Râfizî şöyle diyor:
“Osman ehil olmayanları vali olarak tayin etmiştir.”
Ey Râfizî!
Osman (r.a.) müctehid idi. İçtihadında yanılmış olabilir. Allah da Onu affedecektir. Hatta Abdullah b. Sa'd irtidat edince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kanını helal kıldı. Fakat tekrar müslüman olunca tevbesini kabul etmiştir. Ali'de (r.a.), hiç aklına gelmeyen şeyleri valilerinde görmüştür. Osman'da (r.a.) Velid'in sarhoş olduğunu öğrenince Onu çağırtmış ve ceza tatbik etmiştir.
3.4.3
Rafızî şöyle diyor:
“Osman malları akrabasına dağıttı.”
Ey Râfizî!
Osman (r.a.) bu malları dağıtırken günâh olduğunu ve âhirette cezasını göreceğini bilerek dağıtmamıştır. Kaldı ki içtihada binaen bunu yapmışsa -hata etse de bir sevabı olduğu için- bunun hiç bir sakıncası yoktur. Belki de ictihad etmiştir. Osman'ın (r.a.)' içtihadı gibi daha nice ictihadlar yapılmıştır. Mesela:
FakihIer Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) ayrılan payda Onun vefatından sonra halifenin tasarrufu olup olmadığı meselesinde ictihad ederek iki görüşe ayrılmışlardır. Yetime yapılan velayetten dolayı ve yetim zengin ise ücret alınır mı, alınmaz mı?
Ücreti almamak mı efdal, yoksa almamak vacip imidir diye, iki görüşe ayrılmışlardır. Alınması caizdir diyenler, hazine memurlarının zengin olmalarına rağmen ücret almalarının caiz olduğuna dayanarak bu görüşü ileri sürmüşlerdir. Velayetten dolayı yetimin malından ücret almak caiz değildir, diyenler ise bu ücretin beytülmalden alınabileceğini söylemişlerdir. Zekat memurlarının zengin olmalarına rağmen ücretlerini beytül-maldan almalarının caiz olduğu gibi. Yetimin velisi hakkında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Ey yetimlerin velileri! Yetimleri, bulûğ çağına ermelerine kadar deneyin. Eğer bulûğa vardıktan sonra kendilerinde bir akıl ve rüşd görür ve anlarsanız, hemen mallarını onlara teslim edin. Büyüyecek de ellerine alacaklar diye, o malları, israfla yemeğe kalkmayın. Veli zenginse yetimin malına dokunmasın. Fakir olduğu takdirde, örfe göre (meşru surette) bir şey yesin. Mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman da karşılarında şâhid bulundurun...” (Nisa: 4/6)
Bu ihtilaflı ictihadlardan bir tanesi de şudur:
Akrabalara ayrılan pay, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) akrabalarına mı, yoksa İmamın akrabalarına mıdır? Hasan Basri ve Ebu Sevr, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mü'minlerin velisi olduğu için akrabalarına pay verirdi. Dolayısıyla vefat ettikten sonra akrabalarının payı düşmüştür, diyorlar. Ebu Hanife ve bazıları da bu görüştedirler. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatı ile akrabalarının payı düşünce, bu payın silah, su işleri ve benzeri ihtiyaçların temininde harcanmasını söylemişlerdir. Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)'de böyle yapıyorlardı.
Bazıları da Osman'ın akrabalarına mal dağıtmasının esası “akrabaların payı” hususundaki ihtilaftan kaynaklandığını söylemişlerdir. Çünkü Osman'ın (r.a.) bizzat kendisinin bu meseledeki ihtilafı ve Ebubekir (r.a.) ile Ömer'in tatbikatlarını zikrettiğini nakletmişlerdir. Ancak Osman (r.a.) kendi içtihadına dayanarak akrabaların payını kendi akrabalarına dağıtmış ve bunun caiz olduğunu söylemiştir. Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) tatbikatları daha iyi olmasına rağmen halife iki görüşten birini alıp tatbik edebilir. Hülasa Ömer'den (r.a.) sonra gelen halifeler akrabalarına görev veya mal vermekle önem vermişlerdir. Ali (r.a.) de akrabalarını tayin etmiştir.
Küfe ehlinin Saîd b. Âs'a karşı ayaklanmaları kesinlikle onun kötü olduğundan değildir. Aslında onlar, amirlerine karşı isyan ettiler. Said b. Âs gibi birisini nerede bulabilirlerdi?
3.4.4
Râfizi şöyle diyor:
“Osman, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'e gizliden mektup yazarak görevine devam etmesini istemiştir. (Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh Osman'ın (r.a.) Mısır'a vali olarak tayin ettiği zattır. Bu zat ashabın ileri gelenlerinden olup savaşların bir çoklarına katılmıştır. )
Görevden alınması ile ilgili olarak (Halk ondan şikâyet etmişti) hiçbir yazı yazmamıştır.”
Ey Râfizi!
Senin bu iddian tamamen yalandır. Osman (r.a.), böyle bir mektubu yazmadığına dair yemin etmiştir. Doğru olan do budur. Ancak kâtibi olan Mervan'ın Osman'dan (r.a.) habersiz olarak böyle bir mektubu yazdığını söylemişlerdir. Bunun üzerine de Mervan'ı öldürmek istemişler, fakat Osman (r.a.) mani olmuştur. Mervan'ı öldürmek caiz değilse isabet etmiştir. Vacip ise ictihad etmiştir. Çünkü Mervan'ın öldürülmesini gerektiren bir delil yoktu. Farzedelim Osman (r.a.) hata etmiştir. Zaten biz Onun ma'sum olduğunu iddia etmemişiz. Kaldı ki, Osman'ın (r.a.) medhe lâyık bir çok meziyetleri olup, günahları bağışlanan Bedir ehlindendir.
3.4.5
Râfizî şöyle diyor:
“Osman, Muhammed b. Ebi Bekir'in öldürülmesini emretmiştir.”
Ey Râfizî!
Bu iddian da bir iftiradan ibarettir. Osman'ın (r.a.) hal ve hareketlerini bilen, bu iddianın bâtıl olduğunu gayet iyi bilir. Aksine Osman (r.a.) Onu öldürmeye gelenleri her haliyle vazgeçirmeye çalışıyordu. Onun ma'sum olan birisinin kanını akıtması hiç mümkün müdür?
Osman (r.a.), Muhammed b. Ebi Bekr'in öldürülmesi için emretmiş ise de, kendisinden gelecek bir kötülüğün önlenmesi gibi bir maslahattan dolayıdır. Muaviye'yi Şam'a vali olarak tayin ettiği de doğrudur. Hatta Hasan (r.a.) hilafeti Ona teslim edinceye kadar bu göreve devam etmiştir. Muâviye halim, selîm ve idarede mahir olduğu için maiyeti tarafından çok seviliyordu. Muaviye (r.a.), Ester en-Nahaî, Muhammed b. Ebi Bekr, Ubeydullah b. Amr, EbuI A'var es-Sülemî ve Bişr b. Ertat'dan da üstün idi.
İbn-i Mes'ud'un durumuna gelince O, mushaflar meselesinden dolayı yalnız kendi kendine üzülmüştür. Çünkü Osman (r.a.) mushafları yazmak için Zeyd b. Sabit'i görevlendirmişti. Zeyd b. Sabit Cebrail (a.s)'ın Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından önce arz ettiği Kur'an-ı Kerim'in son okuyuş şeklini başkasından daha güzel ezberlemişti. Osman'dan evvel Ebu Bekir ve Ömer de Kur'an-ı Kerim'in mushaflarda yazılması için Zeyd'i görevlendirmişlerdi.
Farzedelim ki, İbn-i Mes'ud Osman (r.a.) hakkında konuşmuştur. Onun bu konuşmasını Osman için hakaret olarak kabul etmek aynı şeyi İbn-i Mes'ud için bir kötülük kabul etmemekten evlâ değildir. Fakat her ikisi de müctehid olup, aynı zamanda ashabın ileri gelenlerinden ve affa mazhar olmuş Bedir ehlinden idiler, Ashab arasında geçen münakaşaları dile getirmemek en iyi şeydir.
Ömer b. Abdülaziz bu hususta şöyle diyor:
“Ashabın arasında geçen münakaşalar kandır. Allah elimi o kandan temiz kılmıştır. Dilimi o kana (o münakaşalara) bulaştırmak istemiyorum”
Ammar'ın “Osman açıkça kâfir olmuştur” dediği ve Hasan'ın (r.a.) Onun bu sözünü reddettiği rivayet edilmiştir.
Bir başka rivayette Ali'nin (r.a.), Ammar'a:
“Ey Ammar! Sen Osman'ın kendisine inandığı Allah'ı inkâr mı ediyorsun?” dediği kaydedilmiştir.
3.4.6
Rafızî şöyle diyor:
“Osman, ölünceye kadar İbn-i Mesud'u dövmüştür.”
Ey Râfizî!
Ettiğin iftiraların en çirkeflerinden biri de budur.
Osman'ın (r.a.) Ammar ile İbn-i Mesûd'u dövmesi meselesi boş bir iddiadan ibarettir. Gerçekten Osman (r.a.) onları dövmüşse O imamdır. Doğru veya yanlış olsun yaptığı ictihad ile ta'zir cezasını verebilir.
Ömer (r.a.), insanların Ubeyy'in arkasından yürüdüklerini görünce kendisine tâbi olunana azab, tabî olana da zillet olsun diye Übeyy'i kamçılamıştır. Ammar (r.a.), Âişe'nin (r.a.) dünya ve ahirette Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) (sallallahu aleyhi ve sellem) zevcesi olduğuna şahitlik etmiştir. Buna rağmen şöyle demiştir. “Allah sizi onunla imtihan ediyor ki ona mı yoksa kendisine mi itaat edeceksiniz?”
Ammar, bir maslahata binaen insanları Aişe'ye (r.a.) karşı savaşa teşvik etmesine rağmen, Âişe'nin (r.a.) cennetlik olduğuna da şehadette bulunmuştur.
Ammar'a gelince: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Onun hakkında:
“Seni bâği olan bir gurup öldürecektir” buyurduğu sahihtir.
Bunun dışında söylenenler hadis üzerine ilave edilmiş yalanlardır.
3.4.7
Râfizî şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) El-Hakem ve oğlunu Medinenin dışına sürgün etmiştir.”
Ey Râfizi!
O zaman Mervan yedi yaşındaydı. Sürgün edilecek bir suçu da yoktu. Babasının Medine'ye hicreti de söz konusu değildir ki, Medineden sürgün edilsin. Üstelik Mekkenin fethinde affedilenlerden hiçbiri Medineye hicret etmemiştir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) :
“Fetihten sonra hicret yoktur” buyurmuşlardır. (Buhari Cihad: 1, 27,194, Ciye: 22, Hacc: 43, Cezau's-Sayd: 10, Müslim İmaret: 20)
EI-Hakem’in sürgünü ile ilgili hikayenin hiçbir senedi yoktur. Böyle bir şey olsaydı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Onu Medine'den değil Mekke'den sürgün edecekti ki, Medineden sürseydi yine böyle bir sürgün Mekkeye olurdu. İlim erbabının bir çoğu bu meselenin sıhhatsizliğinde konuşarak:
“El-Hakem isteğiyle herhangi bir yere gitmiştir” demişlerdir. Böyle bir sürgünün vücudu kabul edilse dahi sünnette sürgün ile ilgili tatbikatlar yapılmıştır. Mesela; bir zamanlar zâniler ile kadınlara benzemek isteyenler sürgün edilerek ta'zir edilmişlerdir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) herhangi birisini ta'zir ederek sürmüşse de bu durum sürgününün sürekli olmasını gerektirmez. Böyle bir sürgün hiçbir suç hakkında vârid değildir. Aksine, tesbit edilmiş sürgün süresi bir yıldır. Yani sahabi de olsa sürgün ile ta’zir edilebilir. Yine El-Hakem'in sürgün edildiği kabul edilirse de, kesinlikle biliniyor ki, Osman (r.a.), Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) isyan olsun diye veya İslam ahkâmının inadına El-Hakem'in Medine'ye dönmesine müsaade etmiş değildir. Osman (r.a.), El-Hakem'i yaşayışını düzeltmiş olarak görünce ona izin vermiştir. Ama bu bir ictihaddır. Hata veya sevab olabilir. Mervan da bazı kusurlarına rağmen müslüman idi. Kur'ân okuyor ve fıkhı öğreniyordu. Osman'ın (r.a.) Onu kâtib olarak görevlendirmesinde hiçbir suçu yoktur. Maalesef Mervan bilahare çeşitli iftiralara maruz kalmıştır.
Ebu Zerr'in durumuna gelince de şöyle diyoruz:
Abdullah b. es-Sâmit, Ümmü Zerr'in şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Vallahi Osman, Ebu Zerr'i Rabeze'ye göndermemiştir. Lakin Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Zerr'e şöyle demişti:
“Binalar Sel'e (Sel vadisine) yetişince Medineden çık.”
Hasan el-Basri:
“Osman Ebu Zerr'i çıkarmıştır, demekten Allah (c.c.)'a sığınırım” diyor. Şüphesiz ki, Ebu Zerr zâhid idi. O, malın ihtiyaçtan fazlasını infak etmek gerekir; onu infak etmemek vücudu yakmaktır, diyerek ;
“... Bir de altını ve gümüşü biriktirerek saklayıp onları Allah yolunda harcamayan kimseler! İşte bunları acıklı bir azab ile müjdele... Kıyamette, o biriktirilen altın ve gümüşlerin üzerleri cehennem ateşinde kızdırılacak da, bu mal toplayanların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak ve onlara şöyle denecektir: İşte bu, nefisleriniz için kasalara tıkıp sakladıklarınız! Artık topladıklarınızın acısını tadın bakalım!..” (Tevbe 9/34-35) ayetini de okuyor ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şu hadislerini hatırlıyordu:
“Ey Ebu Zerr! Uhud'un altın olup yanımda üç gün kalmasını istemem”,
“Dünyalığı çok olanlar, kıyamette az kurtulanlardır. Ancak malının zekatını sağındaki solundaki fakirlere verenler müstesnadır.”
Abdurrahman b. Avf vefat edince bir miktar mal bırakmıştı. Ebu Zerr bu malı insanın kendisiyle cezalandırılacağı mal birikintisi olarak kabul etmiştir. Hatta Şam'da bu meseleden dolayı Muaviye (r.a.) ile arasında (Ebu Zerr) münakaşalar olmuştur. Fakat diğer bütün imamlar Ebu Zerr'in görüşüne muhalefet ederek şöyle diyorlar:
“Kenz, (biriktirilen mal), zekatı verilmeyen mala denir.”
Allah (c.c), Kur'an-ı Kerimde mirasın taksimini yapmıştır. Miras da ancak gerisinde mal bırakanlar için söz konusudur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) devrinde ashabtan birçokların malları olmasına rağmen bazılarının da külliyetli malları vardı. Buna rağmen Ebu Zerr mal biriktirilmesine karşı o kadar ileriye gitmiştir ki, müslümanları mubahtan da alıkoymuş ve onlardan ayrı yaşamıştır. Ebu Zerr, idarecilik yapmaması gereken bir yapıya sahip olduğu için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona şöyle demiştir:
“Ben seni zayıf görüyorum. Ben nefsime istediğimi sana da istiyorum; iki kişiye de olsa, onlara emirlik yapma ve yetimin malına veli olmalı”,
“Kuvvetli mü'min zait mü'minden üstün ve Allah'a karşı daha sevimlidir. Bununla birlikte her ikisinde de fayda vardır.”
Şûra ehli de Ebu Zerre nisbeten daha güçlü, faziletçe de ondan daha üstün idiler.
3.4.8
Râfizi şöyle diyor:
“Osman şer'î hükümleri tatbik etmemiş, Ali'nin kölesi Hürmüzanı öldüren Ubeydullah b. Ömeri kısasen öldürmemiştir.”
Ey Râfizî!
Bu iddia yalandır. Çünkü Hürmüzan Ali'nin (r.a.) kölesi değildir. Müslümanlar tarafından esir edilmiş olan Hürmüzan, Ömer (r.a.) tarafından azâd edilmiş ve müslüman olmuş birisidir. Onun azâd edildiği yerde Hürmüzan'ı görmüşler ve Ömer'in (r.a.) şehid edilmesinde yardımı olmuş diye Ubeydullah b. Ömer'e söylemeleri üzerine, Ömer'in (r.a.) oğlu olan Ubeydullah, Hürmüzan'ı öldürmüştür. Ömer (r.a.) son dakikalarını yaşarken İbn-i Abbas'a:
“Sen ve baban bu İranlıların Medine'de çoğaltılmasına taraftardınız” demiş. İbn-i Abbas da:
“İstersen hepsini öldürelim!” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Ömer (r.a.):
“Hayır onlar sizin dilinizle konuştuktan, sizin kıblenize dönerek namaz kıldıktan sonra bu yapılamaz!” demiştir. Ömer'in (r.a.) şehid edilmesinden ve Osman (r.a.)'a da biat edildikten sonra Osman (r.a.), Ubeydullah b. Ömer'in kısasen öldürülüp öldürülmemesi hususunda istişare etti. Bir kısım ashab öldürülmemesini isteyerek şöyle dediler:
Dün pederi şehid edildi. Bugün de kendisi öldürülürse fitne çıkacaktır. Hürmüzan'ın masum olduğu hususunda şüphe etmişlerdir. Hürmüzan'ın masumiyeti takdir edilmiş olsa da Ubeydullah, Hürmüzan'ı ölümden kurtaracak bir şüphe bulamadığı için onun öldürülmesini helâl görmüştür. Bu hadise Usame b. Zeyd'in savaşta kelime-i Tevhid getiren bir kişiyi öldürmesine benzer. Hatta bundan dolayı da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Onu ta'zir etmiştir. (Usame korkusundan şehadet getirdiğine inandığı için o kişiyi öldürmüştü.) Bütün bunlardan başka Üsame'nin öldürüldüğü kişi ile Hürmüzan'ın kan veya diyetlerini isteyecek velileri olmadığı için, onların velisi hükmünde olan Emirülmü'minin'in dilerse katili öldürme dilerse affedip diyeti terketme yetkisi vardır. İşte bu yetkisinden dolayı Osman (r.a.), Ubeydullahı affetmiş, diyeti de Ömer'in (r.a.) oğullarına bırakmıştır.
Aslında hayret edilecek durum, Ömer'in (r.a.) şehid edilmesin. de yardımı olduğu hususunda şüpheli görürken Hürmüzan'ın kanı için kıyametlerin kopması ve Emirulmü'minin Osman'ın (r.a.) kanı için ses çıkartılmamasıdır.
Halbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:
“Şu üç fitneye bulaşmayan kurtulmuştur.
- Benim katlime,
- Haksız olarak ve zülmen bir halifenin öldürülmesine ve
- Deccal'ın fitnesine.”
Bu hadisi Ahmed b. Hanbel Müsnedinde rivayet etmiştir.
Velid'in durumuna gelince; aslında Buhari ve Müslim'de rivayet edildiği gibi Velid Osman'ın (r.a.) emri ile Ali (r.a.) tarafından hadd edilmiştir.
Râfizî'nin: “Ben var olduğum müddetçe Allah (c.c.)'ın hadd (cezalarının tatbiki) leri iptal edilemez” diye Ali'ye (r.a.) izafeten naklettiği söz yalandır.
Hem de siz, Osman (r.a.) devrinde hadlerin tatbik edilmediğini ve Ali (r.a.) susmuşsa takiyyeden ve korkudan sustuğunu iddia ediyorsunuz. Hatta daha ileri giderek Ali'nin (r.a.) kendi hilafetinde de takiyyenin gereği olarak hadleri tatbik etmediğini ve doğru sözü terkettiğini söylüyorsunuz. Ali (r.a.), bu sözü Osman'ın (r.a.) huzurunda söylemişse bu söz Osman (r.a.) ve maiyetindekilerinin haddleri tatbik ettiklerini ifade etmek içindir. Eğer Ali (r.a.), onlardan korksaydı bu sözü huzurlarında söyleyemezdi.
3.4.9
Râfizî şöyle diyor:
“Osman, Cuma ezanına ikinci bir ezan ilave ederek bid'at ihdas etmiştir.”
Ey Râfizî!
Ali (r.a.) buna muvafakat etmiş ve kendi hilafetinde de devam ettirmiştir. Bid'at olsaydı, Ali (r.a.) için bu bid'atı kaldırmak, Osman'ın (r.a.) vali olarak tayin ettiği Muaviye ve başkalarını azletmekten ve onlarla dövüşmekten çok kolaydı. Ali (r.a.) böyle bir harekette bulunmuş olsaydı bunu herkes bilir ve naklederdi. Şayet buna karşı; herkes bunun kaldırılmasını istemiyordu, denilirse bundan herkesin bu âdetten hoşlandığı ve bu âdeti icad ettiğinden dolayı Osman'dan (r.a.) hoşnut olduğu, bunu sevdiği ve beğendiği, hatta Ali (r.a.) ile birlikte harb eden ve ilk müslümanlardan olan Ammar, Sehl b. Huneyf ve diğerlerinin de bundan memnun oldukları anlaşılır. İhtilâf vâkî olmuşsa bu bir ictihâdî meseledir. Bid'at olduğundan maksad, bunun daha evvel yapılmadığını beyan ise, kıble ehli ile silahlı çatışma da bid'attır. Çünkü Ali (r.a.)'den evvel hiç bir devlet başkanının kıble ehli ile savaştığı görülmemiştir.
Hem siz ey Râfizîler!
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç izin vermediği bir bid'atı ezanın bizzat kendisine ilave etmişsiniz. O da “Hayyealel hayril amel”dir. Bu bid'atı icad ederken de İbn-i Ömer'in bunu tatbik ettiğini iddia ediyorsunuz, İbn-i Ömer'in bazan bunu söylediği mümkün olabilir. Fakat bazılarının ezanı ve ikamet arasında “Hayye alel hayrilamal, hayyealel felah (En güzel işe geliniz, kurtuluşa geliniz)” dediği vuku bulmuşsa da bu nidalara âmirlerin nidası denir ki, âlimlerin büyük bir çoğunluğu bunu kerih görmüşlerdir.
3.4.10
Râfizî şöyle diyor:
“Osman öldürülünceye kadar bütün müslümanlar O'na muhalefet etmişlerdir.”
Ey Râfizî!
Bu sözünle kanını mubah kılacak derecede müslümanlar Osman'a (r.a.) muhalefet etmişlerdir diye kasdediyorsan, bu tamamen yalandır. Osman'ı ancak zâlim ve isyankâr bir gurup öldürmüştür. Ashab hiçbir surette buna rıza göstermemişlerdir. Zübeyr (r.a.), Osman'ın (r.a.) şehadetini duyunca şöyle dedi;
“Osman'ı öldürenlere lanet olsun. Onlar şehrin dışından gelen hırsızlar gibi O'na hücum ettiler. Allah onları öldürsün.”
Katiller gecenin karanlığından istifade ederek kaçtılar. Müslümanların çoğu da hazır değildiler. Medinelilerin çoğu mevcut idilerse de bunlar katillerin Osman'ı (r.a.) öldüreceklerini bilmiyorlardı. Şehadetini bilahare duymuşlardır.
Ey Râfizî!
Bütün müslümanlar Osman'a (r.a.) muhalefet etmemişlerdir. Aksine çoğunluğu O'na uymuşlardır. Hatta Osman'a (r.a.) itiraza sebep olan bazı meselelerde müslümanların çoğunluğu O'na muvafakat etmişlerdir. Üstelik Osman'a (r.a.) muvafakat eden âlimlerin yağcı olmaları da mümkün değildir. Osman'a (r.a.) itiraza sebep olan meselelerde de O'na muvafakat eden âlimler, Ali'ye (r.a.) itiraza sebep olan meselelerde O'na muvafakat eden âlimlerden daha çok ve daha üstün idiler. Bu durum bütün işlerde veya işlerin çoğunda böyledir.
(Buradan Ali (r.a.) hakkında bir itham çıkarılamaz. Çünkü Onun devrinde çıkarılan fitne fesatlar yüzünden müslümanların ileri gelenleri arasında da guruplaşmalar bulunuyordu. Halbuki Osmana (r.a.) muhalefet edenler müslümanarın ileri gelenleri “Alimleri” değil, sağda solda kışkırtılmış çoğu ayak takımı hatta menfaatperest guruplardı.)
3.4.11
Râfizî şöyle diyor:
“Müslümanlar Osman'a: Bedir muharebesine katılmadın, Uhud savaşından kaçtın. Rıdvan biatına gelmedim demişlerdir.”
Ey Râfizî!
Bu söz ancak Osman'a (r.a.) karşı savaşan câhil râfizîlerin sözüdür. Osman (r.a.) bizzat kendisinin ikrarından ve İbn-i Ömer'in ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hasta olan kızına bakmak için onun emri ile Medine'de kalmış ve Bedir Muharebesine katılamamıştır. Hudeybiye biatında da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nu elçi olarak Mekke'ye göndermişti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun öldürüldüğü haberini alınca ashabından ölüm pahasına “Rıdvan biati” adiyle meşhur olan biati almıştır. Uhud muharebesinde geri çekilenler hakkında da Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
“And olsun ki, Allah size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kâfirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur...” (Al’i-İmrân: 3/152-153),
“Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır, Halîm'dir.” (Al'i-İmrân: 3/155).
3.4.12
Râfizî şöyle diyor:
“İslâmda ve müslümanlar arasında meydana gelen ilk muhalefet konusu imamettir.”
Ey Râfizî!
Allah (c.c.)'a hamd olsun müslümanlar bu konuda ihtilaf etmemişlerdir. Allah (c.c.), Ebubekir, Ömer ve Osman'ın (r.a.) hilafetleri için öyle bir icma' müyesser kılmıştır ki, aynı şeyi Ali (r.a.) için söylemek mümkün değildir. Hatta Ali (r.a.) şehid edildiğinde Şam halkı O'na asla bîat etmemişlerdi. Buna rağmen Ali'nin (r.a.) bazı taraftarları O'nun huzurunda Şam ehline hakaret ederlerken onları bu hakaretten alıkoyarak:
“Onlara hakaret etmeyiniz. Aralarında yüce zatlar vardır.” demiştir. Bir defasında da:
“Şam ehli bize isyan eden kardeşlerimizdir.” buyurmuştur.
Allah (c.c), şöyle buyuruyor:
“Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını islah ediniz” (Hucurat: 14/10).
Hülâsa olarak Ali'nin (r.a.) hilafeti haktır. O doğru yol gösteren bir imamdır. Büyük bir topluluk O'na biat etmemiş ise de muteber olan ehlül hal vel Akd'ın Cumhuru Ona bîat etmesidir.
3.4.13
Râfizî şöyle diyor:
“İslâm tarihinde meydana gelen ihtilaflardan biri de Fedek arazisinin taksimi ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bıraktığı mirasla ilgilidir. Ehl-i Sünnet ise Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Biz Peygamberler zümresi miras bırakmayız, bıraktığımız her şey sadakadır.” dediğini iddia ediyorlar.”
Ey Râfizî:
Bu ihtilaf Şer'î bir mesele ile ilgilidir. Bilahare ve yukardaki hadis ile bu ihtilaf ortadan kalkmıştır. Bu meseledeki ihtilaf diğer meselelere nisbeten daha azdır. Çocukların ve kardeşlerin; dede ve amca ile beraber bulundukları haldeki mirasın taksimi ile Ninenin torunu ile olan miras taksimi gibi. Bu meselelerdeki ihtilafın Fedek arazisindeki ihtilaftan daha büyük olması bazı sebeplerdendir.
Birincisi; bu meselelerde ihtilaf ederek ittifak etmemişlerdir. Çünkü bu hususta nass bulamamışlardır. Halbuki Fedek arazisi ile ilgili olarak nass rivayet edilmiştir.
İkincisi; Fedek'teki ihtilaf tekerrür etmemiştir. Çünkü bir tek mesele olup hem de az bir mal hakkındadır. Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.), Fâtıma (r.a.) ve diğerlerine miraslarından daha fazlasını vermişlerdir. Fedek arazisi ile ilgili meseleyi ancak câhil ve kötü kişiler büyütüyorlar. Kaldı ki, Ali (r.a.) halife olunca, Fedek arazisi Onun hükmü altına girmesine rağmen Onu Fâtıma (r.a.) ve çocuklarına vermemiştir. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer terekesini de mirasçıları arasında bölüştürmemiştir. Sizce zulüm olan bu durumu neden ortadan kaldırmamıştır?
3.4.14
Râfizî şöyle diyor:
“Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan biri de zekatı vermeyenlerle savaş konusundadır. Ebubekir Onlara karşı savaştı. Ömer de hilafeti esnasında ictihad edip cariyeleri ve malları sahiplerine iade ederek, hapsedilenleri de serbest bırakmıştır.”
Ey Râfizî!
Bu iddian tamamen açık olan bir iftiradır. İddianın tam aksine Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) zekatı vermekten çekinenlere karşı savaş etmede ittifak etmişlerdir. Bunu yaparken'de Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisine dayanmışlardır. Buhari ve Müslim'de rivayet edilen mezkûr hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:
“İnsanlara karşı, Allah'dan başka ibadete layık ilah olmadığına ve benim Allah'ın Peygamberi olduğuma şehadet edinceye kadar savaşmam bana emredildi. Bunu kabul ettikleri takdirde canlarını ve mallarını benden kurtarırlar, ancak bunların hakkı kendilerinden istenir ve Allah tarafından muhasebe edilirler.” (Buhari İtisam: 2, İstitabe: 2, Müslim İman: 8, Tirmizi İman: 1, Nesai: Cihad: 1, Ebu Davud Cihad: 104, İbn Mace Fiten: 1).
Ebubekirde, (r.a.) zekat kelime-i şehadetin haklarındadır, diyerek diğer ashabın muvafakatı ile zekatı vermeyenlere karşı savaş ilan etmiştir. Zekatı vermeyenler de savaştan sonra onu vermeyi kabul etmişlerdir. Hiçbir zaman Ebubekir (r.a.) bunların çocuk ve kadınlarını esir etmemiş ve onlardan hiçbirisini de hapsetmemiştir. Ebubekir (r.a.) zamanında Medine'de hapishane bile yoktu. Nasıl olur da Ebubekir (r.a.) vefat ederken onlar hapishanede kalırlar?