Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 7,93 Mb.
səhifə97/148
tarix08.01.2019
ölçüsü7,93 Mb.
#92679
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   148

Bibi. Z. Ahunbay, " Mimar Sinan'ın Eğitim Yapıları", Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İst., 1988, s. 248-249; O. Aslanapa, "Mimar Sinan'ın Medreseleri", VI. Vakıf Hafta-sı-Türk Vakıf Medeniyeti Çerçevesinde, Mimar Sinan ve Dönemi Sempozyumu, 5-8 Aralık 1988, İst., 1989, s. 203; Ayvansarayî, Hadîka, 70, 116; Ahmet Cevdet, Tezkiretü'l-Bünyan, Dersaadet, 1315, s. 35; Ayverdi, istanbul Haritası, B 4; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 343-346; Cezar, Yangınlar, 346; E. Egli, Sinan, Zürich, 1954, s. 115-116; Evliya, Seyahatname, II, 19; Goodwin, Ottoman Architecture, 243; R. Günay, Sinan'ın İstanbul'u, İst., 1987, s. 66; İstanbul Abideleri, 94-95; Kuran, Mimar Sinan, 134-135, 244, 345; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 370; Meriç, Mimar Sinan, 25, 34, 95; J. Pervititch, Sigorta Planı, pafta 66, ist., 1940; S. Saatçi, Mimar Sinan'ın Yapılarındaki Kitabeler, İst., 1988, s. 46; Sözen, Mimar Sinan, 219; Müller-Wiener, Büdlexikon, 365.

ZEYNEP AHUNBAY



RÜSTEM PAŞA SIBYAN MEKTEBİ

Üsküdar Ilçesi'nde, Ayazma Mahallesi'nde, Doğancılar Caddesi ile Hafız Abdi Soka-ğı'nm kavşağında, Imrahor Mescidi(->) ve Başkadın Meydan Çeşmesi'nin(->) karşısında yer alır.



Hadîkatü'l-Cevamîve Mir'ât-ı istanbul'da, bu yapının Mihrimah Sultan (ö. 1578) tarafından inşa ettirildiği belirtilmekte, ancak vakfiyelerinden eşi Sadrazam Rüstem Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Rüstem Paşa 968/156l'de vefat ettiğine göre, yapı bu tarihten önceye ait olmalıdır.

19401ı yıllarda Cumhuriyet Halk Parti-si'nin bir şubesi, daha sonra 1970'lerde Üsküdar Halkevi olarak kullanılmıştır. Halk arasında "Taş Mektep" veya "Mihrimah Sultan Mektebi" olarak da anılan bu yapı, hemen arkasındaki ahşap evde çıkan yangın sonucunda iyice harap olmuştur. En son 1979'da Üsküdar islam Abideleri Derneği ve hayırsever halkın yardımları ile onarım görmüştür. Yapıyı bugün, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden kiralayan es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı'nın istanbul şubesi kullanmaktadır.

Yapı kagirdir. Duvarları, alt seviyeler-

de kesme taş, bunun üst kısmında ise bir sıra kesme taş (küfeki) ve üç sıra ince tuğla dizisi şeklinde örülüdür.

Kuzey cephesinin sol tarafından ahşap bir kapı ile mektebin bahçesine girilir. Bu cephe, alt sırada döıt tane büyük dikdörtgen, üst sırada ise iki pencereye sahiptir. Dikdörtgen formlu pencerelerin söveleri küfeki taşından yapılmıştır ve madeni şe-belidir. Pencerelerin üzerinde yarım daire şekilli tuğladan kemerler vardır. Son iki pencerenin üzerinde, üst sırada bulunan iki aydınlık penceresi, sivri kemerli ve alçı şebekelidir. Yapının doğu cephesinde yine üst sırada sivri kemerli ve şebekeli iki adet pencere bulunmaktadır.

Yapıya, ön kısmında bulunan ahşap bir sundurmadan geçilerek girilir. Burası mektebin kuzey cephesine bitişiktir ve beş tane ahşap direk ile desteklenmiştir. Kareye yakın, dikdörtgen planlı olan bu sundurmanın tabanı ahşap döşemelidir. Ana mekâna batı cephesinin sol kenarındaki çift kanatlı ahşap bir kapıdan girilir. Kapının sağ tarafında dikdörtgen şekilli iki pencere bulunmaktadır. Girişin karşısında, ortada dar bir niş şeklinde ocak yer alır. Bu ocağın iki yanında birer sergen bulunmaktadır. Ocağın yer aldığı bu duvarda, üst seviyede iki tane sivri kemerli pencere vardır. Toplam on tane pencere ile mekânın içi aydınlanmaktadır.

Mektebin döşemesi ahşaptandır, üzeri ise ahşap bir tavan ile örtülüdür. İç mekânın üst seviyelerindeki pencere kenarları yakın tarihlerde yapılmış olan ve hiçbir sanat değeri taşımayan kalem işi bordürler ile süslenmiştir.

Yapının ahşap tavanının üzeri kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür. Saçak hizasında testere dişi tuğla dizisi tek bir sıra halinde yapının kuzey ve doğu cephelerini dolaşır.



Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, 332; A. Hati-poğlu, "Üsküdar, Şemsipaşa, Rum Mehmed Paşa, Ayazma, İmrahor, Salacak, Doğancılar, Açık Türbe, Gülfem Hatun Semti Abideleri" (istanbul Üniversitesi Edebiyat Fak., yayımlanmamış lisans tezi), 1972; G. Ercan, "istanbul Sıbyan Mektepleri" (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak., yayımlanmamış lisans tezi), 1967; Ayvansarayî, Hadîka, II, 227; Raif, Mir'at, 102. TÜLAY AKIN

Rüstem Paşa

Sıbyan

Mektebi

Enis Karakaya

Rüstem Paşa Türbesi

Ertem Uca, 1994/TETTVArşivi

RÜSTEM PAŞA TÜRBESİ

Şehzadebaşı'nda, Şehzade Camii'nin hazi-. resinde, Şehzade Mehmed Türbesi'nin yanındadır.

I. Süleyman'ın (Kanuni) kızı Mihrimah Sultan (ö. 1578) ile evli olan Rüstem Paşa 156l'de İstanbul'da vefat etmiş ve tasarımı Mimar Sinan'a ait olan türbesine gömülmüştür. Sekizgen planlı türbeyi, duvarlara doğrudan oturan, kurşun kaplı bir kubbe örter. Duvarlar kesme küfeki taşından yapılmıştır. Giriş revağı, sağda ve solda birer seki üzerinde yükselen, altı adet bak-lavalı başlıklı, beyaz mermer sütuna oturmaktadır. Dikdörtgen bir niş içine alınan portali, kırmızı ve beyaz taşın bir arada kullanıldığı yuvarlak kemerle iç mekâna açılır. Kapının üzerinde türbenin manzum kitabesi bulunmaktadır. Sağında ve solunda kornişler arasında kalan yerlerde üzerilerinde kelime-i tevhid yazılı, dikdörtgen şeklinde panolar yer almakta, solda-kinde Rüstem Paşa'nın ölüm tarihi (9587 1561) okunmaktadır. Türbeye düz çatılı re-vak bölümünün üzerinde bir, diğer yüzeylerde altlı üstlü ikişer pencereyle toplam on yedi adet pencere açılmıştır. Alt pencereler sivri hafifletme kemerli, dikdörtgen söveli ve demir parmaklıklıdır. Üst pencereler sivri kemerli ve revzenlidir. Her pencere grubu yüzeysel silmelerle çerçeve içine alınarak yapıya ahenkli bir hareket kazandırılmıştır. Kubbe saçağında bir damlalık frizi yapıyı çepeçevre dolaşmaktadır.

Türbenin içindeki iki lahitten büyüğü Rüstem Paşa'ya, küçüğü oğluna aittir. Bu mekân, zeminden kubbe eteğine kadar, mavi-beyaz renklerin hâkim olduğu İznik çinileriyle kaplıdır. Kubbenin içini beze-yen kalem işi süslemeler, çinilerin çağdaşı olmayıp geç dönemin ürünüdür. Günümüzde kalem işlerinin çoğu dökülmüş

haldedir. Alt ve üst pencerelerin arasında, lacivert üzerine beyaz hatla yazılı geniş bir ayet şeridi dolaşmaktadır. Alt pencereler arasında, ana motifini bir vazodan çıkan servi ağacının oluşturduğu, hatayiler, hançer yaprakları, açık ve kapalı nar çiçekleri dikdörtgen pano içine uyum ve özenle yerleştirilmiştir. Kırmızı, mor, yeşil, firuze renklerin kullanıldığı çiniler klasik devrin önemli örneklerindendir.

Bibi. Goodwin, Ottoman Architecture, 252; Kuran, Mimar Sinan, 328; A. Kuran, "Mimar Sinan'ın Türbeleri", Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İst., 1988, s. 229.

TARKAN OKÇUOĞLU



RÜŞTİYELER

"Rüşdiye", "mekteb-i rüşdi", "mekâtib-i rüş-diye", "rüşdiye mektebi", "mülkiye rüşdi-yeleri" de denmiştir.

Türkiye'de ve bütün İslam dünyasında ilk örnekleri 1839'da İstanbul'da açılan ip-tidailer(->) üstü, programında dindışı derslerin de yer aldığı sivil okullar. Lisan-ı Os-mani adı altında Türkçe eğitimi, yerde değil sırada oturarak öğretim, bireysel metot yerine gruplara ders verilmesi de ilk kez İstanbul rüştiyelerinde uygulanmıştır.

II. Mahmud (hd 1808-1839), saltanatının sonuna doğru halkın eğitilmesi için birtakım yenilikler öngördü ve bu konuda ilgililerden layihalar istedi. Sıbyan mekteplerinin^) geliştirilmesi ve bu temel eğitim basamağının üstüne yeni sınıflar eklenmesi 1838'de benimsendi. Padişaha götürülen öneride, yeni bir program uygulanacak sıbyan mekteplerine "sınıf-ı evvel", bunun ileri sınıflarına da "sınıf-ı sani" denilmesi teklif edilmişken, II. Mahmud bu adlandırmayı uygun görmeyerek "iptidai" ve "rüşdi" dedi. İmamzade Esad Efendi, 5 Şubat 1839'da Mekâtib-i Rüşdiye nazırı atanarak yeni okulların açılması ile görevlendirildi. Hazırladığı layiha da rüştiye ve iptidaiye talimatnamesi olarak kabul edildi. 1839'da yayımlanan bir fermanla da Sultan Ahmed Camii Hünkâr Kasrı'nda, halkın kısaca Mekteb-i İrfan dediği Mekteb-i Maarif-i Adliye(->), Süleyma-niye Külliyesi'ndeki Taş Mektep'te de Mekteb-i Ülûm-ı Edebiye(-») adlı ilk iki rüştiye açıldı. Mekteb-i Maarif-i Adliye'de ilk derslik düzenine geçilirken öğretim yapılacak bölümlere Yeşil Oda, Sarı Oda, Mavi Oda adları verildi. Süleymaniye Taş Mektebi'nde ise tek kubbeli büyük salonun üç köşesi birer "oda" (derslik) kabul edilerek sıralar buna göre yerleştirildi. İlk rüştiye programı, "Emsile'den başlanarak sarftan Bina, Maksut ve İzzî, nahivden AvamiP'in, uygulama olarak da Sübha-i Sıbyan ile Tuhfe-i Vehbî risalelerinin okutulmasını, ileri sınıflarda ise Nuhbe ve Bir-givî risalelerini kapsayacak şekilde düzenlendi. Bu medrese dersleri dışında sarf-ı Osmani (Türkçe), inşa, hat, lügat, ahlak desleri kondu. Her iki rüştiyenin de iptidai kısmı vardı ve bunlara "mülazim sınıfları" deniyordu. Sınıflardan geçişte ve rüştiyeden mezuniyette, resmi heyetlerin önünde imtihan yapılması koşulu getirildi. İlk rüştiyelere, İstanbul'un kamu görevlisi, varlık-

lı ailelerinin çocukları alındı. 184l'de bu kurumlardan mezun olanlar için özel bir tören düzenlendi ve bu törene Sultan Ab-dülmecid de katıldı.

1846'da Meclis-i Maarif-i Muvakkat'ın bir kararı ile İstanbul rüştiyelerinin, üç aşamalı olması öngörülen medrese dışı yeni öğretim sisteminin "orta aşaması" olması, iptidai ve rüşdi öğretiminden geçenlerin devam edebilecekleri bir de "darülfünun" açılması ilke olarak benimsendi. Bu belirleme ile rüştiye mezunlarının "liyakat ve istidat" sınavlarını kazanmak koşulu ile Harbiye, Tıbbiye, Mühendishane gibi yüksekokullara girebilmeleri olanağı doğdu.

Türkiye'de, Milli Eğitim Bakanlığı'nın çekirdeğini oluşturan Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti de 8 Kasım 1846'da Mekâtib-i Umumiye Nezareti adı verilerek daha geniş kapsamda örgütlendi. 1847'de bu göreve atanan Kemal Efendi (Paşa), İstanbul'da yeni rüştiyeler açılabilmesinin öğretmen yetiştirilmesine bağlı olduğu görüşünden hareketle 16 Mart 1848'de Darül-muallimin'in(->) açılmasını sağladı. Bu yıllarda üçüncü rüştiye olarakDavutpaşa Taş Mektebi açıldığı gibi, kentin başka semtlerinde de 4 rüştiye daha hizmete girdi. 15 Temmuz 1848'de İstanbul rüştiyelerinin öğrencileri Babıâli'ye götürülerek Sultan Abdülmecid'in huzurunda, kendilerine yöneltilen dinsel ve dünyasal soruları cevaplandırdılar. Bunlara ödüller dağıtıldı.

İstanbul'da rüştiye öğretimine mahsus ilk okul binasını, Abdülmecid'in annesi Bezmiâlem Valide Sultan(-«) Cağaloğ-lu'nda yaptırdı ve bu yeni okula Darü'l-Maarif/Valide Mektebi(->) adı verildi. Okul, 21 Mart 1850'de padişahın da katıldığı görkemli bir törenle açıldı ve kapısına "Eyledi rüşdiyyeye âli nişan bu mektebi" yazılı bir levha asıldı. 1852'de İstanbul'daki rüştiyelerin sayısı 10'a çıktı. 1853'te ise

Osmanlı İmparatorluğu'nun başlıca büyük kentlerinde de birer rüştiye açılması kararlaştırıldı. 1858 sonunda, Sultanahmet'teki Çevri Kalfa Mektebi'nin "inas" (kız) rüştiyesine dönüştürülmesi gündeme geldi. Bu karar, bütün İslam dünyası açısından, kızlara, ilk kez "sıbyan" üstü öğrenim hakkı tanınması nedeniyle çok önemlidir. Ancak Sultanahmet İnas Rüştiyesi, öğrenci ve öğretmen bulamamak yüzünden ilk mezunlarını ancak 1870'lerde verebilmiş bu ve benzeri okullara "muallime" (kadın öğretmen) yetiştirilmesi amacıyla da 26 Nisan 1870'te İstanbul'da Darülmuallimat(->) açılmıştır.

Yine Türkiye'de ilk kez bir öğretim programı da İstanbul rüştiyeleri için 9 Ekim 1858'de "Tertibat-ı Dersiye li-Mekâ-tib-i Rüşdiye" başlığı altında hazırlanıp yürürlüğe konuldu. Rüştiyeler, 1869'da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkıncaya kadar bu program ile ve 1860 tarihli "Mekâtib-i Rüşdiye muallimlerinin harekât-ı lâ-zimelerini mübeyyin talimatname" (yönetim ve disiplin yönetmeliği) uyarınca faaliyetlerini sürdürdü. İptidai sınıflarıyla birlikte 6 yıllık olan asıl rüştiyelerden farklı olarak Sütlüce'de de "nısıf rüşdiye" denen köy tipi, 2 yıl iptidai, 2 yıl rüşdi sınıflı yeni bir okul daha açıldı.

1871'e ait sayılara göre "Dersaadet ve Bilâd-ı Selâse"de(-») Maarif Nezareti'nin yönetim ve denetimi altında 14 zükûr (erkek), 8 inas (kız) rüştiyesi vardı. Erkek rüştiyelerinde toplam 1.421 şakirdan (öğrenci), kız rüştiyelerinde de toplam 270 öğrenci okumaktaydı. O yıl temmuz ayında Meclis-i Maarif-i Kebir'in huzurunda, dönemin devlet erkânı da hazırken iftihar ve mezuniyet imtihanı törenleri düzenlendi. 56l erkek, 68 kız öğrenciye "mükâfat-ı u'lâ", "mükâfat-ı saniye", "zikr-i cemil" belgeleri verildiği gibi, 85 erkek de mezun olarak "şehadetname" (diploma) aldılar. Fa-

RÜŞTİYELER

378

379

SAATÇİLİK

,

't



t>

-



Jl -*

kat, kız rüştiyeleri o yıl da mezun vermedi. 1872'de ise istanbul'daki erkek rüştiyelerinin sayısı 17'ye, toplam mevcutları 1.930'a, mezun sayısı 166'ya çıkarken kız rüştiyelerinin toplam öğrenci mevcudu 224'e düşmüş bulunuyordu. Ancak o yıl Sultanahmet Rüştiyesi'nden 6 kız şehadet-name aldı. 1873-1874 ders yılında erkek rüştiyelerinde kıraat ve kitabet, Arabî, Fârisî, tarih, coğrafya, hesap, usul-i defteri, mukaddemat-ı hendese, resim; iptidai ile birlikte 4 yıl olan inas rüştiyelerinde ise 1-3. sınıflarda Arabî, Fârisî, hesap, coğrafya, sülüs, rık'a, kıraat-ı Türki ve imla, nakış, 4. sınıfta da farklı olarak ta'dat ve terkim, ahlak, ilm-i hal dersleri vardı. O yıl, Sultanahmet, Altay, Beşiktaş, Üsküdar kız rüştiyelerinden 58 kız mezun oldu. Bu okullarda kadın öğretmen görevlendirilmesi de o yıl gerçekleşti ve Darülmualli-mat'tan mezun olan gencecik öğretmenlerden Fahriye, Münire, Fatma Nigâr, Zehra, Hatice hanımlar, "birinci muallime", "ikinci muallime" unvanları ile kız rüştiyelerine atandılar. 1873'te, istanbul'daki 19 erkek rüştiyesi ise Mahrec-i Aklâm, Darülmaarif, Mahmudiye, Beyazıt, Kapudanpaşa, Şehzade, Zeyrek, Fatih, Davutpaşa, Odabaşı, Eyüp, Sütlüce, Galata, Feyziye, Beşiktaş, Mirgûn, Beylerbeyi, Üsküdar ve At-lamataşı mektepleriydi. 1875'te ise İstanbul'da ve diğer ordu merkezlerinde ilk bağımsız askeri rüştiyeler açıldı (bak. askeri okullar). Yine, çoğu meslek okulunun tahsil düzeyi rüştiyeye eşitlenirken yükseköğrenim veren kurumlara da rüştiye sınıfları eklendi.

1876'da İstanbul'daki erkek rüştiyeleri

Fatih


Rüştiyesi'nin tarihi binası. Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, 4. Sene, ist., 1901

ve her birinin mevcudu şöyleydi: Mahrec-i Aklâm 44, Beşiktaş 135, Mahmudiye 103, Kapudanpaşa (Takvimhane) 107, Mirgûn 88, Galata 152, Şehzade 85, Fatih 195, Sütlüce 44, Üsküdar Cedid Valide 96, Beylerbeyi 61, Kanlıca 27, Tophanelioğlu 13, Feyziye 130, Beyazıt Merkez 142, Zeyrek 96, Davutpaşa 124, Eyüp 62, Üsküdar Atik Valide 148, Odabaşı (Çapa) 38, Sultanselim 38. 21 rüştiyede toplam 2.240 öğrenci okumaktaydı. O yıl, sayıları 9 olan kız rüştiyelerinde ise Sultanahmet 34, Şehzade 32, Yusufpaşa 50, Altay 37, Atpazarı 19, Üsküdar 28, Gülfem Hatun 15, İbrahimpaşa 10, Eyüp 18 olmak üzere 243 öğrenci bulunuyordu.

II Abdülhamid döneminde (1876-1909) İstanbul rüştiyelerinin programları ve öğretim süreleri birkaç kez yenilenip değiştirildi. 1892'de rüştiyeler iptidai üstü 3 yıl oldu ve "Dersaadet Mekâtib-i Rüşdiyyesini İdare-i Dahiliyesine Mahsus Talimatname" yayımlandı. Maarif salnamelerine göre 20. yy'ın başında bazı rüştiyeler kapanmış, yenileri açılmıştı. Toplam öğrenci mevcudu da görece azaldı. Bunun nedeni, 3 yıl rüştiye üstüne 4 yıllık lise öğrenimi veren idadilerin yaygınlaşmasıydı. Buna karşılık, kız rüştiyelerinin mevcutları artmış bulunuyordu. 1903'teki sayılarla Beyazıt Merkez Rüş-tiyesi'nde 613, Mahmudiye'de 513, Unka-panı'nda 222, Fatih'te 694, Davutpaşa'da 491, Ayasofya'da 295, Üsküdar'da 195, Galata'da 70, Beşiktaş'ta 158, Feyziye'de 147, Mirgûn'da 63, Kadıköy'de 130, Bey-lerbeyi'nde 86, Topkapı'da 263, Eğrika-pı'da 277 olmak üzere 15 erkek rüştiyesinde toplam 4.237 öğrenci ve 206 muallim var-

dı. Mirgûn'de 88, Beşiktaş'ta 118, Fındıklı'da 181, Üsküdar'da 112, Sultanahmet'te 310, Eyüp'te 119, Molla Gürani'de 114, Kadıköy'de 100, Fatih'te 316, Küçükmusta-fapaşa'da 161, Kocamustafapaşa'da 115 olmak üzere 11 kız rüştiyesinde toplam 1.640 öğrenci okumakta, 70 öğretmen görevli bulunmaktaydı. O yıl bir kız rüştiyesi de Bakırköy'de açıldı.

İlk rüştiyeler olarak kabul edilen Mekteb-i Maarif-i Adlî ile Mekteb-i Ulûnı-ı Ede-biye'den başka, İstanbul'un yapıları bakımından önemli diğer rüştiyeleri şunlardı: Mahmudiye Rüştiyesi, Aksaray'da Pertevni-yal Valide Sultan(->) tarafından yaptırılan ve adıyla anılan caminin yanındaki vakıf mektep binasındaydı. Bu bina 1911'de yandıktan sonra yerine Pertevniyal Lisesi yapılmıştır. Burada okuyan öğrencilere her yıl vakıf mütevellisi tarafından 120 kuruş elbise bedeli veriliyordu. Kaptanpaşa/Tak-vimhane Rüştiyesi, 1831'de Takvim-i Veka-yi'nin yayın hayatına girdiği hamamdan bozma binada açılmıştı. Buraya daha sonra İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi yapılmıştır. Davutpaşa Rüştiyesi, eski bir taş mektepti ve tek kubbeliydi. 1894'te depremde yıkıldıktan sonra yerine yeni bir rüştiye binası yapıldı. Bu rüştiye, yeni binasına kavuştuktan sonra, 1895'te 370 öğrencisi, l müdür, 15 muallim, 4 mubassır ve 2 hademeden oluşan kadrosu, araç gereçleri ile İstanbul'un en seçkin okulları arasına girmiştir. Fevziye Rüştiyesi ise Tophane ile Salıpazarı arasında, İmalat-ı Harbiye Fabrikası'nın önündeki bir binadaydı, istanbul'un eski rüştiyelerinden birçoğu, Cumhuriyet döneminde de ortaokul, ilkokul ve lise olmuştur.

II. Meşrutiyet (1908-1918) yıllarında, yabancı dil ağırlıklı okullar gündeme geldi ve bunlara numune mektepleri(->) denildi. Bunlar arasında Kadıköy, Kasımpaşa, Nişantaşı numune rüştiyeleri de yer aldı. Ancak gerek bu okullarda, gerekse diğer rüştiyelerde, önemli yenilikler gerçekleştirilemedi. Balkan ve I. Dünya savaşlarının getirdiği buhranlar nedeniyle de okul mevcutları giderek düştü, öğretim kadroları dağıldı. 1912'de İstanbul'da Maarif Neza-reti'ne bağlı 87 iptidai ve rüştiye varken 1918'de bu sayı 63'e düşmüş bulunuyordu.

1923'te Birinci Heyet-i İlmiye kararlan doğrultusunda ülke genelinde yeni bir düzenlemeye gidilirken rüştiyeler de kapatıldı ve ortaokullar(-0 açıldı.

Bibi. Mahmud Cevad ibn eş-Şeyh Nâfi, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-Teşkilât ve İcraatı, ist., 1338, s. 20-405; Ergin, Maarif Tarihi, II, 322 vd, III, 736 vd, IV, 18 vd; Salname-i Ne-zaret-iMaarif-i Umumiye, 4. Sene, İst., 1901, s. 150 vd; Nâfi Atuf (Kansu), Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, I. Kitap, İst., 1930, s. 105-110, II. Kitap, İst., 1932, s. 46 vd; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 42-44; B. Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Ankara, 1991, s. 91 vd; H. Aytekin, İttihad ve Terakki Dönemi Eğitim Yönetimi, Ankara, 1991, s. 46 vd; H. Â. Yücel, Türkiye'de Ona Öğretim, İst., 1938, s. 10 vd; N. Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İst., 1991, s. 66 vd.

NECDET SAKAOĞLU



SAATÇİLİK

İstanbulluların günlük hayatında saat kullanımı son yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. Saat kullanımından evvel, seyyar satıcıların kendilerine ait zaman dilimleri içinde sokaklardan geçişleri, bekçilerin ses ya da sopa vuruşuyla günün saatini belirlemeleri vakit tayininde önemli rol oynardı.

Evliya Çelebi de Seyahatname'de esnaf alayına katılan kum saatçilerine ilişkin olarak bunların İstanbul'da 15 dükkânları bulunduğunu ve bu dükkânlarda 20 ustanın çalıştığını belirtir. Evliya Çelebi'ye göre, bu işle uğraşanlar gemicilere yardımcı sayıldıklarından kendi adlarına alay teşkil etmeyip gemicilerin alayında "yamak" olarak yer almışlardır. Kum saatinin eski ve ancak belli amaçlarla kullanılan zaman ölçme aracı olarak İstanbul'da da güneş saatleriyle birlikte kullanıldığını gösteren tarihsel belgeler vardır.

İstanbul'da "muvakkitler" saatçilerin ilk örneğiydi. Muvakkitler, sadece belirli yerlerdeki saatlerin ayarından başka tamirinden de sorumluydular. Camilerin girişlerindeki "muvakkithane"lerde(->) oturarak işlerim yaparlardı.

Geniş halk kitlelerinin saatten faydalanışı ilk olarak güneş saatleriyle(-») mümkün olmuştu. Başlangıçta bazı kiliselerin ve fetihten sonra da camilerin ve bazı mimari yapıların bir kenarında yer alan güneş saatleri, özellikle namaz vakitlerinin tayininde önemli rol oynardı.

İstanbul'da her türlü saat merakı önce Osmanlı sarayında başlamış; devlet ileri gelenleri ve zenginler arasında ilgi görmüş, daha sonra da halka yayılmıştır. Birkaç yüzyıl süren bu yayılmanın ilginç bir öyküsü vardır. 16. yy'dan itibaren Avrupa devletleri hükümdarlarından Osmanlı sarayına armağan olarak gelen saatler, başta padişahlar olmak üzere hanedan mensupları ve saray görevlileri arasında yeni bir merak doğmasına yol açmıştır. Bu ilgi sonucu İstanbul, zengin bir pazar haline gelmiş, özellikle 17. yy bir saatçilik piyasasının oluştuğu dönem olmuştur. Bu yüzyıldan sonra daha yaygın ticari bir mal haline gelen Avrupa saatleri, Osmanlı zevk ve geleneğine uygun olarak üretilmiş ve bütün ülkeye yayılmıştır. 19. yy'ın başlarından itibaren Avrupalı saat üreticileri, gelişen tek-

nolojiye uygun olarak her çeşit saati bol ve ucuz fiyatlarla piyasaya sürmüşlerdir. Bu yüzyıldan itibaren İstanbul piyasasında Avrupa ülkelerindeki saat firmaları, acenteler ya da azınlık tacirlerin yönettiği temsilcilikler açmaya başlamışlar ve kadranlarında "Constantinople" yazılı saatleri, İstanbul üzerinden Balkanlar'a, Kafkasya'ya ve Ortadoğu ülkelerine sevk ederek geniş bir ticari ağ oluşturmuşlardır.

Topkapı Sarayı Müzesi'nde(~») hanedan tarafından yüzyıllar boyunca biriktirilmiş her türlü saatin korunup sergilendiği özel bir bölümde, 17-20. yy arasında üretilmiş saat örnekleri bulunmaktadır.

İstanbul'da yerli mekanik saat yapan ustalar ilk kez 16. yy'da görülmeye başlar. Adı bilinen ilk mekanik saat yapımcısı İstanbul Rasathanesi'nin(->) kurucusu Takiyeddin'dir. Bu konuda bir de kitabı bulunan Takiyeddin, eserinde o yıllarda bilinen her türlü teknik bilgiyi derlemiştir. Saatlere özel bir merakı olan III. Murad döneminde (1574-1595) yaşamış diğer saatçiler ve saatçibaşılar arasında Hasan Usta, Pervane Hüseyin ve Rüstem Ağa'nın adları geçmektedir.

17. yy'ın ünlü saatçi ustalarını, saat çe şit ve fiyatlarını veren 1640 tarihli Es'ar Defteri'nde dördü gayrimüslim olmak üze re "Galatakârî saatler" yapan Gaşkar, Pet- ro, Benjamin, Âdem ve Giryo adlı ustalar dan da söz edilir. Galata'da bu yüzyılda sa yıları hızla artan Cenevreli saatçiler bir sa atçi kolonisi oluşturacak ve bazı Osmanlı ustalar da bu saatçilerin yanında yetişecek tir. Buna karşılık 17. yy'ın son çeyreğin de sarayda da Saatçiler Ocağı'nın gelişti ği, yerli saatçilerin, Topkapı Sarayı'nda bu lunan eserlerinden öğrenilmektedir.

18. yy'da saat kullanımı kadınlar arasın da biraz daha yaygınlık kazanmıştır. Sa ray kadınlarının her türlü saate aşırı bir il gi duyduğu Batılıların eserlerinden ve sa ray kayıtlarından anlaşılmaktadır. III. Ah- med döneminde (1703-1730) saatçibaşılık yapan Abdurrahman Çelebi'den söz edilir.

Elçilerin armağan olarak getirdiği eşyalar arasında saat çeşitlerinin bolluğu, saraydaki merakın göstergesi sayılmaktadır. Özellikle bu yüzyılda hançer kabzalarının uç kısımlarına değerli taşlarla süslenmiş saatler konulması moda olmuştur.

İstanbul

Rasathanesi'nde

kullanılan kum

saatlerinden

biri.

K. Özdemir,



Osmanlı 'dan

Günümüze

Saatler, İst., 1993

I. Mahmud'un Nadir Şah'a gönderdiği, kabzasına saat yerleştirilmiş olan ve "Topkapı Hançeri" adıyla da bilinen zümrüdü hançer (üstte) ve 17. yy'dan bir asma duvar saati.

TSM Hazine Dairesi/K. Özdemir, Osmanlı'dan Günümüze Saatler, İst., 1993 (üst), TSM Saatler Seksiyonu, 53/86

19. yy'da da Batı'dan armağan olarak saatler gelmeye devam etmiştir. 1856'da açılan Dolmabahçe Sarayı bu yüzyılın en güzel saat örnekleriyle bezenmiştir. Bu saatler arasında Ahmed Eflâkî Dede'nin saatleri ile Tersane-i Âmire'de yapılan saatler ve ustası belirsiz "İstanbulkârî" saatler de vardır.

Saatçiliğin ticari bir sektör haline gelmesi ve saatçilerin kendilerine ait dükkânlarda hizmet vermesi de 19. yy'da gerçekleşmiştir. İlk önce ayak esnafı olarak mahalle aralarında dolaşan saatçiler, çoğun-


Yüklə 7,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   93   94   95   96   97   98   99   100   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin