3.EKONOMİK KRİTERLER
3.1.1.Ekonomide Serbestleşme Süreci
Türkiye ekonomisi, 1960’lı yıllarda kalkınma planları çerçevesinde, devletin pek çok sektörde önderlik ettiği ithal ikameci bir sanayileşme stratejisiyle hızlı bir büyüme performansı gerçekleştirmiştir. Ancak, 1970’li yıllarda yaşanan petrol şokları ile ödemeler dengesi açıklarının finansmanında karşılaşılan güçlükler yüksek enflasyon ve ekonomik daralmaya neden olmuştur. Bu sıkıntılar, 24 Ocak 1980’de Uluslararası Para Fonu, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların da desteğini alan kapsamlı bir istikrar ve yapısal uyum programının başlatılmasına neden olmuştur. Bu programla kaynakların etkin dağılımını artırmaya yönelik olarak piyasa güçlerini harekete geçirmek ve Türkiye ekonomisini rekabete açık bir ekonomi haline getirmek amacıyla önemli ve radikal adımlar atılmıştır.
Programın temel hedefleri dış ticaretin serbestleştirilmesi, kur ve teşvik politikaları ile ihracatın desteklenmesi, mali serbestleşme sonucu reel faiz oranlarının pozitife dönmesi ile yurt içi özel tasarruf ve yatırımların artırılması, uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, Türk Lirasının konvertibil hale getirilmesi ve özelleştirme ile kamunun ekonomideki ağırlığının azaltılması olarak sıralanabilir.
Bu programla Türkiye ithal ikameci bir kalkınma stratejisinden, dışa açık bir büyüme modeline adım atmıştır. Bu bağlamda, dış ticaret rejimi serbestleştirilmiş, dış ticaret üzerindeki miktar kısıtlamaları kaldırılmış ve gümrük vergilerinde önemli oranda indirime gidilmiştir. Dış ticaret, uygulanan politikaların bir sonucu olarak ülke ve mal bazında genişlemiş, 1980’lerin ilk yarısında ihracat hızla yükselmiştir.
1980 yılında uygulamaya konulan yapısal uyum ve reform programı ile mali sistemin uluslararası mali piyasalarla entegrasyonunu sağlayacak çalışmalar da 1980’lİ yıllarda hız kazanmıştır.
3.1.2.Enflasyonla Mücadele ve Yeniden Yapılanma Programı
1980’lerin başındaki serbestleşme sonucunda ülke ekonomisi hızlı bir büyüme performansı göstermiştir. Bununla birlikte yüksek enflasyon ve giderek artan kamu açıkları makroekonomik dengesizliklerin oluşmasında önemli rol oynamıştır. Bu çerçevede ülke, 1994 yılındaki mali krizden ve 1997 yılından itibaren uluslararası piyasalarda yaşanan krizlerden etkilenmiştir. 1999 yılında Türkiye’nin yaşadığı en büyük felaketlerden biri olan 17 Ağustos depremi, ekonomide az da olsa canlanma belirtilerinin gözlenmeye başlandığı bir döneme rastlamış ve ekonomik faaliyetleri durdurmuştur. Bu gelişmelerin sonucunda 1999 yılında GSYİH reel olarak yüzde 5 oranında GSMH ise yüzde 6,1 oranında daralmıştır.
Türkiye’nin 1980’li yıllardan itibaren uygulamaya koyarak önemli bir yol kat ettiği rekabete dayalı piyasa ekonomisi anlayışının sağlıklı bir biçimde işlemesi, ekonominin değişen iç ve dış koşullara uyum sağlayabilmesi ve ülke dinamiklerinin önündeki ciddi engellerin kaldırılabilmesi için bazı yapısal değişikliklere gidilmesi son derece önemlidir. Bu çerçevede; enflasyonun uzun yıllardan beri ekonomiye verdiği zarar, kamu açıklarının sürdürülebilir olmaması ve Avrupa Birliği üyeliğine gidilen yolda başta enflasyon olmak üzere makroekonomik dengesizliklerin ortadan kaldırılmasının kaçınılmaz olması, kapsamlı bir programın hazırlanmasını gerekli kılmıştır.
Bu bilinçle, 1999 sonunda üç yıllık bir enflasyonla mücadele ve yapısal uyum programı yürütülmeye başlanmış ve Uluslararası Para Fonu ile de Stand-by Düzenlemesi yapmıştır. Son derece iddialı hedefleri olan bu program 2000 yılı içinde başarıyla uygulandıktan sonra Kasım 2000’de finansal bir kriz olarak ortaya çıkan istikrarsızlığın Şubat 2001’de ekonomik krize dönüşmesi sonucunda birtakım değişikliklere uğramıştır.
Yaşanan ekonomik kriz sonrasında da Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinde olan Türkiye’nin gerek ekonomik yapısı, gerekse Maastricht Kriterlerince belirlenen temel ekonomik göstergeleri itibariyle Birliğe yakınlaşmasını sağlayacak politikaları içermekte olan programın temel ilkelerinden sapma olmamıştır. Ekonomik krize rağmen, kamu disiplininin tesis edilmesinin ve yapısal reformların hayata geçirilmesinin sürdürülebilir bir ekonomik istikrarın sağlanabilmesi için olmazsa olmaz bir koşul olduğunun bilinciyle bu alanlardaki politikalara başlangıç aşamasında öngörüldüğü gibi kararlılıkla devam edilecektir.
Programın ilk ayağını oluşturan mali disiplin, bütçe faiz dışı dengesinin iç borç stokunu reel olarak azaltacak biçimde fazla vermesini böylelikle hızla büyüyen iç borç yükünün azalmasını sağlayacaktır. 1980’li yılların ortasından bu yana yükselme eğiliminde olan kamu kesimi açıklarında sağlanacak ciddi bir azalma kalıcı fiyat istikrarının temini ve makroekonomik dengelerin tesisi için kaçınılmazdır. Program ile kamu mali disiplini çerçevesinde, kamunun önemli ölçüde faiz dışı fazla vermesini sağlayacak gelir artırıcı ve gider azaltıcı önlemler alınmış ve 2000 yılı içinde başarıyla uygulanmıştır.
Kamu disiplininin bundan sonraki dönemlerde de devamı için ise şeffaflık ilkesine dayalı bir mali yönetim anlayışının oluşturulması amaçlanmakta ve bu konudaki çalışmalar hızlı bir şekilde ilerlemektedir.
Yapısal reformlar enflasyonla mücadele ve yeniden yapılanma programının ikinci bileşenini oluşturmaktadır. Programın yürürlüğe girmesinden bu yana başta bankacılık, sosyal güvenlik ve tarım alanlarında gerçekleştirilmekte olan yapısal reformların uygulaması, önümüzdeki dönemde de hızlandırılarak sürdürülecektir.
Programın son ayağını oluşturan döviz kuru politikası ile belirsizliği ortadan kaldıracak ve enflasyonist bekleyişlerin kırılmasına katkıda bulunacak bir ekonomik ortamın yaratılması amaçlanmıştı. Kur politikasında, gelecek dönemdeki kurların açıklanması biçiminde ileriye dönük resmi bir taahhüt ortaya konmuş, bir başka deyişle sürüklenen çapa uygulamasına geçilmişti. Sıkı para politikası çerçevesinde Merkez Bankasının para yaratması döviz rezervleri ile ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte Kasım ve Şubat aylarında mali piyasalarda meydana gelen dalgalanmalar sonucunda sürüklenen çapa uygulaması terk edilerek serbest döviz kuru uygulamasına geçilmiş para politikaları değiştirilmiştir.
Dalgalı kur rejimi çerçevesinde para politikalarının fiyat istikrarını teminini sağlayacak şekilde değiştirilmiştir.
Bundan sonraki aşamada kamu disiplininin sağlanması ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi uygulamalarına olduğu gibi ve hatta daha fazla hız verilerek devam edilecektir. Orta ve uzun vadede enflasyon gerçekleşmelerinin Avrupa Birliği kriterleri ile uyumlu düşük tek haneli rakamlarda istikrar kazanabilmesi için kamu bankalarının yeniden yapılandırılmaları ve özelleştirme programı büyük önem taşımaktadır.
Kamu maliyesi üzerinde uzun yıllardır büyük bir finansman yükü oluşturan ve yurtiçi finans piyasalarının sağlıksız yapısına önemli oranda katkıda bulunan kamu bankalarının görev zararlarının en kısa sürede kapatılması ve bu bankaların yeniden yapılandırılmaları programın kısa vadedeki en önemli aşamalarını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Türk Telekom ve Türk Hava Yolları gibi kuruluşların özelleştirilmesi ile birlikte hem kamu mali disiplininin sağlanması için kaynak sağlanmış olacak hem de rekabete ve pazar ekonomisi kurallarına dayalı ekonomik yapı daha da kuvvetlendirilecektir.
Kopenhag Kriterleri dikkate alındığında, Türkiye’nin özellikle son 20 yıldır pazar ekonomisini uygulamada çok başarılı bir çizgi yakaladığı görülmektedir. Kamunun, rekabet kurallarının geçerli olması gereken piyasalardan özelleştirmeler yolu ile çekilmesi, ekonomik kaynakların daha etkin bir biçimde kullanılması yönünde önemli aşamalar kaydedilmiştir. Öte yandan, 1996 yılında hayata geçen Gümrük Birliği ile, özel sektör başta olmak üzere, Türkiye ekonomisinin uluslararası rekabete dayanabilirliğinin gayet yüksek olduğu kanıtlanmıştır. Bazı yapısal sorunlar bulunmakla birlikte, Türkiye ekonomisinin yapısal temellerinin, rekabete dayalı serbest piyasa kurallarını sağlıklı bir biçimde işlemesini sağlayacak yeterlilik ve gelişmişlik düzeyinde olduğu görülmektedir.
Başta kamu disiplininin sağlanmasına yönelik önlemler ve yapısal reformlar olmak üzere uygulanacak politikalar sonucunda pazar ekonomisi daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulurken, sağlanacak istikrarla özel sektörün uluslararası alanda rekabet edebilirliği daha da artırılmış olacaktır. Kopenhag kriterlerinin tam olarak sağlanması konusunda uygulanacak politikalar önemli bir aşama olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye, Katılım Öncesi Mali İzleme Sürecinin iki önemli ayağından birini oluşturan ve Avrupa Birliği’ne üye olmak için gerekli ekonomik reformları ve üyelik sonrası Ekonomik ve Parasal Birliğe katılmaya yönelik oluşturacağı ekonomik politikaları, yapısal reformları ve kurumsal kapasitesini içeren bir “Katılım Öncesi Ekonomik Program (KEP)” (Pre-Accession Economic Programme) hazırlamaktadır. Söz konusu program her yıl güncelleştirilecektir. Türkiye ekonomisindeki son gelişmeler, makro ekonomik çerçeve, kamu maliyesi ve yapısal reform amaçları olmak üzere dört bölümden oluşan ve 1 Ekim 2001 tarihinde AB Komisyonu’na sunulacak olan KEP uygulanmakta olan politikalar ile de uyumludur.
3.1.3.2000 ve 2001 Yılı Ekonomik Gelişmeler
2000 yılı boyunca Enflasyonla Mücadele ve Yapısal Uyum programı başarıyla uygulanmıştır. Kamu finansmanı alanındaki performans, program hedeflerinin ötesinde gerçekleşmiştir. Kasım ayına kadar parasal hedeflere aynen uyulmuştur. Kur politikasından hiçbir sapma olmamıştır. Ancak, cari işlemler açığı öngörülenin üzerinde gerçekleşmiştir.
Uygulanmakta olan program çerçevesinde sıkı para ve maliye politikasının ekonomik faaliyetler üzerinde olumsuz bir etkisi olmamış, aksine beklentilerin ötesinde bir ekonomik canlanma yaşanmıştır. 1999 sonundan itibaren hızla düşen faiz oranları ekonomik canlanmayı artırıcı yönde bir etkiye neden olmuştur. Öte yandan, döviz kurlarının nominal çapa olarak önceden ilan edilen kur sepeti değerlerinden farklı bir seyir izlemesi ve kur sepeti artışının enflasyon oranının gerisinde kalması ithalatın hızla artması sonucunu doğurmuştur. İthalatın seyri özellikle sanayi yatırımlarının ve üretimin artmasında etkili olmuştur. Bu çerçevede yılın ilk dokuz ayında Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) yüzde 6,5 oranında büyümüştür.
Program çerçevesinde kamu açıklarının azaltılması, kamu kesimi faiz dışı fazlasının yaratılması hedeflenmiştir. Bu çerçevede 2000 yılında konsolide bütçe dengesi performansı hedeflenenin üzerinde gerçekleşmiştir. 1999 yılında 1,6 katrilyon TL olan faiz dışı fazla 2000 yılı sonunda 7,6 katrilyon TL ye ulaşmıştır.
Programa iç ve dış piyasalarda duyulan güven ile Hazine’nin dış finansman imkanları artmış, iç piyasalardan 1999 yılı sonlarında yüzde 100’ler seviyesinde borçlanma yapılır iken 2000 yılı içinde bu oranlar yüzde 30-40’lar seviyesine düşmüştür. 2000 yılında uzun vadeli borçlanmanın yoğun olması bütçe üzerindeki faiz yükünün azalmasına katkıda bulunmuştur.
Ekonomik istikrarın sağlanmasında ve enflasyonla mücadelede en büyük sorun olan kamu açıklarının kalıcı bir şekilde azaltılmasında yapısal reformlar önemli bir rol oynamaktadır. Sosyal güvenlik kurumlarına ve vergi reformuna ilişkin düzenlemeler, özelleştirme faaliyetlerinin hızlandırılması ve kamu harcamalarına disiplin getirilmesi kamu dengesinin kalıcı bir şekilde hızla iyileşmesini sağlayacaktır.
Cari işlemler ve dış ticaret açığı programda öngörülenin üzerinde gerçekleşmiştir. 2000 yılında ihracat yüzde 6,4 oranında artarken, ithalat yüzde 34,7 oranında büyümüş, dış ticaret açığı 10,4 milyar dolardan 22,3 milyar dolara yükselmiştir. Cari İşlemler açığı ise 9,8 milyar dolara ulaşmıştır.
Sürüklenen kur çapasına dayalı enflasyonla mücadele programlarında, enflasyonun kurdaki hareketi bir miktar gecikme ile takip etmesi, yani programa göre Türk Lirasının değer kazanması beklenen bir süreçtir. Değeri artan Türk Lirası ise ithalatın ihracata oranla daha hızlı artmasında rol oynamıştır. Bunun yanı sıra, 2000 yılı içinde dış konjonktürde meydana gelen gelişmeler de cari işlemler açığının artmasında etkili olmuştur.
İhracat miktar olarak arttığı halde, ihraç ürünlerinin fiyatlarının uluslararası piyasalarda düşük seyretmesi, dolar cinsinden ihracatın değerini olumsuz yönde etkilemiştir. Euro-Dolar paritesinin Euro aleyhine seyretmesi ve ihracatın önemli bir bölümünün Euro bölgesi ile yapılması bölge ülkelerinin ihraç mallarına olan talebini azaltmış ve dolar cinsinden ihracat gelirlerini olumsuz yönde etkilemiştir. Son yıllarda önemli ticari partnerlerimizden biri haline gelmiş olan Rusya’nın ekonomisindeki durgunluk da özellikle bavul ticareti şeklinde gerçekleşen ihracatımızı azaltmıştır.
İhracata benzer şekilde ithalatın artışında da dış konjonktürün büyük etkisi olmuştur. Dünya talebinin artması nedeniyle yüksek seyreden petrol ve hammadde fiyatları ithalat faturasını yükseltmiştir. 1999 yılındaki daralmanın ardından canlanma sürecinde hammadde ve aramalı ithalatı da canlı seyretmiştir. Programın daha başında hızla düşen faizler özellikle dayanıklı tüketim malına yönelik kredi talebini ve dolayısıyla ithalatını artırmıştır.
Dış ticaret açığının beklenenin üzerinde büyümesi nedeniyle cari işlemler açığı hedeflenenin üzerinde gerçekleşmiştir. Bu beklentiye rağmen, cari açığın finansmanında ciddi bir sorunla karşılaşılmamıştır.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları Türkiye’nin kapasitesi ve imkanları göz önünde bulundurulduğunda genel olarak düşük seyretmekle birlikte 2000 yılında geçen yıllara göre yabancı sermaye yatırımlarında bir artış görülmektedir. 2000 yılında fiili yabancı sermaye giriş tutarı 1,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’ye daha fazla yabancı sermaye akışının sağlaması amacıyla yeni bir yabancı sermaye kanun taslağının yanı sıra bürokrasinin azaltılması için gerekli çalışmalar yapılmaktadır.
Uygulanmakta olan program çerçevesinde enflasyon oranı 2001 yılının Şubat ayına kadar bir düşüş eğilimine girmiştir. 1999 yılında yüzde 62,9 olan toptan eşya fiyatları 2000 yılında yüzde 32,7 ve 2001 yılının Şubat ayında ise yüzde 26,5’e inmiştir. Enflasyon oranlarında, programın 2000 yılı hedeflerinden bir sapma görülmesine rağmen, büyük bir başarı elde edilmiştir.
Program kapsamında ileriye yönelik endeksleme ile enflasyon bekleyişlerinin kırılması temel hedef olmuştur. Uluslararası piyasalarda hammadde ve petrol fiyatlarının yüksek seyretmesi ve canlı seyreden iç talep enflasyonun 2000 yılında daha da düşük bir seviyeye gerilemesini engellemiştir.
Para politikaları çerçevesinde belirlenen hedefler Kasım ayı sonunda mali piyasalarda meydana gelen dalgalanmalar sonrasında 30 Kasım’da yeniden belirlenmiştir. Kasım ayında piyasalardaki dalgalanmaların temel nedenlerinden birisi bankalar arasında risk algılama farklılıkları nedeniyle sistemde gereken likidite ihtiyacının karşılanamaması olmuştur. Bankaların likidite sorunlarının temelinde, sıkı maliye politikaları sonucu kamu kesimi borçlanma ihtiyacının azalması ve açıkların ağırlıklı olarak dış borçlanma imkanları ile kapatılması nedeniyle kamunun iç mali piyasalardan fon talebinin 2000 yılında önemli oranda azalması yatmaktadır. 1999 yılında hızla düşen faiz oranları da bankacılık kesimi gelirlerinin azalmasında rol oynamıştır. Özel sektörün kredilendirilmesi faaliyetlerinde ortaya çıkan rekabet de sektördeki kar marjlarını düşürmüştür.
Artan likidite ihtiyacının bankalar arasında giderilememesinin yanı sıra bankacılık kesiminin yıl sonlarında mevsimsel olarak açık pozisyonlarını kapatmaları gereği piyasalarda döviz talebinin artmasına neden olmuştur. Cari işlemler dengesinin hedeflenenin üzerinde açık vermesi ve mevsimsel olarak uluslararası piyasalarda yaşanan dalgalanmalar da dış kaynaklı döviz girişini azaltmıştır. Döviz talebinin Merkez Bankası rezervlerinden karşılanması likiditede bir miktar daralma meydana getirmiştir.
Kasım ayı sonunda bankalararası piyasada artan likidite ihtiyacı faiz oranlarının artmasına neden olmuştur. Aralık ayının başında da yüksek düzeyde seyreden faiz oranları daha sonra alınan tedbirlerin etkisiyle düşmeye başlamıştır. Piyasaların tekrar eskisi gibi çalışması ve faizler üzerindeki baskının azalması ile birlikte 30 Kasımda değişen para politikası performans kriterlerinde 30 Ocak 2001 tarihinde verilen ek niyet mektubu ile tekrar değişiklik yapılmış ve parasal göstergelerin kriz öncesi düzeye çekilmesine ilişkin politikalar belirlenmiştir.
Bununla birlikte, 19 Şubat 2001 tarihinde yaşanan gelişmeler programın sürdürülebilirliğine ilişkin kuşkuları artırmıştır. Türk Lirasının devalüasyonu ihtimali karşısında zarar etmemek amacıyla bankalar, açık pozisyonları kapatmak amacıyla döviz talebinde bulunmuşlardır. Piyasalarda likidite sıkışıklığı ile birlikte oluşan güvensizlik ortamı 20 Şubat tarihinde yapılan yüklü iç borçlanma ihalesinde faiz oranlarının yüzde 140’lar düzeyine çıkmasına neden olmuştur.
Döviz talebinin devam ediyor olması, Merkez Bankasının IMF’in de desteği ile uygulamakta olduğu kur sitemini terk etmesine ve Türk Lirasının yabancı paralar cinsinden değerinin piyasa tarafından belirlenmesi kararının almasına neden olmuş ve Türk Lirası Dolar karşısındaki yaklaşık yüzde 30 civarlarında değer kaybına uğramıştır.
Enflasyonla Mücadele ve Yapısal Uyum Programının en önemli ayaklarından biri olan para ve kur politikasında değişiklik yapılması sonucunda program çerçevesinde belirlenen makroekonomik göstergelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmiştir.
Türkiye’de enflasyonun en önemli bileşenlerinden birinin döviz kurundaki değişmeler olması nedeniyle Türk Lirasının dolar karşısındaki değer kaybı sonucunda enflasyon gerçekleşmelerinin önümüzdeki aylarda yüksek düzeyde olacağı tahmin edilmektedir. Esasında sözkonusu yükselme enflasyondan ziyade fiyatlar genel seviyesinin yükselmesidir. Göreli fiyatlar yeni bir denge seviyesinde istikrar kazandıktan sonra aylık enflasyon gerçekleşmelerinin izlenecek olan sıkı maliye ve para politikaları sonucunda kontrol altına alınacağı öngörülmektedir.
Enflasyonun neden olduğu makro ekonomik istikrarsızlıklar ve gelir dağılımı bozuklukları göz önünde bulundurulduğunda enflasyonla mücadele ülkenin vazgeçilmez hedeflerinden birisidir. Enflasyonu körükleyen kamu açıklarının düşürülmesi amacıyla uygulanan sıkı maliye politikalarının yanısıra bunun kalıcılığını sağlayan yapısal reformlara devam edilmesi sistemin sürdürülebilirliğini sağlayacaktır. Bu çerçevede mali piyasalarda meydana gelen dalgalanmalar sonucunda kur politikasının terkedilmesi ülkenin enflasyonla mücadeleden vazgeçtiği anlamına gelmemektedir.
Yeni program ile özellikle piyasalarda dengesizliklere neden olan hususların giderilmesi yönünde yapısal reform niteliğindeki uygulamaların toplumun tüm kesimlerinin desteği alınarak hızlandırılması ve kaybolan güvenin tesis edilmesi amaçlanmaktadır.
3.1.4.Yapısal Reformlar
Sosyal Güvenlik Reformu
Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sistemi uzun yıllardır uygulanan popülist politikalar sonucunda sürekli bir biçimde açık veren bir yapıya dönüşmüştür. Özellikle aktif ve pasif sigortalılar arasındaki dengenin bozulması ve sistemin sürdürülemez bir boyuta gelmesi bu alanda bir reform yapılmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Bu doğrultuda ilk ciddi girişim 1999 yılında çıkarılan 4447 sayılı yasa olmuştur. Yasa ile belirli bir geçiş süresi çerçevesinde emeklilik yaşı ve asgari prim ödeme dönemi yükseltilmiştir. Prime esas kazançların artış oranları ve emekli maaşlarının artış oranları Tüketici Fiyat Endeksi ve Gayri Safi Milli Hasıla büyüme oranına endekslenmiş ve işsizlik sigortası sistemi oluşturulmuştur.
Reformun ikinci aşamasında, sosyal güvenlik kuruluşlarının idari ve kurumsal alanda daha etkin ve daha şeffaf bir yapıya kavuşturulmaları amaçlanmaktadır. Sistemde yer alan Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur arasında koordinasyonun ve uyumun sağlanmasının yanı sıra, emeklilik, sağlık ve işsizlik sigortalarının muhasebe ve idari işlevlerinin kesin olarak birbirinden ayrılması önem taşımaktadır. Kuruluşlar arasında norm ve standart birliği sağlamaya dönük çalışmaların yapılması amacıyla Sosyal Güvenlik Kurumu oluşturulmuştur. Ayrıca, SSK ve Bağ-Kur için hazırlanan Kanun tasarılarında sağlık ve emeklilik sigortalarının birbirinden ayrılmasına ve söz konusu kuruluşların aksayan yönlerinin düzeltilmesine yönelik düzenlemeler yer almaktadır.
Reformun üçüncü aşamasını oluşturan özel emeklilik sisteminin kurulması ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Ayrıca, Sosyal Korumanın Güçlendirilmesi’ne ilişkin yapısal düzenlemelerin 2002 yılına kadar tamamlanması öngörülmüştür.
Sosyal güvenlik kuruluşlarının gelirlerinin artırılması amacıyla etkin bir fon yönetimi politikası uygulanacaktır. Bu çerçevede, varlıkların doğrudan işletilmesi yerine kiraya verilmesi, gayrimenkul yatırım ortaklığı gibi araçlardan yararlanılacaktır.
Vergi Reformu
1998 yılında yasalaşan Vergi Kanunu vergi tabanının genişletilmesi, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, vergi adaletinin sağlanması ve vergi sisteminin daha basit ve açık duruma getirilmesi yolunda düzenlemeler içermektedir. Ancak, uluslararası piyasalarda yaşanan ekonomik kriz ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş, reel sektörün sözkonusu krizin etkilerini daha kolay atlatması amacıyla vergi yasalarında bazı değişikliklere gidilmiştir.
Enflasyonla mücadele programı ve depremler sonucunda kamu harcamalarına gelen ek yüklerin finansmanı için birtakım ek vergiler devreye sokulmuştur. Önümüzdeki dönemde de kamu dengelerinin iyileştirilmesi ve bu iyileşmenin kalıcı hale gelmesi için vergi sisteminin iyileştirilmesine yönelik çabalar sürecektir.
Vergi idaresinin geliştirilmesi amacıyla sürdürülen çalışmalar ile vergi numarası uygulamasının 2001 yılında büyük ölçüde tamamlanması mümkün olacak ve vergi kimlik uygulaması daha yaygın hale gelecektir. 1999 yılı sonu itibariyle 13 milyon düzeyinde olan Vergi Kimlik Numarası 2000 yılı sonu itibariyle 15,2 milyona yükseltilmiştir. 2002 yılı sonuna kadar mevcut sayının yüzde 50 oranında artırılması öngörülmekte olup konu ile ilgili mevzuatın 2001 yılı içinde çıkarılması hedeflenmektedir.
Mali Sektör Reformu
Enflasyonla Mücadele ve Yapısal Reform programı çerçevesinde oluşturulan bankacılık reformu ile bankacılık sisteminin uluslararası standartlara göre yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir. Bankacılık reformunun şimdiye kadar gerçekleştirilen aşamalarında uluslararası standartlara uygun bir düzenleyici çerçeve oluşturulmuş ve düzenleyici-denetleyici otorite yeniden tanımlanmıştır.
Haziran 1999’da yasalaşan Bankalar Kanununda, Aralık 1999’da yapılan değişiklikler bankacılık sisteminin düzenleme, gözetim ve denetiminde uyulacak esaslar yeniden belirlenmiştir.
Söz konusu kanun ile getirilen en temel değişiklik Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı’nın görev alanına dağılmış bulunan düzenleme gözetim ve denetim işlevlerinin tek bir otoritenin çatısı altına toplanmasıdır. Bankacılık sektöründeki tek otorite olarak tespit edilen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) üyeleri 31 Mart 2000 tarihinde atanmış ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 31 Ağustos 2000 tarihinde faaliyete geçmiştir. Oluşturulan Kurul’un idari ve mali özerkliğe sahip olması hususu Bankaların Etkin Denetimi için Temel Prensipler (Bank for International Settlements) ile paralellik göstermektedir. Bankalara lisans vermek, bunları kaldırmak ve karşılık düzenlemelerini onaylamak yetkileri BDDK'ya verilmiştir.
Kanun, bankaların ortaklarına ve müşterilerine doğrudan veya dolaylı olarak verecekleri kredilere ilişkin standartları güçlendirmektedir. Bu çerçevede, dolaylı kredi ilişkisi içinde bulunanlara verilebilecek toplam kredilere ilişkin sınır özkaynakların yüzde 75'i seviyesinden 1 Temmuz 2000'e kadar yüzde 70 seviyesine indirilmiştir. Bu oranın yüzde 25'e ulaşana kadar her altı ayda bir 5 puan azaltılması öngörülmüştür.
Ödeme gücünü yitirmiş bir bankanın sistem açısından risk oluşturmasını önlemek için söz konusu bankaya Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından el konulması kolaylaştırılmıştır. Bu çerçevede Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, sorunlu bir bankanın yeniden yapılandırılarak tamamının veya bir bölümünün satılması veya yürürlükteki kanunlar çerçevesinde tasfiye edilmesi hususunda yetkilendirilmiştir.
Bankaların mali yapılarının gerçekçi bir biçimde izlenmesi amacıyla konsolide bazda raporlama ve menkul kıymetlerin doğru bir biçimde değerlemelerinin yapılması ile ilgili olarak uygulanacak muhasebe standartlarını oluşturma hedefi çerçevesinde 31 Mart 2000 tarihinden itibaren krediler ve diğer alacakların geri ödenebilirliklerine ve borçluların kredi değerliliklerine göre gruplandırılması uygulaması başlatılmıştır. Ayrıca yapılan çeşitli düzenlemeler ile Türk bankacılık sisteminin uluslararası standartlara yaklaştırılması yönünde adımlar atılmaktadır.
Tasarruflara uygulanan garanti sisteminin bankacılık sistemindeki bozucu etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla mevduata sınırsız güvenceye son verilmiş ve tasarruf mevduatı sigorta fonunun kapsamı daraltılmıştır. Ayrıca, Hükümet 6 Aralık 2000 tarihinde tüm mevduatların ve diğer kreditörlerin geçici tam güvenceye alındığını ilan etmiştir. Sözkonusu garanti, Bankacılık Kanununa göre Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yönetilecek olup mevduat toplayan tüm yerel bankaları kapsamaktadır.
Bankacılık sistemindeki kamu mülkiyetinin ağırlığının azaltılmasına dönük olarak belirlenen hedefler çerçevesinde Vakıflar Bankası’nın özelleştirilmesi ve Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankası’nın özelleştirmeye hazırlamak üzere özerkleştirilmesine dönük yasal düzenlemeler yürürlüğe konulmuştur.
Bankacılık sisteminde önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi beklenen banka hisselerinin devralınması ve banka birleşmelerinin sağlıklı bir biçimde yapılmasını sağlamak aranan şartları düzenleyen bir BDDK kararı yürürlüğe konulmuştur.
Bankacılık sistemini uluslararası normlar çerçevesinde yeniden yapılandırmayı amaçlayan ve 2000 yılında büyük bir hızla gerçekleştirilmeye başlanan gelişmeler, sistemde gözetim ve denetim hususlarında ek önlemlerle devam edecektir. Bunların arasında, (i) ihtiyati raporlama ve finansal bilgilerin açıklanmasına yönelik muhasebe standartları, (ii) piyasa riskini de içeren sermaye yeterliliği, (iii) iyileştirilmiş dahili risk yönetimi prosedürleri alanlarında uluslararası standartlara paralel yeni düzenlemeler bulunmaktadır. Bu değişiklikler, bankaların varlık değerlemelerinin daha iyi yapılmasına, daha anlamlı mali tabloların ortaya çıkmasına olanak sağlayacak, daha gerçekçi varlık değerlemesine bağlı olarak bankalara karşı düzeltici tedbirlerin zamanında alınmasını kolaylaştıracak ve bankaların kredi verme politikalarına gerekli disiplini getirirken uluslararası standartların ve AB normlarının yakalanmasını da sağlayacaktır.
Kısa vadede hedef, bankacılık sisteminin riskliliğini ve kayıt sisteminin şeffaflaşmasını AB standartlarına yaklaştırmakken orta vadede hedeflenen unsur, mali sistemin tam anlamıyla piyasa koşullarına göre çalışmasının teminidir. Ayrıca orta vadede bir diğer hedef de mevduat sigortasının AB düzeyine indirilmesi olacaktır.
Bankacılık sisteminin güçlendirilmesine dönük bu yoğun gündem enflasyonla mücadele programı ile eş anlı bir biçimde yürütülmektedir. Dolayısıyla bankacılık sistemi, bir taraftan bu yasal düzenlemelere kendini adapte etmeye çalışırken, diğer taraftan uygulanan ekonomik programın yarattığı köklü değişikliklere uyum sağlamaya çalışmaktadır. Bu durum Türkiye’nin yaşadığı geçiş döneminde bankacılık sisteminin kırılganlığını artırmaktadır. Ancak bankacılık sektörünün Türkiye’deki en dinamik sektörlerden biri olması dolayısıyla değişmelere uyum potansiyeli yüksektir. Bankaların bu geçiş sürecini başarı ile tamamlayarak uluslararası alanda rekabet edebilecek ölçüde güçlü bir yapıya kavuşmalarını teminen bankalar kanununda yapılacak olan düzenlemelere devam edilecektir.
Merkez Bankası Kanunu’nda değişiklik yapılmasına ilişkin olarak hazırlıkları büyük ölçüde tamamlanan ve hızla yasalaştırılacak olan Merkez Bankası Kanun Taslağı önemli yapısal değişikliği beraberinde getirecektir. Kanun ile kamu finansmanında Merkez Bankası’nın üstlenebileceği işlevler ortadan kaldırılacaktır. Ayrıca yeni kanun ile Merkez Bankası bağımsızlığı sağlanacak ve Banka’nın, enflasyonla mücadele hedefine odaklanması ve enflasyon hedeflemesi rejimini sağlıklı bir biçimde uygulaması mümkün olacaktır.
Sermaye Piyasası
Ülkemiz sermaye piyasasını uluslararası standartlarla uyumlu hale getirmek, küçük yatırımcıların haklarını güvence altına almak, borsaların daha modern bir yapıda örgütlenmelerini sağlamak ve vadeli işlemler borsalarının kurulmasına yönelik hukuki alt yapıyı oluşturmak amacıyla Sermaye Piyasası Kanunu yeniden düzenlenmiştir.
Mali Şeffaflık
Mali disiplinin sağlanması, kaynakların stratejik önceliklere göre dağıtılması ve etkin kullanılması gibi temel bütçesel sonuçların sağlanmasında mali saydamlık önemli bir araçtır. Kamu maliyesinde şeffaflığın sağlanması amacı ile gerek bütçe içinde gerekse bütçe dışında yer alan fonlar sırasıyla kapatılmaya başlanmıştır. Program doğrultusunda kapatılması kararlaştırılan fonların tamamına yakını 2001 yılı Haziran ayına kadar tasfiye edilmiş olacaktır.
Hazine garantili borçlanmalara sınırlama getirilmiştir. Devlet garantilerinin vade yapısı ve diğer ihtiyati yükümlülüklerinin koşulları açıklanmıştır.
Vergi ve sosyal güvenlik katkı payı ödemeleri ve varolan görev zararı ve gecikmiş vergi borçları stoklarının çözüme kavuşturulması da dahil olmak üzere, merkezi hükümet ile kamu teşebbüsleri ve sosyal güvenlik kuruluşları arasındaki ilişkinin revizyona tabi tutulmasını içerecek çalışmalar sürdürülmektedir.
2001 yılında çıkartılması beklenen Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Kanunu ile de borçlanma kurallarının daha açık tanımlanması hedeflenmekte, borçlanma limitleri belirlenmekte ve devirli kredilere ilişkin faaliyetler de dahil olmak üzere devlet garantilerinden yapılan ödemelerin bütçe dengelerinde yer almasına ilişkin hükümler belirlenmektedir. Ayrıca, Uluslararası Para Fonu tarafından “Kamu Mali Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması ve Kamu Maliyesinde Şeffaflık” hususunda hazırlanan rapor dikkate alınarak bu alanda gerekli çalışmalar sürdürülmektedir.
Mali saydamlığın yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla muhasebe ve mali raporlama standartları geliştirilmesi ve sisteme aktif bir şekilde dahil edilmesi önümüzdeki dönemin hedefleri arasındadır.
Ayrıca, Merkez Bankası bankacılık kesimi kredileri oranlarına ilişkin yeni raporlama düzenlemeleri getirmiştir. Hazırlanan değişikliklerle, bankacılık kesiminin yanı sıra bankacılık dışı kesime de raporlama koşulu getirilerek ödemeler dengesi istatistiklerinin iyileştirilmesi amaçlanmıştır.
Tarım Alanında Yapılan Reformlar
Tarım kesimine yönelik bugüne kadar uygulanan fiyat ve girdi sübvansiyonlarının devlete oldukça yüklü bir maliyeti olmuş, destekleme yardımları çiftçiler arasında dengeli dağıtılamamış ve tarımda verimlilik düşük olmuştur. Tarım destekleme politikalarının devlete giderek artan maliyetinin azaltılması amacıyla çiftçiye doğrudan gelir desteği sistemine geçilmesi yönünde önemli bir adım atılmıştır. Bu çerçevede, “Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu” teşkil edilmiştir. Tarımsal veri tabanının Kurul tarafından tamamlanmasının ardından doğrudan gelir sistemine geçilmesi beklenmektedir. Halen sistemin muhtemel sonuçlarının test edilmesi amacıyla pilot proje uygulamaları başlatılmıştır.
Çiftçiye düşük faizli kredi desteği kaldırılmış olup, gübre desteği aşamalı olarak azaltılmaktadır. Gübre desteği 2001 yılı boyunca nominal olarak aynı kalacak, dolayısıyla reel olarak azalacak ve 2002 yılının ilk çeyreğinde ise kaldırılacaktır.
2000 yılı hububat destekleme fiyatları, bu fiyatlar ile tahmin edilen dünya piyasa fiyatı arasındaki farkın öngörülen dünya CIF piyasa fiyatının yüzde 35’inden fazla olmayacağı şekilde belirlenmiş olup 2001 yılında bu farkın yüzde 20 olması hedeflenmektedir.
Tütündeki destek politikalarının reformu ve TEKEL’in ticari varlıklarının özelleştirilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Gerçekleştirilmekte olan düzenlemelerle TEKEL’in hükümet tarafından belirlenen destekleme fiyatından tütün alımı yaptığı mevcut sistem yerine açık artırma sisteminin tesis edilmesine, kurumun destekleme alımı birimi ile diğer işlevsel birimlerinin birbirinden ayrılmasına ve sektördeki tekel statüsünün ortadan kaldırılmasını teminen özel sektörün alkollü ürünler üretmesine olanak tanınması planlanmıştır. Alkollü içkilerde tekeli ortadan kaldıran Kanun çıkarılmış olup Tütün Kanununun da en kısa sürede yasalaşması beklenmektedir. Son olarak, TEKEL özelleştirme kapsamına alınmış olup özelleştirme işleminin üç yıl içerisinde tamamlanması öngörülmektedir.
Şeker destekleme fiyatı sistemini ortadan kaldıracak ve Türkiye Şeker Fabrikaları ile özel fabrikalara, üreticilerle fiyat ve diğer kontrat hükümleri üzerinde müzakere edebilme olanağı getirecek olan yeni Şeker Yasası çıkarılacaktır. Ayrıca Özelleştirme İdaresine devredilecek olan şeker fabrikalarının özelleştirilmeleri 2001 ve 2002 yılında tamamlanacaktır.
Tarım Satış Kooperatifleri ve bunların kurduğu Birlikler tarafından Hükümet adına yürütülen sınai tarımsal ürünlere ilişkin destekleme alımlarında Birliklere tam özerklik sağlayan kanun 2000 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözkonusu Kanun ile Kooperatif ve Birliklerin yeniden yapılandırılması, tüm faaliyetlerinin kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesi ve mali/idari denetimin yapılması, her Birlik için detaylı yeniden yapılandırma programlarının geliştirilmesi, atıl varlıklar ile asli faaliyetler için gerekli olmayan varlıkların tasfiye edilmesi, kooperatif ve Birliklerin tabandan tavana yönetilen, yöneten, tam anlamda özerk yapıda faaliyet göstermeleri sağlanacaktır.
Türk Akreditasyon Kurumu
“Türk Akreditasyon Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun” ile laboratuar, belgelendirme ve muayene hizmetlerini yürütecek yurtiçi ve yurtdışındaki kuruluşları akredite etmek, bu kuruluşların belirlenen ulusal ve uluslararası standartlara göre faaliyette bulunmalarını ve bu suretle ürün/hizmet, sistem, personel ve laboratuar belgelerinin ulusal ve uluslararası alanda kabulünü temin etmek amacıyla merkezi Ankara’da olmak üzere Başbakanlıkla ilgili özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kişiliği haiz, idari ve mali özerkliğe sahip Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) kurulmuştur.
Özelleştirme
Etkinliğin artırılması için özelleştirme çalışmalarının hızlandırılması hedeflenmiştir. Bu açıdan özelleştirme reform programının çok önemli bir unsurudur. Türkiye ekonomisinin rekabetçi bir ortamda büyüyebilmesi için devletin, özellikle tekelci konumdaki ekonomik faaliyetlerinin hızlı bir biçimde özelleştirilmesi gerekmektedir. Bu yapılırken, devlet tekelinin yerine özel tekellerin oluşmaması için azami özen gösterilmektedir. Devletin asli görevlerine dönmesi sürecinde önemli bir rol oynayacak olan özelleştirme sonucunda devletin kamu iktisadi teşebbüsleri nedeni ile yüklenmek zorunda kaldığı finansal açıklar sona erecek ve mali disiplinin sağlanması daha kolaylaşacaktır. Devletin ekonomideki işlev ve ağırlığının azaltılması, kaynak dağılımının, üretimde verimliliğin ve üretim teknolojisindeki etkinliğin artmasına katkıda bulunacaktır.
1999 yılında yapılan değişiklik ile özelleştirme ilk kez Anayasaya girmiş ve enerji ihalelerindeki darboğazın aşılması için uluslararası tahkim müessesesi düzenlenmiştir.
İki adet GSM lisansının satışına ilişkin sözleşmeler 1998 yılında imzalanmış ve bu işlemden bütçeye bir milyar dolar gelir aktarılmıştır. 2000 yılı ilk çeyreğinde üçüncü GSM lisansının satışı gerçekleştirilmiş olup bu satıştan KDV dahil yaklaşık üç milyar dolar gelir elde edilmiştir.
2000 yılı içerisinde aralarında Tüpraş, Petkim, THY, Erdemir, SEKA gibi büyük ölçekteki KİT’lerin de bulunduğu kamu işletmelerinin blok satış ve halka arz gibi çeşitli yöntemlerle özelleştirilmeleri programlanmıştır. Nitekim 2000 yılı içerisinde, Petrol Ofisi’nin yüzde 51’nin blok satışı, TÜPRAŞ’ın halka arz yolu ile yüzde 31.5’inin satılması ve cep telefonu lisans satışı ile beklenenin üzerinde gelir elde edilmesi olumlu gelişmeler olmuştur. İhale duyurusu 14 Aralık 2000 tarihinde yapılmış olan Türk Hava Yolları’nın yüzde 51’inin satışının ise 2001 yılı başlarında gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.
Telekomünikasyon Alanındaki Düzenlemeler
27 Ocak 2000 tarihinde yapılan yasal düzenleme ile Türk Telekom A.Ş.'nin özel hukuk hükümlerine tabi bir şirket olarak yeniden yapılandırılması sağlanmış ve sektörde düzenlemelerden sorumlu Telekomünikasyon Kurumu oluşturulmuştur. Yapılan bu düzenlemeler ile telekomünikasyon sektörünün rekabete açılması, bu alanda kamunun yükünün azaltılması ile daha verimli ve kaliteli hizmet sağlanması amaçlanmıştır.
Türk Telekom’un özelleştirilmesinde kamuoyunda duyarlılığın yüksek oluşu nedeniyle bir miktar gecikilse de kurumun blok satışına ilişkin özelleştirilmesi süreci başlatılmış olup tamamının satılmasına ilişkin yasal değişiklik çalışmaları sürdürülmektedir.
Enerji Sektörüne ilişkin Düzenlemeler
Enerji sektöründeki özelleştirme hem işletme haklarının devrine ilişkin sözleşmelerle gelir sağlamak hem de bu sektördeki yatırımı ve etkinliği artırmak için hayati öneme haizdir. Bu nedenle enerji sektörünün de tam anlamıyla rekabete açılabilmesi ve bu alanda kamu yükünün azaltılması amacıyla elektrik dağıtımı ve enerji santrallerinin işletme hakları özel kesime devredilecektir. Bu çerçevede, elektrik sektörünün özelleştirilmesi için gerekli yasa tasarısı 14 Aralık 2000 tarihine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuş olup ilgili Kanun Mart 2001 başında Resmi Gazete’de yayınlanarak yasalaşmıştır. Böylece elektrik sektöründe rekabete dayalı bir piyasanın oluşmasını ve kamu kesiminin gerekli regülasyon konusunda tek otorite olmasını mümkün kılacak gerekli altyapı oluşturulmuştur.
Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 24 aylık süreyi kapsayan hazırlık dönemini takiben yeni sisteme geçilecektir. Bu sistemde bağımsız olarak oluşturulacak Elektrik Piyasası Düzenleme Kurulu piyasada serbest rekabet koşullarının oluşumunu sağlayacak ve denetleyecektir.
Dostları ilə paylaş: |