YİRMİDOKUZUNCU BÖLÜM
ÇEVİRMENİN ÖZETİ
Sanırım Avetaranyan’ın öyküsünü Richard Schäfer’in sonlandırdığı şekilde bırakamayacağım. Schäfer, Avetaranyan’ın anlattığı öykünün dışına çıkarak üzerinde iyi düşünülmemiş sonuçlar eklemesinin yanı sıra, okuyucularını sadece belirli bir grup Hıristiyanla sınırlamaya çalışmaktadır. Sonuç olarak kitabın kapsamını, Avetaranyan’ın çalışmalarına, müjdeleme çalışmalarına ve genel anlamdaki müjdeleme hizmetine daraltmaktadır. Bu bir ayıptır çünkü gerçekte Avetaranyan’ın gerçek kimliğini yansıtmaktan uzaklaşmaktadır. Avetaranyan, çok seçkin bir tabakadan gelip İsa’yı izleyen, ister kendi ulusundan ister kendi derviş tarikatından bir kimseyle, ister trendeki genç kadınla veya farklı bir mezhebi ya da geçmişi olan her çeşit Hıristiyanla, her tür insanla çok rahat iletişim kurabilecek durumda olan bir adamdır. İki ulus arasındaki zulümler yüzünden uzun bir süredir devam eden bir düşmanlığın olduğu bir dönemde, bu kişinin Ermenilerle ilişki kurabilmesi ve hatta onlardan yakın dostlara sahip olabilmesi başlıbaşına bir mucizedir. Schäfer’in “resmin tümünü görme”deki ısrarcılığı, Avetaranyan’ın hayatını oluşturan küçük şeyleri görmezden gelir oysa Tanrı’nın Eğemenliğinin çocukları küçük şeylerin, ufacık tohumların, sıradan başlangıçların önemini bilmelidir. Bu anlamda kitabın en güçlü mesajı, dürüst ve sıradan bir anlatımla ifade edilmiş, İsa’nın gerçeğine tanıklık etmek üzere kendi gücüyle anıtlaşacak olan ve sadece Müslümanlara değil ama herkese seslenen Avetaranyan’ın yaşam öyküsüdür.
Peki Avetaranyan’ın yaşadığı ve çalıştığı bazı bölgelerde ne gibi olaylar olmuştu? Her ne kadar yardımıyla bazı tıbbi hizmetler sürdürülmüş olsa da, (Fred Goodsell’in sözleriyle) Birinci Dünya Savaşının tahribatı Amerikan Board’u Anadolu’daki çalışmaları bırakmaya mecbur kılmıştı ama günümüz Türkiye’sine kadar bile varlıklarını sürdürebildiler. Müjdenin bir gün bu topraklarda özgürce duyurulabilmesi için dua etmek üzere Türkiye’nin doğusuna her yıl bir çok grup gönderen Hıristiyan bir kuruluşun varolduğunu duydum.
Hem Müslümanların hem de Komünistlerin ayaklanmalarına rağmen, sonuncusu 1939’da kentten ayrılmaya mecbur kılınana dek İsveçli müjdeciler Kaşgar’da ve çevresindeki çalışmalarına devam ettiler. Bu çalışmalara Yarkand’daki tıp hizmetleri de dahildir. Ancak o zamanda bölgede çocuklar hariç ikiyüzden fazla Hıristiyan vardı ve hemen hemen hepsi Türkler arasından iman eden kimselerdi. Yerel Türkçe yazın eserlerinde olduğu gibi, Kaşgarca Yeni Ahit’i dilin değişimiyle güncelleştirerek yayımlamayı da onlar sürdürdüler. 1938’de tüm Kutsal Kitap’ı doğu Türkçesinde yayımlama fikri gündeme geldi, bu proje 1950lerin ilk yıllarında tamamlandı. Bundan sonraki hedef, Çinli yerel Hıristiyanların Kutsal Kitap’ı doğu Türkçesini konuşan kişilere ulaştırması oldu.
Doğu Türkçesi veya daha uygun bir ifade ile Uygurca Yeni Ahit çevirisine 1980’lerde başlandı ama onbeş yıl boyunca oldukça yavaş bir ilerleme kaydetti, bunun sebebi de genellikle uzmanların kendi aralarında anlaşamamazlıkları ve Avetaranyan’ın bu projeyi yürütürken karşılaştığı zorluklardı. Ancak tüm bu sorunlar aşıldı ve Yeni Ahit’in bu dilde çok yakında yayımlanacağını görme ümidimiz diridir. Üzülerek belirteyim Avetaranyan’ın Kaşgarca Yeni Ahit çevirisi eski Arap alfabesi ile basıldığından dolayı, çeviriyi okuyabilenlerin sadece uzmanlar olduğunu öğrendim. Avetaranyan’ın çevirisi ve devamında İsveçli müjdecilerin sürdürdüğü çalışmalar, en son yapılan Uygurca Yeni Ahit çevirisinde hiç bir şekilde incelenmedi ve kullanılmadı.
Ancak Avetaranyan’ın Bulgaristan’daki çalışmaları, bu ülkedeki Türkler arasında harika bir iş yapılmasına katkıda bulundu ya da en azından tohumların atılmasına yardımcı oldu, bu işin sonuçları kendini günümüzde bile belli eder. Amerikalı ve Alman müjdeciler Bulgaristan’daki çalışmalarının İkinci Dünya Savaşına kadar sürdürdüler ve devamında komünistlerin yönetimi ele almasıyla çalışmaları sona erdi. Müjdecilerin çalışmalarının engellenmesine rağmen, müjdenin yayılması işi devam etti. Türk imanlıların 1950lerden sonra evlerde toplanmaya başladıkları ve komünist rejimine rağmen bir araya gelmeyi sürdürdükleri bilinmektedir. Bu ülkede 1990 süresince Türk Hıristiyanların sayısında inanılmaz bir artış olmuştur.
Liane Mistele, Bulgaristan’daki Türklerin “ev kiliselerin” birincisinin kuruluş öyküsünü aktarmaktadır (Bkz. Christliche Gemeinden unter der türischsprachigen Minderheit in Bulgarien. Ein Beitrag zum ökumenischen Lernen im Religionsunterricht, s.110-112). Kuzeniyle oyun oynarken gözüne taş gelip yaralanan onüç yaşındaki bir Müslüman erkek çocuğu, doktorların takma cam göz kullanması gerektiğini söylemelerine rağmen tamamen şifa bulmuştu. Babası İsa’ya iman edeli bir kaç yıl olmuştu ama annesi imanlı değildi. Babası, anne ile birlikte çocuğun gözünün iyileşmesi için İsa isminde dua etmişti. Çocuğun gözü giderek iyileşmekteydi öyle ki yirmi günün ardından hastaneden çıkabildi. Yıllar sonra çocuk askerlik görevi için muayene olmak üzere gittiğinde, gözü yüzde yüz görmekteydi. Çocuğun şifa bulmasının gerisinde ve komşularda yarattığı yakınlaşma ile anne babasının evinde bir kilise oluşmaya başladı. (ancak çocuğun bu sırada Hıristiyan olmadığını belirtmemiz gerekir.)
Kendi adıma Avetaranyan’ın yaşam öyküsünün ne kadar değerli olduğunu, her ne kadar benim deneyimlerim onunkiler kadar yoğun olmasa da edindiği bazı tecrübelerin benimkilerle ne kadar benzeştiğini ifade edemem. Ben de çocukken içinde yetiştirildiğim Roma Katolik inancını bıraktım ve bunu yapmaktaki amacım sadece İsa’nın gerçeğine, müjdenin haberine ve onun “beni izle” diyen çağrısına yanıt vermekti. İsa bizim önümüz sıra gider, biz de onu izleriz. Gideceğimiz yeri bilmeyiz ama zaten bunun önemi yoktur. Onu izleriz çünkü böyle yapmak doğrudur. İsa iyidir ve kurtuluş ona güvenmektir.
Bu öykünün herkes için olduğunu düşünmeme rağmen, ümidim bir gün Türk halkına da ulaşmasıdır. Avetaranyan’ın arzusu ve ümidi, müjdenin kendi halkına ulaştığını görmekti ve kendi yaşam öyküsü bu halka ulaşmakta birazcık yardım edebilirse onun yaşam öyküsüne en güzel son bu olur. Son bölümü ancak İsa yazabilir. Ve bunun için İsa’ya güvenim tamdır. Uzun bir süre geçmiş olabilir ama hiç bir zaman geç kalınmış değildir.
“Tanrı imhal eder ama ihmal etmez.”148
Dostları ilə paylaş: |