1 buyurmaktadır. Bu ayet bize bazı hakikatlerin sırrını da vermektedir.
Şöyle ki;
Allah’u Teala, bütün alemlerin Rabbidir. Yaratmak, yaşatmak, öldürmek, diriltmek; sevmek, sevdirmek, istediğine hidayet vermek, dilediğini sapıklık içinde bırakmak sadece O’na aittir. O mutlak hüküm ve idare sahibidir. Mutlak idare, mutlak ilim ve irade ister. Allah’u Teala dilediğini yapma gücüne sahiptir. O’nun gücü de mutlaktır; sınırsız ve sonsuzdur. Hidayet O’nun elindedir. Kalpler O’nun tasarrufundadır. Hüküm vermede tekdir. Yarattığı her şeyi önceden bilir, onlara şekil verir, rızık belirler, vazife yükler, ecel tayin eder. Canlı cansız her şeyin bir kaderi, ölçüsü, vazifesi ve eceli vardır. Hepsinin sonu ilahi ilimde bellidir.
Mükellef insanlar her yaptıklarından sorumlu olup hesaba çekilirler; fakat hiç kimse alemlerin Rabbini yaptıklarından dolayı hesaba çekemez. Kainatta yaş-kuru, büyük-küçük, hareket-sükun, taat-isyan hepsi ilahi kitapta, Levh-i Mahfuz’da yazılıdır.
Bu hakikatler Allah Teala’nın sıfat ve isimlerinin bir tezahürüdür. Allah’u Teala’nın ism-i şeriflerinden olan er-Rezzak: Yarattıklarına lazım olan bütün maddi ve manevi rızıkları yaratan, ulaştıran, yolunu açan,2 demektir.
"Hiç şüphesiz, Allah Rezzak'tır; O, kuvvet sahibi, Metin'dir." 3
Rezzak: Yarattığı bütün canlıların rızıklarını bol bol veren, rızka kefil ve her bir canlıyı yaşatacak zaruri gıdayı üstüne alan. Rızkı yaratan, onu veren veya sebeplere bağlayan.
4
Hz. Ömer (r.a) döneminde adamın biri her sabah halifenin kapısına gelir ve beklerdi. Hz. Ömer adamın devamlı bir ihtiyaç için geldiğini görünce, kendisine, “Be adam! Sen Allah için mi hicret ettin, Ömer için mi? Mescide git ve Kur’an öğren. Bu seni Ömer’in kapısından kurtarır" dedi. Bunun üzerine adam uzun süre ortalıklarda görünmedi. Hz. Ömer (r.a) adamı merak ederek soruşturdu. Nerede olduğunu öğrenerek gitti buldu. Onun insanlardan el etek çekerek ibadetle meşgul olduğunu gördü. Ona, “Seni uzun zamandır göremediğim için merak ettim. Seni bize gelmekten alıkoyan nedir?” diye sordu; adam şöyle cevap verdi: “Ben Kur’an’ı okudum; o beni Ömer’den ve Ömer’in ailesine muhtaç olmaktan kurtardı” dedi. Hz. Ömer, “Allah sana rahmet etsin; Kur’an’da ne buldun?” diye sordu. Adam, “Kur’an’da, “Muhakkak ki rızkınız ve size vaat edilen şeyler göktedir”5 ayetini okudum. Sonra kendi kendime, ‘Meğer benim rızkım gökte imiş; bense onu yerde arıyorum, bu olacak iş mi? dedim.’ Bunu işiten Hz. Ömer (r.a) ağladı. Bu onun için güzel bir öğüt olmuştu. Bundan sonra Hz. Ömer bazı zamanlar ona gelir, meclisinde oturur, onun sözlerini dinlerdi. 6
Ehl-i sünnete göre rızık, kendisinden yararlanılmak üzere, Allah'ın canlılara verdiği şeydir. Kul ondan faydalandığı (yediği) zaman bu, kendisine rızık olur. Helal veya haram olması onun rızık olmasına engel değildir.7
Bazı alimler rızık, insan ve diğer bütün canlıların sadece beslenip yaşamaları için yedikleri ve içtikleri yiyecek ve içecekler yani besinlerdir derler. Bazı Eş'ari alimleri, tarifini geniş tutarak rızkı şöyle tanımlamışlardır. Rızık, Allah Teala’nın bütün canlılara, yiyip içerek gıdalanmaları ve faydalanmaları için lütfettiği şeylerdir. Bu tarife göre rızkın içerisine, yiyecek ve içecek ve insan hayatını sıcak ve soğuktan korumaya yarayan elbise ve mesken gibi şeyler girer.8
Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirin yazarı Elmalılı Hamdi Yazır diyor ki: “Rızık, Allah'ın canlıya zevk ve faydalanma nasip ettiği (giyecek, mal, mevki, ilim, yiyecek-içecek, marifet vb.) şeydir. Mülk olsun olmasın, yenilen, içilen ve diğer şekillerde kullanılmasından faydalanılan mallara uygun olduğu gibi; evladı, eşi, gayret ve işi, ilim ve bilgileri dahi içine alır. Fakat hepsinde istifade edilmiş olmak şarttır. Ve bu faydalanma, dünyaya ve ahirete ait faydalanmadan daha geneldir. Buna göre dini ve dünyevi bilfiil faydalanılamayan mal, mülk, evlat ve aile, ilim ve bilgi rızık değildirler. Bu şekilde bir şey, çeşitli faydalanma şekillerine göre farklı kimselerin rızkı olabilir. Fakat malından, gücünden, ilminden faydalanmayanlar rızıklanmış değildirler.” 9
Rızk, dünyada ve Ahirette verilen şey, nasib anlamındadır. Verilen bir şeyin rızk olması için ele mutlaka ulaşması ve kendisiyle yararlanılması şarttır; bu bakımdan, kendisinden fiilen yararlanılmayan ve ele ulaşmayan şeylere rızk denmez.10
Allah'ın ilminde bir insanın ömrü boyunca yiyeceği rızıklar bellidir. Bir insan, dağlar kadar mal ve yiyecek kazansa, onun ömrü boyunca bundan yiyeceği ve midesinin alacağı ve hazmedeceği miktar muayyendir. Kazandığı mal ve yiyeceklerin hepsini midesine doldurma gücü ve imkanı da yoktur. Bu sebeple bir mü'min kazandıklarından ihtiyaç fazlasını ihtiyaç sahiplerine vererek manevi rızık (ahirete azık) kazanmaya çalışması güzel bir davranıştır.11
Bütün canlıların beslenmesi Allah'a aittir; yani ona bağlıdır. Her canlı aynı gıda ile beslenemeyeceğine göre Allah, farklı azıklarla onlara hayat vermektedir. Ne kadar canlı türü olduğunu bizim bilmemiz şu andaki bilimin seviyesine göre mümkün değildir.
Her canlı türüne farklı beslenme rızkını veren varlık, Allah'tan başkası olamaz. Yüce Allah, bütün canlılara öylesine bir beslenme programı uyguluyor ve önlerine sofrayı kuruyor ki bu oluşumdan hareket eden insan aklı, Allah'a varabiliyor.
Gözle görülemeyecek kadar küçük olan canlıların yaşamı için gerekli olan rızkı da Allah vermektedir.
"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkını vermek Allah'a aittir. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir.” 12
İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri şöyle demiştir:”Bu ayet-i kerimenin hükmüne göre ister helal olsun, ister haram olsun herkesin kendi rızkını tüketmesi gerekir.
Bir insanın rızkını yiyip tamamlamaması veya başkasının rızkını yemiş olması tasavvur edilemez. Zira Allah Teala'nın bir şahsa gıda olarak tahsis ve takdir ettiği şeyi yemesi gerekir. Başkasının bu rızkı yemesi mümkün değildir. Mülk manasında da olsa yine rızkı başkasının yemesi mümkün değildir.13
İmam Şafi hazretleri de şöyle der:”Gök, yeryüzü, canlı, ağaç ve diğer varlıkların hepsini Allah c.c yaratmıştır. Her canlının rızkı da Allah’a aittir. O bunların duracakları (baba sulbü) ve korunacakları (ana rahmi) yerleri de bilir.” 14
Adamın biri ariflerden Sehl b. Abdullah Tüsteri’ye (k.s),
“Rızık nedir?” diye sordu; Sehl (k.s),
“Gerçek rızık, insana hayat veren, hiç ölmeyen ve hep hayatta kalan Allah’tır” dedi. Soruyu soran, “Ben sana insanı ayakta tutan şeyi soruyorum” dedi; Sehl,
“İnsanı ayakta tutan şey, ilimdir” dedi. Adam,
“Ben sana insanın gıdasını sordum” dedi; Sehl,
“Asıl gıda, zikirdir” dedi. Soran şahıs,
“Ben sana cesedin yiyeceğini soruyorum” deyince, hazret,
“Cesetten sana ne! Sen onu, ilk olarak onu yaratan yüce zata bırak. O, işin sonunda da ona sahip çıkar. Vücudun hastalandığında onu yapan ustasına havale et! Bilmiyor musun, bir sanat eseri arızalandığında onu ustasına götürürler; o da onu tamir eder.”
Yine Sehl b. Abdullah Tüsteri (k.s)demiştir ki:
“Eğer kul Allah’tan kendisine rızık vermemesini istese, Allah onun bu duasını kabul etmez ve ona, ‘Ey cahil kulum! Ben seni yarattım, artık ebediyen rızkını vermek bana aittir’ buyurur.” 15
Rızık kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de 124 yerde geçer. Kur'an'a göre rızık, ya doğrudan doğruya veya sebeplendirme yoluyla Cenab-ı Allah'a aittir.
Rızkını aramak her mü’minin üzerine ait bir sorumluluktur. Hiç kimsenin Allah Teala’yı imtihan edercesine “mademki benim rızkımı Allah Teala veriyor öyleyse çalışmama gerek yok” deyip Rabb’ini deneyemez.
Rızkı arama ve kazanma konusunda Allah’u Teala şöyle buyurur:
“Gündüzü de çalışıp kazanma zamanı yaptık!” 16
Elde edilen bu kazanç içinde her rızık sahibine rızkının bir nedenle ulaşması Allah Teala’nın Rezzak-ı Mutlak olmasındandır.
Hz. Abdullah b. Mes'ud (r.a)'dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.v):
"Kesbi taleb etmek (rızık temini için çalışmak)
her Müslüman üzerine farzdır."17
Şeyh Sa‘di Şirazi (k.s) der ki:
Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. “Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?” diyerek, Allah’ın lütfuna hayran oldu.
Derken bir aslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu.
Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören derviş, kendi kendine, “Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden göndermesin?” diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü.
Düşündüğü gibi de yaptı: “Rızkım Allah’ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor” diyerek beklemeye başladı. Bekledi, bekledi... Ne gelen ne giden... Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken, bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu:
“Ey tembel adam!” diyordu ses, “Kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı aslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır. Gücüyle aslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye hem muhtaçlara yedir.” 18
Evet, çalışmak ve rızka vesile olmak kulun elinde fakat rızkın bollaşıp daralması yüce yaratıcının elindedir.
“Allah dilediğine rızkını bollaştırır da, daraltır da...” 19
Rızk, Allah Teala’nın üzerinedir. Her canlının rızkını tekeffül eden Allah, bu rızkı onlara dilediği gibi farklı ölçülerde vermektedir. 20
Herkes, kendisi için takdir edilen rızkını yer, bir kimse başkasının rızkını yiyemez. Kimse kendisi için takdir edilen rızkını yemeden ölmez.
Abdulaziz (b. Muhammed) Amr b. Ebi Amr vasıtasıyla Muttalib’in Hz. Peygamber’den şöyle rivayet ettiğini bize haber verdi:
"Cebrail benim kalbime, hiç kimsenin rızkını tamamlamadıkça asla ölmeyeceğini ilham etti. Buna göre güzel rızık isteyiniz" 21
Kullarının ihtiyacı olan rızkını kendi üzerine alan22, yazan, rızka kefil olan, her canlıyı yaşatacak zaruri rızık ve gıdayı üzerine alan Allah’tır. Rızık: Kendisinden yararlanılan şey, Allah tarafından her canlı için ayrılmış ve takdir edilmiş olan nimet, yiyecek, içecek ve giyecekle ilgili maddeler. Canlıların yararlanması için Allah tarafından yaratılmış maddi ve manevi her şey rızık sayılır. Rızık, bedenle ilgili olabileceği gibi; kalp ve ruh ile ilgili (marifet, ilim vb.) de olabilir. Rızkı veren, rızkı yaratan, sebeplere bağlayan Allah’tır. Allah’ın güzel isimlerinden biri de “Rezzak”tır, yani rızık veren yalnız O’dur. Kulun buradaki sorumluluğu rızkı helal mi yoksa haram mı kazandığıdır.
HELAL-HARAM DUYARLILIĞI
Kazancın iki yolu bulunur. İnsanoğlu hayatının her evresinde olduğu gibi rızkı kazanma ve harcama hususunda da iki yol ayrımında bulunur. Ya helal ya haram…
Haram sözlükte;” yasak, memnu ” anlamında dini bir terim olarak, kesin bir delille, açık bir şekilde yapılmaması istenilen fiildir.
Helal ise; dinen yapılması veya yenip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey demektir. Allah ve Resulü’nün bir şeyin helal olduğunu belirtmesi veya işlenmesinde günah olmadığını bildirmesi, o fiilin helal olduğunu gösterdiği gibi, o fiil veya şeyin yasaklandığına dair bir delil bulunmaması da helal olduğunu gösterir. Zira eşyada aslolan helal oluşudur. Buna göre bir şey, dinin açık bir hükmüne, yasağına ve ilkesine aykırı olmadıkça helaldir, meşrudur. Helal kavramının, meşru, caiz, mubah tabirleri ile yakın ilişkisi vardır. Çoğu zaman da eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. 23
Müminler olarak maişetimizi temin ederken haram yollardan uzak durmaya, helalinden kazanmaya elbette dikkat ediyoruz. Bu arada belki çoğu insanın bilmediği bir de üçüncü yol var: Şüpheli kazanç yolu. İnanan insanların şüpheli olanlara da dikkat etmesi gerektiğini Nu’man İbn Beşir(r.a) rivayetle Peygamber (s.a.v) şöyle açıklıyor:
“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tertemiz etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa, cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” 24
Hadis-i şerifte geçen helal ve haram ile ikisinin arasında şüpheli olanlar her konuda düşünülebilir. Rızık elde etme konusu da bu kapsamın içine girer.
Rabia b. Said, Atıyye es-Sa‘di’den (r.a) Resulullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Bir kul, sakıncalı (haram, mekruh) olanlara düşerim korkusuyla sakıncalı olmayanları terk etmedikçe takva sahibi kimselerden sayılmaz!”25
Son derece ehemmiyetli bir husus da, rızkı helal yollardan temin etmektir. Rızkın helalini seçmek, hayatın nuru, gönlün süruru ve ibadetin ruhu, kalbin selamete ulaşmasının en başta gelen etkenlerindendir.
Haram rızık, hayatı zehirler, kalbi karartır. Dünyada ve ahirette zillet ve musibetler haram rızıkların neticeleridir.
Helal mal ve helal gıda, Hak Teala’nın rızasını kazanmaya vesiledir. Harama bulaşan mal ve gıda ise, sahibi için büyük bir pişmanlıktır.
Mal mülk ve evlat Allah’a tahsis edileceği yerde kalbi meşgul ederse, sonuç üzücü olur. Helal lokma, vücutta hikmet, ilim ve marifeti besler, gönülde Allah aşkı, Allah şevki ve sevgisini uyandırır. Vücut, gönle Hakk’ı tanıma kudreti veren helal gıdalar ile beslenmezse kalpte safiyet ve ibadetlerde huşu mümkün olmaz.
Allah’ın nuruna götürecek kuvvet, yalnız helal olan gıdalarda mevcuttur. Bu nedenle haram yemek kalbin hastalıklarına sebeptir. Bu gıdanın vücuttaki dolaşımı takribi kırk günde tamamlandığından haram yiyen bir insanın dua ve ibadetlerinin kırk gün müddetle kabul edilmeyeceği hususunda rivayetler, haramın kalbe çok büyük etki yaptığını gösterir.
Bu nedenle haram gıda ile beslenme vücuda manevi bir zehirdir. İbadetten zevk almak mümkün olmaz. O halde bize düşen mukadder olan rızkını; harama, hileye kaçmadan, günün şartlarına uygun bir şekilde çalışarak aramak ve kazanmaktır.
Evet, Hz. Mevlana ne güzel ifade etmiştir:”Geminin içindeki su gemiyi batırır. Geminin altındaki su ise onu kaldırıp yüzdürür.” 26
Helal ve haramın insan vücudundaki etkileri hayatın her noktasında kendisini gösterir. Şu bilinmelidir ki mü’minin yiyeceği hangi sınıfsa yapacağı işler de o sınıfın hududu içine girer. Yani bir mü’min haram bir rızkı yedi mi yediği şey mideye iner mide vücudun gıda deposudur. Midede yiyecekler posa, idrar, kan protein olarak ayrışırken yenilen şeyin hükmü burada çıkar. Haram yiyecekten hasıl olan kan vücuda girdi mi bütün vücuda intikal eder. Yani bele, ele, ayağa, göze, kulağa, dile, vb. bütün organlara intikal eder. Hasılı göze haram lokmanın eseri olan kan geldi mi harama bakmak kolaylaşır.
Kulağın Kur’an ve sohbet dinlemesi zor gelirken nefse hoş gelen şeyleri dinlemek zevk verir. Kalb vücudun üssü iken ve onda Allah Teala’nın muhabbeti hasıl olması gerekiyorken haram rızkın getirisi kandan hasıl olan zahir muhabbetlerdir. O zaman namaz kılmak zor gelir, kılınsa da huşu ve hudu olmaz. Zikir yapmak zulüm olur, yapılsa da gaflet olur. Rabıtadan birkaç dakika olmadan kalkılır. Dilinde Allah Teala’nın hoşnut ve razı olduğu kelimelerden daha çok ya gıybet ya da dedikoduyu çağrıştıracak ifadeler çıkar.
İla ahir haram bir lokmanın vücud iklimindeki tesiri böyledir. Onun içindir ki Allah Teala kullarına iyi, temiz ve insan sağlığına yararlı olan şeyleri helal 27; kötü, pis ve zararlı şeyleri de haram kılmıştır.
Ebu Bekr-i Dükki hazretleri işte bu konunun izahı mahiyetinde şöyle buyurdu:
"Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helal lokma koyarsan, azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allah’u Teala arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz."28
Demek ki amellerin nasıl olduğu yenilen-içilen ve giyilenin mahiyetiyle doğru orantılıdır. Ebu Bekr Verrak (k.s) hazretleri:"Sabahleyin insanlara bakar; kimin helal, kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş laf (gıybet, dedikodu..) ve sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini Allah’u Teala’nın zikri ve kelime-i tevhitle açar ve istiğfarla meşgul ederse, o kişinin helal yediğini bilirim."29 buyurmuşlardır.
Bir keresinde Şah-ı Nakşibend Hazretleri şunları söyledi:
"Bir kimse yemeği hazırlarken kaşığını gaflet, gazap, gönül koyarak kullansa yemekte hayır ve bereket olmaz. Bu sebeple şeytan ve nefis, böylesi bir yemekte kendisi için yol bulur. Hem böyle hazırlanmış bir yemekten ne gibi bir bereket meydana gelebilir? Salih amellerin ve hayırlı işlerin özü, huzurla yenen helal lokmadan kaynaklanır. Her zaman ve özellikle namaz sırasında manevi huzur elde etmek istiyorsanız, mutlaka kazandığınızın helal olmasına dikkat etmelisiniz.“ 30
Rızkı aramak için çalışan kişi bu zaman dilimi içinde Allah yolunda sayılır.
Ameş’in (rah.) naklettiğine göre Ebü’l-Meharik (veya Muharik) (rah.) şöyle anlatmıştır: Resulullah (s.a.v) sahabeleriyle birlikteydi. O sırada önlerinden bir genç geçti. Ebu Bekir (r.a), “Yazık! Keşke bu adam gençliğini ve kuvvetini Allah yolunda kullansa, kazanacağı sevap çok daha fazla olurdu” dedi. Resulullah (s.a.v) ise şöyle buyurdu:
“Bu genç eğer yaşlı anne ve babasına yardım etmek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Şayet evdeki küçük çocuklarının rızıklarını temin etmek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Eğer başkalarına muhtaç olmamak, onlara el avuç açmamak için çalışıyorsa yine Allah yolundadır. Fakat riya için ve başkaları duysun diye çalışıyorsa, o zaman şeytanın yolundadır.”31
Mü’min helal-haram duyarlılığına dikkat ederek Allah’ın çizdiği sınırları aşmamayı, her işinde Rabbinin rızasına uygun davranmayı şiar edinir. Yediklerimiz ve içtiklerimizin helal olmasına dikkat etmek de bu hassasiyetin bir parçasıdır. Eğer dikkat edilmezse haram lokmayı yiyenin manen kalbin ölmesinden başka o kişiden meydana gelecek zürriyet de etkilenecektir.
Emir Külal Hazretlerinin annesi şöyle anlatmıştır: “Emir Kulal’e hamile iken, şüpheli bir lokma yesem, karın ağrısına tutulurdum. O lokmayı midemden geri çıkarmadıkça, karın ağrısından kurtulamazdım. Bu hal başımdan üç defa geçti. Sonra çok temiz ve hayırlı bir çocuğa hamile olduğumu anladım. Bunun üzerine yediğim lokmaların helalden olmasına çok dikkat edip, ihtiyatlı davrandım.” 32
İmam Gazali (rah) helal yemenin faziletini haramın zararını şöyle açıklar: “Haram ve şüpheli şeyleri yiyenler huzura kabul edilmezler ve ibadette başarılı olamazlar. Zira ancak tertemiz ve pak olanlar Allah Teâla’ya hizmet ve ibadet için uygun kimselerdir.
Yahya bin Muaz-ı Razi hazretleri buyurdu ki: “Allah’u Teâla’ya itaat etmek, bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua, anahtarın dişleri de helal lokmadır.” 33
Evet, eğer anahtarın dişleri olmazsa kapı nasıl açılır? Kapı açılmadığı zaman da hazinede mevcut ibadet cevherine nasıl sahip olunur?
Haram ve şüpheli lokmalarla beslenen kişi hayırdan mahrumdur. Hayırlı bir işi başarıyla tamamlasa bile reddedilir. Hayrı kabul edilmez. Yaptığı işten eline geçecek olan zahmet sıkıntı ve vakit kaybıdır.
İbn Abbas (r.a) der ki: ”Cenab-ı Hak, karnına haram lokma bulunanların namazını kabul buyurmaz.” 34
Helal rızık, Allah Teâla’nın her kulundan istediği bir husustur. Rızka haram fiil karıştırmak kişinin hem kendisine hem de maiyetindeki kimselere karşı haksızlıktır.
Gavs-ı Bilvanisi Hazretleri (k.s) haram yemekle ilgili görüşlerini şöyle açıklar: “Eskiden haram yememeye dikkat edilirdi. Çünkü insan haram mal yerse kendisinde gaflet meydana gelir. Hatta hamile bir kadın haram yese, yalnız kendi kalbini değil çocuğunun da kalbini zulmet kaplar. Eğer öyle olmasaydı, dünyaya gelen masum çocuk keşif ve keramet sahibi olarak doğardı… Bir evliya olarak dünyaya gelirdi. Analarının yediği haram lokma sebebiyle, kalplerini zulmet kaplamış doğdukları için daha doğar doğmaz zarara uğramaktadırlar.”35
Bakınız sahabe-i Kiram efendilerimiz (r.anhum) hayatlarının her noktalarında helal yemeye ehemmiyet göstermişler, harama asla teşebbüs etmemişler. Onun için kıymetlerine kıymet katmışlardır.
Rivayete göre Zeyd b. Erkam (r.a) şöyle anlatmıştır: “Hz. Ebu Bekir’in (r.a) bir hizmetçisi vardı. Her gece ona yemesi için kazandıklarıyla satın aldığı bir yiyeceği getirirdi. Hz. Ebu Bekir (r.a) ise bunun nereden kazanıldığını veya nereden geldiğini sormadan yemeği yemezdi. Yine hizmetçi bir gece ona yemek getirdi. Hz. Ebu Bekir (r.a) elini yemeğe uzattı ve hiç sormadan bir lokma yedi. Bu sırada hizmetçisi ona,
“Her gece, yemeğin nereden geldiğini sorardınız, ancak bu gece sormadınız” dedi.
Hz. Ebu Bekir (r.a),“Eyvah” dedi. “Bunu bana açlık yaptırdı. Eyvah! Peki o zaman söyle, bunu nereden temin ettin” dedi. Hizmetçi şöyle anlattı: “Ben Cahiliye (İslam gelmeden evvel) döneminde insanlara, istekleri üzerine bazı şeyler okuyarak rukye (sihir, büyü) yapardım. Onlar da buna karşılık bana bazı vaatlerde bulunurlardı. Bugün o rukye yaptığım kişilerden birinin bir düğün ziyafeti verdiğini gördüm. Yanına gittim ve ona, bana verdiği sözü hatırlattım. Bunun üzerine o da bana bu yemeği verdi.
Hz. Ebu Bekir (r.a) bunu işitince “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciun” diyerek tövbe ve istiğfar etti, ardından yediği bir lokmayı kusmak için zorlamaya başladı. Fakat bir türlü kusamıyordu. Öyle ki kendisini zorlamaktan mosmor kesilmişti. Ne kadar zorladıysa çıkaramamıştı o lokmayı. Hz. Ebu Bekir’in bu halini görenler,
“Bir bardak su içsen belki çıkarabilirsin, dediler. Bunun üzerine büyük bir kap dolusu su getirildi. Hz. Ebu Bekir (r.a) suyu içtikten sonra yine kendisini zorlamaya devam etti ve nihayet o bir lokmayı çıkardı. Onu görenler,
Bütün bunlar şu bir tek lokma için miydi, dediler. Hz. Ebu Bekir (r.a),
Ben Resulullah(s.a.v)’in,“Şüphesiz ki Allah Teala, haramla gıdalanan her bedeni cennete haram kılmıştır” buyurduğunu işittim, dedi. 36
Ömer (r.a) de, Beytü’l-mala ait zekât develerinin sütünden, yanlışlıkla verilip içtiği zaman, böyle yapmıştı.
Abdullah bin Ömer(r.anhüma) buyuruyor ki: "Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, haramdan kaçınmadıkça, kabul edilmez, faydası olmaz." buyurmuştur.
Süfyan-ı Servi (k.s) buyuruyor ki: "Haram para ile sadaka veren, cami yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayan kimseye benzer ki, daha çok pislenir."
Büyükler buyuruyor ki:"Kırk gün şüpheli lokma yiyenin kalbi kararır ve lekelenir." 37
Sehl bin Abdullah Tüsteri (r.a) hazretleri buyuruyor ki: "Haram yiyenlerin yedi azası, istese de, istemese de günah işler. Helal yiyenlerin azası ibadet eder, hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir. “ 38
Şah-ı Nakşibend Hazretleri (k.s) helal rızkın ibadetlere tesirini şöyle anlatmıştır:
“Namazda huzuru elde etmek ancak helal yemekle mümkündür. Kişi helal rızık elde etmeye dikkat ederse, bu durum namazın dışında, abdest alırken ve hatta iftitah tekbirleri sırasında kişide kalp huzuru sağlar.” 39
Demek ki, yapılan her iş, bir diğerini etkiliyormuş! Helal rızık, hayırlı işlere sebep olacağı gibi, haram, ibadetlerin tadını, feyzini ve bereketini yok eder. İbadete gösterdiği hassasiyeti işinde göstermeyen ve bozuk iş yapan insan, kâmil insan değildir, olamaz. Bu tür işlerle iştigal eden kimsenin, sadece nefis ve şeytanın verdiği vesveselerle yaptığı amellerin kabul edilmiş olduğu zannetmesi aslında bedbahtlığın da bir alameti olsa gerek… Yoksa işin hakikatinin farkında olan bir mü’min amel etmeden önce yediğine-içtiğine-giydiğine dikkat eder.
Seyyid Emir Külal hazretleri (k.s) şöyle buyurmuştur.“Kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helal lokma yemeğe bağlıdır. Bunu, iyi biliniz. Helal lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrafa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve verir, ondan istifade edilir” 40
Ebu Hureyre (r.a)’den rivayetle Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:“Mide, bedenin havuzudur; damarlar ise oraya bağlı kanallardır. Mide sağlam ve sıhhatli olunca, damarlar vücuda bu sıhhati taşır, beden de sıhhatli olur. Mide, bozuk olunca, damarlar bu bozukluğu bütün vücuda taşır; bütün beden rahatsız olur.” 41
Yemeğin dindeki yeri, binanın temeli hükmündedir. Bir binanın temeli sağlam ve kuvvetli olunca, üzerine kurulacak bina da düzgün ve yüksek olur; temel zayıf ve bozuk olunca, bina eğilir ve yıkılır. Şanı Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır; yoksa yapısını yıkılacak bir çukurun kenarına kurup onunla birlikte kendisi de çöküp cehennem ateşine gidecek kimse mi daha hayırlıdır?”42
Haramla beslenen bir vücut, dünyada haramı terk ederek tövbe suyu ile temizlenmez ise, ahirette Cehennem ateşiyle temizlenecektir.
Efendimiz (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Haramla beslenen bir vücut, Cennete değil, Cehenneme daha layıktır.” 43
Havle el-Ensariyye (r.a) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v)’den işittim. Şöyle buyurmuşlardı:
“Bir kısım insan vardır, Allah’ın mülkünden haksız bir surette mal elde etmeye girişirler. Hâlbuki bu, Kıyamet günü onlara bir ateştir, başka değil.” 44
Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: “Resulullah (a.s) (bir gün) şöyle hitap ettiler:
“Ey insanlar! Allah Teâla hazretleri tayyibtir (temizdir), tayyibden (temizden) başka bir şey kabul etmez. Allah’ın mü’minlere emrettiği şeyler, peygambere emretmiş olduklarının aynısıdır. Nitekim Allah Teâla hazretleri (peygamberlere):
“Ey Resullerim! Yiyeceklerin temiz olanlarından yiyin ve salih amel işleyin; şüphesiz ben, bütün yaptıklarınızdan haberdarım.” 45 buyurmuştur. Müminlere de:
“Ey iman edenler! Size rızk olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin.” 46 emrini vermiştir.
Sonra seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semaya kaldırıp: “Ey Rabbim, ey Rabbim” diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: “Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibariyle) haramla beslenmektedir. Peki böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?” buyurdular.” 47
Şah-ı Nakşibend Hazretleri helal rızık kazanıp, helal lokma yemeye büyük önem verirdi. Sohbet meclislerinde vahyin sırlarından birisi olan şu hadis-i şerifi sıkça söylerdi: “İbadet on kısımdır. Dokuzu helalinden kazanmak, birisi de diğer ibadetlerdir.“ 48
Dinimizde yenilmesi ve içilmesi haram olan gıdalar, hadislerde ve fıkıh kitaplarında belirtilmiştir.
KAZANCIN HELALİNDEN OLMASINA DİKKAT ETMEK
Helalinden yemek kadar helalinden giyinmek hulasa kazancın helalinden olmasına dikkat etmek de önemlidir. İbadetlerin devamı ve ihlasla yapılabilmesi için bu önemlidir.
Helale, güzele, haram ve şüpheli yollardan ulaşmak imkansızdır. Ne piyango biletleri, ne sahte evraklarla hak edilen sigorta veya maaşlarla helal nafaka ile yaşadığımızı zannetmek kendini kandırmak olur. Bir büyüğümüzün buyurduğu gibi “Yanlış başlayan bir işte doğru sonuç aranmaz.”
Mesela devletten elde edilmeye alışılmış gelirler var. Karı-koca, babalarının maaşından aylık bağlanması için kanuni nikahlarını feshediyorlar, yani boşanıyorlar ve devletten dul ve yetim aylığı alıp ikisi birden oturup yiyebiliyorlar. Burada vicdanlarını rahatlatan unsur, bunu birçok kişinin yapıyor olması veya kendi yaptıklarının başkalarının yaptığı yanlışlara, büyük yolsuzluklara nazaran devede kulak mesabesinde olduğunu düşünmeleridir.
Mesela, boşandığı genç eşine, kendi aylığından nafaka bağlatmamak için sigortasını iptal ettirip kendini işsiz gösteren bir adam vicdanen nasıl rahat olur? Bu surette eski karısını genç bir dul olarak çalışmak zorunda bıraktığında, başına gelebilecek kuvvetle muhtemel mağduriyetlerin dini ve vicdani sorumluluğundan muaf tutulabilir mi?
Bu yanlışların daha pek çok örneği var. Mesela çeşitli yardım dernekleri ve vakıflar aracılığıyla gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşılmaya çalışılıyor. Hayır-hasenatta bulunmak birçok köklü müessesenin güzel sosyal hizmetleri arasında yer alıyor. Fakat kimi insanlar zaruri ihtiyaç sahibi olmadıkları, kendilerinden çok daha muhtaç durumda olanların var olduğunu bildikleri halde sel önünden kütük kapma psikolojisi ile hareket ediyorlar.
Yalan söyleyenler, yanlış bildirimde bulunanlar iyi niyetli insanları, hayırseverleri öyle derin hayal kırıklığına uğratıyor ki, “Herhalde parama bir yerden haram karışmış, benden çıkacak varmış..” düşüncesine kapılanlar oluyor. Şu öğrenci bursları, özel burslar gerçekten hak edenlere ulaştırılabiliyor mu, yoksa ahbaplara, tanıdıklara jest yapıp, çocuklarına armağan mı ediliyor acaba?
Birçok olayda görüldüğü gibi bu tür gelirler, servetler kimseye hayrı dokunmadan sabun köpüğü gibi kısa sürede erir gider. Emeksiz, zahmetsiz, meşru olmayan yollardan elde edilen bu paralar kendilerine yaramadığı gibi, maazallah, çoluk çocuklarına da sirayet edebilir.
Fakirler için yardım toplayıp bankaya faize yatıranları, kendine villa yaptıranları, lüks otellerde harcayanları düşündükçe kendi kendime sormadan edemiyorum. Elden paraları toplayıp kendine değerlendiren hijyenik eller mi kirli, yoksa o çöp toplayan insanların berelenmiş elleri mi kirli? 49
Helal kazanç, Müslüman’a doğruluğu, dürüstlüğü telkin eder. Helalinden kazanmak, dürüstçe kazanıp dürüstçe yemektir. Bu dürüstlük ise işin başından itibaren niyetin sağlam olmasını gerektirir. Bu sebeple işe gitmeye hazırlanırken şöyle niyet etmemiz gerekir. “Rabbim, sen rızkın kefilisin ama çalışmayı da emretmişsin. Bugün senin rızan için çalışacağım.” Sonra gün boyunca bu niyetimizi muhafaza etmeliyiz. İşimize özen göstermeli, hakkını vermeliyiz. Aksi halde işverenin ve hizmet sunacağımız insanların hakkına gireriz. Nasıl namazı huşu ile kılmaya çalışıyorsak, işimizi de en kaliteli şekilde yapmaya gayret etmeliyiz.
Haramdan sakınmak gerekir. Hem dünya huzurumuz, hem de ahiret saadetimiz için harama el uzatmaktan çekinmek gerekir. Kazara da olsa haram bir iş yapılınca da derhal pişmanlıkla tevbe etmeliyiz. Tevbe manevi zararı gidermek için önlem almaktır. Haram lokma vücudumuza girdiği andan itibaren kanımıza, ruhumuza karışır. İç huzurumuzu bozar. Yaptığımız ibadetlere, ettiğimiz dualara zarar verir. Hidayet nurunu zayıflatır. Hidayet nuru Rabbimizin bizi hayırlara yönlendirmesidir. Bu nurun azalması bizi kendimizle baş başa bırakır. Böylece kötülüklere yönelir, iyiliklerden uzaklaşırız. Çünkü kötülükler bizden, iyilikler Rabbimizdendir.
Hayır işlemek hidayete, hidayet de yine hayır işlemeye bağlıdır. Haram girmemiş bir beden Allah’ın rahmetini çeker. Rahmet iyilikleri sevmemizi, kötülüklere isteksizlik duymamızı sağlar. 50
Ebu Said el Hudri (r.a)’den rivayete göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kim helal lokma yer ve İslam nizamına göre yaşarsa ve insanlar da onun kötülüklerinden emin olurlarsa o kişi Cennete girer.”
Bir adam:“Ey Allah’ın Resulü! bugün bu özellikte kişiler halk arasında pek çoktur.” deyince
Resulullah(s.a.v) buyurdular ki, “Benden sonraki asırlarda da bu özellikte kimseler bulunacaktır.” 51
Ama bu iş çok zordur. Karşımızda bizimle savaşacağı ve sapıttıracağı üzere Allah Teala’dan izin alan şeytan var. İlmi hayırsız ilim olduğundan ilmiyle ilimsiz Müslümanları kandırması çok kolay oluyor. Haram bir rızıkla kandırmazsa şüpheli rızık yemeyi teşvik ediyor. Dolayısıyla şüpheli olanlar da Müslüman’ı mahvediyor. Hele hele bu zamanda helalle haramın bu kadar iç içe olması işin vehamiyetini daha da artırıyor.
Allah Resulü(s.a.v) bu konu için şöyle buyurmuştur:"Öyle bir devir gelecek ki, insanoğlu, aldığı şeyin helalden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak." 52
Yukarıda zikredildiği gibi Efendimiz(s.a.v) buyurmuştur ki:
“Muhakkak helal belli, haram da bellidir. Lakin aralarında helale de harama da benzer şüpheli şeyler vardır ki, onları insanların çoğu bilmez. Şüpheli şeylerden kaçınan bir kimse; dinini, ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan bir kimse, harama düşme tehlikesindedir. O, tıpkı sınır kenarında hayvan otlatan ve nerede ise yasak yerde otlatacak bir çoban gibidir.” 53
İşte günümüzde bu hassasiyeti her haliyle muhafaza eden Gavs-ı Sani Hazretleri çalışanlarına hitaben helal kazanmanın ehemmiyetine şu mübarek sözleriyle vurgu yapmıştır:
“Gavs Hz. yemin etti, “Bizim evimize haram girmemiş, Seyda Hz. de “Bizim evimize haram girmemiş” dedi. Biz de diyoruz ki, bizim evimize haram girmemiştir. Sizler de bizim işimizde çalışıyorsunuz, dikkat edin. Bu mala haram karıştırmayın. Dikkat etmezseniz siz vebaldesiniz. Helal kazanmak başlı başına bir ibadettir.”
Hazırlayan: Ahmet Tansu ARCA