İ Ç İ n d e k I l e r



Yüklə 2,77 Mb.
səhifə23/36
tarix30.07.2018
ölçüsü2,77 Mb.
#64353
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   36

* * * * *


Düşünceler.

İbadet ettiğin düzeyi idrak edince oraya yönelerek yap­tığın ibadet biter, o türlü ibadet edemez hâle gelirsin.


Sonra ibadetin bir üst düzeye yönelik olarak yapılmaya başlar, nihâ-yet orasını da idrak edersin, o zaman da artık oraya yöne­lik ibadet etmen mümkün olmaz.
Bir müddet sonra daha yukarıya yönelik ibadetin başlar; böylece de-vam edersin; ta ki, gerçek kimliğinle kendine, kendin kendinle olarak.

* * * * *



26/06/985 Çarşamba - dördüncü gün

Düşünceler - Tefekkür

İç ve dış tek şey olduğuna göre, kişinin içerde veya dışarda olması diye bir şey söz konusu olamaz. Eğer oluyorsa onun için daha henüz iç ve dış farkı vardır, içerde iken dışa ait neye meylediyor ise, daha ondan kopamamış demektir, onun tabiat kayıtların­da olduğunun açık ifadesi-dir.



* * * * *


Ef’âl âlemi isimlerin neticesi olarak meydana geldiği var sayımın-dan hareketle yok hükmündedir. Şartlanmalarımıza göre olan ef’âl âle-mi, “yok” hükmündedir.
İsimler de sıfatlardan meydana geldiğinden onlar da “yok” hük-mündedirler.
Sıfatlar ise, senin varlığını teşkil eden, benliğindir. Böylece ortada ef’âl ve esmâ diye isimlenen mertebeler de kalmaz, ancak bunlar yok olmuş demek değildir, yine vardırlar fakat sen olarak, zâtın olarak, ger-çek olarak sende ve seninle vardırlar; zâtın olarak vardırlar.
Eğer bu müşahâde tam kemâlli olmazsa, farkında olmayarak yine kendini, kendin olarak fakat ef’âl âlemi kayıtları içinde bulur, yaşar far-kında olmazsın, bu da şirktir.

* * * * *




A’M Â

Genel kanaat “A’mâ”da her şeyin bittiğidir.


İnsân-ı Kâmil”in a’mâ bahsinde, “a’mâ, kendi zâtında gizlidir, kendine gizli değildir,” kaydı var ve de böyle olması lâzım, herhâlde bilinmez bir şeyden, bilinen bir şey ortaya çıkamaz.

Kendine gizli olmayana, son veya bilinmezlik hükmü takdir edile-mez.
Yani “A’mâ” da yokluk vardır, bitiş vardır, belirsizlik vardır diye-meyiz.

Ancak bu âlemdeki vechi ve ilmi varlığı ile, “a’mâ ötesi anlaşıla-maz ben böyle diledim,” demektir.


Bence “A’mâ”, idraki bu yapı ile mümkün olamayan bir berzahtır, mutlak öte tarafı vardır.

Aksi hâlde denge sağlanmaz, bu denge anladı­ğımız mânâda bir den-ge değildir. Zâtın bu yönde kullandığı yöntem akıl ve ilim sadece bu yö-nünü idrak edecek biçimde zuhura çıkmıştır.


Zât” yani “A’mâ” hakkında düşünmeyiniz denmesi, düşünülecek bir şeylerin olduğuna delâlet eder. Ancak bu yönünde ortaya çıkan im-kânlar ona yetmez.

O taraf nasıl bu tarafa göre...

A’mâ” ise, bu tarafta o tarafa göre “A’mâ”dır

* * * * *


İkindiden sonra azıcık uzandım fakat uyuyamadım kalktım düşün-düm, “vahid” zikrini yapmaya karar verdim hiç olmazsa bir 10 bin ol-sun dedim.
Dikkatlice ve tefekkür ederek zikre başladım yavaş yavaş zikr hız-lanmaya başladı ve cehriye dönüştü, türlü hareketler ol­maya başladı. Bir müddet başım kuvvetle sallanıyor, sonra ellerim kal­kıp iniyor, daha sonra ayaklarım oynuyor, ben bağdaş kurmuş oturmaktayım, bu hâlde her türlü hareket çıkıyor akrobasi hiç kalır.
Bir ara dikkat ettim, dalmışım “vahid, vahid....” derken, “vahid vay ne vahid” “vahid vay ne vahid” olmuş, daha sonra “gayret va-hid” “vahid vahid” “gayret vahid” olmuş.
Yine ateş bastı terledim üstümdekileri çıkardım, gene çarşafı üstüme aldım. Bu hâlde bir gören olmuş olsa, bu kalıbın mutlak delirdiği­ne ka-naat getirip yanından kaçar.
Zikr’e devam ediyorum aynı zamanda o yaşantıyı gerçek hâli ile id-rake çalışıyorum ve hayli genişleme oluyor yine zorluyorum, işi gevşek tutmuyorum.

En belirgin hâli ise, vahidiyet yaşantısında olan bir kimsenin muha-tabına, muhatab görmeksizin sadece ismiyle hitab etmesi ancak müm-kün olabilir, bütün izafetler düşerek, yani “abi, kardeş bey” gibi....


Aslında bu hal esmâ yaşantısı müşahâdesidir fakat geçiş bu ka-naldandır.

Daha sonra sadece kendini, kendinle bilir, tanır ve kendi kendine muhatab olur, hâli genişleyerek açılıyor.



* * * * *



Not : “İnsân-ı Kâmil”in “EBED” bahsinde;

cennet ve cehennem ehlinin ebedlerinin tükenmesi elbette zaruridir,” deniyor.

Diğer taraftan “terkib kaybolmaz,” deniyor.
Demek ki terkib kaydından çıkabilen ancak ebedi olabilir, diğerleri-ne bir son vardır.
İnsân-ı Kâmil” Shf 323 de;

İlmi ilâhideki a’yan-ı sabite dahi muhdestir kadim değildir.”


İnsân-ı Kâmil” Shf 344 de;

Çünkü a’yân-ı sabite Haktır, halk değil.”

Başka yerde ise, “a’yan-ı sabite yaratılmış değildir,” deniyordu
Bunların aralarındaki incelik ve farkı düşünüyorum, “her iki durum da bulunduğu yerlerde geçerlidir,” diyorum.

* * * * *

İnsân-ı Kâmil” Shf 350 de;

Kûr’ân bahsi Rahmân 55. Sûre/1- 2 âyeti



er rahmânü allemel Kûr’âne”
Rahmân Kûr’ân öğretti”
Rahmân, zâttan Kûr’ân-ı öğrendi sonra öğretti.

* * * * *



27/06/985 Perşembe - beşinci gün

Sabah kalktım elimi yüzümü yıkadım uyku mahmurluğu geçti, öğle-ye kadar bant dinledim. Öğle oldu namazı kıldım daha evvelden karar-laştırdığım gibi bu günkü zikrimi de vaktim olduğu kadar “vahid”e ayı-racağım ve o niyetle zikr’e başladım.


Bu arada tefekküre de aynı şekilde sıkıca devam ediyorum derken zaman aklımdan geçiyor, “zaman - vakt - an - dehr,” diye bunları ­da düşünüyorum, fakat daha ziyade “vahid”e ağırlık veriyorum yine ateş basmaya başlıyor ve yine üstümdekileri yavaş yavaş çıkarıyorum bu arada düşüncem şu, gerçek benliğini bulma kavgası bu, o şekilde zikr’e devam ediyorum, “gayret vahid”, “fettah”, “vahid” şekliyle sürüyor.
Bu arada mânen de yardım taleb ediyorum. Bir müddet sonra, bazı recalel gayb seyre geliyor gibi., Bir müddet sonra yavaş yavaş Gavsul A’zam’ın belirdiğini fark ediyorum. Daha kuvvetli niyazda bulunup “yardım, yardım” diye şiddetle ricada bulunuyorum, “vahid yaşamı” açılsın diye....
Bir müddet sonra “vahid sensin”, “gayret vahid sensin anla,” diyor, bu düşünce ile zikr’e devam ediyorum.
Öyle an oldu ki, içimde ve bir kısmı da dışarı çıkarak öyle bağırdım, ki her taraftan duyulmuştur.
Bu arada gerçekten yardım geldi, her yerde kendimi, kendim ola-rak benliğimle bulur gibiydim.

Her yerde ve tek yerde kendim vardım.
Âdem’den başlayarak bütün peygamberler bendim.

Böylece yaşım yedi bin oldu fakat gerçekte yaşım da yok...


Bunları yaşarken ayağa kalktım, ayakta türlü hareketlerle zikr’e ve tefekküre devam ettim, bu arada Hz. Mûsâ’nın çobanı aklıma geldi.

Hani Mûsâ bir çobana ibadet etmesini öğretir ve gider çoban az son-ra onu unutur, Mûsâ’nın arkasından koşar, farkında olmayarak suda yü-rür. Bunu gören Hz. Mûsâ “bildiğin gibi yap,” der. Çünkü çobanda meydana gelen hareketler ilâhi emir gereğidir, şekle bakmaz.


Bir müddet daha ayakta zikr devam etti başım dönmeğe, midem ağ-rımaya başladı yoruldum da... saat da epey ilerledi yere oturup bir müddet kendime geldim. Belki dinlenirim diye ikindiye kadar azıcık uzandım kırk beş dakika kadar uyumuşum... Kalktım ikindiyi kıldım ki-tap okumaya başladım, kısmet olursa yarın cuma “ehad” zikrine ağırlık vermeyi düşünmüştüm.
Zaman azlığından her gün bir isim üstünde mümkün olduğu kadar ağırlıklı durmak lüzumlu... Cumartesi de... ama kısmet olursa.
Baktım nevale gelmiş, akşam da oldu zaten... yere gazeteden sof-rayı kurdum, ekmekle zeytini açtım. Maşallah Nüket ölmeyeyim diye di-limleri kalın kalın kesiyor, zeytinler de iri iri o kadar olacak…
Elbet ne var ki günler uzun, çalışma epey sıkı oldukça hararet yapı-yor, ağzım ve boğazım zeytinin tuzluluğu, acılığı ile bir hayli kuru ve acı oldu bu akşam... bir tane kesme şeker, küçük parçalara bölüp attım ağzıma... Tabiatıma dönük değil, bedeni zaruri ihtiyaç olarak atmasam da bir şey fark etmezdi. Daha sonra cuma günü için bir dua hazırladım onu temize çekiyorum saat on iki...


Yüklə 2,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin