İlk Müslüman


Selçuklu - Bizans İlişkileri / Yusuf Ayönü [s.598-617]



Yüklə 14,56 Mb.
səhifə55/95
tarix17.11.2018
ölçüsü14,56 Mb.
#83295
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   95

Selçuklu - Bizans İlişkileri / Yusuf Ayönü [s.598-617]

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Selçuklu-Bizans ilişkilerinin başladığı devir olan XI. yüzyıl, Bizans tarihinde bir dönüm noktasıdır. Yüzyılın başlarında II. Basileios (976-1025) ile gücünün doruğuna ulaşan imparatorluk, aynı yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir çöküş yaşayacaktır. 1018’de Batı Bulgar Krallığı’nı ortadan kaldıran ve Sırpları hâkimiyeti altına alan II. Basileios, hükümdarlığının son dönemlerinde imparatorluğun doğusu ile de ilgilenip, 1021/22’de düzenlediği bir sefer ile Gürcistan’ın bir kısmı ve Vaspurakan bölgesini topraklarına kattı.1 Ancak II. Basileios’un 1025 yılındaki ölümüyle imparatorluğun görkemli dönemleri son buldu. Halefi VIII. Konstantinos (1025-1028), ardından da onun kızları vasıtasıyla tahta geçen III. Romanos Argyros (1028-1034), IV. Mikhail (1034-1041) ve IX. Konstantinos Monomakhos’un (1042-1055) Dönemi’nde, II. Basileios’un kurmuş olduğu güçlü askerî ve politik yapı çökmüş, devletin iktisadî ve siyasî durumu hızlı bir değişime uğramıştı. Merkezî idaredeki bu aksaklıklar dışarıda da etkisini gösterdi. 1060’lardan itibaren Güney İtalya’daki topraklarını Normanlara kaptırmaya başlayan Bizans, aynı dönemlerde aşama aşama Anadolu’nun iç bölgelerine sokulan Selçuklu ilerleyişine karşı da hiçbir şey yapamadı.2

Bizans’ta bu gelişmeler olurken, doğuda Selçuklular yeni ve karşı konulmaz bir güç olarak ortaya çıkıyordu. Selçuklu hanedanının kurucusu Selçuk Bey’in ölümünden sonra Arslan Yabgu idaresinde Cend’den ayrılarak Maveraünnehir’e gelen Selçuklular, uzun süre bu bölgede Gazneli ve Karahanlı devletlerinin yoğun baskısı ve takibi altında ayakta durmaya çalıştı. Arslan Yabgu’nun 1025 yılında Gazneli Mahmud tarafından Hindistan’daki Kalincar kalesine hapsedilmesinden sonra, ailenin başına geçen Tuğrul ve Çağrı Bey’in önderliğinde 24 Mayıs 1040’ta Gaznelilere karşı elde ettikleri kesin zaferin ardından Horasan’da bağımsız bir devlet kuran Selçuklular, bu tarihten kısa bir süre sonra Bizans ile komşu duruma gelmişlerdi.3

Selçuklu-Bizans ilişkilerinin yoğunluk kazanması her ne kadar 1071 Malazgirt Savaşı’nın ardından olmuşsa da, iki devlet arasındaki ilk temaslar Selçuklu Devleti’nin kurulması öncesinde Anadolu’ya düzenlenen akınlarla başlamıştır. Selçukoğullarının Anadolu’ya düzenlediği ilk akın, Çağrı Bey’in 1016-1021 yılları arasında Doğu Anadolu’ya düzenlediği sefer olarak gösterilmektedir.4 Keşif mahiyetindeki bu seferin ardından Maveraünnehir’e dönen Çağrı Bey rivayete göre kardeşi Tuğrul Bey’i kolaylıkla hâkim olabileceklerini düşündüğü bu bölgeye gitmeye teşvik etmişti.5 Çağrı Bey’in bu seferinden birkaç yıl sonra bu kez 1028 yılında Gazneli Mahmud tarafından ülke içinde huzursuzluk çıkardıkları gerekçesiyle ağır bir yenilgiye uğratılarak 4000 kadarı esir ve katledilen Yabgulu Türkmenlerinin Mansur, Göktaş, Boğa, Dana, Kızıl ve Anasıoğlu gibi beylerin idaresinde Irak, Âzerbaycan ve Doğu Anadolu bölgesine girdiklerini görmekteyiz.6 Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra da merkezî idare ile araları açık olan bu Türkmenler Anadolu’daki faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Bizans topraklarından çok Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Müslüman hâkimlerin arazilerine akınlar düzenleyen Yabgulu Türkmenleri nihayet Tuğrul Bey’in Âzerbaycan’a dönerek buradaki Selçuklu emirlerinin idaresinde Bizans’a karşı olan akınlara katılmaları hususundaki emrine uyarak geri dönmüşlerdi. Bu Türkmenler Âzerbaycan’a dönüşleri sırasında Erciş taraflarına geldiklerinde kendilerine topraklarından geçiş izni vermeyen Van Gölü çevresinin Bizans Valisi Stefanos’u mağlup ve esir etmişlerdi (1045).7

Bu sırada Doğu Anadolu’nun siyasî yapısında birtakım değişiklikler olmaktaydı. 1045 yılında IX. Konstantinos Monomakhos’un, II. Baseileos Dönemi’nde yapılan antlaşma gereği Ermeni Ani Krallığı’nın topraklarını ilhak etmesiyle Selçuklular ile Bizanslılar arasında herhangi bir tampon bölge kalmamış oluyordu.8

İki tarafın kuvvetleri arasındaki ilk karşılaşma Vaspurakan sınırındaki Büyük Zap suyu kenarında meydana geldi. Bu savaşta Bizanslılar tarafından pusuya düşürülen Selçuklu kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğratılarak, başta Selçuklu Şehzadesi Hasan Bey olmak üzere pek çok Selçuklu beyi şehit edildi (1047/48).9 Ancak Selçuklular bu yenilginin intikamını almakta pek fazla gecikmediler. Tuğrul Bey tarafından Anadolu’ya gönderilen İbrahim Yınal ve Kutalmış idaresindeki Selçuklu ordusu Hasan Kale’de karşılaştığı Bizans ordusunu mağlup edip esir aldıkları Liparit’i de Tuğrul Bey’in huzuruna getirmişlerdi (1048/49).10 Bizans imparatorunun esir generalini kurtarmak amacıyla Selçuklu sultanına gönderdiği elçilik heyeti vasıtasıyla taraflar arasında başlayan barış görüşmelerinden Liparit’in serbest bırakılması dışında herhangi bir sonuç alınamadı.11 Çok geçmeden Tuğrul Bey, Anadolu’ya bir sefer düzenledi (1054). Bu sefer sırasında Van Gölü’nün kuzeyindeki Bargiri ve Erciş kalelerini ele geçiren Selçuklu sultanı Malazgirt’i de kuşatmış, fakat ele geçirememişti.12 Baharla birlikte tekrar geri dönmek düşüncesiyle Anadolu’dan ayrılan Tuğrul Bey, bu tarihten sonra şehzade isyanları ve Bağdat’taki hadiselerle uğraşmak zorunda kaldığından Anadolu’ya bir daha sefer düzenleyemedi. Bununla birlikte Selçuklu beylerinin Anadolu’daki faaliyetleri devam etti. Özellikle 1057-58 yıllarındaki iç mücadeleler sırasında Bizans İmparatorluğu’nun Doğu Anadolu üzerindeki kontrolünün iyice azalması, Selçuklu beylerine daha rahat hareket etme imkanı verdi. Salar-ı Horasan, Samuk, Emir Kapar, Kicacic ve Dinar gibi beyler idaresinde Doğu ve Güney doğu Anadolu bölgelerini baştan başa kateden Selçuklu akıncıları başta Erzincan, Sivas ve Malatya olmak üzere birçok önemli merkezi yağmalamışlardı.13

Tuğrul Bey’in ardından Selçuklu tahtına geçen Alp Arslan, ülke içinde düzeni sağladıktan hemen sonra 1064 yılı başlarında Doğu Anadolu ve Gürcistan seferine çıktı. Bu sefer sırasında Bizans’ın doğudaki en önemli merkezlerinden birisi olan Ani’yi ele geçiren14 Alp Arslan, Kars bölgesi hâkimi Gagik’i de Selçuklu vassalı haline getirdi.15 Onun Anadolu’dan ayrılmasından sonra da tıpkı Tuğrul Bey Dönemi’nde olduğu gibi Anadolu’da Bizans ile olan mücadele Selçuklu beyleri tarafından devam ettirildi. Bu dönemde Anadolu’da faaliyetlerde bulunan Selçuklu beyleri arasında en meşhur olanı hiç şüphesiz Afşin Bey idi. Antep, Antakya ve Malatya havalisinde faaliyetlerde bulunduktan sonra İç Anadolu bölgesine girerek 1067 yılında Kayseri’yi ele geçiren Afşin Bey ertesi yıl Suriye’ye kadar inen Bizans ordusunun arkasından dolaşarak İstanbul-Kilikya yolu üzerindeki önemli bir merkez olan Amuriyye (Amorion) kalesini zapt etti. Bu olayı duyan imparator, geri dönüş sırasında Afşin Bey’in yolunu kesmek istediyse de Selçuklu kuvvetlerinin süratle geri çekilmeleri sonucu başarısız oldu.16 Son olarak 1070 yılında Alp Arslan’dan kaçarak Anadolu’ya giren Selçuklu Şehzadesi Erbasan, Sivas yakınlarında mağlup ve esir ettiği Manuel Komnenos’un teklifi üzerine Bizans’a sığınmak için İstanbul’a gittiğinde, onu takip eden Afşin Bey İstanbul Boğazı’nın Anadolu kıyısındaki Kadıköy’e kadar ilerledi. Buradan Erbasan ve yanındakilerin kendisine teslimi için imparatora bir mektup gönderen Afşin Bey, bu isteği geri çevrilince yolu üzerindeki tüm Bizans şehir ve kasabalarını yağmalayarak geri döndü.17

1068 yılında Bizans tahtına geçen IV. Romanos Diogenes askerî alandaki başarıları ve cesaretiyle bazı kesimler tarafından kurtarıcı olarak görülüyordu. Gerçekten de kendisinden önceki imparatorların aksine bizzat ordunun başında sefere çıkan Diogenes, Bizans İmparatorluğu’na yeni bir dinamizm kazandırmıştı. Yaklaşık dört yıl süren saltanatı süresince 1071 Malazgirt bozgunuyla son bulan seferinin dışında 1068 ve 1069 yıllarında olmak üzere Anadolu’ya iki sefer daha düzenlemişti. Ancak dönemin Bizans kaynaklarının da ifade ettiği gibi bu seferler sırasında birkaç önemsiz başarının dışında kalıcı bir sonuç elde edememişti.18 Nihayet bu iki seferde başaramadığını doğrudan Selçuklu başkenti üzerine giderek elde etmeyi düşünen Diogenes, 1071 yılında son seferine çıktı.19 Ancak Malazgirt’te ordusu perişan ve kendisi de esir edilen Diogenes bu seferinin sonunda yalnızca tahtını değil, trajik bir şekilde hayatını da kaybetti.20

Selçuklu-Bizans ilişkilerinde bir dönüm noktasını teşkil eden Malazgirt Savaşı’na değin Bizans kontrolündeki Anadolu’ya düzenlenen Selçuklu akınları her ne kadar iç bölgelere kadar uzanmışsa da bu dönemde doğudaki birkaç merkezin dışında Anadolu’da herhangi bir Türk yerleşiminden söz etmek güçtür. Oysa bu zaferden yalnızca birkaç yıl sonra Kutalmışoğlu Süleymanşah Anadolu’da müstakil bir devlet kuracaktır.

Zengin kaynakları, siyasî ve askerî denetimden uzak olması, Anadolu’yu yalnızca Selçuklu idaresine tâbi Türkmen grupları için değil, rahatça hareket edebilecekleri bir bölge olması bakımından Bizans yönetimine başkaldıran asiler içinde oldukça cazip bir mekan haline getiriyordu. Nitekim 1073 yılında Türkler üzerine gönderilen Bizans ordusunda yer alan ücretli Frank askerlerinin komutanı Ursel, bu sefer sırasında Bizans ordusunu terk ederek Sivas taraflarına gelip bölgede kendi hâkimiyetini kurdu. Çok geçmeden etraftaki Bizans kentlerini yağmalamaya başlayan Ursel, imparator tarafından üzerine gönderilen Caesar Ioannes Dukas’ı da mağlup ve esir etti. Bununla da yetinmeyen bu asi Frank komutanı biraz sonra yeğenine karşı kışkırttığı Caesar’ı da yanına alarak Bizans tahtını ele geçirmek üzere harekete geçti. Üsküdar’a kadar ilerleyerek burasını ateşe veren Ursel, ancak o sıralarda Orta Anadolu’da faaliyetlerde bulunan ve imparator tarafından yardıma çağırılan Artuk Bey tarafından mağlup edilerek etkisiz hale getirilebildi.21 Artuk Bey’in Bizans’a teslim etmeyerek eşinin ödediği fidye karşılığı serbest bıraktığı Ursel, çok geçmeden Bizans yönetimi için yeniden tehlikeli bir hale geldiğinde, bu kez bir başka Selçuklu Beyi Tutak Bey tarafından ele geçirilerek Bizans’a teslim edilmişti.22

Bu tarihten birkaç yıl sonra Kutalmışoğullarının Anadolu’da aktif bir rol oynadıklarını görmekteyiz.23 İlk olarak Urfa ve Birecik taraflarına geldikleri anlaşılan kardeşlerden ikisi bir süre sonra Suriye’deki hadiselere karışmış, ancak Atsız Bey karşısında başarısız olarak bu Selçuklu Beyi tarafından yakalanıp Melikşah’a gönderilmişlerdi.24 Kardeşlerden diğer ikisi Süleyman ve Mansur ise bir süre daha bu bölgede kaldıktan sonra faaliyetlerini kendileri için daha uygun şartlara sahip olan Anadolu’da sürdürmeye karar verdiler. Bu şekilde Anadolu’nun iç bölgelerine yönelen Süleymanşah, ilk olarak Bizans Valisi Martavkosta’nın elinden Konya’yı, ardından da Romanos Makri idaresindeki Gevale kalesini25 ele geçirdi. Ciddi bir direnişle karşılaşmayan Süleymanşah, çok geçmeden Konya’dan İznik kapılarına kadar olan bütün bölgeleri hâkimiyeti altına aldı.26 Onun bu kadar kısa süre içinde böylesine geniş bir alana hâkim olmasında, şahsi kabiliyetlerinin yanı sıra yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu dönemde Bizans’ta eksik olmayan taht mücadeleleri sırasında ortaya çıkan uygun şartların da etkisi olmuştur.

1078 yılında VII. Mikhail’e karşı ayaklanan Anadolu orduları komutanı Nikephoros Botaneiates, başlangıçta kendisini yakalamak üzere harekete geçen Süleymanşah’ı, Erbasan aracılığıyla ikna edip kendi tarafına çektikten sonra İstanbul üzerine yürüyerek tahtı ele geçirdi.27 Kendisine eşlik eden Selçuklu askerlerine karşı çok cömert davranan Botaneiates, Üsküdar’daki karargahlarında şenlikler düzenleyip eğlenen bu birlikleri sık sık İstanbul’a davet ederek onlara bolca hediyeler veriyordu.28 Bizans’ın Balkanlar’daki topraklarına tamamen hakim olan ve imparatorluk iddiasında bulunan Nikephoros Bryennios’a karşı da Botaneiates yine “Bithynia’dan İznik’e kadar olan bölgenin hakimi olan Türklerin reisi Kutalmışoğlu Süleyman ve Mansur’u” yardıma çağırdı. Süleymanşah’ın gönderdiği 2000 kişilik kuvvet Trakya’daki Kalavria savaşında önemli bir rol oynadığı gibi Bryennios’un esir edilmesini de sağlamıştı.29 Öte yandan bu sıralarda Melikşah’ın Kutalmışoğullarını itaat altına almak için Anadolu’ya gönderdiği Porsuk da muhtemelen bu ittifak sayesinde Süleymanşah’a hiçbir şey yapamamıştı.30

Botaneiates ile Süleymanşah arasındaki bu ittifak Süleymanşah’ın 1080 yılında Botaneiates’e karşı ayaklanan Nikephoros Melissenos’u desteklemesi ile son buldu. Süleymanşah tarafından desteklenen Melissenos, I. Aleksios Komnenos’un daha atik davranarak Bizans tahtına oturmasıyla amacına ulaşamadı. Bununla birlikte Melissenos’un saf dışı edilmesinin ardından, Süleymanşah’ın onun muhafaza edilmeleri için Türk garnizonları yerleştirdiği şehirleri bir daha boşaltmaması sonucunda başta İznik olmak üzere Batı Anadolu’daki pek çok şehir Selçuklu hâkimiyetine girmişti.31

Tüm Bithynia bölgesini zapt ederek imparatorluk başkentinin yanıbaşındaki İznik’i kendisine merkez yapan Süleymanşah, biraz sonra İstanbul Boğazı’nın Anadolu sahilinde kurduğu gümrük daireleriyle boğazdan geçen gemilerden vergi almaya başladı.32 Yeni İmparator I. Aleksios Komnenos, batıda Norman Robert Guiskard ile olan mücadeleyi öncelikli olarak halletmeyi düşündüğünden Süleymanşah ile anlaşma yoluna gitti. Belirli bir miktar para karşılığında barış teklifinde bulunan imparatorun bu isteği Süleymanşah tarafından olumlu karşılanınca taraflar arasında bir antlaşma imzalandı (1081).33 Bu antlaşma ile doğu sınırlarını emniyete alan I. Aleksios, ayrıca Normanlar karşısında Süleymanşah gibi güçlü bir müttefik de kazanmış oluyordu. Nitekim I. Aleksios, 1082 yılında Adriyatik kıyısındaki Draç’ı kuşatan Robert Guiskard’a karşı koymak için Selçuklulardan askerî destek aldığı gibi, ertesi yıl Teselya’ya kadar ilerleyerek Yenişehir’i kuşatan Guiskard’ın oğlu Bohemund’a engel olmak için de yine Süleymanşah’tan yardım talep etti. Süleymanşah’ın, gönderdiği 7000 kişilik kuvvet, savaş sırasında büyük yararlılıklar gösterek I. Aleksios’un mücadeleyi kazanmasında önemli bir rol oynadı.34

Tarafların genellikle üçüncü bir düşmana karşı çıkar ilişkisine dayalı olarak birbirleriyle yaptıkları bu ittifaklar uzun ömürlü olmasa da sık sık tekrarlanıyordu. Süleymanşah’ın ölümünün ardından İznik’te yerine bıraktığı Ebu’l Kasım’ın idaresi döneminde de Bizans ile olan ilişkiler inişli çıkışlı bir şekilde devam etti. I. Aleksios, Süleymanşah ile yaptığı antlaşmayı bozarak Bizans aleyhinde faaliyetlere girişen ve ele geçirdiği Gemlik’te küçük bir deniz filosunun inşasına başlayan Ebu’l Kasım ile başlangıçta mücadele etmek zorunda kaldı.35 Ancak Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın İznik’i zapt etmek için Emir Porsuk idaresinde bir orduyu Anadolu’ya göndermesi üzerine kendisi için daha tehlikeli bir rakip olacağını düşündüğü bu Selçuklu beyine karşı Ebu’l Kasım’ı desteklemeyi uygun buldu. Antlaşma şartlarını görüşmek için gittiği İstanbul’da uzun süre imparator tarafından ağırlanan Ebu’l Kasım, her ne kadar İzmit ve çevresinin hâkimiyetini Bizans’a kaptırmışsa da bu ittifak sayesinde İznik’teki durumunu koruyabilmişti.36 Diğer taraftan başta Ebu’l Kasım olmak üzere Anadolu’da başına buyruk hareket eden Türkmen beylerini itaat altına almak isteyen Melikşah da bunun Bizans’ın desteğini almadan sağlanamayacağını anladığından bu doğrultuda girişimlerde bulunuyordu. Bu amaçla imparatora gönderdiği bir mektup ile evlilik yoluyla hısımlık kurmayı öneren Melikşah, eğer bu gerçekleşirse Türkleri kıyı bölgelerinden çekeceğini, tüm hisarları kendisine geri vereceğini ve bütün gücüyle onu destekleyeceğini vaad etmekteydi. Fakat mektubu getiren Siyavuş adlı elçiyi birçok vaadlerle kendi tarafına çekmeyi başaran I. Aleksios, sultanın gönderdiği mektubu kullanarak başta Sinop olmak üzere Türk beylerinin elindeki sahil kentlerini hile ile ele geçirdi. Buna rağmen Melikşah imparatora bu kez Porsuk’un ardından İznik üzerine gönderdiği Bozan aracılığıyla daha önceki tekliflerini yineleyen ikinci bir mektup gönderdi. Melikşah’ın bu konudaki kararlılığını fark eden I. Aleksios, özellikle evlilik konusuna pek sıcak bakmasa da dönemin en kudretli hükümdarı Melikşah’ı karşısına almak istemediğinden ona cevap vermek zorunda kaldı. Fakat Melikşah’ın bu sırada aniden ölmesi yüzünden iki hanedan arasında akrabalık kurma girişimi sonuçsuz kaldı.37

I. Kılıçarslan’ın İznik’e gelerek yönetimi ele almasından (1092/93), I. Haçlı Seferi’ne (1096) kadar geçen süre içinde Selçuklu-Bizans ilişkilerinde herhangi bir değişiklik olmadı. Süleymanşah’ın 1086’daki ölümünün ardından Selçukluların hâkimiyetindeki toprakların büyük oranda I. Aleksios tarafından ele geçirilmiş olması sebiyle I. Kılıçarslan tahta geçtikten hemen sonra Bizans’a saldırıya geçti.38 Ancak çok geçmeden I. Aleksios’un telkinleriyle kayınpederi Çaka (Çakan) Bey’e39 karşı Bizans ile işbirliği yaptı. Bizans sarayında yetişen ve daha sonra oluşturduğu deniz filosuyla İzmir ve civarındaki adaları hâkimiyeti altına alan bu Türk Beyi, ittifak halinde olduğu Peçenek Türkleriyle birlikte Bizans imparatorluğunu sıkıştırmaktaydı.40 1091 Nisan’ında diğer bir Türk kavmi olan Kumanlarla anlaşarak Peçenekleri neredeyse tamamen imha ettiren41 I. Aleksios, Çaka’ya karşı da I. Kılıçarslan’ı kullandı. Selçuklu sultanına gönderdiği mektup ile onu Çaka Bey’e karşı harekete geçmeye kışkırtan imparator bu amacına ulaştı. I. Kılıçarslan ileride kendisine rakip olacağını düşündüğü kayınpederini yanına davet ederek öldürttü.42

Çaka Bey’e karşı birlikte hareket eden taraflar arasındaki ilişkilerin çok geçmeden yeniden gerginleştiğini görmekteyiz. Kumanlarla mücadele ettiği sırada tüm Bithynia bölgesinin Türkler tarafından talan edilmesi üzerine harekete geçen I. Aleksios, tam bu sırada Haçlı ordularının Balkan topraklarına girdiği haberini aldı.43 Bizans’ın uzun süreden beri Batı’dan talep ettiği ücretli askerlerin yerine sayıları yüzbinlerle ifade edilen Haçlı ordularının gelmesi Bizans yönetimini sıkıntıya sokmuştu. Batılıların “hiçbir antlaşmaya uymayan, para düşkünü ve güvenilmez” kişiler olduğunu düşünen I. Aleksios, böylesine büyük orduların imparatorluk arazisinden geçerken sorun oluşturacaklarını bildiğinden tedirgindi.44 Bununla birlikte Bizans, bu Haçlı orduları sayesinde Türkleri kıyı bölgelerinden uzaklaştırmayı başarabilmişti. Nitekim Haçlılar tarafından haftalarca şiddetli bir kuşatma altında tutulan İznik, I. Kılıçarslan tarafından kendi kaderine terk edildikten sonra, şehirdeki Türk garnizonu tarafından Bizans’a teslim edildi (19 Haziran 1097).45 I. Kılıçarslan’ın eşi ve çocuklarının da bulunduğu İznik’in ardından başta İzmir ve Efes olmak üzere Batı Anadolu’nun sahil bölgeleri de Bizans hâkimiyeti altına girdi.46

İznik’in düşmesinden sonra Konya’yı başkent yapan I. Kılıçarslan, Danişmendliler ile birlikte Haçlılara karşı mücadeleye devam etti. 1101 yılında birbiri ardına Anadolu’ya giren Haçlı ordularını yenilgiye uğratan I. Kılıçarslan’ın bu başarıları, Haçlıların yardımıyla Türkleri Anadolu’dan tamamen atmayı düşünen imparatorun umutlarını boşa çıkardı.47 Bir süre sonra I. Kılıçarslan ile bir antlaşma yapan I. Aleksios, buna göre Marmara kıyısındaki bölgeler, ayrıca İzmir ve Antalya havalisi Bizans’a ait olmak şartıyla Anadolu’nun diğer bölgelerinde Bizans’ın eline geçen yerleri Selçuklulara geri vermeyi kabul ediyordu.48

I. Kılıçarslan’ın ölümünden üç yıl sonra yani 1110’da Selçuklu tahtına oturan Şahinşah, idareyi ele aldıktan hemen sonra Bizans topraklarına saldırıya geçti. Ancak bu ilk girişiminde başarısız olan Şahinşah, imparatora barış teklifinde bulunmak zorunda kaldı. İmparator, huzuruna gelen Selçuklu elçilerini büyük bir saygıyla karşılamış ve uzun görüşmeler sonunda taraflar arasında maddeleri ve içeriği bugün tam olarak bilinmeyen bir antlaşma yapılmıştı.49 Fakat bu barış uzun sürmedi. Yaşı bir hayli ilerlemiş olan I. Aleksios’un hastalığı Şahinşah açısından büyük bir fırsat olarak değerlendirildiğinden Selçuklular çok geçmeden İznik’e kadar olan bölgelere akınlar düzenleyerek etrafı yağmaladılar. Hasta yatağında Türklerin bu faaliyetlerini öğrenen I. Aleksios, tüm rahatsızlığına rağmen Konya üzerine bir sefer düzenlemeye karar verdi. Ancak ordusuyla Konya’ya doğru ilerleyen imparator Akşehir’den öteye gidemedi ve kendisine sığınmış olan bölgedeki Rumları da Bizans topraklarına iskan ettirmek üzere yanına alarak geri döndü. İmparatorun elle tutulur bir başarı elde edemediği bu seferinden geri dönüşü sırasında ilginç bir gelişme olmuş ve sultan tarafından gönderilen Selçuklu elçileri, I. Aleksios’a barış teklifinde bulunmuşlardı. Selçuklu sultanının böyle bir teklifte bulunması bu sırada kayınpederi Danişmendli Emir Gazi ile birlikte harekete geçen kardeşi Mesud’un isyanı ile ilgiliydi. İmparator ile yapılan antlaşmanın ardından geri dönerken Mesud’un askerleri tarafından yakalanan Şahinşah, önce gözlerine mil çekilerek kör edilmiş daha sonra boğularak öldürülmüştü (1016/17).50

Sultan Mesud’un Emir Gazi’nin yardımıyla Selçuklu tahtına oturmasından yaklaşık iki yıl sonra I. Aleksios Komnenos da öldü. Kardeşi Anna Komnena ve eşi Nikephoros Bryennios’un başını çektiği bir suikast girişimini şahsi kabiliyeti ve Türk asıllı Ioannes Aksukhos51 sayesinde etkisiz hale getirerek İstanbul’da idareyi tamamen ele alan II. Ioannes Komnenos’un Bizans tahtına geçmesinin ardından Türkler ve Bizanslılar arasındaki savaşlar yeniden başladı.

1119 yılında Denizli ve çevresine hâkim olan Türkler üzerine sefere çıkan II. Ioannes, bölgenin Selçuklu Valisi Başara’yı mağlup ederek Denizli’yi yeniden Bizans arazisine kattı.52 Bundan bir yıl sonra yeniden Türkler üzerine sefere çıkan imparator, başta Uluborlu olmak üzere pek çok şehri ele geçirdi.53 Fakat bu sırada Peçenek Türklerinin Balkanlar’da imparatorluk arazisine akınlar yapmaları, II. Ioannes’i seferi yarıda keserek İstanbul’a dönmek zorunda bıraktı.

Öte yandan kayınpederinin yardımıyla tahta geçen I. Mesud’un iktidarı Ankara ve Kastamonu bölgelerine hâkim olan kardeşi Melik Arap tarafından tehdit edilmekteydi. Daha önce Selçuklular elinde bulunanan Malatya’nın 1124 yılında Danişmendliler tarafından zapt edilmesini bahane eden Melik Arap, 1126 yılında Emir Gazi’nin Artuklularla meşguliyetini fırsat bilerek Mesud üzerine yürüdü. Melik Arap karşısında mağlup olan Mesud, destek bulmak amacıyla İstanbul’a, imparatorun yanına gitti. İmparator tarafından çok iyi karşılanan sultan, Bizans’tan aldğı asker ve para yardımıyla geri döndü ve Emir Gazi ile birleşerek Melik Arap’ı mağlup etti.54

1122/23’te Peçenekleri ağır bir yenilgiye uğratan, ardından da Macarları itaat altına alan55 II. Ioannes, böylece batıda güvenliği sağladıktan sonra tekrar doğuya yöneldi. Batıdaki meşguliyeti sırasında Karadeniz sahillerine kadar ilerleyen Türkleri bu bölgelerden çıkarmak üzere 1130 yılında sefere çıkan imparator, Kastamonu’yu ele geçirdi. Fakat II. Ioannes’in İstanbul’a dönmesinden hemen sonra bu şehir yeniden Türklerin eline geçti.56 II. Ioannes’in Kastamonu’yu aldıktan sonra apar topar İstanbul’a dönmesi kardeşi Isaakios Komnenos’un tahtı elde etmek üzere başlattığı isyan yüzündendi. Bizans kaynaklarında ağabeyinin tahta geçmesinde herkesten çok katkısı olduğu belirtilen57 Isaakios, daha sonra iktidar hırsına kapılarak, bu sefer sırasında ordudaki bazı komutanlarla birlikte II. Ioannes’e bir komplo hazırlamış, ancak bunun anlaşılması üzerine oğlu Ioannes ile birlikte orduyu terk ederek Türklere sığınmıştı. Anadolu’daki Bizans karşıtı güçlerle birleşerek tahtı ele geçirmeyi planlayan Isaakios, Danişmendlilerin ve Selçukluların desteğini aldıktan sonra bir süredir İstanbul yönetimi ile arası açık olan Trabzon ve çevresinin hâkimi Konstantin Gabras’ın yanına giderek onu da bu ittifaka katılmaya ikna etti. 1130/31 kışını Emir Gazi ve Sultan Mesud’un yanında Malatya’da geçiren Isaakios ve oğlu ardından Çukurova’ya Ermeni Leon’un yanına gitti. İlk önceleri Leon ile çok iyi anlaşan ve hatta kızıyla evlenerek onunla akrabalık kuran Isaakios, bir süre sonra Ermenilerle arası açıldığından Çukurova’dan ayrılıp tekrar Konya’ya Sultan Mesud’un yanına döndü.58 Bu arada kardeşinin Anadolu’da kendi aleyhinde giriştiği faaliyetlerden rahatsız olan II. Ioannes, Isaakios’a destek verenleri cezalandırmak ve bu ittifakı parçalamak amacıyla 1132 yılında Kilikya seferine çıktı. Bu sefer sırasında Türkler ve Ermenilere karşı başarılar kazanan imparator birkaç kaleyi de ele geçirdi.59

Diğer taraftan II. Ioannes’in İstanbul’dan ayrılmasını fırsat bilen Isaakios taraftarları İstanbul’da bir ayaklanma başlatmışlardı. Bu harekete destek veren Selçukluların Uluborlu’ya saldırması, Danişmendlilerin de Paflagonya bölgesindeki Zinin kalesini kuşatmaları üzerine derhal geri dönen imparator kendisine karşı başlatılan bu çok yönlü harekâtı etkisiz hale getirerek duruma hâkim oldu.60 Destek bulma ümidiyle son olarak Haçlı kontları yanına giden Isaakios, burada da aradığı yardımı bulamadı.61 Tahtı ele geçirme planları böylece suya düşen Isaakios, artık hiçbir şansı kalmadığını anlayınca ağabeyinden af dilemek üzere 1139 yılında İstanbul’a döndü. II. Ioannes de tüm yaptıklarına rağmen kardeşini ve yeğenini affederek onlara eski makamlarını iade etti.62


Yüklə 14,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   51   52   53   54   55   56   57   58   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin