“küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en u’refe fehalaktül hal-ka liu’ref”
mahfi (hafi/gizli) kenz (hazine) idim,
bu halde en u’refe (irfan olunmayı) ahbebtü (hubb/muhabbet ettim)
bu halde liu’ref (irfan olunma için) halkı, hâlâk (halk) ettim.”
mahfi kenz (hafi olan yani gizli hazine),
Kendi (zat) (mutlakiyet itibariyle arifiyet) arifliğinde kendinden ken-dine, haliyle kendisinin irfan olunma seyrini muhabbet ediyor, demektir.
Burada mahfi kenz (hafi olan yani gizli hazine), irfan olunma hub-biyeti ile irfan olunmaya vasıl olma seyrinde tenezzülen hamd etmeye başlıyor, demektir.
Vasıl olduğu arzuladığı ki, rıza olduğudur (radiyeten).
Rıza olduğunun göründüğü ki, rıza olunandır (mardiyeten).
Her vasıl olunan safha (mertebe), onun Necat’ı olmaktadır.
“el hamdülillah” sırrı gereğince, hamdın hatmi (kemâli) ile hüviyet olarak hâlâk edilen halk, hüviyet-i Muhammed-i olarak Allah şehadetine vasıl olur, ki bu vasılıyet, onun Necat’ıdır.
Böylece bir yandan hamdın vuslatı ve Necat’ı olan Muhammed, aynı zamanda Allah şehadeti itibariyle Necat da kendi necatiyetini hatmeder ve aslı olan mahfiyetine rucu olunur.
Diğer bir ifadeyle;
“İrfan olunma hubbiyeti”, kendinden kendine, yani “irfan olunma hubbiyetinde” “hu” nun irfan olunması, ancak “hu” nun hubbiyetine vasıl olması halinde NECAT bulur.
Ve bu muhabbet Ehadiyetini tasdiken kendisini (ki eşşehadeti olan İnsan-ı Kamilin remzi itibariyle 19, ki bölünemeyen tek sayıyı) muhtevi olarak,
-
akl-ı kül - nefs-i kül, (kalem ve levh) (2)
-
arş - kürsi, (2)
-
yedi kat sema/ay (yedi nefis mertebesi) (7)
-
hava – ateş – su - toprak, (enasır-ı erbain) (4)
-
cemadat (maden) – nebatat - hayvanat (3)
toplam 18 alemde tenezzülen merhale merhale (Şeriat – Tarikat – Hakikat – Marifet) olarak 4 ve (Tevhid-i Ef’al – Tevhid-i Esma – Tevhid-i Sıfat – Tevhid-i Zat) olarak 5 Hazret makamın mazhariyeti üzere Hakikat-i Muhammed-i hakayıkı gereği, NECAT zevkini ikmal eder.
Yani “irfan olunmaya” vuslat, kendi hubbiyetinde gizli olan “NE-CAT” ı tatbikat ile gösterir hale getirerek, tasdik görmüş olur.
Böylece kendi hubbiyetinde NECAT, bir taraftan irfan olunmaya itici güç olurken, diğer taraftan da irfan olunmaya vuslat ile murat meyva olanı, Muhammed-i isim olarak şehadet görür, diyebiliriz.
Kendi (zat) (mutlakiyet itibariyle arifiyet) arifliğinde iken yani kendi isimlendirmesi ile mahfi kenz (hafi olan yani gizli hazine) iken irfan olunmayı hubb etmesi ve bunu tatbikata koyması yani ona vasıl olması onun Necat’ıdır.
Ve aynı şekilde irfan olunma için halkı, hâlâk (halk) etmesi yani ona vasıl olması yine onun Necat’ıdır.
Böylece kendi zatında, irfan olunma hubbiyeti ile Necat olunmayı rûh kılmaktadır.
Nitekim,
“Rahmân alleme Kûr’ân” sırrı gereği,
“Rahmân”ın allem etmesi ile Rububiyeti, Rabblığı şehadet olur ve tasdik görür.
Kendi zatında, irfan olunma hubbiyeti ile Rahman Kur’anı Allem et-mesinde Rububiyet makamı olarak tenezzülünde, “rabbül has” hakika-ti, “rabbül erbab” hakikatül hakayıkına inkılab edince, Necat bulur.
Böylece,
Ademiyyet makamında “ve nafahtü fihî min rûhî”
Museviyyet makamında Ruh-u sultani
İseviyyet makamında “ve eyyednahü birûhıl kûdüsi”
Ruhul kûddüs (Akdes ve Mukaddes)
Muhammediyyet makamında “evhayna ileyke ruhan min emrina” Rûhu azam (Muazzam) isimleri
hep onun (HU – HÜVE) kendi mertebelerinde Necat olunmasını tasdiktir.
Yine,
“Rahmân alleme Kûr’ân” sırrı gereği,
Rahmetullah tenezzülünde,
Rahmân (tüm âlemler) olarak
Rahîm (tüm âlemlerde hususiye) olarak şe’ndedir.
Bu isimlerle tatbik görüp, kemal bulması, onun Necat’ıdır.
Diğer bir deyişle; yine “küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en u’refe fehalaktül halka liu’ref”
mahfi (hafi/gizli) kenz (hazine) idim,
bu halde en u’refe (irfan olunmayı) ahbebtü (hubb/muhabbet ettim)
bu halde liu’ref (irfan olunma için) halkı, hâlâk (halk) ettim.”
hadis-i kûdsisindeki, halkın hâlâk edilmesi yönünde,
mahfi kenz (hafi yani gizli hazine) yi TOHUM (çekirdek, nokta) ola-rak,
hâlâk edilen halkı da, içinde tohumları (çekirdekleri, noktaları) olan MEYVA olarak görülür.
Bu halde
Tohum (çekirdek, nokta) Rahîm
Meyva (içinde çekirdekleri olarak) Rahmân
(yani rahmâna (meyvaya) rahîm (tohum) olan,
aynı zamanda rahmânın (meyvanın) içinde rahîm’dir (tohumlardır.)
Yani Vasıl olduğu, kendi; Necatiyeti, Kendinden kendine, kendi-dir.
Tohum Gaybı (hafi yani gizli hazineyi)
Meyva Şehadeti (irfan olunma kemalatını)
GAYBI (Tohum) ve ŞEHADET (Meyva)
HÜVE
er RAHMÂN (Meyva) er RAHÎM (Tohum)
“gaybı ve şehadet HÜVE’r rahmânir rahiym”
Tohum HAMD
Meyva MUHAMMED
Daima, bir önceki hali ile TOHUM, bir sonraki hali ile MEYVA ile sonsuz illiyet (sebep netice münasebeti) tatbikatında devam eder.
Evveli Tohum (çekirdek) irfan olunma hubbiyeti gereği meyvasına neden (sebeb) olup, meyva, tohumun neticesi (ahiri) olarak kemal bu-lur.
Böylece irfan olunma hubbiyeti, murada vasıliyet ile NECAT’a erer.
Diğer deyişle, hamd vuslat seyri, Muhammed olarak Necat’ına tasdik ve şehadet olunur.
Yani Necat, bu muhteşemliğin ruhu, özü olarak görülmektedir diyebiliriz.
HÜVE
“külli yevmin HÜVE fiy şe’n”
(külli yevm “Hüve” nin şe’n’i hakkındadır)
Bu kemalat, bünyesinde nice tohumları mündemiç ve muhtevidir.
Vuslat, tohum – meyva – tohum ve ilh... sürecinde devamdadır.
Diğer bir anlatımla;
Rahmân isminin mazharı olan arz (toprak), bünyesindekileri (batı-nındakileri) (muhtelif şeylerin tohumları) ile Rahîm ismini izhar eder.
İrfan olunma hubbiyetinin “vebtegu ileyhil vesilete” sırr’ı gereği, sema’dan ilka olarak görünen (yani lika nûru muhtevi) rahmet ile to-hum, kendindekine irfan olunma tatbikatında bu sefer rahmân ismi mazharı meyvasına vuslatı görünür.
Çekirdeğin, (kendindeki kendine irfan olunması ile hüviyetinin tas-diği olan) meyvasına vuslatı, hamd seyrinde, onun Necat’ıdır.
O meyva ki, arz (toprak) misali Rahmân isminin mazharı olup,
bünyesinde (batınında) ki tohumların varlığı ile de
Rahîm isminin müjdesi ve mazharıdır.
O noktada vuslat o tohumların görünmesidir, ki bu da hamd seyrin-de, onun Necat bularak, Muhammed görünmesi olur.
Nûh isminde, muazzam ve muhteşem dalgalardan zarar görmeye-cek vücud gemisinin inşası ile bariz olarak kıssa edildiği üzere (ki Allahın dediğinin şeksiz şüphesiz yerine getiren Allah abdiyeti (kulluğu) tatbikatı...) her makamın (mertebe olarak) billahi (Allah ile) lillahi (Allah için) inşası o makamın Necatiyetidir
Demekki, mahfi kenz (hafi yani gizli hazine) olarak,
İrfan olunma hubbiyetinde “vuslat ve necat” mahfuz olup,
İrfan olunma seyri (yani tohum), hamd etme sürecinde aslına vuslat edip, içinde tohumları havi Muhammed’e vasıl olduğunda Necat bulur.
S O N S Ö Z
Çocukluk çağlarımın bittiği dönemlerden itibaren din okullarından eğitim alıp bunu kendime bir yaşam tarzı ve meslek edinmiştim. Ancak akıl, şer-i hükümler, duygular dinin dış unsuru olarak kalıyor ve taklidi bir yaşam tarzının içerisinde dolaşıp duruyordum. Aradığım, istediğim “dinin özüne” doğru yolculuk yapabilmekti. Bu çabalarım ta ki meş-hur yahudi alîmlerinden Abdullah bin Selâm’ın Medineye gelip Hz. Pey-gamberimizi görüp de “Bu yüz yalancı olamaz,” diyerek İslâm-ı seç-mesindeki yol gibi ben de Terzi Babam’ı bulup tanıdıktan sonra “dinin özüne” doğru yolculuk yapabilmenin, Allah’ın necat’ına vasıl olabilme-nin ilham ve aşk kaynağının menba-ı olan bu İnsân-ı Kâmile teslimiy-yetten geçtiğini idrak etmiştim.
Kıymetli Dostlarım:
Velâyet, “İnsân-ı Kâmil”in makamıdır. İnsân-ı Kâmil ise, Yüce Allah’ın habibi, kâinat ağacının çekirdeği peygamber efendimiz (s.a.v.) bilvekâle de Peygamberler ve onların varisleridir.
Nübüvvet ve risâlet efendimizle kesilmiş ancak velâyet devam et-mektedir. Kişi imânın esaslarında “peygamberlere imân ettim,” sö-zünü söylerken bilsin ya da bilmesin Velâyet’e de imân etmiş olmak-tadır.
Maide sûresi 5/35. âyette şöyle buyruluyor.
ya eyyühelleziyne amenuttekullahe
vebtegu ileyhil vesiylete ve cahidu fiy sebiylihi
le’allekum tüflihune
“Ey İman edenler! Allah’tan korkunuz ve O’na vesile arayınız. Onun yolunda mücahedede bulununuz ki felâh bulabilesiniz”
Bu âyeti Keriymede belirtildiği gibi hidâyette olmanın felaha ermenin yolunun vesile’yi aramakla olduğu beyan ediliyor.
“Vesile”yi genel anlamda “Emri teklifi”yi sunan Peygamber efen-dimiz (s.a.v.) dir.
Özel anlamdaki kendi yolumuz için de “Emri teklifi”yi bizlere sunan “Terzi Babam”dır.
Âyetin rakkamları ise, bu gerçeği şöyle doğruluyor.
5. sûre Âyet 35 (5/35) (5 + 3 + 5) toplamları 13 ü verdiği gibi İnsân-ı Kâmilin şifresi sayılan (5/35 53 5) ün de ilk iki rakkamı (53) işaret etmektedir.
İnsân vücûdu insânda bulunan ilâhi özellik ve kemâllerin sergilendiği yerdir.
Maide Sûresi 5/3. âyetinde,
“el yevme ekmeltü leküm diyneküm
ve etmemtü aleyküm nı’metiy
ve radıytü lekümül islâme diynen”
Peygamber efendimizin veda haccında söylediği ve dinin kemâle er-diğini bildiren bu âyette meâlen şöyle buyuruluyor.
“Bugün sizin üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyete razı oldum”.
“İnsân-ı Kâmil’”de, bu âyetin oluşumunu görüp izlemek ise, çok muhteşem bir olaydır.
1999 yılındaki Umre haccımızdaki günlerimizde Terzi Babam’ı Ha-rem-i Şerif’te öyle gördüm ki, hayranlığımdan bu âyeti kendisine oku-muştum.
İşte sergilenen bu kemâller dindeki kemâlâtı da aynı zamanda tak-dim ediyordu. Bu da ancak Velâyet kemâlâtından yansıyabilirdi.
Dindeki kemâlât sürecini anlatan bu sûre ve âyet numaraları ise,
5/3 53 olarak kendi şifresini veriyordu.
“Ahad”a bir mim mim (40) ilâvesi ile “taayyün mim”i ile
Ahad “Ahmed” ; 13 de 53 oluyor.
İşte âlemlerdeki bu mükevvenat “taayyün mim”inden sonra “Ahmed” adını almış oluyor. 13 evvel; 53 ahir oluyor.
(13) ten ► (53) e nüzul (iniş);
(53) ten ► (13) e uruc (yükseliş) vardır, diyebiliriz.
Hadid Sûresi 57/3 âyetinde,
“hüvel evvelü vel ahırü vez zahirü vel bâtınü”
“O ilktir, sondur, zahirdir, bâtındır” âyeti celilesi burayı ne güzel açıklıyor
Mi’racımız ise, Ahmed’den (53’ten) ► Ahad’a (13) olmuş oluyor.
Ahmet, taayyünün başlangıcında olduğundan varlıkların aslını oluş-turan “Atom”daki nötron, proton ve elektronların değeri 53 ediyordu.
Kıymetli gönül Dostlarım:
Düşünüyorum ki hayatımda en çok dikkat ettiğim korktuğum husus hataen bile olsa gönül sarayımın şeref konuğu olan “Terzi Babam”ı incitmekten daima Allah’a sığınıyorum.
Bu satırları yazdığım saatlerde ise, elime aldığım bir derginin rast-gele bir sayfasını açtığımda dikkat çekici olarak şu ifade yazıyordu;
“Ehlullah hakkında olumsuz söz söylemek insâna Allah’ın en büyük mekridir. Cenâb-ı Hak bir kimseyi yerin dibine batırmak isterse O’nu evliyaullaha düşman yapar.”
Buhari Teberani’den nakledilen hadis-i kûdside şöyle buyuruluyor;
“Kim benim bir veli kuluma düşmanlık ederse, benimle sa-vaşmak üzere meydana çıkmış olur veya ben ona karşı harb ilân ederim.”
Sizlere bu çalışmamızda Terzi Babamı tanıtmaya Allah’ın izniyle gay-ret ettim. Gönlümde kaynayan muhabbeti sunmaya çalıştım. Hemen aczimi itiraf etmeliyim, ki O’nu mutlak olarak tanıtmak mümkün değil-dir. Ben fakir sadece O’nda neyi gördüysem, neyi okuduysam, hangi kemâllere şehâdetlik ettiysem onları sizlere beyan ettim. Birisi O’nu bize tanıt dese herhâlde anlatamazdım. Çünkü kendim henüz tam ola-rak anlamaya güç yetiremedim, onu ufuklarıma sığdıramıyorum.
Hemen belirtmeliyim ki, O’nunla ilgili çalışmamız sadece bu kitapla da sınırlı olmayacaktır. Öyle olacağını düşünüyorum ki, O’nun her bir eserinden çok sayıda eserler meydana gelecektir.
Düşündüğüm bir başka husus da, O’nun bütün eserlerini tekrar der-leyip bir bütün olarak “İnsân-ı Kâmil” ismiyle ve de tarih boyunca insânlığın yolunu gönlünü aydınlatmasıdır.
O’nu tanımadan, hayatını bilmeden, gönüllerimizin O’nun sevgisiyle bezenmeden istenilen İslâmi hayatın bizlerde başlaması, oluşması mümkün değildir.
O’na karşı sevgide kemâle ermeden insânda kemâlâtın mümkün olamayacağını düşünüyorum.
O’nu sevmek demek, yolunu yol, sözünü söz edinip, yolunda “kurb’an” olmaktır diye düşünüyorum.
O’nun nefeslerinden pay almaya çalışmak bizler için en büyük lütûf olacaktır. O “kitab-ı ezeli”dir.
O’nu öğrenip okumak; başkalarına da öğretmek asli görevimiz olmalıdır diye düşünüyorum.
Bir hadiste peygamberimiz (s.a.v.)
“Sizin en hayırlınız Kûr’ân-ı öğrenen ve O’nu başkalarına öğreteninizdir,” buyuruyor.
Tavafa başlarken bitirirken “hacer’ül esved” istilâm (öpmek, el sürmek, selâm vermeyi isteme) ediliyor. Bu fakir de acizane olarak O’ nun sağ elinin içini öpüp de zâtını selâmlamış olarak, “bismillâhi Allahü ekber,” diyerek bu yolculuğu gönülden tamamlamak istiyorum.
Terzi Babamdaki ilâhi ihtişam O’nu İnsân-ı Kâmil cihetiyle değer-lendirdiğimiz zaman beşer tasavvurunun çok üzerinde olduğunu görü-rüz.
O güzellikler hazinesinin sultanıdır. O’nu görebilmek ve tanıyabilmek bir bakıma arif ve bilge bir kişiliğe ve de O’na karşı muhabbet hisleriyle dolu olmaya bağlıdır.
O’nun esrarını anlatmanın sonu yoktur. Çünkü ne kadar söylense, ne kadar anlatılmak istense, O’nu bir tarif cümlesine sığdırmak müm-kün olamıyor.
O’nunla konuşan kişi anlar ki, evvelce söylediği sözlerin hiç biri O’nu tarif edememiştir. O zaman da evvelce söyleyip, yazdıklarının acizli-ğinden kifayetsizliğinden utanarak susmayı tercih eder.
O İnsân-ı Kâmil’de, O’nunla tefekkür ediyorum. İnsân-ı Kâmil kendi lisanıyla, “ben her şeyde varım, herşey de bende var; kâinattaki her zuhura gelen varlık, ben senin şanının yüceltmek için gel-dim,” diyor.
Bakara Sûresi (2)/156 ayetinde,
inna lillahi ve inna ileyhi raci’une
ayeti celilesi koro halinde terennüm ediliyor.
“Biz senden geliyoruz, senin içiniz, sana dönücüleriz,”
diyorlar.
İnsân-ı Kâmil’i mutlak yönüyle bilip, tanımamız mümkün değildir. Sadece mukayyed olarak bilebiliriz. Çünkü bütün mertebeleri ve âlem-leri kuşatmıştır. Her sâlik de mutlaka Terzi Babamı bir başka cihetiyle ve vechiyle bilip tanıdığını söyleyecektir.
Çünkü o, kişilerin nefis ve rûhani mertebelerine tenezzül ederek, perdelerini birer birer yırtıp, açarak sâliki nefsin ve vehmin tehlikeli geçitlerinden geçirir. Bir sâlik için bazen zehir, bazen de panzehirdir.
Nefs-i emmareler için zehir; kendisine dönmeyi becermiş ve razı olduğu nefisler için de panzehirdir.
Böyle olunca da zehiri de, panzehiri de rahmet olmaktadır.
Şu beyanımı da çok samimi olarak itiraf etmem gerekirse, Terzi Ba-bamdaki kemali ve ihtişamı bizler çok yoğun olarak alabilseydik, em-inim ki, hiç birimiz dünyevi ve beşeri hayata tam anlamıyla dönemez, zamanımızın tümünü O’nunla ve O’nun yanında geçirmek isteyecektik.
O kendisini nasıl sevdirdiyse, nasıl tanıttıysa, neleri bildirdiyse ben de öyleyce bildim, tanıdım. Eksiklik ve hatalar nefsime aittir.
Bu çalışmayı tamamlamak için nefes bahşeden ve nefsim elinde olan Yüce Rabbime hamd ediyorum. O’nun habib-i edibine iki cihan serveri, insânlığın rehberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimize nefesle-rimizin adetince selatü selâmlar olsun. Hakkın rızasına muvaffık olması niyazımızdır. Allahın (c.c.) selâm ismi hepimizle olsun.
Şu kısacık duamızda bizden size hediye olsun.
“Allah’ın Necat-ı hepimizin üzerine olsun. Amin...”
Buraya kadar olan beyanlarımızdan sonra yolumuza Necm Sûre-siyle devam edelim.
05.03.2003
Çarşamba
Ç. H. U
Bu kitapta emeği geçen evlâtlarımıza ve daha başka türlü emekleri geçenlere de teşekkürü borç biliriz.
Not: Tesadüfi oluşan yukarıdaki tarih dahi nasıl bir uyum içindedir, şükrederiz.
(05.03.2003) (05 ► 03) = 5 ve 3 yani 53 tür
(05 + 03 + 2003) = 13 tür
Terzi Baba
S İ L S İ L E – İ Ş E R İ F E
Dostları ilə paylaş: |