Yaşamı
Sinan için hazırlanan ikinci vakfiyede onu tanımlayan bir pasajda onca yıl imparatorluğun gözde yapılarının ustasına söylenmesi gereken, eşsiz, iyilik sevenlerin meliki, yardımsever gibi övgülerin yanısı-ra Sinan "Ayn-i ayan-ı mühendisin, zeyn-i erkânı müessisin, üstad-ı cehabizet-i zaman, reis-i cehabizet-i devran, Öklidisi'l-asr-ı ve'1-evan, mimar-ı sultani ve mual-lim-i hakani" bugünkü dille "ünlü mühendislerin gözü, büyük kurucuların süsü, çağının bilginlerinin ve bütün çağların ustası, çağının Öklit'i, sultanın mimarı ve imparatorluğun öğretmeni" diye tanımlanır.
SİNAN
564
565
SİNAN
I. tustinianos'un Ayasofya'yı fizikçi ve matematikçilere yaptırmasından bin yıl geçtikten sonra mimarbaşı Sinan Ağa'nın, çağının en büyük mühendisi ve çağının Ök-lit'i gibi gösterilmesi büyük yapı tasarımı ile matematik arasında kurulan ilişkinin değişmediğini göstermesi açısından ilginçtir. Fakat Sinan'ın bu bilgileri kuramsal olarak değil, pratik olarak edindiğini düşünmek daha doğru olur. Tezkiretü'l-Ebniye' nin manzum bölümünde kabiliyetinin Tanrı vergisi olduğunu, fakat çok çalıştığını söyler ve kendisini marangozlukta yetiştiren üstadını Tanrimn cennet makamına çıkarmasını dilemektedir. Bu ustasının köyünde mi, yoksa Yeniçeri Ocağı'nda mı olduğu anlaşılmamaktadır. Fakat ikinci olasılık daha kuvvetlidir. Sinan'a ilişkin bütün yayınlarda kendi otobiyografilerinden alınarak yinelenen yaşam hikâyesi, devşirme çocukların içinde saray çevresinde yetişip yükselenlerin ortak özelliklerini taşır. Ne var ki Sinan'ın yaşamında, bugüne kadar pek açıklanamamış, fakat Konyalı'nın yayımladığı belgelerle ortaya çıkan Sadrazam İbrahim Paşa'nın azatlısı olması gibi bir durum vardır. Fakat bu belge, Sinan' la ilgili çoğu yapıtlarda göz önüne alınmamıştır.
Sinan'ın yaşamına ve ailesine ilişkin belgeleri bulup yayımlayan, ayrıntıları inceleyen ve tartışan tek yazar İ. H. Konyalı'dır. Yayımladığı belgeler, hiçbir yoruma gerek kalmadan Sinan'ın kökeni sorununu açıklamaktadır. Sinan'ın Kayserili olduğunu kesin olarak gösteren en önemli belge 1570'te Kıbrıs fethedildikten sonra Kayseri bölgesindeki zimmilerin Kıbrıs'a yerleştirilmeleri sırasında hassa mimarbaşı olan Sinan'ın sultana bir mektup gönde-
U ;^2\ \ =
Nakkaş Osman'ın Tarih-i Sultan Süleyman 'ında yer alan bir minyatüründen ayrıntıda Mimar Sinan (solda). Cbester Beatty Libraıy, Dublin
rerek akrabalarının affedilmesini istediği mektup ve Akdağ kadısına gönderilen ve Ahmed Refik'e göre 7, Konyalı'ya göre 17 Ramazan 981/Aralık 1573 tarihli bir hükümdür. Bu hükümde başmimarın Ağır-naslı olduğu ve akrabalarının zimmi olduğu belirtilmiştir. Karaman beylerbeyi o sırada Karaman'a bağlı olan bu bölgenin zimmilerinin hangilerinin Kıbrıs'a sürülmeleri konusunda daha aydınlatıcı bilgi isteyen bir mektubu İstanbul'a göndermiş ve 20 Ramazan 981/Aralık 1573'te kendisine verilen yanıtta özellikle Sinan'ın köyün-dekilerin affedildikleri bildirilmiştir. Konyalı, Ağırnas'ın hiç Ermenisi olmayan bir Rum köyü olduğunu ve Rumların bu köyü bırakmadan önce Taşçıoğlu diye bir Rum ailesinin, Sinan'ın kendi ailelerinden geldiğini söylediklerini nakleder. Konyalı Sinan'ın köyüne ilişkin belgeler içinde 1584'te yapılan bir tahrirde köydeki 189 vergi mükellefinin sadece 5'inin Müslüman olduğunu, köyün üç mahallesinde yaşayan bu Hıristiyanların Türk ve Müslüman adı taşıdıklarını ve Sinan'ın mektubunda sözünü ettiği akrabalarından Düvenci adım taşıyan 9 Hıristiyanın bu tahrirde yazılı olduğunu saptamıştır. Bu belgede Hıristiyan yerine gebr (ateşe tapan, Zerdüşt, Mecusi) sıfatı kullanılmıştır. İlginç Selçuk adları taşıyan bu halkın Hıristiyan Türk mü, Mecusilikten Hıristiyan olan Türk mü ya da Türk etkisinde adını değiştiren Hıristiyan mı oldukları anlaşılamamaktadır. Fakat Sinan kardeşinin çocuğunu İstanbul'a getirerek Müslüman yaptığına ve köyde yaşayan diğer kişiler de Rum adları taşıdıklarına göre Sinan'ın da bir Rum devşirmesi olduğu açıktır. Sinan'ın bu bölge ile ilişkisi yaşamı boyunca sürmüş, köyünde bir çeş-
me yaptırmış, Gergeme Köyü'nde bir değirmen sahibi olmuş ve Ağırnas civarında bir çiftlik almaya da teşebbüs etmiştir.
Sinan'ın birinci vakfiyesinde "efendisi ve ve mutiki olan merhum İbrahim Pa-şa"dan söz edilmektedir. Sinan bu vakfiyesinde İbrahim Paşa vakfına mütevelli-i kebir olan kimsenin kendi vakfına da mütevelli olması koşulunu koymuştur. Bu İbrahim Paşa'nın Kanuni'nin ünlü veziri Damat Makbul/Maktul İbrahim Paşa olduğunu kanıtlayan Konyalı, Sinan'ın Ağırnas'a sonradan geldiğini, daha önce İbrahim Paşa tarafından satın alınmış ya da esir edilmiş, azat edildikten sonra Ağırnas'a yerleşmiş olabileceğini söyler. Bunu kanıtlamak olağanı yoktur. Fakat bütün bu serüvenlerin Sinan'ın çocukluğunda geçmiş olması gerekir. Bir Hıristiyan genci olarak Ağır-nas'tan devşirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. I. Selim döneminde (1512-1520) Kayseri bölgesi Hıristiyanlarından devşirilen Sinan Tuhfetü'l-Mimarin'âs (Topkapı Sarayı Kitaplığı no. 1461) "Abdullah oğlu olmakla sinin-i sabıkada kanun-i münif-i Osmaniye ve ayin-i latif-i tıakaniye üzre vi-layet-i Karaman ve bilad-ı Yunan'ın devşirme oğlanlarıyla der-i devlete gelip ve anda birkaç zaman taşrada bazı hidematta kullanılıp ta ki acemioğlanlığı payesini kat edip yeniçeri olmak rütbesine eriştim" der. Rodos (1522) ve Belgrad seferlerine atlı sekban olarak katıldığını, Mohaç seferinden sonra (1526) acemioğlan yayabaşısı (bölük komutanı) olduğunu söyler. Zamanla kapı yayabaşısı ve zemberekçibaşı, yani ağır bir ok türü olan zemberekle silahlanmış yeniçeri ortasının komutanı olmuştur. Sonra Bağdat seferine katılmıştır. Bağdat dönüşünde sultanın maiyetinde çalışan haseki sınıfına geçirilmiştir. Sinan'ın ordudaki yükselişinin istihkâmcılık ve yapıcılıkla gösterdiği beceri ile paralel olduğu açıktır. Van Gölü'nü geçmek üzere yaptığı teknelere ilişkin bilgiler marangozlukta usta olduğu gibi strüktürel tasarım konusunda da yaratıcı bir sanatçı olduğunu belgelemektedir.
Ordu'nun Korfu, Puglia (1537) ve Ka-rabuğdan (1538) seferlerine katılıp, Prut üzerinde, tarihimizde ünlü bir köprü kurduktan sonra, İstanbul'a dönüşte "reis-i dergâh-ı mimaran-ı âli", başka bir deyişle hassa mimarbaşı tayin edilmiştir. Doğum tarihini bilmemekle birlikte mimarbaşı olduğu zaman 40 yaşlarında olmalıdır. Sinan'ın 100 yaşına kadar yaşadığı rivayeti doğru olamaz. Çünkü bu doğru olsaydı devşirildiği zaman en az 25 yaşında olması gerekirdi. Bu yaş devşirmelik için çok geçtir. Fakat 15. yy'ın bitiminde doğmuş ve 15 yaşlarında devşirilmiş ve öldüğü zaman 90 yaşını doldurmuş olduğu söylenebilir. Cafer Çelebi'nin Risale-iMimariye'de 107 yaşında, Evliya Çelebi'nin ise Seyahatname'de 170 yaşında öldüğünü söylemeleri ise daha başından hakkında efsane türe-tildiğini kanıtlamaktadır. Kanuni'ye mimarbaşı olarak 28 yıl, II. Selim'e 8 yıl, III. Mu-rad'a 14 yıl hizmet etmiş olan Sinan'ın türbesinde Sai'nin yazdığı ölüm tarihi H. 996/1587-88'dir. Hazirenin mezar anıtının
başucundaki dua penceresi üzerinde hattat Karahisari tarafından yazılan kitabede tarih mısraı şudur: "Giçdi bu demde cihandan pir-i numaran Sinan (996)".
Kendisine yazılan en son hüküm 26 Sa-fer 996/28 Aralık 1587 olduğuna göre 1588 kış aylarında öldüğü söylenebilir. Sinan'ın kendisine yaptırdığı türbe ve hazire Süley-maniye Külliyesi'nin kuzeydoğusundadır. Cumhuriyet dönemi başında harap olmuş olan sebil ve hazire duvarları 1937-1938'de mimar Vasfı Egeli(->) tarafından restore edilmiştir. Mermer sebil, Sinan'ın türbe mimarisine uymayan kaba bir üslup ve ayrıntılarla yenilenmiş, nazirenin kapısının yeri değiştirilmiş ve hazire büyütülerek mermer şebekeli pencerelerin sayısı artırılmış, bu nedenle yapının özgün mimarisi oldukça değişikliğe uğramıştır. Fakat asıl türbe fazla bir müdahale görmemiştir. Sinan Türbesi adı altında genellikle bu sebilin ve yeni hazire duvarlarının resmi yayımlandığı için, Sinan Türbesi tümüyle yanlış bir imge ile tanıtılmaktadır. Oysa içinde büyük sandukası olan, türbesi dikdörtgen planlı, başucu küçük bir kubbe, kalan kısmı bir aynalı tonozla örtülü bir revak şeklindedir (bak. Mimar Sinan Türbe ve Sebili).
Sinan mimarbaşı olduktan sonra bir daha boş kalmamacasına sürekli bir inşaat etkinliği içinde ömrünün sonuna kadar 477 yapı ve onarımın tasarlayıcısı ya da sorumlusu olmuştur. Bunların 300 kadarı İstanbul'da ve çevresindedir. Bazı yapıları yıllarca sürmüş olsa bile yarım yüzyıllık mi-marbaşılığında, yıl başına 8 bina yapmıştır. Bunların ne kadarının doğrudan kendi elinden çıktığını söylemek zordur. Fakat bellibaşlı yapıların onun elinden çıktığı bilinmektedir. Sinan aynı zamanda sultan yapılarının eminidir. 971/1563 tarihli vakfiyede Sinan'dan "sultan yapılarının emini" olarak söz edilir. Divandan İstanbul kadısına ve mimarbaşına gönderilen hükümlerde Sinan'ın yapı alanındaki her olgudan, yeni ya da tamir edilecek her yapıdan sorumlu olduğu görülmektedir. Saraydaki ve İstanbul'daki inşaatlardan, imparatorluğun her yöresindeki inşaatlara, her işte çalışacak mimarların seçimiyle, örneğin saraya eklenecek bir odadan, Edirne'de Eski Cami'de bir pencere açılmasına, Mos-tar Köprüsü'ne mimar tayin etmekle, İstanbul'da yollar üzerine çıkan inşaatları engellemekle, su getirme ve dağıtma ve kanalizasyon yapımıyla, her tür yapılaşmanın, yapı alanında çalışanların bilgilerinin, kaçak inşaatın, malzeme fiyatlarının ve standartlarının kontrolüyle, kentte yapılacak yeni yapılarla ilgili olarak padişaha öneri getirmek ve yapı keşifleri hazırlamakla, hattâ bu alanda doğru davranmayanları cezalandırmakla da sorumlu tutulmaktadır. Bir yanda tasarımcı, bir yanda bayındırlık ve imar bakanı, öte yandan yapı polisi gibi ödevleri vardır.
Bu sorumluluklar yanında Sinan'ın mimarlık alanındaki büyük etkinliği Hassa Mimarları Ocağı'nı(->) geliştirmesi olmuştur. Üç padişah döneminde yaşayan Sinan'ın, emri altındaki ocağı etkili bir kurum haline getirdiği söylenebilir. Hassa mi-
Sinan'ın
önemli
eserlerinden
Şehzade
Külliyesi.
M. Sözen,
Sinan Architect of
Ages, ist., 1992
marbaşı yapılardan, su getirmeden, piyasadaki inşaat malzemesi fiyatına kadar her şeyden ve bütün imparatorluktaki inşaatlardan sorumlu idi. Sinan 1584'te hacca gitmiş, yerine vekil olarak Subaşı Mehmed Ağa'yı bırakmıştır. Yanında yetiştirdiklerine ustalık-çıraklık ilişkileri dışında ders de veriyor muydu? Cafer Çelebi, Sedefkâr Mehmed Ağa'nın(->) ondan Hasbahçe'de geometri bilimi ve mimarlık sanatı öğrendiğini yazarken böyle bir süreç anlatmak istemiş olabilir mi? Bunu kesinlikle söylemek zordur. Sinan'ın döneminde Hassa Mimarları Ocağı'nda çalışan mimarların bir bölümü kendisi gibi devşirme, bir bölümü Rum, ancak küçük bir bölümü Müslüman-dır. Hıristiyanların hemen hepsinin Rum olduğu anlaşılıyor. Bu Sinan'ın özel bir eğilimini yansıtabilir. Konyalı 1582 tarihli bir mühimme defterindeki kayıttan Ferhad Paşa ile Doğu seferine gönderilen 14 hassa mimarından 9'unun Rum olduğunu belirtmektedir. Sinan'ın 1503 tarihli vakfiyesin-deki 41 tanıktan 10'u mimardır. Bunların 7'si Sinan gibi devşirmedir. Geri kalan tanıklar içinde 14 tanesinin de devşirme ya da sonradan Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Süleymaniye inşaat defterlerinde de Müslüman ve Hıristiyan ustalar ve işçiler arasındaki oranın buna benzer olduğu görülmektedir. Bu imparatorlukta zanaat ve sanat alanlarının örgütlenmesinde, dinin büyük bir rol oynamadığını göster-
mektedir. Saraya hizmet verenlerin çoğu devşirme olduğu, sultanların anaları da büyük bir çoğunlukla Hıristiyan esiri olduğu için, çalışanın etnik ve dini kökeni Osmanlılar için bir sorun olmamıştır.
Özel Yaşamına İlişkin Bilgiler
Sinan'ın biyografilerinde resmi yaşamına ilişkin bilgilerin olmasına karşın özel yaşamına ilişkin bilgilere pek değinilmez. Konyalı'nın araştırmaları bir Osmanlı büyük memuru olarak Sinan'ın sosyal yaşamına ışık tutan bazı bilgiler içermektedir. Sinan'ın soyağacını yapan Konyalı, vakfiyelere dayanarak, 4 kızı (Ümmi, Hatice, Üm-mihan, Neslihan) ve 2 oğlu (Mehmed ve Mustafa) olduğunu, Mehmed'in Fahriye ve Fatma adlı 2 kızı ile Derviş adlı l oğlu, Mustafa'nın da Abdi adlı l oğlu olduğunu, -Hıristiyan kardeşinin İstanbul'a getirtip Müslüman yaptığı oğullarının da kızları olduğunu yazar. Torunu Derviş Çelebi, ikinci vakfiyesinde vakıf mütevellisi olarak belirtilmiştir. 1563 tarihli vakfiyesinde o sırada sağ olan karısı Gülruh'a bazı gelirler bırakmıştır. İkinci vakfiyesinde Mihri adlı ikinci karısının da adı geçmektedir. Konyalı, Sinan'ın türbesindeki ikinci mezarın bu karısına ait olduğu kanısındadır. Torunu Mehmed Bey'in oğlu Fatma Hamm'ın mermer mezarı da Edirne'de Nazırçeşmesi Mezarlığı'nda bulunmuştur. Çok güzel ve az bulunur bir tasarımı olan bu mezar Sinan ailesinin Osmanlı toplumunun itibar-
SİNAN
556
567
SİNAN ERDEBİÛ TEKKESİ
Sinan'ın iki eseri Rüstem Paşa ve Süleymaniye camilerinin eski Galata Köprüsü'nden görünümü.
Elif Erim
lı, üst düzey katlarında bulunduklarını belgeleyen bir yapıttır.
Sinan'ın 1563 tarihli vakfiyesinde 25 yıl kadar hassa başmimarlığı yaptıktan sonra hatırı sayılır bir mal varlığına sahip olduğu görülüyor. Bu vakfiyede 23 ev, 34 dükkân, l değirmen, l bostan, l kayıkhane, 2 menzil, 5 çeşme, 3 mektep ve l mescitten söz edilmektedir. Köle ve cariyelerine ilişkin bir vakfiyesi daha vardır. Bunların sayısı anlaşılmıyor. Fakat kendisi öldükten sonra azat edilmelerini vasiyet etmiştir.
Sinan'ın sahip olduğu evlerin arasında Süleymaniye'de türbesinin yanında olan büyük evi özellikle yeğlediği vakfiyesinden anlaşılmaktadır. Bu onun kendisine büyük ün kazandıran büyük külliyeye duygusal bağının ifadesi olarak görülebilir. Yaptırdığı cami ise Eski imaret Camii'nin yanında kışlık ve yazlık bölümleri ve küçük fakat güzel ve özgün bir minaresi olan ve bugün mevcut olmayan bir yapıdır. Sonradan, kendisinin vasiyetine göre bir minber konularak camiye çevrilmiştir.
Mimarhğı
Büyük bir yaratıcı olan Sinan'ın mimarisini kendinden önce ve kendinden sonra gelenlerden ayıran üslupsal ve niteliksel özellikleri üzerinde bugüne kadar edindiğimiz bilgiler mimari tarihinin ana temaları içinde şöyle özetlenebilir:
16. yy'da Sinan'ın yapılarında kullanılan yapım tekniği, şimdiye kadar saptandığı kadarıyla, kendinden önce var olanla aynıdır. Fakat yapılan araştırmalarda, daha önceki yapılarda görülmeyen yoğunlukta demir kullanıldığı saptanmıştır. Demir daha önce bilinen kemer gergileri dışında onun yapılarında düz tavanlarda, kubbe ve tonozlarda kagir yapıyı güçlendirmek için kullanılmıştır. Bunun Sinan'ın yapılarında strüktürel gelişmeyi ne ölçüde etkilediğim belirleyecek araştırmalar henüz yapılmamıştır. Strüktürel kurgu açısından Sinan
kendi başına bir okuldur. Kubbenin yarım küre geometrisini biçimsel endişelerle değiştirmeden, kubbeli strüktürün varabileceği bütün varyasyonları denemiştir. Mimarisinin büyüklüğü büyük ve orta boy camilerde gerçekleştirdiği strüktür şemalarının özgünlüğünde yatar.
Öte yandan Sinan'ın yapılarının beze-mesel özellikleri onun dönemine ve sanatına özgü değildir. Çağının sadece mimaride değil, fakat bütün sanatlarda ortak süsleme sözlüğüne dayanır. Büyük camilerinin kubbe ve duvarlarını dolduran büyük bezemesel şemaların onun dönemine ait olup olmadığı kesinlikle saptanıp, bu şemalar kompozisyon açısından yeterince incelenmediği için, motif sözlüğü dışında biçim düzenleri ve bezeme programlarını kesinlikle Sinan dönemine bağlayacağımız örnekler yoktur. Aynı şekilde mu-karnas desenleri, silme takımları, sütun başlıkları, geometrik bezeme kurgularının sadece onun dönemini vurgulayan özellikleri yeterince incelenmemiştir. Fakat mimarbaşı olduğu yarım yüzyıllık dönemde olağanüstü bir inşaat programının mimariyle birlikte bütün küçük sanatların Osmanlı klasiği dediğimiz sanat üslubunun en gelişmiş düzeyine eriştikleri söylenebilir. Örneğin Türk çini sanatının desen, teknik, renk açısından erişilmez örnekleri 16. yy'ın ikinci yarısında üretilmiş ve Sinan yapılarım süslemiştir.
Sinan yapılarının morfolojik analizi genelde sadece camilerde, strüktürel yapının kuruluşu ve plan özellikleri, kubbeli örtünün biçimlenişi ve bir tek araştırmada da cephe tasarımı açısından yapılmıştır. Bu cephe tasarımı ayrıntıya girmeden pencere tasarımı açısından da bazı bilgiler verir. Fakat diğer yapılarının ve kapılar, pencereler, revaklar, kubbe kasnakları, minareler gibi yapı ayrıntılarının, onun yapılarına özgü kronolojik, analitik bir morfolo-
jik incelenmesi henüz yapılmamıştır. Kuşkusuz Sinan'ın en görkemli ve gerçekten yaratıcılığını belirleyen yapılar büyük boyutlu, kubbeli yapılardır. Fakat sanatının tam bir tanımını yapmak ve döneminin diğer mimarlarından ayırmak, yani kişisel üslubunu saptamak için birçok araştırma gereklidir. Yapıları üzerinde oldukça ayrıntılı çalışmalar olmasına karşın henüz hiçbir yapısının ayrıntılı bir monografisi yazılmamıştır. Sinan yapılarının çağdaş ölçüm araçlarıyla, analitik yani zaman içindeki değişmelerini saptayan rölöveleri ve bütün yapıları için karşılaştırmalı bir morfolojiye dayanan araştırmalar da henüz yapılmamıştır.
Sinan'ın İstanbul'daki Yapıları Biyografileri içinde en düzenli ve güvenilir olan Tezkiretü'l-Bünyaridz verilen listeye göre Sinan istanbul'da ve bugün İstanbul'a bağlı olan kazalarda 85 cami, 43 medrese, 29 hamam, 22 saray, 19 türbe, 6 kervansaray (han), 6 darülkurra, 5 su-kemeri, 3 darülhadis, 3 ambar, 2 darüşşi-fa, 2 köprü, 2 mahzen, l tıp medresesi, l imaret, l su toplama havuzu, l saray mutfağı yapmıştır. Onardığı saray ve camiler de vardır. Tezkiretü'l-Bünyan istanbul'da 276 yapısı, Tezkiretü'l-Ebniyeise 294 yapısı olduğunu yazar. En çok yapı sayısı veren Tubfetü'l-Mimarindir. Burada L Selim için yapılan yapılar, Nişancı Mehmed Paşa Camii ve Türbesi ve daha başka yapılar da ona atfedilmiştir. Tezkiretü 'l-Bün-yan'da. adı geçen az ya da çok yapıldığı dönem özelliklerini taşıyan Sinan yapılarından 35 cami, 23 türbe, 22 medrese, 15 hamam, 6 kervansaray, 3 köprü, 5 kemer, 4 darülkurra, 4 mektep, 4 imaret, 3 darüş-şifa, 2 tekke, l darülhadis, l dar'üt-tıb, l saray, l köşk, l mahzen ve Topkapı Sarayı mutfakları kalmıştır. Böylece kaynaklarda yazılı 276 yapıdan 131'i tümüyle ya da bazı özellikleriyle Sinan'ın İstanbul'a bıraktığı mimari mirası oluşturmaktadır.
Sinan'ın Üslubu
Sinan'ın kubbeli yapı tasarımında amaç kubbe biçimi değil, kubbeli strüktürün bi-çimlenmesiydi. Bu amaca uygun tasarım, mimarlık tarihinde hiçbir üslupta, onda olduğu kadar gelişmemiştir. Çapraz tonoz (croisee d'ogive) gotik mimari için ne ise, kubbe de Sinan üslubu ve tabii Osmanlı üslubu için odur. Fakat burada bir de zaman boyutu sorunu var. Çapraz tonozlu strüktürel gelişme birkaç yüz yıllık bir çağ içinde dallanıp budaklanmıştır. Sinan ise kubbeli strüktürün bütün bir açılımını bir ömre sığdırmıştır. Büyüklüğü de buradadır. Sinan'ın sanatı ile çağının potansiyeli arasında büyük bir paralellik olduğu açıktır. Ne var ki Sinan'ın sanatı bir Osmanlı kültürü yaratımı olsa da, ondaki rasyonalizm, Osmanlı kültürünün her alanında yoktur. Ya da varlığı, bilgi ve araştırmaların bugünkü aşamasında henüz yeterince ortaya konmuş değildir. Osmanlı kültür tarihinde (ki sanat dışında edebiyat ve tarihle sınırlıdır) fiziksel çevre ve artifakt üretimi ile yazın arasındaki bir ilişki henüz ortaya konmuş değildir. Başka bir deyişle görsel boyut yeterli yoğunlukta değildir. Çağından kalan estetik içerikli, sanat ve mimariye ilişkin bir tutumu, tavrı açıklayan bir yazılı veri de bulamıyoruz. 16. yy düşün yaşamı ile Sinan sanatı arasında bir ilişki saptamakta da zorlanıyoruz. O nedenle Sinan'ın mimarisini salt betimlemeci bir tutumla, büyüklük, gösteriş boyutlarıyla sunabiliyoruz.
Sinan'ın sentezini Hassa Mimarları Ocağı "routine"i içinde ortaya çıkmış yapılarda değil, Mağlova Kemeri, Mihrimah Sultan Camii, Kadırga'daki Sokollu, Şehzade ya da Edirne'deki Selimiye gibi camilerde buluyoruz. Ustalığı ve sanatsal iradesi, sultanların, vezirlerin isteklerini aşıyor. Stupa-lardan, büyük kubbeli mezarlara, Pante-on'dan Ayasofya'ya, Asya bozkırlarından Akdeniz'e uzanan bir perspektif içinde, kendi özgün yorumunu dile getiriyor. Bunu yaparken Osmanlı kültürünün altyapısını aydınlatıyor. Göçerden ve İslamdan gelen, Roma ve Bizans'la buluşan yeni bir Akdeniz rasyoneli sergiliyor. Sinan Rönesans'ın bütün mekân deneyimlerini kendi yaşamına sığdıracak güçte bir yaratıcı ve yenileyiciydi. Değişim, arayış ve buluş onun sanatının öğretişidir.
Sinan Üslubunun Tarihsel ve Evrensel Konumu
Sistematik çalışmaların bitmiş sonuçlarına dayanmasa bile Sinan'ın yarattığı mimarinin evrensel değeri, bugün kimse tarafından yadsmamıyacak kadar öğrenilmiş ve benimsenmiştir. Kısaca özetlemek gerekirse Sinan'ın mimarisi sanayi öncesi tarihinin en önemli yapı gösterisi olan kubbeli strüktüre kazandırdığı yeni estetik ifade ile evrenseldir. Fakat bazı Türk sanat tarihçilerinin yanlış yorumları bu evrensel özelliğin doğası konusunda yanlış genellemelere neden olmaktadır. Örneğin Sinan kubbeli yapı sorununu son aşamasına getirmemiştir. Çünkü kubbenin temel örtü aracı olarak kullanıldığı mimarilerde tek bir tasarım anlayışı yoktur. Sinan sadece Osmanlı-Panteon-Ayasofya (bunu Ortaçağ Bizans mimarisi ile karıştırmamalıdır) geleneğini, İran'ın büyük kubbeli türbe anılarıyla da besleyerek, son aşamasına eriştir-miştir. Fakat İran-Orta Asya-Hint kubbeli yapı üslubu, bunun Memluk döneminde Mısır'a sıçraması başka bir kubbeli yapı geleneğidir. Yine Roma'dan başlayıp İslam etkili İtalyan ortaçağından geçen Röne-sans-barok çizgisindeki kubbeli yapı geli-. simi de başka bir gelenektir. Ayasofya'yı Roma kubbe geleneğinin ürünü olarak değil, bir ortaçağ Bizans ürünü olarak gören bazı Türk tarihçileri de Osmanlı'nın Bizans'la ilişki kurmasına pek memnun olmazlar. Bu kavramsal yanlışı düzeltmek gerekir. Ayasofya strüktür tasarımı açısından bir geç Roma yapısıdır. Sadece bezemesel özellikleriyle yeni bir Bizans ortaçağ sanatının temelini oluşturmaktadır. Osmanlı dönemi Ayasofya'nın geç Romalı, fakat gelişmemiş strüktürel yapısını değerlendirmiştir. Ortaçağ Bizans mimarisi ise ondan uzaklaşmış bir gelenektir. Yine Sinan üslubunun strüktürel ve yalın biçimini sadece Sinan'a özgü diye göstermek de yanlıştır. Gerçi bu bir Osmanlı mimari özelliğidir. Fakat, örneğin, İran'da Selçuklu dönemi tuğla masif duvar ve kubbe mimarisi Osmanlı'dan da yalındır.
Sinan'ın çağının önde gelen yapı mühendisi olduğu doğruysa da strüktürde yeni bir çığır açtığı gözlemi abartmalıdır. Sinan'ın evrensel mimarlık düzeyinde eriştiği statü mimari yaratıcılığındadır. Mühendis olarak kendinden önce var olan bir strüktür sistemi geleneğini izleyerek, tümel bir mekân vizyonu içinde yarattığı değişik mekân şemaları ile evrensel bir mimar statüsü kazanmıştır. Mühendislik açısından, Panteon, Ayasofya, Brunelleschi'nin Floransa Katedrali kubbesi daha cesur denemelerdir. Sinan'ın mühendisliğinin büyüklüğü ise, akılcılığında, geçmiş denemeleri doğru değerlendirmesinde ve strük-türü mimarinin hizmetinde yaratıcı olarak kullanmasındadır.
Günümüz kültür ortamında Sinan neyi simgeliyor? Büyüleyici ve birleştirici bir Sinan imgesi var. Fakat bu bilimsel araştırmaların sonucundan çok yüzyılların birikimi olan bir mitostur. Bu mitos kendi başına Osmanlı'yı simgeleyebilir. Ve eğer Osmanlı döneminde Türk kültürünü simgeleyen tek bir işaret ad aranırsa, bunların başında Sinan gelir.
Bibi. (Altınay), Mimarlar, 105-138; Ö. L. Barkan, Süleymaniye Camii ve imareti İnşaatı, I-II, Ankara, 1972-1979; S. Bayram (haz.), Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, I-II, 1988; I. H. Konyalı, Mimar Koca Sinan, İst., 1948; Konyalı, Mimar Sinan; D. Kuban, "The Style ou Sinan's Domed Structures", Mu-qarnas, An Annual on Islamic Art and Arc-hitecture, IV (1987), s. 72-97; Kuran, Mimar Sinan; R. M. Meriç, Mimar Sinan Hayatı, Eseri I: Mimar Sinan'ın Sanatına, Hayatına, Eserlerine Dair Metinler, Ankara, 1965; S. Saatçi, Mimar Sinan Yapılarındaki Kitabeler, İst., 1988; ay, Mimar Sinan ve Tezkiretü'l Bünyan, İst., 1989; Z. Sönmez, Mimar Sinan ile İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler, İst., 1988.
DOĞAN KUBAN
SİNAN ERDEBİLÎ TEKKESİ
Eminönü İlçesi'nde, Sultanahmet'te, Cankurtaran Mahallesi-'nde, Caferiye Sokağı, Soğuk Çeşme Sokağı ve Soğuk Kuyu Çık-mazı'nın kuşattığı arsa üzerinde, Ayasof-
ya'nın karşısında (batısında) yer almaktadır.
İstanbul'da Halvetîliğin(->) en eski faaliyet merkezlerinden olan bu tekke söz konusu tarikatın Sünbülî koluna mensup Hızır oğlu Şeyh Yusuf Sinan Erdebilî (ö. 1544) tarafından 934/1527-28'de yaptırılmış, vakfiyesi baninin adına 940/1534'te tescil edilmiştir. Bazı kaynaklarda tekkenin kuruluşuna ilişkin farklı tarihler görülmekte ise de yapının mihrap duvarında bulunan, ilk inşa dönemine ait Arapça manzum kitabenin son mısraı ebcedle 934/1527-28 yılını vermekte, ayrıca bu husus Ayvansa-rayî tarafından gerek Hadîkatü'l-Cevâ-mi'de, gerekse de Mecmua-i Tevârib'te doğrulanmaktadır. Günümüze intikal etmemiş olan ilk yapının mimari programı ve tasarım özellikleri bilinmemektedir. Ancak istanbul Vakıftan Tahrir Defteri 'nde "vakf-ı Şeyh Sinanü'ş-şehîr be Erdebil Sinan" başlığı altında yer alan vakfiye özetinden söz konusu tesisin, 23 oda barındıran, geniş kapsamlı bir tekke olduğu ve zengin vakıflarla donatıldığı anlaşılmaktadır.
Kuruluşunu izleyen yüzyıllar zarfında Sinan Erdebilî Tekkesi'nin onarım, tadilat ya da yeniden yapım gibi çeşitli aşamalardan geçtiği tahmin edilebilir. I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nu yansıtan bugünkü yapı ise 19. yy'ın sonlarına ya da 20. yy'ın ilk çeyreğine ait olmalıdır. Büyük bir ihtimalle yapının tasarımı mimar Kemaleddin Bey'e (ö. 1927) veya onun ekolüne bağlı bir mimara aittir. Cumhuriyet döneminde tevhidhane bölümü kendi haline terk edilmiş, meşrutada son şeyhin ailesi bir müddet ikamet etmiştir. 1970'lerde Akıncılar Derneği'nin İstanbul il merkezi olarak kullanılan tekke, bu derneğin kapatıldığı 1980' den sonra Vakıflar İdaresi tarafından mesken olarak kiraya verilmiştir.
Erdebil civarında Rumiye Köyü'nde doğan tekkenin banisi ve döneminin ileri gelen sufîlerinden olan Şeyh Sinan ErdĞbilî, Halvetîliği İstanbul'da ilk olarak temsil eden ve bu tarikatın Cemalî kolunu kuran, "Çelebi Halife" lakaplı Şeyh Cemaleddin Halvetî'ye(->) (ö. 1494) intisap etmiş, daha sonra onun halifesi, "Sünbül Efendi" olarak tanınan Şeyh Yusuf Sinan Efendi' den(->) (ö. 1529) hilafet almış ve kendi tekkesini kurmuştur. Sinan Erdebilî'nin Tebriz'de Dede Ömer Ruşenî ile görüştüğü ve onu Cemaleddin Halvetî'ye gönderdiği bilinmektedir. Mecmua-i Tevârib'le kendisi için "... cuma geceleri subh u me-sâ ezkâr u evrâd-ı bî-hemtâ ile meşgul idi. Hattâ vakt-i gurûbda cami-i mezbûrun (Ayasofya Camii) kürsî pîşgâhmda ezân-ı şerife dek kelime-i tevhîd eylemek anların asârındandır ki hâlâ carîdir" denilmekte, böylece bu eserin kaleme alındığı 18. yy'm ikinci yarısına kadar bu geleneğin Sinan Erdebilî Tekkesi mensuplarınca ya-şatıldığı anlaşılmaktadır. Şeyh Sinan Erdebilî vefat ettiğinde Topkapı dışında İlyas-zade (İlyas Efendi/Sakine Hatun) Mescidi yakınına defnedilmiş, söz konusu mescit Demokrat Parti döneminde, yol genişletme çalışmaları sırasında yıktırılmıştır.
Sinan Erdebilî Tekkesi'nin, istanbul'da "evladiye" usulünün uygulandığı en eski tarikat tesislerinden olduğu, meşihat görevinin en azından 19. yy'm ortalarına kadar baninin neslinden gelenlerce ifa edildiği gözlenmektedir. İkinci postnişin Sinan Erdebilî'nin oğlu ve "Merkez Efendi" lakaplı Şeyh Musa Musliheddin Efendi'nin (ö. 1552) halifesi olan Şeyh Ahmed Efen-di'dir (ö. 1566). Daha sonra posta Ahmed Efendi'nin torunu Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1647), Mehmed Efendi'nin oğlu Şeyh Ahmed Efendi (ö. 1669), Ahmed Efendi'nin oğlu Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1688 civarı), Mehmed Efendi'nin yeğeni Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1759), diğer yeğeni Şeyh Mah-mud Efendi (ö. 1769), Mahmud Efendi'nin damadı olan ve annesi tarafından Erdebilî sülalesine mensup bulunan kendi oğluna vekâlet ettiği anlaşılan Şeyh Abdül-latif Efendi (ö. 1792), Abdüllatif Efendi'nin oğlu Şeyh Abdülganî Efendi (ö. 1840) geçmiştir. Zâkir Şükrî Efendi'nin verdiği listede açık bir şekilde belirtilmişse de, Abdülganî Efendi'nin halefi olan ve Şeyh Mehmed Nureddin Efendi adında bir şahsın oğlu olduğu kaydedilen Şeyh Abdüllatif Efendi'nin de (ö. 1848) aynı ailenin bir başka koluna bağlı olması muhtemel görünmektedir. Kendisinden soma oğlu Şeyh Mehmed Nuri Efendi (ö. 1879), M. Nuri Efendi'nin amcazadesi ve Mehmed Şakir Efendi'nin oğlu Şeyh Mustafa Safvet Efendi (ö. 1906) ve H. Vassaf'ın Sefîne'sinde adı geçen son şeyh Sırrı Efendi postnişin olmuşlardır. Kaynaklarda "Erdebil" ve "Erdebilî" adlarıyla da zikredilen tekkenin ayin günü cumadır. Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde burada 3 erkek ile 2 kadının ikamet ettiği, Maliye Nezareti'nin R. 1325/1910 tarihli Taamiye ve Tahsisat Defteri'nde Kurban Bayramlarında 5 adet koyun istihkakı olduğu belirtilmiştir.
Tekkenin bütün birimlerini bünyesinde toplayan ve dikdörtgen bir alana (22x7 m) yayılan yapının duvarları tuğla ile örülmüş, üstü bir kırma çatı ile kaplanmıştır. Caferiye Sokağı üzerindeki cephenin ekseninde yer alan, enine dikdörtgen bir aydınlık penceresi ile sivri kemerli ikiz pencerelerin taçlandırdığı cümle kapısının gerisinde, yapıyı kıble doğrultusunda kat ederek iki kanada ayıran giriş taşlığı uzanmaktadır. Taşlığın batısındaki (solundaki) kanadı tevhidhane, doğusundaki (sağındaki) iki katlı kanadı ise zemin katta selamlık birimleri ile mutfak, üst katta harem birimleri işgal eder. Dikdörtgen planlı (7,50x6 m) tevhidhanenin taşlığa açılan kapısı doğu duvarındadır. Güney duvarının ortasındaki mihrabın çokgen planlı nişi ahşaptan oyma mukarnaslarla dol-gulanmış, ahşap çıtaların çerçevelediği dikdörtgen mihrap kitlesi yine ahşaptan bir lotüs-palmet dizisi ile taçlandırılmış-tır. Mihrabın arkasına isabet eden yerde, Caferiye Sokağı üzerindeki cephede, ufak boyutlu bir mermer levha üzerinde Arapça manzum inşa kitabesi bulunmaktadır. Mecmua-i Tevârib'te tekkenin "takı bâlâsında" yer aldığı belirtilen bu kitabe bugünkü yapı inşa edilirken halen bulunduğu yere taşınmış olmalıdır. Mihrabın yanlarında, altta dikdörtgen açıklıklı ve demir parmaklıklı birer pencere, bunların üzerinde de sivri kemerli ve alçı revzenli tepe pencereleri yer almaktadır. Kuzey duvarında aynı türde üç pencere grubu, batı duvarında ise bir adet tepe penceresi bulunur.
Tevhidhanenin kuzeydoğu köşesine minyatür boyutlu (1,50x1,50) ve ahşap korkuluklu bir maksure, kuzeybatı köşesine, bunun simetriği olan ve fevkani kadınlar mahfiline çıkan merdiven yerleştirilmiştir. Kuzey duvarı boyunca devam eden l m derinliğindeki kadınlar mahfili iki adet ahşap dikme ile taşınmaktadır. Selamlık ve harem mekânlarını barındıran doğu kanadı, cephede sıralanan basık kemerli pencereleri ile alelade bir görünüm sergilemekte, buna karşılık tevhidhane ile cümle kapısı Birinci Ulusal Mimarlık Üslubu'na bağlanan ayrıntıları ile dikkati çekmektedir.
Bibi. Tahrîr Defteri, 2-3, no. 12; Evliya, 5e-yahatname, ty, I, 221; Ayvansarayî, Hadîka, I, 8; Ayvansarayî, Mecmua-i Tevârih, 362; Kut, Dergehname, 231, no, 24; Çetin, Tekkeler, 584; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 62; Âsitâne, 3; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 52-53, no. 52; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 3; IhsaiyatII, 21; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 58; Vassaf, Sefine, V, 273; Öz, istanbul Camileri, I, 52; H. Göktürk, "Erdebil Tekkesi", ISTA, IX, 5142; Eminönü Camileri, 65-66; Cemaleddin Hul-vî, Lemezât, ist., 1993, s. 439-441. M. Özdamar, Dersaadet Dergâhları, s. 88.
M. BAHA TANMAN
Dostları ilə paylaş: |