a) Nüfus Artışı İle Beraber Artan İşsizlik: Ülkemizde yaşanan hızlı nüfus artışı her yıl artan miktarda işgücünün işgücü piyasasına dahil olmasına neden olmaktadır. Ayrıca yüksek enflasyon sürecinde yatırımlardaki gerileme ile birlikte ekonominin istihdam oluşturma kapasitesindeki artış yavaşlamıştır. Bu gelişmeler işsizlik oranının artmasına ve işgücünün verimsiz alanlarda yığılmasına neden olmuştur. Bu süreç fonksiyonel gelir dağılımının maaş ve ücretler aleyhine bozulmasını beraberinde getirmiştir.
b)Reel Ücretlerdeki Gerileme ve Fiyat Artışları: 1980 sonrası dönemde çalışma hayatına getirilen hukuki düzenlemelerle çalışanların ücret ve maaşlarının düşük tutulması ve uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olarak ücret gelirlerinin milli gelirden aldığı pay düşmüştür. 1980’li yıllarda uygulanan ekonomi politikaları düşük ücret temeline dayandırılmıştır. Bu şekilde 1980 öncesi dönemdeki iç talebi arttırmak amacının tersine iç talep kısılarak ekonomi dış talebe yöneltilmiştir2. Ancak bu sistem 1987-1988 yıllarında tıkanmış ve ücretlerde iyileşme sağlanmıştır. Ayrıca bu dönemde yaşanan yüksek enflasyon reel ücretlerin düşmesinde bir diğer etken olmuştur. Enflasyon problemine kalıcı çözümler getirilememesi enflasyonla mücadelenin önemini her geçen gün arttırmıştır. Zira enflasyon etkili olduğu ekonomilerde ücret ve maaş gelirlerini olumsuz yönde etkileyen en önemli faktörlerden birisidir3.
c)Sendikal Faaliyetlerin Kısıtlanması: 24 Ocak Kararları’nın temel hedeflerinden biri yurtiçi talebin kısılarak ekonominin ihracat kapasitesinin arttırılmasıdır. Özellikle iç talebin kısılmasında, kamu kesimi yatırım harcamalarının azaltılması, KİT ürünlerinin fiyatlarının arttırılması ve ücretlilerin gelirlerindeki artışın sınırlandırılmasının etkisi büyük olmuştur. 1980-1984 döneminde bu politikaların uygulanmasında askeri rejimin etkisi ile sendikal faaliyetler askıya alınmış, işçilerin kusurlu sayılmaları dışındaki işten çıkarılmalar engellenmiştir1. 1982 Anayasası ve onu takiben düzenlenen çalışma yaşamına ilişkin yasalar ile sendikal kesim bazı demokratik hak ve özgürlüklerini kaybetmiştir. Bu kısıtlamalar düşük ücret politikasının yasal çerçevesini oluşturmuştur. İlerleyen yıllarda sendikal faaliyetlere tekrar izin verilmiş, ancak Türkiye’de sendikal faaliyetler tekrar eski gücüne ulaşamamıştır. 1980 Müdahalesi ile sendikal faaliyetlerin kısıtlanmış olmasına karşın Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve TÜSİAD gibi örgütler ile özel kesimin belirli bir bölümünü temsil eden kuruluşların ekonominin yönetimi ve performansı ile ilgili görüşlerini hükümete sunabilmeleri ve çeşitli teşviklerin oluşturulması sürecinde önemli bir baskı unsuru oluşturabilmeleri söz konusu olmuş, bu durum fonksiyonel gelir dağılımının sermaye sınıfının lehine gelişmesini beraberinde getirmiştir2.
d)Vergi Politikalarındaki Değişiklikler: Vergi politikasının olumsuz etkilerinden birincisi; vergi gelirlerinin GSMH’daki payının düşmesi, bunun yerine iç borçlanmanın ikame edilmesidir. Bu nedenle artan kamu borçlanmaları, reel faizleri arttırmıştır. Bu değişim bir yandan faiz geliri elde edenlerin gelirini arttırmış, diğer yandan yüksek faiz nedeniyle azalan yatırımlar emek talebini düşürmüştür. İkincisi, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı arttırılarak; dolaysız vergiler yerine ikame edilmesidir. Dolaylı vergiler gelir farkı gözetmeksizin herkes için aynı olduğundan ücretlilerin vergi yükünü daha da arttırmıştır3. Bu dönemde özellikle 1984-1989 yılları arasında hazine bonoları ve devlet tahvillerinin vergiden muaf tutulması, rant gelirleri lehine gelir dağılımının bozulmasına neden olmuştur. Ayrıca ücretli kesimin gelir vergileri peşin kesilirken diğer kesimlerin gecikmeli vergilendirilmesi enflasyonun yüksek olması nedeni ile gelir dağılımını ücretli kesimin aleyhine etkilemiştir.
e)Faiz Oranlarının Yükselmesi: 1980 sonrası dönemde pozitif reel faiz uygulaması ve faizlerin serbest bırakılması ile yükselen faiz oranları, kredi faizlerini de yükseltmiştir. Bu durum gelir ve servet dağılımını bozmuş ve belli kesimler yararına servet yoğunlaşmasını ve ekonomide tekelleşmeyi hızlandırmıştır. Kredi faizlerinin yüksekliği, sanayi kuruluşlarının el değiştirmesine ve tekelleşmeye ortam hazırlarken; mevduat faizlerinin yüksek tutulması rantiye sınıfının doğmasına ve bu kesimlere servet oluşumu sağlama olanağı vermiştir. Ayrıca faiz politikası üretken sermayenin rantiyeye kaymasına, yatırımların yavaşlamasına dolayısı ile işsizliğin artmasına neden olarak fonksiyonel gelir dağılımını ücretliler aleyhine bozmuştur.
f)Tarım Gelirlerindeki Reel Gerileme: Dönem içerisinde tarımın sektörel gelir dağılımındaki nispi payı düşmüştür. Bunun nedenlerinde biri iç ve dış ticaret hadlerinin tarım aleyhine gelişmesidir. Tarım ürünleri fiyatları düşük tutularak hem tarıma dayalı sanayi sektörlerine ucuz hammadde sağlanmış hem de düşük gelir düzeyine sahip işgücüne daha ucuz gıda sağlanmıştır. Tarım kesiminde gelirin payının düşmesinin yanında tarımdaki gizli işsizlik, ücretsiz aile işçiliğinin yüksek olması bu kesimin durumunu daha da kötüleştirmiştir.
Gerek ücretlerin gerekse tarımsal fiyatların düşük tutulması eğilimi 1989 yılına kadar sürmüştür. Gerçi 1989’a kadar 1983 ve 1987 seçim yıllarında bir önceki yıla göre bir artış sağlanmış olsa da seçimleri izleyen yıllarda ücretleri düşük tutmaya yönelik politikalara devam edilmiştir. Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerden ANAP’ın yenilgiyle çıkması ve bu yıl artan sendikal faaliyetler ve işçi eylemleri düşük ücret politikasının sona ermesine yol açmıştır. 1989 yılında devlet, memur maaşlarıyla kamu işçilerine önemli zamlar yapmış, bunu özel sektörün zamları takip etmiştir. Bu durumun sonuçları yukarıda Tablo 10’da ücret gelirlerinin milli gelirden aldığı paylardan da görülmektedir. Reel ücretlerin yükselmesi dönemi 1993 yılına kadar sürmüştür. Reel ücretlerin yükselmesine rağmen bu durum aynı şekilde ücret paylarına yansımamıştır. Bunun nedeni bu dönemde emeğin verimliliğinde meydana gelen artışlardır1. 1994 krizi sonrasında ücretlerde büyük bir düşüş meydana gelmiş, uygulanan istikrar programının da etkisi ile düşüş 1995 seçim yılında da devam etmiştir. Seçim yılından sonra iktidara gelen Refah-Yol hükümeti seçim vaatleri çerçevesinde ücretlerde kısmi bir iyileşme sağlamıştır. 1999 seçim yılında, tekrar artan ücret payları yaşanan krizlerin, artan işsizliğin ve IMF politikalarının etkisi sonucu önce düşmüş daha sonra sabit kalmıştır.
Fonksiyonel gelir dağılımındaki bu gelişmelerle beraber kişisel gelir dağılımına ilişkin gelişmeler de incelenebilir. Bu kısımda, ilk önce 1980 sonrasında yapılan gelir dağılımı anket çalışmalarının sonuçları gösterilecektir. Ancak bu çalışmalar arasında bir karşılaştırma yapılmamaktadır. Bunun nedeni, her bir çalışmanın kapsadığı alanının, örnekleme yönteminin ve örnek sayısının farklı olmasıdır2. Bununla birlikte karşılaştırma DİE tarafından 1987, 1994, 2002, 2004 ve 2005 yıllarında yapılan Hanehalkı Gelir Dağılımı Anketleri arasında yapılacaktır. Aşağıda Tablo 12’ de farklı gelir dağılımı anket çalışmalarının sonuçları verilmiştir.
Tablo 8: 1980 Sonrası Kişisel Gelir Dağılımı
Nüfus Dilimleri
|
1983
CELASUN
|
1986
TÜSİAD
|
1987
DİE
|
1988
KAMAR
|
1994
DİE
|
2002
DİE
|
2004
DİE
|
2005
DİE
|
1. % 20
|
2.63
|
3.9
|
5.24
|
3.1
|
4.9
|
5,3
|
6,0
|
6,1
|
2. % 20
|
6.13
|
8.4
|
9.61
|
9.0
|
8.6
|
9,8
|
10,7
|
11,1
|
3. % 20
|
12.59
|
12.6
|
14.06
|
12.2
|
12.6
|
14,0
|
15,2
|
15,8
|
4. % 20
|
21.39
|
19.2
|
21.05
|
16.6
|
19.0
|
20,8
|
21,9
|
22,6
|
5. % 20
|
54.71
|
55.9
|
49.95
|
59.1
|
54.9
|
50,1
|
46,2
|
44,4
|
En yüksek / En düşük
|
20,80
|
14,33
|
9,53
|
19,06
|
11,20
|
9,45
|
7,70
|
7,27
|
Gini Katsayısı
|
0.52
|
0.46
|
0.43
|
-
|
0.49
|
0,44
|
0,40
|
0,38
|
Kaynak: Sami Güçlü, Mahmut Bilen, “1980 Sonrası Dönemde Gelir Dağılımında Meydana Gelen Değişmeler ve Bu Değişmeler Üzerinde Etkili Olan Sebepler”,Yeni Türkiye, Yıl:1 Sayı:6, Ankara, Eylül-Ekim 1995, s. 161., DİE, 1994 Hanehalkı Gelir ve Tüketim Anketi Sonuçları, Gelir Dağılımı, Ankara, 1997.
1986 yılında TÜSİAD tarafından yapılan çalışma bir gelir dağılımı araştırması değil, esas itibariyle sosyo-ekonomik önceliklerin belirlenmesi amacıyla yapılmış bir çalışmadır3. KAMAR’ın verileri ile kamuoyu araştırmalarına göre hazırlanmış olup doğrudan geliri belirlemeye yönelik olmayıp, geliri bir yan istatistik olarak vermektedir1. Çalışmalarda göze çarpan ortak nokta; gelirin dengeli bir şekilde dağılmadığıdır. Zira birinci %20 lik dilimlerin aldığı paylar % 3-5 düzeylerinde iken beşinci % 20’ lik dilimlerin aldığı payın % 45-60 düzeylerindedir. Gelişmiş ülkelerde birinci % 20’ lik dilimin payı % 7-8 iken, beşinci % 20’ lik dilimin payı % 40 düzeylerindedir2.
1987 ve 1994 yılı Gelir Dağılımı Anketlerinin sonuçları karşılaştırıldığında, gelir dağılımında eşitsizliğin artığı görülmektedir. Beşinci % 20’ lik dilimin dışında diğer % 20’ lik dilimlerin payının düştüğü görülmektedir. Hatta hanehalkı dilimleri % 20 yerine % 5 olarak alındığında bile, aynı sonuç ortaya çıkmaktadır3. Bu ise 1987 yılından 1994 yılına kadar geçen sürede toplumun % 95’ inin fakirleştiğini, en zengin % 5’ lik dilimin ise zenginleştiğini göstermektedir4. Böylece alt gelir gruplarından, en üst % 5’lik gelir grubuna bir gelir aktarımı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Beşinci yüzde 20’lik grubun payının birinci yüzde 20’lik grubun payına oranını veren S80/S20 eşitsizlik ölçüsü 9,53’ten 11,20’ye yükselmiştir. Bu yorumları Gini Katsayısını dikkate alarak da yapmak mümkündür. Gini katsayısının 0’ a yaklaşması, gelirin daha eşit dağıldığını ifade etmektedir5. 1987 ve 1994 yılları Gini Katsayıları göz önüne alındığında da gelir dağılımındaki eşitsizliğin arttığı görülmektedir. 1994 yılından sonra yapılan çalışmalar incelendiğinde en zengin beşinci gruptaki hane halklarının paylarının giderek azaldığı, diğer grupların paylarının arttığı, S80/S20 eşitsizlik ölçüsünün ve Gini kat sayısının giderek azaldığı dolayısıyla kişisel gelir dağılımının giderek iyileştiği ancak iyileşmenin yeterli olmadığı görülmektedir.
1980-2007 döneminin genel bir değerlendirilmesi yapıldığında politik alanda genelde istikrarsızlığın bulunduğu görülmektedir. Yaşanan istikrarsızlığın kaynakları;
-
Askeri Müdahale ile başlayan dönemde bu güne kadar, TSK’nin ilki daha sert olmak üzere iki müdahalesi (1997-2007) bulunmaktadır.
-
Ekonomi yönetimindeki başarısızlıklar, yolsuzluklar, politikaya ve politikacılara duyulan güvensizlik seçmenleri sürekli olarak bir arayış içerisine sokmuş, bunun sonucunda da bir yandan 1991-2002 döneminde zayıf ve kendi içinde uyum sorunu yaşayan koalisyon hükümetleri iktidara gelirken diğer yandan marjinal partiler iktidar ortağı olma fırsatı yakalamışlardır. 1980 öncesinde özellikle sağ – sol şeklinde toplumda görülen kutuplaşma, 1980 sonrasında laik - antilaik kutuplaşması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu durum TSK’nin müdahalelerinin ana nedenini oluşturmuştur.
-
Kurulan hükümetlerin hiç biri bir seçim zamanını tam olarak dolduramamışlar, dönem içerisinde yapılan seçimlerin tümü erken seçim olmuştur. Ayrıca hükümetlerin yaşam süreleri oldukça kısa olmuştur. Askeri hükümet dönemi dışarıda tutularak 1983-2007 dönemi incelendiğinde 15 hükümet (60. Hükümet dahil) kurulduğu, ortalama hükümet ömrünün yaklaşık 1 yıl 7 ay olduğu görülmektedir. Gerek bu durumun gerekse yapılan seçimlerin (milletvekilliği genel seçimleri ve yerel seçimler) sıklığı bir yandan ekonominin politik manipülasyonuna neden olurken diğer yandan yaşanan ekonomik sorunların çözümünü engellemiştir.
-
Dönem içerisinde özellikle PKK terör örgütünün faaliyetleri olmak üzere yaşanan terör olayları, İran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ve Koalisyon Güçleri’nin Irak’a müdahalesi diğer önemli istikrarsızlık kaynaklarını oluşturmuştur.
1980 sonrasında ekonomik alanda meydan gelen değişimler incelendiğinde bu alanda köklü değişikliklerin yaşandığı görülmektedir. Ancak yaşanan köklü değişimlere rağmen iktidara gelen hükümetler ekonomik sorunların çözümünde başarısız olmuşlardır. Bazı alanlarda kısmi iyileşmeler sağlansa bile bu iyileşmeler kalıcı olmamış, iyileşmenin gerçekleşmesi için uygulanan politikalar başka sorunları tetiklemiştir. Ayrıca uygulanan ekonomi politikalarında uluslararası kuruluşların etkisinin büyük olduğu görülmektedir. Özellikle 1999 yılından sonra uygulanan ekonomi politikalarının temel özelliği IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşlar ile yapılan anlaşmalara bağlı olarak, bu kuruluşların gözetim ve denetimi altında hazırlanıp uygulanmasıdır. Bu dönemde Türkiye ekonomisinde yaşanan yüksek enflasyonla mücadele edilmesi, mali hesapların ve finansal piyasaların güçlendirilmesi, büyümenin istikrarlı bir temele oturtulması ve AB’ye yaklaşmayı da kolaylaştırmak üzere Türkiye ekonomisinin yeniden yapılandırılmasını hedefleyen ekonomik istikrar ve yapısal uyum programı olarak IMF ile stand by anlaşmaları yapılmıştır. Dolayısıyla uygulanmakta olan ekonomi politikaları IMF tarafından belirlenmektedir. Uygulamaların da anlaşmalara uygun gidip gitmediği, periyodik olarak hükümetlerce verilen niyet mektupları ve uygulama denetimleri ile izlenmektedir1. Günümüzde ekonomide enflasyon sorunun kısmen çözülmesine rağmen, işsizlik, gelir dağılımı, iç ve dış borç, cari açık ve ekonominin dışa bağımlılığı sorunları devam etmektedir.
Dostları ilə paylaş: |