Elbette doğru öfke için de bir zaman olduğunu biliriz. Tanrının onuru tehlikeye atıldığı zaman öfke doğrudur. Ama bu ayette Yakup, insanın öfkesinden söz eder iken, düşündüğü konu bu değildir. Yakup, kendi yolunda gitme konusunda ısrar eden ve kendisine engel olunduğu zaman, öfke ile patlayan kişidir. Yakup burada kendi düşüncesinin doğru olduğuna karar vermiş ve bu yüzden kabullenme konusunda hoşgörülü davranmayan kibirli kişiden bahseder.
Bu dünyaya ait bir kişi için, çabuk öfkelenen bir yapı bir güç belirtisidir. Bu kişi için öfke onun önderliğinin bir işaretidir, saygı gösterilmesini buyuran bir araçtır. Böyle bir kişi yumuşak huylu olmanın güçsüzlük ya da zayıflık anlamına geldiğini sanır.
Ama Hıristiyan bu konu ile ilgili gerçeği bilir. Öfkesine hakim olamadığı zaman, saygınlığını yitirdiğinin farkındadır. Her öfke patlaması bir başarısızlıktır. Öfke, Ruh’un ürünü değildir, benliğin işidir.
Mesih, Hıristiyan’a daha iyi bir yol öğretmiştir. Bu yol, özdenetimdir; Tanrının öfkesine yer bırakmaktır ve tüm insanlara yumuşak huylu davranmaktır. Yanlışa sabır ile katlanma ve diğer yanağı çevirmedir. Hıristiyan öfkesini sergilemek ile Tanrının işine engel olduğunu bilir, kendisi ve imansız kişi arasında göz ile görülen herhangi bir fark kalmaz ve tanıklığı ile ilgili olarak ağzını mühürlemiş olur.
6 Ağustos
“Ey sizler, yoldan geçenler, sizin için önemi yok mu bunun (ya da bunlar sizin başınıza da gelmesin)?Bakın da görün, başıma gelen dert gibisi var mı? Öyle bir dert ki, Rab öfkesinin alevlendiği gün başıma yağdırdı onu.” (Ağıtlar 1:12)
Bazen Rabbin sofrasında oturur iken kendime şu soruyu sormam gerekir:”Bana ne oluyor? Burada oturuyor ve Kurtarıcının acısı üzerinde düşünüyorum ve neden gözyaşı dökmüyorum?”
Adı bilinmeyen bir şair aynı sorular ile karşılaştı ve şunları yazdı: “Ben taş değilim ki dayanabileyim, ben bir insanım/ ey Mesih, Çarmıhının altındayım ve yavaş yavaş akan kanını damlalarını sayıyorum, nasıl ağlamayayım? / Bir gece yarısı gökyüzünde yüzlerini gizleyen güneş ve ay gibi yapamam,/ yeryüzü şiddet ile sarsılır iken ve inlerken – yine de yalnızca ben etkilenmemiş ve kederlenmemiş gibi görünebiliyorum./ yüce Tanrı, böyle olmamam gerekir ya da O’nun üzerine aldığı gazabı anlamam gerekir./Ey Rab, Senden dönmeni ve bir kez daha bakmanı diliyorum, dön, bak ve bu kayaya yani yüreğime vur.”
Bir başka şair benzer bir ruh ile şunları yazdı: “Kendime nasıl da şaşırıyorum/ Sen, sevecen, kanını akıtan ve ölen Kuzu,/ gizemini inceden inceye tetkik edebileyim ve Seni daha çok sevmek için harekete geçebileyim.”
Ölmekte olan Kurtarıcının acıları ile yürekleri parçalanan ve ağlayan duyarlı canlara hayranlık duyuyorum. Hıristiyan olan berberim Ralph Ruocco aklıma geliyor. Onun dükkanına gittiğim zaman benimle ilgilenir iken genellikle Kurtarıcının katlandığı acılar hakkında konuşur ve sonra üzerime koyduğu berber örtüsünün üstüne gözyaşları damlar ve şöyle der: “Benim için ölmeye neden istekli olduğunu bilmiyorum. Ben çok sefil biriyim. Ama O yine de, Çarmıh üzerindeki bedeninde benim günahlarımı üstlendi.”
Kurtarıcının ayaklarını gözyaşları ile yıkayan günahkar kadını düşünüyorum. Sonra O’nun ayaklarını saçları ile kuruladı ve onları öptü ve değerli yağı üzerlerine sürdü.(Luka 7:38) Bu kadın çarmıhın öte tarafında yaşıyordu, ama buna rağmen benim sahip olduğum üstün bilgi ve ayrıcalıklara sahip olmaksızın çarmıh konusunda benden daha duygusal davrandı.
Ben neden böyle bir buz gibi soğuğum? Bunun nedeni acaba erkeklerin ağlamasının ayıp olduğu bir kültürde yetiştirilmiş olmam olabilir mi? Eğer böyle ise, o zaman böyle bir kültürü hiç tanımamış olmayı isterdim. Golgota’nın gölgesinde ağlamak bir utanç değildir; asıl utanç ağlamamaktır.
Yeremya’nın sözlerinden alıntı yaparak şu şekilde dua etmeliyim: “Keşke başım bir pınar, gözlerim bir gözyaşı kaynağı olsa! Ağlasam gece gündüz!” (Yeremya 9:1); günahımın günahsız Kurtarıcımın üzerine koyduğu acılar ve ölüm için ağlamak1 Ve Isaac Watts’ın şu ölümsüz sözlerini kendi sözlerim olarak kabul ediyorum: O’nun biricik çarmıhı göründüğü zaman, ben utanç içindeki yüzümü saklamalıyım; yüreğim şükran ile dolmalı ve gözlerimden yaşlar akmalı.
Rab, gözleri kuru bir Hıristiyanlığın lanetinden kurtar.
7 Ağustos
“Kül yerine çelenk, yas yerine sevinç yağı, çaresizlik ruhu yerine onlara övgü giysisini vermek için..” (Yeşaya 61:3)
Bu yücelik ile dolu bölümde Mesih Kendisini kabul eden kişilere getirdiği bazı harika değiş tokuşları tanımlıyor. Kül yerine çelenk, yas yerine sevinç yağı ve çaresizlik ruhu yerine övgü giysisi veriyor.
Biz O’na yanan bir yaşamın küllerini, likör ya da uyuşturucular yüzünden mahvolmuş bir bedenin küllerini getiririz. Çölde boşa geçen yılların küllerini ya da kırılmış umutların ve bozulmuş düşlerin küllerini getiririz. Ve bunların karşılığında o bize ne verir? O, bize, güzelliği, pırıl pırıl parlayan bir gelinlik tacının güzelliğini verir. Ne muhteşem bir değiş tokuş! “Günahtan perişan olmuş zavallı bezgin, kutsal Tanrının eşi olmak ile onurlandırılır.” (J.H.Jowett) Yedi cin tarafından kontrol altında tutulan Mecdelli Meryem yalnızca kurtarılmak ile kalmaz, ama aynı zamanda bir Kral kızı haline getirilir. Korintte yaşayan halk tüm sefilliği ile O’na gelir ve yıkanır, kutsal kılınır ve aklanır.
Ona keder nedeni ile dökülen gözyaşlarını getiririz. Bu gözyaşlarının dökülmesine neden olan günah, yenilgi ve başarısızlıktır. Felaketlerin ve kayıpların neden oldukları gözyaşları. Parçalanmış evlilikler ve kaybolan çocuklar için dökülen gözyaşları. O, bu tuzlu ve sıcak gözyaşları ile bir şey yapabilir mi? Evet, O, bu gözyaşlarını silebilir ve onların yerine bize sevinç yağını verir. Bağışlanmanın sevincini, kabul edilmenin sevincini, O’nun ailesinin sevincini, var oluşumuzun nedenini bulmuş olmanın sevincini verir. Kısaca söyleyecek olur isek, O, bize, “can sıkıcı felaket yerine düğün şöleninin sevincini” verir.
Son olarak, O, bizdeki ağırlık ruhunu alır. Hepimiz bu ruhun – suç yükü, pişmanlık, utanç ve aşağılanma – nasıl bir ruh olduğunu biliriz. Yalnızlık ruhu, reddedilme ya da ihanet. Korku ve kaygı ruhu. O, tüm bunların hepsini alır ve bize övgü giysisi verir. Ağzımıza yeni bir övgü şarkısı koyar, tanrımıza bir övgü ilahisi koyar.” (Mezmur 40:3) Şikayet eden kişi şükran ile ve küfreden kişi tapınma ile doldurulur.
Güzel bir şey, iyi bir şey,
O benim tüm zihin karışıklığımı anladı.
O’na yalnızca kırıklığımı ve mücadelemi sunmuştum
Ve O bunları alıp benim yaşamımı güzel bir hale getirdi.
(Gaither)
8 Ağustos
“… iyilik yapın, hiç bir karşılık beklemeden ödünç verin..” (Luka 6:35)
Rabbimizin bu buyrukları, iman etmiş ya da iman etmemiş tüm insanlara, karşı olan davranışlarımıza işaret eder; ama biz bu konuyu tüm insanlar, özellikle bireysel Hıristiyanlar arasındaki parasal ilişkiler ile ilgili olarak düşüneceğiz. Ne yazık ki, imanlılar arasındaki en ciddi çatışmaların bazılarının para konuları ile ilgili olduklarını söylemek zorundayız. Elbette bu durumun bu şekilde olmaması gerekir, ama ne yazıktır ki, şu eski atasözü halen geçerlidir: para, kapıdan içeri girince, sevgi pencereden dışarı çıkar.
Bu konuya getirilebilecek en basit çözüm, kutsallar arasındaki tüm para ile ilgili ilişkileri yasaklamak olabilir. Ancak, Kutsal Kitap’ın şu sözleri nedeni ile bunu yapamayız, “Sizden bir şey dileyen herkese verin, malınızı alandan onu geri istemeyin” ve “.. hiç bir şey beklemeden ödünç verin.” (Luka 6:30,35) Bu nedenle, hem Tanrının sözüne itaat etmemizi sağlayacak hem de çekişmeden uzak kalmamızı ve arkadaşlıklarımızın bozulmasını engelleyecek çeşitli ilkeler uyarlamamız gerekir.
İhtiyacın gerçekten var olduğu her durumda vermemiz gerekir. Armağanın koşulsuz olması gerekir. Koşulsuz bir armağan, armağanı verdiğimiz kişinin, bir kilise toplantısında ne bizim için oy vermesine ne de hata yaptığımız zaman bizi savunmasına neden olmamalıdır. “İyiliklerimiz” ile insanları “satın almaya” çalışmamalıyız.
Sizden dileyen herkese verin ifadesindeki buyruk belirli istisnalar ile uygulanır. Hiç kimseye, kumar oynaması, içki ya da sigara içmesi için para vermemeliyiz. İnsanın açgözlülüğüne tedarikte bulunan bazı akılsızca zengin olma planlarını destekleyen bir girişimin masrafını ödemek için vermememiz gerekir.
Değerli bir dava uğruna ödünç verdiğimiz zaman, paramızı geri alıp alamayacağımız konusunda bir kaygı içinde olmamamız gerekir. Paranın geri ödenmemesi durumunda dostluğumuz etkilenmeyecektir. Ve bizden borç alınan paradan faiz istemememiz gerekir. Eğer yasa altında yaşayan bir Yahudi, bir başka Yahudiden faiz alamıyor ise (Levililer 25:35-37), lütuf altında yaşayan bir Hıristiyanın imanlı kardeşinden faiz almayacağı çok daha kesindir.
İhtiyacın gerçek olup olmadığından emin olamadığımız bir durum ortaya çıkar ise, ihtiyacı karşılamaya çalışmak genelde daha iyi bir davranış olacaktır. Eğer Hata yapmamız gerekecek ise, o zaman bu hatayı lütuf tarafında yapmak daha iyidir.
Diğer kişilere verir iken, bağışı alan kişilerin genellikle bağışta bulunan kişiye karşı güceniklik duygusu hissedecekleri gerçeği ile yüzleşmemiz gerekir. Bu, ödemek için istekli olmamız gereken bir bedeldir. Disraeli’ye bir gün, belirli bir kişinin kendisinden nefret ettiği hatırlatıldığı zaman, şu sözleri söyledi: “Neden bunu yapıyor bilmiyorum. Son zamanlarda onun için hiç bir şey yapmadım.”
9 Ağustos
“O da kalktı ve her şeyi bırakıp İsa’nın ardından gitti.” (Luka 5:28)
Levi’nin ana caddenin yanında oturduğunu ve yoldan geçen kişilerden vergi topladığını gözünüzün önünde canlandırın. Eğer Levi tipik bir vergi görevlisi idi ise, topladığı vergi paralarının büyük bir kısmını küçümsenen Roma yönetimine vermek yerine kendi cebine attığı düşünülebilir.
O belirli günde İsa yoldan geçiyordu ve ona şöyle dedi: “Ardımdan gel!” Levi’nin yaşamında müthiş bir uyanış meydana geldi ve Levi günahlarının ortaya çıktığını gördü. Yaşamının boşluğunun farkına vardı. Daha iyi şeyler ile ilgili vaadi işitti. Levi,
Aldığı çağrıya hemen o anda karşılık verdi. “Kalktı, her şeyi bıraktı ve İsa’nın ardından gitti.” Böyle yapmak ile Amy Carmichael’in ilerdeki şu sözlerine katılmış oldu: “O’nun çağrısını işittim, ‘ardımdan gel!’ /Hepsi bu idi./ Yersel altınımın ışıltısı söndü./ Canım O’nun ardından gitti./ Kalktım ve O’nu izledim./ Hepsi bu idi./ O’nun çağrısını duyan/ kim O’nun ardından gitmez?”
Ama Levi ya da daha çok bilinen adı ile Matta’nın o gün, Mesih’in çağrısını yanıtladığı zaman, bu çağrıya itaat ettiği için meydana gelecek olan büyük olayların varlığından haberi bile yoktu.
Her şeyden önce elbette tecrübe ettiği, kurtuluşun paha biçilmez bereketi idi. Matta o günden itibaren sandaletlerini tabanlarının üstünde değil, ayak parmaklarının üstünde giydi. O günden itibaren, üzüntülü olduğu zamanlarda bile eskiden sevinçli olduğu zamanlardan daha sevinçli olmuştu. O günden itibaren George Wade Robinson’un şu sözlerini onunla birlikte söyleyebildi, “Mesihsiz gözlerin asla görmemiş olduğu bir şey, her bağrışmanın içinde yaşıyor.”
Ve sonra Matta da On İki Elçiden biri haline geldi. Rab İsa ile birlikte yaşadı. O’nun kıyas kabul etmez öğretişlerini işitti, O’nun dirilişinin bir tanığı oldu, görkemli çağrıyı duyurarak devam etti ve sonunda Kurtarıcı uğruna yaşamını feda etti.
Matta’ya ilk müjdeyi yazmak gibi söz ile anlatılamaz bir ayrıcalık verildi. Matta’nın her şeyi bırakarak Rabbin ardından gittiğini söyledik. Ama Rab onun kalemini yanına almasına izin verdi. Ve bu kalem Rab İsa’yı Yahudilerin gerçek kralı olarak resmetmek için kullanıldı.
Evet, Matta her şeyi bıraktı, ama böyle yapmakla her şeyi kazandı ve varoluşu ile ilgili gerçek amacı buldu.
Mesih’in çağrısının her erkeğe, kadına, erkek çocuğa ve kız çocuğa gelişinin bir anlamı mevcuttur. Bu çağrıya yanıt verebilir ya da bu çağrıyı reddedebiliriz. Eğer karşılık verir isek, bizi en büyük hayallerimizin dahi çok ötesinde bir şekilde bol bereketler. Eğer reddeder isek, ardından gelecek diğer kişileri bulur. Ama biz ardından gideceğimiz daha iyi bir Mesih’i asla bulamayız.
10 Ağustos
“Orada duran ve bunu işiten kalabalık ‘Gök gürledi’ dedi.” (Yuhanna 12:29)
Tanrı biraz önce gökyüzünden açık bir ifade şekli ve tonu ile konuşmuştu. Bazı kişiler gök gürlediğini söylediler. Bu kişiler, tanrısal ve mucizevi olan şeyler için doğal bir açıklama getirdiler.
Bu günümüzde de mucizelere karşı takınılan bir tutumdur. Onlara doğal bazı olaylardan başka hiç bir şey olmadığını açıklamaya çalışabiliriz.
Ya da çok net bir şekilde mucizeler döneminin sona erdiğini söyleyebiliriz. Mucizeleri hasıraltı eden bir düzeni uygun bir şekilde belirleyebiliriz.
Üçüncü tutum ise, diğer aşırı uca gitmek ve aslında canlı bir hayal ürününden başka bir şey olmayan mucizelerin tecrübe edildiğini iddia etmektir.
Uygun yaklaşım, Tanrının günümüzde de mucizeler yapabildiğini ve yaptığını kabul etmektir. O, egemen Rab olarak Kendisini hoşnut eden her şeyi yapabilir. Kendisini açıklamak için bir araç olarak mucizelerden vazgeçmiş olması gerektiğine dair Kutsal Kitap’ta yer alan hiç bir ayet yoktur.
Bir kişi yeniden doğduğu zaman, bir mucize meydana gelmiş olur. Ruh’tan doğmak, Ruh’tan doğan o kişinin karanlığın krallığından kurtarılarak Tanrının Oğlunun sevgisinin krallığına aktarıldığını gösteren güçlü bir tanrısal kudretin sergilenişidir. Tıp biliminin çare bulamadığı ve tüm insan umudunun yok olduğu zaman, şifa mucizesi görülür. O zaman Tanrı iman ile edilen duaya yanıt olarak bedene dokunmayı ve kişiye şifa vermeyi seçer.
Cüzdanlar bomboş olduğu zaman, sağlayış mucizesi gerçekleşir. Yol çaprazlarında durduğumuz ve hangi yoldan gideceğimizi bilmediğimiz zamanlarda Tanrı rehberlik eder ve mucizesini gösterir.
Ya da biri, örneğin, bir zamanlar otomobil olarak kullanılan bir hurda yığınından en ufak bir çizik dahi almadan çıktığı zaman, Tanrının koruma mucizesine tanık oluruz.
Evet, Tanrı hala mucizeler yapar. Ama bu mucizelerin ille de aynı mucizeler olmaları gerekmez. Tanrı Mısır’ın üzerine gönderdiği on belayı yeniden tekrar etmeyi asla seçmemiştir. İsa Mesih dün, bugün ve sonsuza kadar hep aynı olmasına rağmen, bu, O’nun yöntemlerinin her zaman aynı olduğunu göstermez. Yeryüzünde iken ölüleri dirilttiği gerçeği, O’nun bu gün ölüleri dirilteceği anlamına gelmez.
Bitirmeden son bir söz daha söyleyelim! Her mucize tanrısal değildir. Şeytan ve cinleri de mucizeler yapabilirler. Gelecekteki bir günde, Vahiy kitabının on üçüncü bölümünde yer alan ikinci canavar yapacağı mucizeler ile yeryüzünde yaşayanları aldatacaktır. Bu gün bile gösterilen tüm mucizeleri Tanrının Sözü aracılığı ile ve bu mucizelerin insanları hangi yöne götürdükleri ile kontrol etmemiz gerekir.
11 Ağustos
“Eğer kendimizde değil isek, bu Tanrı içindir. Aklımız başımızda ise bu sizin içindir.” (2.Korintliler 5:13)
Tanrı, ordusunda çetecilere sahiptir ve genellikle en büyük zaferleri kazanan kişiler bu çetecilerdir. Rab için gösterdikleri gayretlerinde alışılmışın dışında davranırlar. Geleneksel yöntemlere yapışıp kalmak yerine orijinal yöntemler kullanırlar. Her zaman beklenmeyeni söylerler ve yaparlar. İngilizce dilini katledebilir ve vaaz ve öğretiş ile ilgili bilinen her türlü kuralı ihlal ederler, yine de Tanrının Krallığı uğruna büyük kazançlar tecrübe ederler. Genellikle dramatik davranırlar, hatta heyecan dahi verebiliriler. İnsanlar şok geçirirler, ama onları asla unutmazlar.
Bu çeteciler temkinli, ağırbaşlı ve geleneksel olan, kültürel normların ihlal edilmesi düşüncesi ile korkudan titreyen kişiler için sürekli bir utanç kaynağı olurlar. Diğer Hıristiyanlar onları değiştirmeye, normal hale getirmeye ve ateşin içinden çıkartmaya çalışırlar. Ama ne yazık ki kilise için gösterdikleri bu çabaları genellikle yararsız kalır.
Bizim için Rabbimizin, dönemindeki çağdaşlarına garip göründüğüne inanmak zordur. “O, işinde öylesine gayretli idi ki, çoğu zaman yemek yemeye dahi zamanı yoktu ve O’nun annesi ve kardeşleri O’nu eve götürmek için geldiler, çünkü O’nun “aklını kaybedeceğini” düşündüler. O’nun için “kendinden geçmiş, çılgın” gibi sıfatlar kullandılar, ama sağlıklı olan kişi kardeşleri değil, O’nun Kendisi idi.” (W.Mackintosh Mackay)
İnsanların elçi Pavlus’u garip olmak ile suçladıkları aşikardır. Onların bu suçlamalarına karşılık Pavlus’un yanıtı şu idi: “Eğer kendimizde değil isek, bu, Tanrı içindir.” (2.Korintliler 5:13)
Hepimiz Tanrının ordusundaki çetecilerden birinin önünde ve arkasında yazılar bulunan bir sandviç masası taşıdığını biliriz. Masanın önünde, ‘Ben, Mesih uğruna bir akılsızım’ yazar. Arkasında ise ‘Sen kimin uğruna akılsızsın?” sorusu bulunur.
Çoğumuz ile ilgili soru, bizlerin Tanrı uğruna toplumda herhangi bir iz yaratmak için gereğinden fazla sıradan olmamızdır. Birinin söylediği gibi, “Sıradanlığı olduğu yerde bırakıyoruz. Bizler, Mesih’in yargılandığı yerde, dışarıda durup yalnızca ‘kendimizi ısıtan’ Petrus gibiyiz.
Ünlü Londralı vaiz Rowland Hill alışılagelmişin dışında biri idi. C.T.Studd da onun gibi idi. Ve Billy Bray. Ve İrlandalı müjdeci W.P. Nicholson da öyle idiler. Bu kişilerin olduklarından farklı olmalarını ister miydik? Hayır, Tanrının onları nasıl kullandığını düşündüğümüz zaman, isteyeceğimiz tek şey onlara daha çok benzeyen kişiler olmak olurdu. “Etki bırakmayan sıradan kişiler olmak yerine etkin ve garip olmak bin kat daha iyidir. İlk sevgi bazen garip olabilir, ama Tanrıya şükürler olsun ki, etkilidir; ve bazılarımız bunu yitirmişizdir” (Fred Mitchell)
12 Ağustos
“Birinci ve ikinci uyarıdan sonra bölücü kişi ile ilgini kes. Böyle birinin sapmış olduğundan ve günah işlediğinden emin olabilirsin; o, kendi kendini mahkum etmiştir.” (Titus 3:10-11)
Sapmış bir kişi hakkında düşündüğümüz zaman, genellikle imanın büyük temel gerçeklerine karşı olan görüşlere sahip olan ve bunları yayan birini düşünürüz. M.S. ikinci ve üçüncü yüz yıllarda yaşayan Arius, Montanus, Marcion ve Pelagius gibi kişiler aklımıza gelir.
Sapkınlık tanımını reddetmeyi değil, ama genişletmeyi teklif ediyorum. Yeni Antlaşma’daki anlamı ile bir sapkın, aynı zamanda ikinci derecede bir öneme sahip olsa dahi, inat ederek bir öğretişin değerini artıran herhangi biri olabilir; bu tür bir tutum kilisede bölünmeye neden olacaktır. Bu kişi, temel öğretişlere sadık olabilir, ama yine de çatışmaya neden olan bazı diğer öğretişler üzerinde ısrar edebilir, çünkü bu öğretiş, kişinin içinde bulunduğu paydaşlıkta kabul edilen inançtan farklılık göstermektedir.
Modern çevirilerin çoğu, “sapkın kişi” ifadesi yerine, “hizipçi ya da bölücü kişi” ifadesine yer verirler. Hizipçi kişi, kilisede bir bölünmeye neden olsa bile kendisinin merakla izlediği konudaki öğretişi sürdürme konusunda inatçı bir kararlılığa sahiptir. Konuşmalarında kaçınılmaz olarak sürekli bu çok ilgilendiği konuya yer verir. Kutsal Kitap’ın hangi bölümüne baksa, kendi görüşünü destekleyen ayetler bulunduğunu görür. Söz’ü herkesin önünde paylaşır iken, bu konuyu ortaya koymadan hizmet edemez. Zihni tek bir konuya takılmış olan kişidir. Kemanında yalnızca tek bir teli vardır ve o bu tel üzerinde yalnızca tek bir nota çıkartarak kemanını çalar.
Davranışı had safhada sapkındır. Kutsal Kitap’ta kutsalları imanları konusunda bina eden bin bir tane öğretişi tamamen göz ardı eder ve yalnızca bir hizip yaratılması için hizmet eden düzene aykırı bir ya da iki öğretiş üzerinde yoğunlaşır. Peygamberliğin belirli bazı görünümleri üzerinde ısrarla durabilir. Ya da Kutsal Ruh’un armağanlarından birini gereğinden fazla vurgulayabilir. Ya da takıntılı olduğu nokta Kalvinizm’in beş ilkesi ile ilgili olabilir.
Kilise önderleri, kendisini bu irade savaşına son vermesi için uyardıkları zaman, bu davranışından vazgeçmez. Bu konuları öğretmediği takdirde Rabbe sadık kalmamış olacağını söyler. Böyle bir kişi susturulamayacaktır. Kendisine karşı söylenen her kanıt için olağanüstü ruhsal bir yanıta sahiptir. Kilise içinde çatışma ve bölünmeye neden olduğuna ilişkin gerçek, onu hiç bir şekilde durdurmaz. “Kim Tanrının tapınağını yıkarsa Tanrı da onu yıkacak” (1.Korintliler 3:17) ayetindeki tanrısal buyruktan hiçbir şekilde etkilenmemiş gibidir.
Kutsal Yazılar böyle bir kişinin harap edici olduğunu söyler; günah işlemekte ve kendini mahkum etmektedir. Harap edicidir, çünkü bir “ahlaki çarpıtma” yapmaktadır (Phillips), “çarpık bir zihne” sahiptir (NEB), “doğru yoldan sapmıştır” (NIV). Günah işlemektedir, çünkü Kutsal Kitap bu tür davranışı mahkum eder. Ve bu kişinin kendisi de, dindarca karşı koymalarına rağmen, günah işlediğini bilir. Topluluk, ona iki kez uyarıda bulunduktan sonra ondan sakınmalıdır; kendisi ile ilişki kestikten sonra belki bunun o kişinin sapkınlığını terk etmesi için bir neden sağlayacağını ümit ederek ondan uzak kalmalıdır.
13 Ağustos
“Nerede iki ya da üç kişi benim adım ile toplanır ise, ben de orada, aralarındayım.” (Matta 18:20)
İsa bu sözleri söylediği zaman, tövbe etmeyi reddeden günah işlemiş bir üye ile ilgilenmek için yapılan bir kilise toplantısına işaret etmektedir. Gücendiren kişi ile ilgilenmek için sarf edilen diğer çabalar başarısız kalmıştır ve bu kişi şimdi kilisenin önüne getirilir. Eğer hala tövbe etmeyi reddediyor ise, o zaman topluluktan çıkartılması gerekir. Rab İsa Mesih kilise içindeki disiplin ile ilgili olarak yapılan bir toplantıda bizzat bulunacağını vaat eder.
Ancak bu ayetin elbette daha geniş bir anlam ifade ettiği kesindir. Bu ayet, O’nun adında her yerde ve her zaman toplanmış olan iki ya da üç kişi için geçerlidir. O’nun adında toplanmak, bir Hıristiyan topluluğu olarak bir araya gelmek anlamını taşır. O’nun yetkisi aracılığı ile, O’nun adında hareket ederek bir araya toplanmak demektir. “Kendilerini elçilerin öğretişine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar” ayetinde (Elçilerin İşleri 2:42) belirtildiği gibi, ilk Hıristiyanların uyguladığı şekilde uyumlu bir biçimde bir araya gelmekten bahseder. Mesih’i merkez alarak O’nda toplanmak anlamına gelir (Yaratılış 49:10; Mezmur 50:5).
“.. ben orada aralarında olacağım.” Yerel topluluğun tüm toplantılarına neden sadık bir şekilde katılmamız gerektiğine dair en güçlü neden budur. Rab İsa’nın kendisi özel bir şekilde o toplantıda bulunur. Bizler, pek çok kez O’nun bize vaat etmiş olduğu bu Varlığını bilinçli şekilde hissetmeyebiliriz. Bu gibi zamanlarda bu gerçeği O’nun vaadini temel alan iman aracılığı ile kabul ederiz. Ama yine de O’nun kendisini bize alışılmışın dışında gösterdiği diğer başka zamanlar vardır. Gökyüzünün çok aşağılara eğilir gibi göründüğü zamanlar. Tüm yüreklerin Söz’ün etkisi altında kalarak yere eğildiği zamanlar. Rabbin yüceliğinin yeri, insanları saygılı bir huşu duygusu ile sımsıkı kavradığı ve gözyaşlarının özgürce aktığı zamanlar. Yüreklerimizin içimizde yandığı zamanlar.
Bizler bu kutsal ziyaretlerin ne zaman yapılacağını asla bilmeyiz. Bize önceden bir bildiri yapılmadan ve hiç beklemediğimiz zamanlarda yapılırlar. Eğer o anda orada değil isek, bu ziyaretleri kaçırabiliriz. O zaman Tomas’ınkine benzer bir durumu paylaşmak zorunda kalırız. Dirilmiş ve yüceltilmiş Rab İsa, dirildiği günün akşamında öğrencilerine göründüğü zaman, Tomas diğer öğrenciler ile birlikte orada değildi (Yuhanna 20:24). O an, bir daha asla geri alınamayacak olan bir yücelik anı idi.
Eğer Halkı O’nun adında bir araya toplandığı zaman Mesih’in Halkının arasında bulunduğuna gerçekten inanıyor isek, o zaman Başkan’ın orada olacağını bildiğimiz için toplantıya katılmayı istemekten çok daha fazla bir istek duyarak toplantıya katılma konusunda kararlı olmamız gerekir. Ölüm ya da ölümcül hastalık dışında hiç bir şey toplantıdaki varlığımıza engel olmayacaktır.
14 Ağustos
“Senin kabul ettiğin kurban alçakgönüllü bir ruhtur, alçakgönüllü ve pişman bir yüreği hor görmezsin, ey Tanrı.” (Mezmur 51:17)
Dostları ilə paylaş: |