İBN SÎDE
Ebü'l-Hasen Alîb. İsmâîl ed-Darîr el-Mürsî (ö. 458/1066) Lııgatçı, edebiyat ve dil âlimi.
398 (1008) yılında Mürsiye'de (Murcia) doğdu. Dedelerinden Sîde'ye nisbetle İbn Sîde olarak tanınır. Babası gibi âmâ olduğundan Darîr lakabı ile de anılan İbn Sîde öğrenimine babasının yanında başladı. Altı yaşında Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi. Daha sonra Ebü'l-Alâ Sâid b. Hasan el-Bağdâdî. Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed et-Talemenkî, Ebû Osman Saîd b. Muhammed ve Ebû Bekir ez-Zübeydî gibi âlimlerden Arap dili, lügat, kıraat, tefsir, fıkıh, hadis, felsefe ve mantık dersleri aldı. Güçlü hafızası sayesinde birçok lügat ve gramer kitabını ezberledi. Muhtemelen Mürsiye'de meydana gelen siyasî olaylar sebebiyle buradan ayrılarak Dâ-niye'ye (Denia) gitti. Dâniye Emîri Ebü'l-Ceyş Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî ile tanışarak yakın ilgi ve himayesine mazhar oldu. Ancak Mücâhid el-Âmirî'nin vefatından sonra (436/1045) yerine geçen oğlu İkbâlüddevle Ali b. Mücâhid el-Muvaffak ile arası açılınca Dâniye'den ayrılmak zorunda kaldı. Bir müddet sonra bir kaside sunarak emirden af diledi ve tekrar Dâ-niye'ye döndü.297 25 Rebîüiâ-hir 4S8 (26 Mart 1066) tarihinde burada vefat etti.298
Arap dili, edebiyatı ve tarihi alanlarında geniş bilgi sahibi olan İbn Sîde'nin asıl şöhreti lügat sahasındadır. Bazı beyit ve kıtaları kaynaklarda yer almakla birlikte şiirlerinin çoğu zamanımıza intikal etmemiş, sadece Vrcûzetü ğamîs adlı man-zumesiyle İkbâlüddevle için yazdığı bir kasidesi günümüze ulaşmıştır. İbn Sîde aralarında Ebû Abdullah Muhammed b. Halesa eş-Şezûnî, Ebû Bekir Muhammed b. Ali b. Halef, Ebû Ca'fer Ahmed b. Ali el-Mürsî ve Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed et-Temîmî gibi simaların bulunduğu öğrenciler yetiştirmiştir.
Eserleri.
1. el-Muhkem ve'1-muhî-tü'1-cfzam. Mücâhid b. Abdullah el-Âmirî'nin isteği üzerine Halil b. Ahmed'in Kitâbü'l-Ayn' tarzında yazılmış on iki ciltlik bir lügat olup I. cildi Mustafa es-Sekkâ ve Hüseyin Nassâr (Kahire 1377/1958), II. cildi Abdüssettâr Ahmed Ferrâc (Kahire 1377/1958), III. cildi Âişe Abdurrahman
(Kahire 1377/1958), IV. cildi Abdüssettâr Ahmed Ferrâc(Kahire 1388/1968), V. cildi İbrahim el-Ebyârî (Kahire 1391/1971), VI. cildi Murad Kâmil (Kahire 1392/1972) ve VII. cildi Muhammed Ali en-Neccâr (Kahire 1393/1973) tarafından yayımlanmıştır.
2. el-Muhaşşaş. Yine Mücâhid b. Abdullah'ın İsteğiyle hazırlanan eser, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'in el-Garî-bü'l-muşannel gibi konulara göre tertip edilmiş bir lügat olup Tâhâ b. Mah-mûd'un tasnifliyle beş cilt halinde basıl-mış(Bulak 1316-1321), Muhammed et-Tâlibî (Tunus 1375/1956) ve Abdüsselâm Muhammed Hârûn 299 tarafından değişik indeksleri yapılmıştır.
3. Şerhu müşkiîi şifri (ebyâü) Hütenebbî. İbn Sîde bu eserinde Müte-nebbî'nin şiirlerindeki lügat, gramer, anlam ve şiir tekniği bakımlarından açıklanması gereken hususlar üzerinde durmuş. ayrıca bazı şiirlerindeki felsefe ve mantıkla ilgili meseleleri incelemiştir. Kitabı ilk defa Mütenebbî. İbn Sîde ve eserleri hakkında bir mukaddime ve çeşitli indekslerle birlikte Muhammed Rıdvan ed-Dâye neşretmiş (Dımaşk 1395/1975), daha sonra da Mustafa es-Sekkâ ve Hâmid Abdülmecîd ile (Kahire 1396/1976) Muhammed Âl-i Yâsîn tarafından yayımlanmıştır (Bağdad 1977).
4. Urcûzetü ğamîs. Müellifin hayatını, hocalarını ve onlardan okuduğu kitapları anlattığı didaktik bir şiiri olup Habîb Zeyyât'ın özel kütüphanesinde otuz üç varaklık bir nüshasının bulunduğu kaydedilmektedir.300
Müellifin kaynaklarda ayrıca el-Enîk fî şerhi'l-Hamâse, el-Vâfî fî Vmi'1-kavâ-fî, et-Tezkîr ve't'te3nîş, Şerhu ebyâti Cümeli'z-Zeccâcî, Şâzzü (Şeuâzzü)'l-luğa, el-'Âlemfi'l-luğa, Kİtâbü'l-'Avîş fî şerlıi Işlâhi'l-mantık, el-Makşûr ve'1-memdûd ve diğer bazı eserleri zikredilmektedir. İbn Sîde hakkında yapılan müstakil çalışmalar şunlardır: D. Cabanelas. İbn Sîde hayâtühû ve âşâruh (Tunus 1980); Abdülkerîm en-Nuaymî, İbn Sîde âşâ-ruhû ve cühûdüh (Bağdad 1984); Vefa bint Abbas Hasan el-Havît, en-Naiılü cin-de'I-'Aşmacî ve İbn Sîde kadîmen ve'n-nahîü hadisen.301
Bibliyografya :
İbn Sîde, el-Muhkem ve'l-muhitu'l-a'zam (nşr. Mustafa es-Sekkâ -Hüseyin Nassâr), Kahire 1377/1958, neşredenlerin girişi, 1, 5-27; a.mlf., Şerhu müşkili şİ'ri'l-Mütenebbî (nşr. Muhammed Rıdvan ed-Dâye). Dımaşk 1395/ 1975, neşredenin girişi, s. 5-15; Sâid el-Ende-lüsî. fabakâtü'l-ûmem (nşr. L. Şeyho], Beyrut 1912, s. 77;Humeydî, Cezvetü't-muktebis(nşr. Muhammed Tâvît et-Tancî), Kahire 1386/1966, s. 293; İbn Beşküvâl. eş-Şıla, II, 410; Dabbî, Buğ-yetü't-müttemis, s. 405; Yâküt, Mu'cemü'l-üdebâ7, V, 84, 86; XII, 231-235; İbn Hallikân. Vefeyât, I, 342; III, 330-331; Abdülbâki b. Ab-dülmecîd el-Yemânî. işâretû'i-ta'yîn fî terâci-mi'n-nühât ue't-luğauiyyîn{uşr Abdülmecîd Diyâb),Riyad 1406/1986, s. 210-211; Safedî, tiektü'ihimyân (nşr. Ahmed Zekî Bek), Kahire 1329/1911, s. 204; Süyûtî, Buğyelü'l-uu'ât, II, 143; Brockelmann. GAL, I, 376; II, 697; Suppl.,], 542; Hediyyetü'l-'ârifîn,!, 691; Al-bîr Habfb Mutlak, el-Hareketü'l-luğaviyye fı'l-Endetüs, Beyrut 1967, s. 351-382; Muhammed Rıdvan ed-Dâye, Târîhu'n-nakdi'l-edebî fı't-Endelüs, Dımaşk 1401/1981, s. 163-178; Abdülkerîm en-Nuaymî, ibn Side, Bağdad 1984; Muhammed Reşâd el-Hamzâvî. ei-Mu'ce-mü'l-cArabî: İşkâtât ue mukârebât, Tunus 1991, s. 19-53; a.mlf., "Tekmile fî tercemeti İbn Sîde", Havtiyyâtü't-Câmİ'ati't-Tûnİsiyye, sy. 5, Tunus 1969, s. 17-48; Abdülalî el-Vedgîrî, "Fİ Zabtı İbn Sîde", el-Menâhii, sy. 35, Rabat 1986, s. 81-86; Moh. Ben Cheneb. "İbn Sîde", İA, V/2, s. 807; M. Talbi, "ibn Sida", E/^İng ], I», 940; İnâyetullah Fâtihî Nejâd. "İbn Sîde", DMBİ, III, 732-734.
İBN SÎNÂ
Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî b. Sînâ (ö. 428/1037) İslâm Meşşâî okulunun en büyük sistemci filozofu,
Ortaçağ tıbbının önde gelen temsilcisi. Yaklaşık 370 (980-81) yılında Buhara yakınındaki Efşene köyünde doğdu. Talebesi Ebû Ubeyd el-Cûzcânî'ye yazdırdığı hayat hikayesiyle Cûzcânî'nin verdiği ilâve bilgilerin İbnü'l-Kıftîve İbn Ebû Usay-bia tarafından nakledilmesi sayesinde diğer İslâm filozoflarına nisbetle hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır. İslâm dünyasında İbn Sînâ künyesiyle meşhur olup bilim ve felsefe alanındaki eşsiz konumunu ifade etmek amacıyla Ortaçağ âlim ve düşünürleri tarafından kendisine verilen "eş-şeyhü'r-reîs" unvanı ile de bilinir. Ayrıca "hüccetü'1-hak, şeref ü'l-mülk. ed-düstûr" gibi vasıflarla da anılmıştır. Batı'da genellikle Avicenna olarak bilinmekte ve "filozofların prensi" diye nitelenmektedir. Aslen Belhli oian babası Abdullah, Sâmânî Hükümdarı Nûh b. Man-sûr döneminde başşehir Buhara'ya yerleşmişti. İyi bir Öğrenim gördüğü ve İs-mâilî görüşleri benimsediği anlaşılan Abdullah. İsmâilî dâîlerle sürekli irtibat halindeydi. Bu irtibat neticesinde evi felsefe, geometri ve Hint matematiğiyle ilgili konuların tartışıldığı bir merkeze dönüşmüştü. Kendisini bu tartışmaların içinde bulan İbn Sînâ erken denilebilecek bir çağda felsefî konulara aşinalık kazandı.
İbn Sînâ olağan üstü bir zekâya sahip olduğu için küçük yaşta dikkatleri üzerinde topladı. Önce Kur'an'ı ezberledi; dil, edebiyat, akaid ve fıkıh öğrenimi gördü. Hayat hikâyesinde bu dönemdeki hocaları arasında sadece Hanefî fakihi Ebû Muhammed İsmail b. Hüseyin ez-Zâhid'i zikrederse de onun bilhassa dil ve edebiyat alanında Ebû Bekir el-Berki'den ders aldığı sanılmaktadır.302 Dinî ilimler sahasında çok yoğun bir okuma faaliyeti sürdüren ve yüksek bir düzeye ulaştığı anlaşılan İbn Sînâ ayrıca babasından geometri, aritmetik ve felsefe konusunda ilk bilgilerini aldıktan sonra babasının isteği üzerine Mahmûd el-Messâh'tan Hint aritmetiği okudu. Ebû Abdullah en-Nâtilî Buhara'ya gelince babası onu oğluna ders vermesi için evinde misafir etti. İbn Sînâ, Nâtilî'-den Porphyrius'un îsâğûcî (Eisagoge) adlı mantık kitabını okumaya ve bu çerçevede tartışmalar yapmaya başladı. Gösterdiği üstün başarıdan memnun olan hocası, onun ilimden başka bir işle meşgul edilmemesi yönünde babasına tavsiyede bulundu. Bir süre sonra mantık alanında hocasının yetersiz kaldığını düşünen İbn Sînâ, konuyla ilgili eserleri kendi kendine okumaya ve şerhleri incelemeye başladı. Bu arada Öklid'in Elementler'i-nin baştan beş altı bölümünü yine Nâti-lî'den okudu, kitabın geri kalan kısmını ise kendi kendine çözmeye çalıştı. Ardından Batlamyus'un ei-Mecistfsine (Almagest) geçti; eserin başlangıç kısımlarını bitirip geometrik şekillerle ilgili bölümüne ulaşınca hocası kitabın diğer kısımlarını kendi kendine okuyabileceğini söyledi. Sonuçta İbn Sînâ astronomide de oldukça ileri bir seviyeye ulaştı. Nâtilî Gür-genç'e gitmek üzere Buhara'dan ayrılınca İbn Sînâ fizik, metafizik ve diğer felsefî konularla ilgili metinlere ve bunların şerhlerine yöneldi. Bu çalışmalar neticesinde felsefenin bütün disiplinlerinde iyi bir donanıma sahip olduktan sonra tıp tahsiline başladı. Kaynaklarda İbn Sina'nın tıp alanındaki hocaları arasında Ebû Sehl îsâ b. Yahya el-Mesîhî ile Sâmânî-ler'in saray hekimi Ebû Mansûr Hasan b. Nûh el-Kumrfnin isimleri zikredilmektedir.303 Öyle anlaşılıyor ki İbn Sînâ, diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da hocalarından bir müddet ders aldıktan sonra tipla ilgili eserleri kendi kendine okumaya başlamıştır. Bu suretle tıp ve eczacılıkta da ileri bir düzeye ulaşan, kendi ifadesine göre daha on altı yaşında iken birçok tabibin onu bir tıp otoritesi sayarak bilgisinden faydalandığı İbn Sînâ, tıpta teoriden pratiğe geçerek bilgilerini daha da geliştirdi.
Bu arada fıkıh öğrenimini de sürdürerek münazaralarda bulunacak kadar bilgisini geliştiren İbn Sînâ, daha sonra mantık ve felsefe kitaplarını yeniden gözden geçirmeye koyuldu. Bir buçuk yıl devam eden bu süre zarfında mantık, matematik ve fizik alanlarında ilerleme kaydedip metafizik sahasındaki eserleri incelemeye yöneldi. Bu sırada Aristo'nun Mâ bcfde't-tabî'a (Metaftzika) adlı eserini defalarca okumasına rağmen muhtemelen Arapça çevirisinin de kötü olması yüzünden muhtevasını ve yazarının amacını tam olarak anlayamadı. Fakat Fârâ-bî'nin İbâne can garazı Aristotâlîs û Kitabi Mâ bacde't-tabîca adlı eserini tesadüfen elde edip okuyunca bu problemini çözmüş oldu.
Felsefe ve tıp alanında oldukça ün kazanan İbn Sînâ, Sâmânî Hükümdarı Nûh b. Mansûr'un ağır bir hastalığa yakalanması üzerine saraya davet edildi. Saray doktorları ile yaptığı ortak çalışmalar sonucunda sultanın tedavisi konusunda nis-bî bir başarı sağladı. Bu şekilde daha on sekiz yaşında iken saray hekimliğine getirilen İbn Sînâ, zengin saray kütüphanesine girerek tıpla ilgili eserleri okuma ve inceleme imkânına kavuştu. Bir müddet sonra yanıp harap olan bu kütüphanede daha önce ismini bile duymadığı pek çok tabip ve düşünürü okuma fırsatını elde etmişti.
Nûh b. Mansûr'dan (ö. 387/997) sonra Mansûr b. Nûh ve İsmail b. Nûh el-Mün-tasır zamanında da saraydaki görevini sürdürdüğü anlaşılan İbn Sina'nın 304 bu dönemdeki faaliyetleri konusunda fazla bilgi bulunmamakla birlikte faaliyetleri arasında telif çalışmalarının da yer aldığı bilinmektedir. Nitekim Ebü'l-Hüseyin el-Arûzî'nin, kendisi için ilim ve felsefe konusunda kapsamlı bir kitap yazmasını teklif etmesi üzerine matematik dışındaki bütün ilimleri içine alan el-Hikmetü'l-'arûziyye adlı bir eser kaleme almış, Ebû Bekir el-Berki'nin talebiyle de yaklaşık yirmi ciltlik el-Hâşıl ve'1-mahşûl ile el-Bir ve'i-işm adında bir risale telif etmiştir.
İbn Sînâ'nm hayatında babasının ölümünden (393/1003) sonra siyasî ilişkiler yoğunluk kazandı. Bu değişikliğin hangi sebebe dayandığı tam olarak bilinmemekle birlikte herhalde Sâmânî Devleti'-nin içinde bulunduğu durumun bunda önemli etkisi olmuştur. Zira devlet, İbn Sînâ'nm babasının ölümünden birkaç yıl önce Önemli sarsıntılar geçirmiş, 396 (1005) yılında da çökmüştür. Böylece İbn Sînâ Buhara'yı terketmek zorunda kalmış ve kendisine uygun bir yer bulabilmek amacıyla çeşitli bölgelere seyahat etmiştir. İlk olarak Hârizm'de bir kasaba olan Gürgenç'e (Ürgenç) gitti. Burada vezirlik yapan ve felsefî ilimlere meraklı olan Ebü'l-Hüseyin es-Süheylî onu mahallî bir emîr olan Ali b. Me'mûn'a takdim etti. Veziri gibi kendisi de filozof tabiatlı, erdemli ve sevilen bir kişi olan Emîr Ali 305 İbn Sînâ'ya Gür-genç'te kaldığı müddetçe maaş bağladı. Emîrin sarayında Bîrûnî, Ebû Sehl el-Mesîhî. İbnü'i-Hammâr ve İbn Irak gibi âlimler de bulunuyordu. İbn Sînâ ile Bîrûnî arasında fizik ve astronomiye dair bazı münazaralar bu sırada gerçekleşti. Ni-zâmî-i Arûzî'nin verdiği bilgiye göre bu âlimler dostluk havası içinde ilmî faaliyetlerini sürdürürken bir gelişme onların huzurunu bozdu. Gazneli Mahmud. Emîr Ali b. Me'mûn'a bir mektup göndererek meclisindeki âlimleri kendi sarayına göndermesini istedi. İbn Irak, İbnü'l-Hammâr ve Bîrûnî daveti kabul ederken İbn Sînâ ve Ebû Sehl ei-Mesîhî gitmemeye karar verdiler, ancak Gür-genç'te kalmayı da tehlikeli görerek oradan ayrıldılar. Gazneli Mahmud, İbn Sî-nâ'yı buldurmak için resmini yaptırıp çoğalttırarak çeşitli bölgelere gönderdiyse de bir sonuç elde edemedi.306
İbn Sînâ Nesâ. Bâverd. Tûs, Şakkân, Semnîkân ve Câcerm'e uğradıktan sonra Ziyârî Devleti Hükümdarı Kâbus b. Veşm-gîr ile buluşmak amacıyla Cürcân'a gitti, Fakat bu sırada Emîr Kâbûs'un tutuklanıp bir kalede hapsedilmesi ve orada ölmesi üzerine Cürcân ile Hârizm arasındaki Dihistan'a geçti. Bu bölgede iken 403'te (1012) şiddetli bir hastalığa yakalanan İbn Sînâ aynı yıl içerisinde Cürcân'a döndü ve burada, daha sonra kendisinden hiç ayrılmayan ve biyografisini kaleme alan Ebû Ubeyd el-Cûzcânî ile tanıştı. Bir şiirindeki ifadesinden.307 gittiği yerlerde değerinin bilinmediği ve şahsına yaraşır bir himaye görmediği için yedi yıl boyunca seyahat ettiği anlaşılan İbn Sînâ'-nın Cürcân'da rahat bir ortama kavuştuğu görülmektedir. Nitekim ilme düşkün bir kişi olan Ebû Muhammed eş-Şîrâzî ona bir ev satın almış ve bazı imkânlar tanımıştır. Böyle bir ortamda İbn Sînâ bir yandan eserlerini kaleme alıyor, bir yandan da ilmî ve felsefî konularda ders veriyordu. Cûzcânî'nin yazdığı biyografiye göre İbn Sînâ bu öğrencisine mantıkla ilgili ei-Muhtaşarü'1-evsat adlı bir kitap dikte etti; Ebû Muhammed eş-Şîrâzî için de eJ-Mebde ve'l-me^âd ile el-Erşâ-dü'l-külliyye'sinı kaleme aldı. Ayrıca eJ-Könûn îi't-tıbb'ın başlangıcı \leMuhta-şarü'l-Mecistî gibi birçok eserini burada telif etti.
Cürcân'da muhtemelen İki yıl kalan İbn Sînâ, Rey'e giderek Büveyhî Devletİ'nin valisi Fahrüddevle'nin eşi Seyyide ve oğlu Mecdüddevle ile buluştu. Burada İlmî otoritesini kabul ettirerek melankoliye yakalanan Mecdüddevle'nin tedavisini üstlendi. Mecdüddevle, Büveyhîler ailesinin bir mensubu olduğundan bu hadise İbn Sînâ ile Büveyhîler arasındaki ilişkinin başlangıcını teşkil etti. Rey'de iken el-Me'âd adlı eserini kaleme alan İbn Sînâ muhtemelen Mecdüddevle'nin tedavisinden sonra Kazvin'e, oradan da Hemedan'a gitti. Bu şehirde Kezbâneveyh'in hizmetine girdi. Ardından kulunç (koiik) hastalığına yakalanan Büveyhî Hükümdarı Şemsüddevle'yi tedavi etmek için onun sarayında bulundu. Burada hükümdarı iyileştirmeyi başaran İbn Sînâ birçok mükâfatla birlikte hükümdarın dostluğunu da kazandı. Şemsüddevle'nin Karmî-sîn'e bir sefer düzenlemesi üzerine onun yanında savaşa katıldı. Savaş yenilgiyle sonuçlanınca Şemsüddevle ile birlikte He-medan'a döndü. Bu olaydan sonra kendisine vezirlik teklif edilen İbn Sînâ görevi kabul etti. Fakat ordu içerisinde baş gösteren huzursuzlukların ardından isyan çıktı. İbn Sina'nın evini kuşatan isyancılar onu hapse atıp bütün mallarına el koydular; ayrıca Şemsüddevle'den filozofun öldürülmesini istediler. Bu isteği kabul etmeyen hükümdar isyancıları yatıştırmak için onu görevinden uzaklaştırdı. İbn Sînâ, kırk gün boyunca Şeyh Ebû Sa'd ed-Dahdûk'un evinde gizlenmek zorunda kaldı. Ancak hastalığı nükseden Şemsüddevle tekrar kendisini tedavi etmesini isteyince onu tedaviye başlayan İbn Sînâ yeniden vezirlik makamına getirildiği gibi öncekinden daha çok ikram ve iltifata nail oldu. Bu sırada İbn Sînâ öğrenci yetiştirmeyi de ihmal etmiyordu. Gündüzleri devlet işleriyle meşgul olduğu için geceleyin ders veriyor, özellikle eş-Şifâ ve el-Könûn fi't-tıb gibi eserlerinin yazılmış olan bölümlerini talebelerine okutuyordu. Bu talebelerin kim olduğu tam olarak bilinmemekle beraber bunlar arasında Ebû Abdullah el-Ma'sûmî, Ebû Mansûr İbn Zeyle ve Behmenyâr b. Mer-zübân el-Âzerbaycânînin bulunduğu kaydedilmektedir.308
Daha sonra İbn Sînâ, Şemsüddevle'nin Tarım üzerine düzenlediği sefere katılmak durumunda kaldı. Tarım yakınlarında hükümdar tekrar hastalanınca askerler kendisini Hemedan'a götürmek istedilerse de Şemsüddevle yolda öldü ve yerine oğlu Semâüddevle geçti (412/1021). Yeni hükümdar İbn Sina'dan vezirlik görevini sürdürmesini istediyse de filozof bunu kabul etmedi. Bu tavrı yüzünden Büveyhîler'le arasının açılmasına rağmen Hemedan'dan aynlamadı ve bir süre gözden uzak olarak Ebû Gâlib el-Attâr adında bir kişinin evinde kaldı. İbn Sînâ, burada oturduğu zaman zarfında Cûzcânf-nin isteği üzerine telifine başladığı eş-Şifö'm tabîiyyât bölümünün el-Haye-vân ve en-Nebât dışındaki kısımları ile itâhiyyât bölümünü tamamlamış, ayrıca mantık bölümünün de bir kısmını yazmıştır.
İbn Sînâ ile Büveyhîler arasındaki gerginlik artmış, hatta Şemsüddevle'nin öteki oğlu Tâcülmülk, onun Kâkûyîler Hükümdarı Alâüddevle Muhammed b. Rüs-tem ile gizlice mektuplaştığını ileri sürmüştür. İbn Sînâ bu suçlamayı reddettiy-se de kendisine düşmanlık besleyen bazı kişilerin de aleyhinde bulunması üzerine Ferdecân Kalesi'ne hapsedildi (414/ 1023). Kalede dört ay kalan filozof, Alâ-üddevle'nin Hemedan'a bir sefer düzenleyip orayı zaptetmesinden sonra serbest bırakılarak Hemedan'da vezirlik yapan Ebû Tâlib el-Ulvî'nin evinde kaldı. Kalede iken el-Hidâye, Hay b. Yafaân ve el-%ülunc adlı kitaplarını yazan îbn Sînâ, Ebû Tâlib el-Ulvî'nin evinde bulunduğu süre içerisinde de eş-Şifâ'ın yarıda kalan mantık bölümünü tamamladı.
Bütün bu olaylardan sonra yine de kendisini bırakmak istemeyen Tâcülmülk'ün vaadlerine güvenmeyen İbn Sînâ, büyük bir ihtimalle 41S (1024) yılında İsfahan'a gitmek üzere kardeşi, iki hizmetçisi ve talebesi Cûzcânî ile birlikte Hemedan'dan gizlice ayrıldı; sıkıntılı bir yolculuktan sonra İsfahan dolaylarındaki Tâberân'a ulaştı. Dostları ve Alâüddevle Muhammed b. Rüstem'in yakınları tarafından karşılandı ve Abdullah b. Bâbî'nin evinde misafir edildi.
Bir süre sonra Alâüddevle'nin meclisine katılan İbn Sînâ burada saygı gördü. Nizâmî-i Arûzî, Alâüddevle'nin İbn Sînâ'-yı vezirliğe getirdiğini ve en önemli işleri onun yetkisine bıraktığını ifade ederek. "Gerçek şu ki Aristo'nun İskender'e vezir olmasından sonra hiçbir hükümdara Ebû Ali gibi bir vezir nasip olmamıştır" der.309 Alâüddevle'nin düzenlediği ilmî toplantılar filozofun şöhretinin İsfahan çevresinde yayılmasını sağladı. Bu dönemde ilmî çalışmalarını da sürdüren filozof eş-Şifâ' gibi eksik kalan bazı eserlerini tamamlamaya çalıştı; matematik, astronomi ve mûsiki konularında yazmış olduğu bir kısım eserlerini daha da geliştirdi. en-Necât ve Alâüddevle'nin adına nisbetle Dânişnâme-i 'Alâ'î adını verdiği kitapları da dahil olmak üzere yeni eserler telif etti. İbn Sînâ, Alâüddevle ile birlikte Sâbûrhâst ve Hemedan'a tertip edilen bazı seferlere katıldı. Ayrıca takvimlerdeki yanlışlıklan düzeltmek için hükümdarın emriyle astronomiye ilişkin gözlemlerde bulundu, tam sonuç alamadıysa da çeşitli meseleleri açıklığa kavuşturdu.
İsfahan'da kaldığı yıllar boyunca nisbe-ten sakin bir hayat süren İbn Sînâ, Gazne-li Hükümdarı Sultan Mesud'un İsfahan'ı almasından sonra evinin ve kütüphanesinin yağmalanması üzerine büyük bir sarsıntı geçirdi. Bu dönemde sağlığı da bozuldu; devrinde yaygın olan kulunç hastalığına yakalandı. Kendini tedavi etmeye çalışan İbn Sînâ, bir ara tekrar sağlığına kavuşur gibi olduysa da tam iyileşe-medi. Alâüddevle Hemedan'a sefere çıktığında onunla beraber bulunduğu sırada yolda tekrar hastalandı ve Hemedan'a ulaştıklarında vefat etti. Kabri Hemedan"dadır.
İbn Sînâ'nın çok zeki, çalışkan, velûd olduğu, zekâ ve bilgisine aşırı derecede güvenmenin yol açtığı hırçınlığı yanında mağlûbiyete tahammül edemeyen bir kişiliğe sahip bulunduğu kaydedilmektedir. Alâüddevle'nin huzurunda dil âlimi Ebû Mansûr el-Cübbâî ile yaptığı bir tartışma onun bu karakterine işaret etmektedir. Cûzcânî'nin anlattığına göre Cüb-bâî. bu tartışma sırasında İbn Sînâ'ya dil konusunda bilgisi bulunmadığını söylemiş, bunun üzerine İbn Sînâ üç yıl boyunca çalışarak dil alanında üstün bir seviyeye ulaşmış ve konuyla ilgili kitaplar kaleme almıştır. Sonunda Cübbâî ile tekrar görüşerek onu kendisinden özür dileyecek bir durumda bırakmıştır.
Kindî ile başlayan İslâm felsefe geleneğinin zirvesinde bulunan İbn Sînâ felsefî sisteminde özellikle Fârâbî'ye çok şey borçludur. Kendisi bir bakıma Fârâbrnin öğrencisi ve halefi olarak görülebilir. Bununla birlikte üstadını aşmış, tarih içerisinde onun adını ikinci derecede bırakmıştır. Çünkü seleflerinden çok daha parlak ve sistem sahibi bir müellifti. İbn Sî-nâ'yı eleştiren Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi İslâm filozofları da kendisinden etkilenmişlerdir. Asırlarca İslâm felsefesi geleneğine hâkim olmuş mükemmel bir felsefe sistemi kuran tek kişinin İbn Sînâ olduğu söylenebilir.
İbn Sina'nın Şiîliği benimsediği, bilhassa İsmâilî düşüncesinin etkisi altında kaldığı, esasen felsefesini bu çerçevede kurduğu tezi özellikle 1950'lerden bu yana bazı müellifler tarafından dile getirilmektedir.310 Bu iddianın ortaya atılmasında, İbn Sînâ'nın babasının İsmâilî dâîlerle ilişkisinin bulunması yanında felsefî sisteminde ortaya koyduğu düşünce ve kavramların da etkisi söz konusudur. Ancak İbn Sînâ, babasının evinde İsmâilîler'in felsefî görüşlerini dinlediğini kaydetmekle birlikte, babasının ve kardeşinin İsmâilî dâîlere icabet ettiğini ifade ederken kendisinin bu düşünceleri benimsemediğini söylemektedir.311 Ayrıca hocaları arasında Hanefî fakihi İsmail ez-Zâ-hid'in bulunması da onun dinî eğitimini Şiî veya İsmâilî çevreden almadığını göstermektedir. İbn Sînâ'nın felsefî sistemine ve bu sistem içerisinde kullandığı kut-sî güç. imam, arif. sudur ve feyezan gibi kavramlara gelince, iddia edildiğinin aksine bu kavramlar onun sisteminde Şiî-ler'in, bilhassa İsmâilîler'in kullandığı anlamıyla kullanılmamaktadır. Ayrıca düşünürün felsefesinde vasiyet, ismet, takıy-ye. on iki imam gibi telakkiler de yer almamaktadır. Bu bakımdan onun Şîa'ya mensup olduğu veya Şiî düşünceleri çerçevesinde felsefesini kurduğu yolundaki açıklamalar gerçek dışı görünmektedir.
Dostları ilə paylaş: |