1407/ 1986). Z. İbnü'l-Bennâ el-Bağdâdî, el-Muknf fî şerhi Muhtaşari'l-Hiraki (1-IV. nşr. Abdülazîz b. Süleyman el-Baîmî, Riyad 1414/1993). 3. Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muğnî (nşr. M. Reşîd Rızâ, Kahire 1367/1947; nşr. Abdullah b. Ab-dülmuhsin et-Türkî, I-IX. Kahire 1406/ 1986, 1412/1992, 2. bs.; nşr. M. Salim Mu-haysin - Şa'bân M. İsmail, I-1X, Riyad, ts.; Kahire, ts. \eş-Şerhu'l-kebîrile birlikte|; 1-X1V |son iki cilt fihristtir], Beyrut 1392/ 1972, 1982, el-Muhtaşaf\n en meşhur şerhidir, bk. D/A, XIII. 19). 4. EbûTâlibAb-durrahman b. Ömer ed-Darîr, el-Vâzıh fî şerhi Muhtasarı Ebi'l-Kasım el-Hı-raki (I. cilt, Dublin Chester Beatty Ktp., nr. 4947 [Kitâbü'l-Muknfm naşirinin mu­kaddimesinde bu numara 3286 olarak ve-rilmektedirh !l. cilt, Halep Mektebetü'l-evkâfi'ş-şarkıyye, nr. 19950). Kaynaklar­da Ebû Tâlib'e el-Kâfî fî şerhi'l-Hıraki adıyla bir başka şerh daha izafe edilmek­tedir. 5. Şemseddin ez-Zerkeşî. Şerhu 'z-Zerkeşî 'alâ Muhtaşari'l-Hıraki (nşr. Abdullah b. Abdurrahman el-Cebrîn, 1-VII, Riyad 1413/1993). Zerkeşî'nin bu ese­re dair tamamlanmamış ikinci bir şerhi daha vardır. Müellif, bu şerhini öncekin­den ihtisar ederek "Kitâbü'l-Etcime"den "Bâbü'l-edâhTye kadar getirmiş, geri ka­lan kısmı bir başka Hanbelî âlimi tarafın­dan tamamlanmıştır. Şerhin dörtte bir kadarı günümüze ulaşmış olup Abdullah b. Abdurrahman el-Cebrîn'in belirttiğine göre basıma hazırlanmaktadır (İbnü'l-

Mibred, neşredenin mukaddimesi, 1, 89). Muhammed b. Abdurrahman b. Hüseyin Âlü İsmail'in (ö. 1969), Hasiyetti Muh-taşari'1-İmâm Ebi'l-Kasım eî-Hıraki adıyla yayımlanan eseri (Riyad 1408/1988), klasik türde bir haşiye olmayıp sadece dip­notlarda bazı konular hakkında bilhassa el-Muğnî gibi kaynaklardan yapılan alın­tılar aktarılmakta, ayrıca bankacılık gibi yeni bazı meseleler hakkındaki tartışma­lar özetlenmektedir (s. 109-113; et-Muh-taşar üzerine yazılan diğer şerhler için bk. İbnü'l-Bennâ, neşredenin mukaddimesi, I. 64-74).


Yüklə 0,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin