İbn-i Abbas'ın rivayet ettiğine göre Rasalullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hastalığı esnasında şöyle buyurmuştur



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə16/20
tarix25.07.2018
ölçüsü0,75 Mb.
#57939
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

3.10.20
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ali, bütün insanların en cesuru idi. İslâmın temelleri yalnız onun kılıcıyla oturmuş, imanın dayanakları yine onun kılıcıyla sağlamlaştırılmıştır. Üzüntüleri Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) defetmiş, başkasının kaçtığı gibi savaş meydanlarından kaçmamıştır.”
Ey Râfizî!
Ali'nin (r.a.) cesaretinde ve İslâmın zaferi için bir çok kâfirleri öldürdüğünde kesinlikle şüphe yoktur. Yalnız bu durum yalnız Ali'ye (r.a.) has bir özellik değildir. Aksine ashab-ı kiramın bir çoğu bu hususta onunla ortaktırlar. İnsanların en cesuru da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dır. Bu hususta Enes (r.a.) şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların en güzeli, en cömerdi ve en cesaretlisi idi.
Bir gece Medine halkı paniğe kapılmıştı. Halk ses gelen tarafa doğru yürüdü. Yolda, kendilerinden önce o tarafa, altında Ebu Talha'nın atı, boynunda kılıçla gidip dönen Rasulullah'la karşılaştılar. Rasululah, onlara:
“Korkmayın!” diyordu.
Müsned'te rivayet edildiğine göre Ali (r.a.):
Savaşlarda tehlike arttığı zaman Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a sığınır ve onunla korunurduk. O, içimizde düşmana en yakın olanımız idi, buyururlar. Cesaret, korku anında, düşmanın hücumu karşısında ve harp sanatının tatbiki esnasında kalbin güçlü olması ve sebat etmesi demektir. Bütün bunlara rağme Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), übey b. Haleften başkasını öldürmemiştir. Hüneynde ashab-ı kiram biraz geri çekilince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in, düşmana doğru ilerleyerek etrafındakilere:
“Ben Peygamber'im, bunda yalan yok. Ben Abdülmuttalib oğullarındanım” deyip haykırması, Onun çok üstün cesaret ve şecaatine delâlet ediyor.
Eğer, devlet reisinden beklenen cesaret, kalbi şecaat ise şüphesiz ki ashabın en şecaati isi Ebubekir (r.a.) idi. Ebubekir (r.a.), İslâmın bidayetinden beri Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) karşılaştığı bütün musibetlere katlanmıştı. Hiçbir zaman bu tehlike ve musibetlerden korkmamış ve onlara karşı sabırsızlık da göstermemiştir. Bilakis O, tehlikelerin üzerine yürüyor ve Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi canıyla koruyordu. Diliyle,eliyle ve malıyla durmadan cihad ediyordu. Ebubekir (r.a.), Bedir'de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile çadırda iken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ayağa kalktı. Allah (c.c.)'a dua edip Ondan yardım dileyerek:
“Ya Rabbi! Bana va'dettiğin yardımı bugün lütfet! Ya Rab! Bu bir avuç muvahhid bugün telif olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” diye niyazda bulununken, Ebubekir  (r.a.):
Resulullah, duan arşı titretti. Allah va'dini elbette yerine getirecek, diyordu. Bu da Ebubekir'in (r.a.) kâmil imanına ve kuvvetli sebatına delâlet ediyor. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah (c.c.)'a olan bu niyazdan dolayı da hiçbirşeyi eksilmemiştir. Aksine bu niyazı Onun için bir yüceliktir.
Her şeyi sebeplere bağlamak Tevhid'te noksanlıktır.
Sebeplerin arzu edilene vesile olduklarını kabul etmemek akla halel getirir.
Onları tamamen ortadan kaldırıp ve onlardan yüz çevirmek de şer'î ahkâma halel getirmektir.
Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, bütün imkânlara başvurarak canıyla, malıyla, duasıyla cihad edip, müslümanları da cihada teşvik etmesi elbette Onun için gereklidir.
Allah (c.c.)'a sığınmak ve Ondan yardım dilemek en büyük cihad ve zafer sebebidir. Rasulullah da bununla emrolunmuştur.
Kalb, korku ve yalvarış ile kaplandığında müşahede ettiklerine karşı dalar. Ebubekir'in makamı ise bunun da üstündedir. O doğrudan doğruya Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) yardım ediyor ve etrafında pervane kesiliyordu. O, zafere ulaşacaklarına dair olan inancını Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)haber veriyor ve durmadan düşmanla çarpışan ashabı gözetiyordu.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), vefat edince büyük musibet meydana geldi. Ashab derin bir kedere büründü. Akıllara durgunluk geldi. Sanki kıyamet kopmuştu. Büyük kıyametten kopmuş küçük bir kıyamet...
Göçebe araplar irtidat etti. Emniyet sarsıldı. O sırada Ebubekir (r.a.), iman, yakîn ve sabırla dolu bir kalble kalktı ve Allah Taala'nın, Resulünü indinde dilediği şeye -yüce makama- kavuşturduğunu ashab-ı kirama haber vererek şöyle buyurdu:
“Kim ki Muhammed'e tapıyorsa bilmiş olsun ki, Muhammed vefat etmiştir. Kim ki Allah'a tapıyorsa, bilmiş olsun ki, Allah dâim ve Bakîdir.”
Daha sonra:
“Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse, elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar verecek değil, fakat şükredip sabredenlere Allah muhakkak mükâfaat verecektir.” (Al-i İmran: 3/144) mealindeki ayeti okudu.
Ashab sanki bu ayeti daha önce işitmemişlerdi. Ebubekir (r.a.), bilahare onlara bir nutukta bulundu. Nutkunda tekrar ashaba sabır ve sebatı tavsiye etti. Üsame'nin komutanı olduğu ordunun techiz edilerek bir an önce yola çıkması için onları cesaretlendirdi. Biraz sabretmesi için kendisine fikir vermelerine rağmen mürtedlerle hemen savaşmağa başladı. Hatta Ömer (r.a.) çok cesur olmasına rağmen Ona:
Ey Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi! İnsanları kendine sevdir, diyordu. Bu konu oldukça geniştir.
Şüphesiz ki Ali (r.a.)'den başka diğer ashab-ı kiram da birçok kâfir öldürmüşlerdir. Ondan fazla öldürenler de vardır. Siyer ve mağazî kitaplarını dikkatle araştıran bu hakikati açıkça görecektir.
Bera' b. Mâlik -Enes'in kardeşidir-, bizzat ve herkesin önünde yüz kâfir öldürmüştür. Başkalarıyla beraber öldürdükleri bunlardan müstesnadır.
Halid b. Velid'in öldürdüğü kâfirler sayısızdır. Mu'te muharebesinde elinde dokuz kılıç kırılmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Her peygamberin bir havârîsi vardır. Benim havarim (yardımcı) ise Zübeyr'dir.” buyurmuşlardır.
Ebu Talha hakkında da:
“Ebu Talha'nın ordudaki sesi, bir cemaattan (orduda bulunmasından) daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır.
İbn-i Hazm şöyle diyor:
Şiîler, Ali (r.a.)' nin diğer bütün ashaba nisbeten daha çok cihad ettiğini ve daha çok kâfir öldürdüğünü ileri sürerek hilafetin yalnız Onun hakkı olduğunu iddia ediyorlar.
Halbuki cihad üç çeşittir:
Birincisi ve en yücesi dille insanları Allah (c.c.)'ın dinine davet etmektir.
İkincisi, ümitsizlik anında düşünerek bazı tedbirler almaktır.
Üçüncüsü, elle yapılan cihâddır.
Birinci cihad çeşidine bakınca Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Ebubekir (r.a.)'den başka hiç kimsenin bu dereceye varmadığını görüyoruz. Çünkü büyük sahabîler hep Ebubekir'in vasıtasıyla İslama girmişlerdir. Ömer (r.a.) de İslama girince. Onu kuvvetlendirdi. Hatta İbn-i Mesud:
“Ömer İslama girdiğinden beri güçlüyüz,” buyurmuştur. Ebubekir  ve Ömer (r.a.) benzeri görülmemiş bir cihadla tanınmışlardır. Ali'nin (r.a.) bu çeşit cihadda payı yoktur.
İkinci cihad çeşidi ise, meşveretir ki, bu da Ebubekir ve Ömer'e  (r.a.) mahsustur.
Üçüncü kısmı olan elle cihad'a baktığımızda bu çeşit cihadın Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) (sallallahu aleyhi ve sellem) en az amellerinden olduğunu görüyoruz.
Ama bunu hiçbir zaman korkaklığına te'vil edemeyiz. Bu cihad kısmını da nazar-i dikkate alırsak Ali'nin (r.a.) bunda da Rasulullah'dan önce geldiğini söyleyemeyiz. Aksine diğer ashab da elle yapılan cihadda Ali'ye (r.a.) ortak olmuşlardır. Talha, Zübeyr, Sa'd, Hamza, Übeyde b. Haris, Mus'ab b. Ümeyr, Sa'd b. Muaz, Ebu Dücâne ve emsalleri gibi (Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun)
Ebubekir  ve Ömer (r.a.)'de elle yapılan cihadda Ali (r.a.) ile birlikte hareket etmişlerdir. Ama Ali (r.a.) ve diğerlerinin aldıkları pay kadar Ebubekir  ve Ömer (r.a.) alamamışlardır. Çünkü onlar devlet idaresiyle çok meşgul olmuşlardır.
Onlar Rasululah (sallallahu aleyhi ve selem)'e refakat ederek işlerinde vezirlik görevini ifa etmişlerdir. Buna rağmen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir  ve Ömer'i, Ali (r.a.)'den daha fazla seriyyelerle birlikte göndermiştir. Ali'yi (r.a.) ise yalnız Hayber kalelerine göndermiş O da orayı fethetmiştir. (Allah cümlesinden razı olsun.)

3.10.21
 
Ey Râfizî!
“İslâmın temelleri ve iman'ın dayanakları yalnız Ali'nin kılıcıyla oturmuş ve sağlamlaştırılmıştır” şeklindeki iddian, İslâmın, yayıldığı günleri bilen herkesin indinde açık bir yalandır.
Aksine Ali'nin (r.a.) kılıcı, İslâmî ve imanı temel ve kaidelerinin oturup sağlamlaştırılmasına vesile olan sebeplerin bir parçasıdır. Cenab-ı Allah (c.c.)'ın İslâmı hâkim kıldığı birçok olayda Ali'nin (r.a.) kılıcını görmüyoruz. Ama Bedir'de Onun kılıcı diğer ashabın kılıçları gibi İslâmı müdafaa etmiştir. Çarpışmanın vuku bulduğu savaşların hepsi de dokuz tanedir. Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve selem) sonra Fars ve Rum savaşlarına da katılmamıştır. Şüphesiz ki Ali'nin (r.a.) hilafetinde de büyük savaşlar meydana gelmiştir.
“Ali (r.a.) asla hezimete uğramamıştır” şeklindeki sözün doğrudur. Bu hususta Ebubekir  ve Ömer (r.a.) gibidir. Çünkü hiçbirisi için hezimet sözkonusu olmamıştır. Eğer hafif bir çekilme vuku bulmuşsa O da rivayet edilmiş değildir.

3.10.22
 
Râfizî şöyle diyor:
“Bedir muharebesinde Ali yirmiyedi yaşındaydı. Bu muharebede yalnız başına müşriklerden otuzaltı kişi Öldürmüştür. Bunlar, bütün öldürülenlerin yarısından fazla idi. Kendisi diğerlerinin öldürülmesine de iştirak etmiştir.
Ey Râfizî!
Bu iddian da açık yalanlardandır.
Aksine sahih hadiste sabit olduğu gibi bir çok müşriklerin katline iştirak etmemiştir. Bunlar Ebu Cehil, Ukbe b. Ebi Muayt, Utbe b. Rabîa ve Ubey b. Haleftir.
Yine de Ali'nin (r.a.) o gün on kişi kadar müşrik öldürdüğünü rivayet etmişlerdir.

3.10.23
 
Râfizî şöyle diyor:
“Uhud muharebesinde Ali'den başka bütün ashab Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve selem) bırakarak kaçmışlardır. Daha sonra birkaç kişi Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) dönmüşler. Bunlar Asım b. Sabit, Ebu Dücâne ve Sehl b. Hüneyf'tir. Osman da üçgün sonra Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gelmiştir. Melekler dahi Ali (r.a.)'den Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında kalmasından hayret etmişler, Cibril de:
“Züfikardan başka kılıç, Ali'den başka delikanlı yoktur” demiştir. Ali (r.a.) mezkûr muharebede müşriklerin çoğunu öldürmüştür. Uhud'daki başarı Onunla müyesser olmuştur. Kays b. Sa'd, Ali'nin (r.a.):
“Bedir günü onaltı yara alarak yere düştüm. Hemen biri gelip beni kaldırdı...” dediğini rivayet etmiştir. Ali'yi (r.a.) kaldıran mezkûr kişi “Cibril'dir.”
Bu Râfizî Allah (c.c.)'a karşı hiç utanmıyor.
Rivayet ettiği bu yalanlar ancak ineklere anlatılır.
Müşriklerin çoğunun öldürülmesi nerede? Başarı nerede? Aksine Uhud muharebesi müslümanların aleyhinde olup lehlerinde değildi. Bu hususta Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: “Bu nereden?” dersiniz? (Ey Muhammed) de ki: “O kendi tarafınızdandır.” Doğrusu Allah herşeye kadirdir.” (Al-i İmran: 3/165)
Bu savaşta önce müslümanlar kâfirleri yenmişlerdi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), savaşta okçuları dağın bir gediğinde görevlendirmişti.
Fakat okçular müşriklerin yenildiklerini görünce yerlerini terkederek ganimeti toplamağa başladılar. Komutanları olan Abdullah b. Cübeyr onları bu hareketten alıkoymasına rağmen onu dinlemediler. Bunu fırsat bilen düşman, müslümanlara arkalarından hücum etti. Şeytan:
Muhammed öldürüldü, diye bağırdı. Bu sırada müşriklerden Abdullah b. Kamîe, müsIümanIardan Mus'ab b. Umeyr'i şehid etmişti. Zırh içinde olduğundan Onu Peygamber'e benzetmişti. Ve Muhammed'i öldürdüm, demişti. O gün müslümanlar yetmiş şehid vermişti. Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) indirilen bir darbe ile miğferi ikiye bölünmüş, halkaları yanağına batmıştı. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Peygamberleri Onları Allah'a (dinine) davet ettiği halde, Ona bu durumu reva gören kavim nasıl iflah edebilir?” buyurdu. (Buhari, Meğazi: 21, Müslim, Cihad: 104,Tirmizi, Tefsir: 3)
Ondan sonra şu âyet-i kerime indi:
“Senin elinde birşey yok. Allah, ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları zâlim bulundukları için azablandırır.” (Al-i İmran: 3/128)
O gün Rasulullah'ın  sallallahu aleyhi ve sellem) beraberinde oniki kişi kalmıştı. Ebubekir, Ömer, Talha ve Sa'd (r.a.) kalanlar arasında yer alıyorlardı. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafında savaşarak şehit olmuş bir cemaat da vardı. Bu üzücü manzara karşısında şımaran müşriklerin reisi Ebu Süfyan:
Yüksel Hübel! Yüksel (yüce ol) Hübel! Bu gün Bedire bedel bir gündür, diyordu. Bu sözüyle öçlerini aldıklarını ifade etmek istiyordu. Uhud muharebesinde müşriklerden on küsur kişi öldürülmüştü. O gün ne Ali (r.a.) yaralanmış ve ne de Cibril Onu yerden kaldırmıştır. Bu naklin isnadı nerededir? Hangi uydurma kitaplarında mevcuttur?
“Osman üç gün sonra geldi” şeklindeki sözün bir yalandır.
“Cibril: Zülfikardan başka kılıç yoktur, dedi” şeklindeki sözün de bir başka yalandır. Çünkü Zülfikar ismindeki kılıç Ali'nin (r.a.) değildi. Bu kılıcı müslümanlar Bedir muharebesinde Ebu Cehil'den ganimet olarak almışlardı.
İbn-i Abbas şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir muharebesinde Ebu Cehil'in Zülfikar kılıcını ganimet olarak aldı. Bu kılıç Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Uhud muharebesinde rüyasında gördüğü kılıçtır. Rasulullah bu rüyayı şöyle anlattı:
“Zülfikar kılıcımda bir gedik (kırık) gördüm. Bunu aranızda açılacak bir gedikle te'vil ettim, Bir koçun arkasında olduğumu gördüm. Bunu da askerin koçuna te' vil ettim. Kendimi muhafaza edilmiş bir kalede gördüm. Bu kaleyi Medine şehriyle te'vil ettim. Bir sığırım kesildiğini gördüm. Vallahi sığır iyiliktir, Vallahi sığır iyiliktir.”
Hadisi Tirmizi, İbni Mace ve Ahmed b. Hanbel müsnedlerinde rivayet etmişlerdir.

3.10.24
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ahzab (Hendek) muharebesinde Kureyş müşrikleri, müttefikleriyle birlikte onbin kişilik bir ordu ile müslümanları çepeçevre sarmışlardı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), müslümanlardan müteşekkil üçbin kişilik bir orduyla Hendeği kazdı. Amr b. Abdi Vüdd ve İkrime b. Ebi Cehl suvarî olarak hendeğin dar bir yerinden karşı tarafa geçerek müslümanlara meydan okudular. Ve kendileriyle savaşabilecek kimse istediler. Ali ortaya atıldı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey Ali! Karşında Amr vardır” diyerek Onu oturttu. Amr biraz sustuktan sonra ikinci ve üçüncü defa meydan okudu. Hep Ali ortaya atılıyordu. Bunun üzerine Rasulullah, Ali'ye izin verdi. Ali, Amr'a şöyle dedi:
“Ey Amr! Kureyşten birisinin seni iki yoldan birine davet ettiği taktirde o yollardan birini kabul edeceğine dair Allah (c.c.)'a söz vermiştin. İşte ben seni İslama davet ediyorum. Amr:
İslâm'a ihtiyacım yoktur, dedi. Ali, atından, inip karşılıklı çarpışmaya davet ediyorum, dedi. Amr:
Seni öldürmek istemiyorum, dedi. Daha sonra atından indi ve çarpışmaya başladılar, Ali, Amr'ı öldürdü, ikrime de kaçtı. Ondan sonra bütün müşrikler de yenilgiye uğrayıp kaçtılar. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
Ali'nin Amr'ı öldürmesi cinlerin ve insanların ibadetinden efdaldir, buyurdu.”
Ey Rafızî!
Bu kıssayyı çeşitli yalanlarla süslemişsin. Şöyle ki:
Amr öldürülünce müşrikler kaçtılar, diyorsun. Bu iddian insanı ürperten bir yalandır. Aksine müşrikler müslümanları muhasaraya devam ettiler. Bu muhasara Ğatafanlı Nuaym b. Mesud, müşriklerle yahudilerin arası bozuluncaya ve Allah (c.c). Onların üstüne meleklerini ve şiddetli kasırgayı gönderinceye kadar sürdü.
Bu hususta Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Allah (Hendek savaşındaki) o kâfirleri, hiçbir zafere eremedikleri halde öfkeleriyle geri çevirdi. Böylece Allah, savaş yükünü mü'minlerden kaldırdı..” (Azhab: 33/25)
Bu âyetten de anlaşılıyor ki, Allah (c.c.), müşrikleri çarpışma ile göndermemiş, müslümanlar da onları yenmemiştir.
İddianda rivayet ettiğin ve onunla iftihar ettiğin hadis de gerçekten yalandır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bu gibi ölçüsüz bir sözü söylemekten münezzehtir. Bir kişinin öldürülmesi bütün cinlerin ve insanların ibadetinden daha üstün olması mümkün müdür?
O zaman Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) her türlü işkenceyi yapan, Kureyş'in ileri gelen kâfirlerini öldürenlere birşey kalmaz.
Kaldı ki, Amr b. Abdi Vüdd, Kureyşin ileri gelen müşriklerinden olmasına rağmen Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı bir işkencesi yoktu.

3.10.25
 
Râfizî şöyle diyor:
“Nâdir oğulları savaşında Ali, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çadırını oka tutan okçuyu bir okla öldürmüştür. Akabinde de on kişi daha öldürdükten sonra geri kalanlar kaçmışlardır.”
Ey Râfizî!
Bu da açık bir yalandır.
Nadîr oğulları, haklarında “Haşr” sûresinin nazil olduğu yahudilerdir. Bunların kıssası Uhud muharebesinden öncedir. Müslümanlar, andlaşmalarını bozdukları için Nâdir oğullarını muhasara etmişler ve hurmalıklarını kesmişlerdi. Onlar da kalelerinden çıkamadıkları için yenilgiyi kabul etmişlerdir. Daha sonra yerlerini terketmek şartıyla Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile barışı kabul ettiler. Rasulullah da onları yurtlarından çıkarttı.
Ey Râfizî!
Haşr sûresini okuyup düşünmedin mi? Nadîr oğulları yurtlarını terlettiklerinde de silahtan başka develerinin taşıyabildiği kadar beraberlerinde eşya götürdüler. Hatta elleriyle evlerini yıkarak, kapı pervazlarını da götürdüler. Yerlerini terkeden bu yahudiler Hayber ve Şam'a gittiler.

3.10.26
 
Râfizî şöyle diyor:
“Silsile gazvesinde bir bedevî Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek bir cemaatin kendisini Medine'de kuşatmak üzere yola çıktıklarını haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
Düşmana karşı koymak için vadiye kimin gitmek istediğini sordu. Ebubekir:
“Ben gideceğim” dedi. Rasulullah Ona sancağı teslim ederek beraberinde yediyüzkişi gönderdi. Ebubekir düşmana varınca, düşman Ona:
“Geriye dön ve arkadaşına yetiş. Biz çok kalabalık bir orduyuz.” (Yani bize karşı koyamazsın.) Ebubekir döndü. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ikinci defa:
“Vadiye kim gidecek?” diye sordu. Ömer:
“Ben gideceğim,” dedi. Onu da gönderdi. Fakat Ebubekir gibi geri döndü.
Üçüncü gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ali nerededir?” diye sordu ve sancağı Ona teslim etti. Ali yola düştü ve düşmanı gördü. Onlardan altı veya yedi kişi öldürdü. Diğerleri de kaçtılar. Bunun üzerine Allah (c.c.), Emirül mü'min'in bu haline kasem ederek:
“Andolsun, soluyarak koşanlara” (Âdiyât: 100/1) mealindeki âyet-i kerimeyi indirdi.”
Ey Râfizî!
Bu naklin de bâtıldır.
Böyle bir muharebe asla vuku bulmamıştır.
Olsa olsa Antere ve Battal'ın sîret kitaplarında uydurulmuş yalanlardandır.
Urve, Zührî, İbn-i İshak, Musa b. Ukbe, Ebu Ma' şer es-Sindî, Leys b. Sa'd, Ebu İshak el-Fezârî, Velîd b. Müslim, Vâkidî, İbn-i Âiz ve emsali siyer âlimleri, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatını ve devrini teferruatına kadar tesbit etmelerine rağmen, senin nakletmiş olduğun hâdiseden asla bahsetmemişlerdir. Halbuki onlar, kaydetmedikleri en ufak bir hadise bırakmamışlardır.
“Âdiyât” Sûresi de bahsettiğin gazve hakkında nazil olmamıştır. Ali (r.a.)'den rivayet edilen meşhur görüşüne göre:
“El-Âdiyât = koşanlar” hacıların develeridir. Onları Müzdelifeden Mina'ya koşturuyorlar.
İbn-i Abbas ve Cumhur “El-Âdiyât” kelimesiyle Allah yolunda savaşta koşuşan atların kasdedildiğini söylüyorlar.

3.10.27
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ali, Mustalik oğulları gazvesinde Mâlik ve oğlunu öldürmüş ve bir çoklarını esir etmiştir. Bu esirler orasında Mustalik oğullarının reisi Hâris'in kızı Cüveyriye de buIunuyordu.”
Ey Râfizî!
Bu da râfizîlerin isnadsız haberlerindendir.
Onların haberlerine isnad bulunsa da ya karanlık ve meçhul veya yalancı birisinden rivayet edilmişlerdir.
Ali'nin (r.a.) bu anlatılanları Mustalik oğulları gazvesinde yaptığını hiç kimse rivayet etmemiştir. Harisin kızı Cüveyriye'yi de esir etmiş değildir. Yalnız Cüveyriye esir düşünce fidye karşılığında serbest bırakılmasını istedi. Bu isteği kabul edildi. Fidyesini toplayıp ödemek üzere birgün Aişe (r.a.)'den yardım dilemeğe gittiği sırada Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) orada görmüş ve fidyesini ödemiştir. Böylece Cüveyriye azad olmuş ve neticede kendi arzusuyla Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile evlenmiştir. Geri kalan esirler de Cüveyriye Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in eşi olması sebebiyle serbest bırakılmışlardır. Çünkü Ashab, esirler Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in akrabaları oldular, deyip onların esir kalmalarını uygun görmemişlerdir.

3.10.28

Râfizî şöyle diyor:


“Hayber gazvesindeki fetih Ali'nin vasıtasıyla tahakkuk etmiştir. Daha önce komutanlık Ebubekir'e verilmişti, fakat yenildi. Ali kale kapısına koşarak Onu söktü ve kazılan hendeğe köprü yaptı. Kapıyı ancak yirmi kişi kapatabiliyordu. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bedenî kuvvetle değil, ilâhî kuvvetle kapıyı söktü” buyurdu. (Buhari, Cihad: 136, Müslim Hacc: 450)
Mekke'nin fethi de Onun başarısıyla gerçekleşmiştir.”
Ey Râfizî!
Bütün Hayber bir günde fethedilmemiştir. Çünkü ayrı ayrı kaleler halindeydi. Bazısı kuvvetle, bazısı barışla fethedilmişlerdir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), yahudilerle bazı barış andlaşmalarını yapmıştı. Daha sonra yahudiler bu andlaşmaları bozdular. Böylece müslümanlarla savaş haline girdiler. Ebubekir ve Ömer (r.a.) de hiçbir zaman onlara karşı yenilmemişlerdir.
Ali'nin (r.a.) kale kapısını söktüğü rivayet edilmiştir. Fakat kapının yirmi kişi tarafından kapatılabildiği ve Ali’nin (r.a.) kapıyı hendeğe köprü yaptığı şeklindeki rivayetlerin aslı yoktur. Ali'nin (r.a.) Mekke fethindeki rolü de diğer ashabın rolü gibidir. Fetihle ilgili birçok hadisler bunu açıklamaktadırlar.
Ebu Hureyre (r.a.) şöyle diyor:
“Fetih günü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Halib b. Velid'i sağ, Zübeyr'i sol kanada, Ebu Ubeyde'yi de vadi tarafına yerleştirdi. Daha sonra Ensarı çağırmak üzere beni çağırdı. Onları çağırdım. Koşarak geldiler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ensar'a:
“Kureyş topluluklarını görüyor musunuz?” diye sordu. Onlar da evet, dediler.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bakınız! Yarın -muharebe ile- karşı karşıya geldiğinizde onları biçeceksiniz” buyurarak eliyle de emrine uygun işaret etti. Daha sonra sağ eline koyarak:
“Yeriniz Safa (tepesi)dir,” buyurdular. O gün müslümanlar kendilerine düşmanca yaklaşanı yere serdiler.”
Ebu Hureyre devamla şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Safa tepesine çıktı.
“Ensar (müşrikleri kasdederek) ordusu helak oldu. Bu günden sonra Kureyş yoktur” dedi.
Neticede İslâmı kabul etti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
“Her kim Ebu Süfyan'ın evine girerse, o emniyettedir, kim ki silahı bırakırsa emniyettedir ve her kim kendi evinde oturur veya Mescid-i Haram'a girerse emniyettedir,” buyurdular. (Ebu Davud Harac: 25)

3.10.29
 
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah, Hüneyn muharebesi için onbin kişilik bir ordu ile yola çıkmıştı. Ebubekir'in gözü orduya isabet etti ve bu kadar çok olan bir ordu hiçbir zaman mağlub olmayacaktır, dedi. Fakat müslümanlar hezimete uğradılar. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) beraberinde Hâşim oğullarından dokuz kişi ve İbn-î Ümm-i Eymen'den başka kimse kalmamıştır. O gün Ali Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafında çarpışmış ve müşriklerden kırk kişi öldürmesi üzerine yenilgiye uğramışlardır.”
Ey Râfizî!
Bu iddian da yalandır.
İşte Hadis, Tefsir ve Siyer kitapları meydandadır.
Hiç birisi, Ebubekir'in (r.a) gözü orduya isabet ettiğini kaydetmiş değildir. Ordunun durumuyla ilgili olarak müslümanlardan birisinin söylediği söz “Bu ordu kalabalık olduğu için bundan sonra mağlub olmayacak” şeklinde değil de “Bu ordu az olduğu için mağlub olmayacaktır” şeklindedir.
“Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) beraberinde yalnız dokuz kişi kalmıştı” şeklindeki haberin de batıldır.
İbn-i İshak, o gün Rasulullah ile beraber Muhacir, Ensar ve ehl-i beytten bir topluluğun kaldığını, ifade ediyor. Ebubekir, Ömer, Ali, Abbas, Harisin oğulları Ebu Sufyan ve Rabîa, Üsame ve Eymen, Rasulullah ile birlikte düşmana karşı savaşarak Ondan ayrılmamışlardır.
“Ali (r.a.), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) etrafında kırk kişi öldürdü” şeklindeki iddian da yalandır.
Sözüne güvenilir hiç kimse bu sözü dile getirmiş değildir. Bera' (r.a.), rivayet ettiği sahih hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in katırından inerek Allah (c.c.)'a dua ettiğini, Ondan yardım dilediğini ve:
“Ben Peygamberim, bunda yalan yoktur. Ben Abdülmuttalib oğullarındanım. Allah'ım! Yardımını gönder” deyip, yalvardığını beyan ediyor. Bera' (r.a.):
Savaş kızıştığında Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) sığınırdık. İçimizde Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında savaşabilen kimse cesur kabul edilirdi, diyor. Müslim'de rivayet edilen bir hadiste Seleme b. el-Ekva' şöyle diyor:
“Düşman Rasulullah'ı kuşatınca binitinden inerek bir avuç toprak aldı ve onu düşmana doğru saçarak:
“Gözler kör olsun!” buyurdular.
Düşmandan hiç birisi kalmadı ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bir avuç toprakla gözlerini doldurmuş olmasın. Neticede geri dönüp kaçtılar.

Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin