İlk Müslüman


Saruhanoğulları Beyliği / Doç. Dr. Ahmet Şirşirgil [s.787-792]



Yüklə 14,56 Mb.
səhifə79/95
tarix17.11.2018
ölçüsü14,56 Mb.
#83295
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   95

Saruhanoğulları Beyliği / Doç. Dr. Ahmet Şirşirgil [s.787-792]

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

1232 yılında Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad, gerek Moğolların hareketlerini izlemek gerekse Ahlat ve çevresini zapt etmek üzere namlı komutanlarından Kemaleddin Kamyar’ı bu bölgeye göndermişti. Kamyar, son yıllardaki savaşlardan dolayı perişan ve Celaleddin Harezmşah’ın ölümüyle de başsız bir hale düşmüş Ahlat, Van, Bitlis, Vastan, Adilcevaz, Sürmari ve diğer şehirlere kolaylıkla sahip oldu. Bölge halkı, sultanın ordusunu ve sancağını her yerde sevinçle karşılamıştı. Bölgeyi nizam ve intizama koyan düzenlemeleri gerçekleştiren Kamyar, Ahlat’ın subaşılığına Sinaneddin Kaymaz’ı getirdikten sonra merkeze döndü.

Bir müddet sonra Kaymaz, Sultan Alaeddin Keykubad’a gönderdiği raporda Harezm beylerinden Kayır Han’ın askerleri ile Tatvan’da konakladığını ve ticaret kervanlarını vurup etrafı yağmaladıklarını bildirdi. Alaeddin Keykubad ise Kaymaz’a onları güzel vaat ve sözlerle hizmete davet etmesini ve gönüllerini kazanmasını emretti. Bu emir üzerine Kaymaz Tatvan’a giderek Harezm beyleriyle görüştü. Sultanın kendileri hakkında hiçbir kötülük düşünmediğine yeminler etti. Bu başıboş hayatı bırakıp sultana itaat etmelerini ve devletin emirleri arasında yer almalarını teklif etti. Kayır Han, Bereket Han, Saru Han, Küçlü Han ve Arslan Togu hanlar bu teklifi kabul ederek Selçuklu hizmetine girdiler.1 Sultan Alaeddin Keykubad, maiyyetine giren bu Türkmen emirlerini ülkesinin muhtelif bölgelerine değişik vazifeler ile göndermiştir. İşte bu emirlerden bir tanesi de ileride Manisa ve çevresinde bir beylik kuracak olan Saruhan’ın büyük ceddi Saru Han Bey idi. Bu uç beyleri gaza ve cihad ile meşgul olup yeni yerler fethettikçe şan ve itibarları artıyor ve sultan tarafından bunlara “Emirü’l-ümera”, “Melikü’l-ümera” gibi unvanlar veriliyordu.2

Asrın sonlarına doğru, Saru Han’ın Alpağı adlı oğlundan doğan3 ve ileride kendi adına bir beylik kuracak olan Saruhan Bey de Selçuklu emirleri arasında yerini almıştı. Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamaya başlayıp, Anadolu’nun Moğol istilasına uğramaya başlamasıyla sayısız Türkmen boyları Batı Anadolu bölgesine doğru hareketlendiler. Dolayısıyla bu uç bölgelerindeki Bizans şehir ve kasabaları hızla Türkmenlerin eline geçmeye başladı.4

Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesud’un ümerasından olan Saruhan Bey’in uçtaki ilk faaliyeti aynı sultanın ikinci defa tahta çıktığı yıla rastlar (1302). 1305’te Manisa mıntıkasında faaliyetlerini artıran Saruhan Bey, Manisa şehrini de tehdit etmeye başlamıştı. Kıyı ucunda bu faaliyetlerin artması üzerine Bizans İmparatoru II. Andronikos, Batı Anadolu’ya oğlu IX. Mihail’i gönderdi. Bu prens, Katalan kuvvetlerinin de desteği ile Manisa’ya kadar geldi ise de Saruhanoğullarına hiçbir zarar veremeden sahile çekildi. Bu arada Katalan kuvvetlerini Danya kalesinde muhasara eden Saruhan Bey burayı almaya muvaffak olamadı.5 Bilhassa Katalanların bölgeyi terk etmelerinden sonra Manisa’ya karşı hücumlarını artıran Saruhan Bey, 1308 yılına kadar civarındaki kasaba ve köyleri tamamen zapt etti. Nihayet 1313’te Türklerin Leşkeriş ili (Laskaris ili) dedikleri Manisa’yı da fethetti.6 Rivayete göre Saruhan Bey son derece kurnazca yaptığı bir hücum neticesinde şehre girip fethi gerçekleştirmiştir. Halk bu günü “Namaz gecesi” adıyla anmış ve mübarek bilmiştir.7 Manisa’nın fethine kardeşi Çuğa Bey ile Ali Paşa da katılmıştır.

Saruhan Bey Manisa’nın fethinden sonra ile beyliğini eski Türk adeti gereğince kardeşleri arasında paylaştırdı. Kendisi Ulu Bey sıfatı ile merkez Manisa’da otururken, kardeşi Çuğa Bey’e Demirci ve yöresini, diğer kardeşi Ali Paşa’ya ise Nif’in (Mustafa Kemal Paşa) idaresini vermiştir. Ali Paşa hakkında kaynaklarda başka bilgi yoktur. Çuğa Bey’in ölümünden sonra Demirci’nin idaresi Saruhan Bey’in oğlu Devlethan’a, onun ölümünden sonra da Yakup Çelebi’ye geçmiştir.8

Saruhan Bey kısa sürede yaptığı fetihler ile beyliğini Alaşehir’den İzmir ve Ege Denizi kıyılarına kadar uzatmıştır. Buna göre Saruhan Beyliği’nin sınırı doğuda Alaşehir’in batısından batıda İzmir Körfezi’ne, kuzeyde Bergama’dan Güneyde Nif, Turgutlu ve Kemaliye’nin güneyine kadar uzanıyordu. Saruhanoğulları Beyliği’nin doğusunda germiyan, kuzeyinde Karasi ve güneyinde Aydın Beyliği toprakları var idi. Böylece Saruhanoğulları’nın üç tarafı yeni kurulan beylikler ile çevrilmiş olduğundan yalnız kıyı tarafı genişlemeye, gaza ve sefer yapmaya elverişli idi.

Bu sebeple Saruhan Bey tesis ettiği donanma ile denizciliğe başladı. Foça, Sakız ve Naksos’daki Cenevizliler ile Midilli’yi vergiye bağladı. Anlaşmaya göre Foçalılar, Saruhan Bey’e her sene 15.000 gümüş para vermeyi taahhüt ediyorlardı. Bu parayı, şehrin beyi, her sene Manisa’ya götürmekte ve Saruhan Bey’e teslim etmekteydi.9 Bu meblağa karşılık Saruhanoğullarının da Latinlere bazı hak ve imtiyazlar tanıdıkları sanılmaktadır.

1329 yılında, Bizans İmparatoru III. Andronikos Paleologos, imparatorluğun aleyhine olarak memleketini genişletmekte olan Osmanlı sultanı Orhan Gazi’ye karşı Saruhan ve Aydınoğullarından yardım istemişti. Nitekim bu isteği olumlu karşılayan Saruhanoğulları, Bizans ve Aydınoğulları ile beraber hareket ederek Gelibolu’ya saldırmışlar, pek çok ganimet ve esir elde ederek10 memleketlerine dönmüşlerdir. 1334 yılında yine müttefik Aydın ve Saruhanoğulları donanması 270 gemilik bir filo ile Yunanistan sahilleri ve Trakya kesimine büyük bir sefer düzenlemişlerdir. Sayısız esir ve ganimet elde edilen bu seferde, Saruhan gemilerine Saruhan Bey’in oğlu Süleyman Bey kumanda etmiştir.

1335’te Midilli’yi zapt eden Foça valisi Dominik, Saruhanoğlu Süleyman Bey ile birçok adamını da hile ile esir almıştı. Ardından bağımsızlığını ilan ederek Bizanslılara karşı ayaklandı. Bizans İmparatoru III. Andronikos, asi valiyi cezalandırmak için bir donanma ile Foça önlerine gelerek şehri denizden kuşattı ise de bir netice elde edemedi. Bunun üzerine dostu ve müttefiki Saruhan Bey’i yardımına çağırdı. Saruhan Bey esir olan oğlu Süleyman ve arkadaşlarının kendisine teslim edilmesi şartı ile yardımda bulunabileceğini bildirdi. İmparator III. Andronikos’un bu şartları kabul etmesi üzerine Saruhan Bey getirdiği süvari ve piyade kuvvetleri ile Foça’yı karadan kuşattı. Muhasara beş ay kadar sürmesine rağmen kale bir türlü düşürülemedi. Bu durum üzerine imparator, müttefiki Aydınoğulları’nı da yardıma çağırdı. Aydınoğlu Umur Bey donanmasını yardıma göndererek gemilerinden bir kısmını Saruhan Bey’in, 24 tanesini de imparatorun emrine verdi. Müttefik donanması bir deniz savaşı yapmak istedi ise de Dominik buna yanaşmadı. Bu sebeple kuşatma uzadı. Sonunda İmparator, Dominik ile anlaşarak Süleyman Bey ve adamlarını serbest bıraktırdı.11

Böylece düzelen Saruhan-Bizans münasebetleri 1341’de yeniden bozuldu. Zira bu tarihte Bizans tahtında meydana gelen değişiklik, Saruhan Bey’i ümitlendirmişti. Bizans İmparatoru III. Andronikos’un ölümü üzerine Saruhan Bey’in dostu Kantakuzen, İmparatorluk tacını giyerek mücadeleye başlamıştı. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Saruhan Bey de Gelibolu ve dolaylarını vurdurmak için güçlü bir filo gönderdi ise de bir muvaffakiyet kazanamadı. Hatta Bizans donanması Saruhan kıyılarına gelerek donanmanın yokluğundan da faydalanarak yağma ve tahripte bulunmuştur.

Saruhanoğulları için bu felaketi dostu ve müttefiki olan Aydınoğlu Umur Bey’in Haçlıların hücumuna uğraması ve Latinlerin İzmiri alması takip etti (1344). Bu gelişmeler, Saruhanoğulları’nın ticari imkanlarını önemli ölçüde azaltmıştı. Bu sırada Kantakuzen, dostu Umur Bey’e haber yollayarak yardım istemişti. Yirmi bin süvari ile karadan gitmeye karar veren Umur Bey, Saruhan topraklarından geçmek için izin istedi. Saruhan Bey aralarındaki ihtilaflı toprakları iade etmesi şartıyla Umur Bey’e istediği müsaadeyi verdi. Ayrıca içinde bulunduğu iktisadi bunalımı aşmak üzere bu sefere kendi kuvvetlerinin de katılmasını arzu etti. Kuvvetlerini oğlu Süleyman Bey’in kumandasında Umur Bey’e katarak İstanbul üzerine sevk etti. Saruhan kuvvetleri, Umur Bey’le beraber Trakya’ya geçip Kantakuzen’in kuvvetleriyle birleştiler. Fakat İstanbul önüne gelindiğinde, Süleyman Bey hummaya tutularak vefat etti (1345).12

Kantakuzen, Süleyman Bey’in ölümü ve Saruhan kuvvetlerinin ülkelerine dönmesi üzerine Umur Bey’in de tavsiyesiyle, Anadolu’da gittikçe büyük bir güç haline gelmekte olan Osmanlılarla antlaşmaya girişmiş ve bu maksatla da kızını Orhan Bey’e vermiştir. Öte yandan İmparatoriçe de Kantakuzen’in kızını Orhan Bey’e vererek kuvvetlenmesinden endişeye düştüğünden Saruhan Bey ile ittifaka karar vermiştir. Bu sebeple devlet ileri gelenlerinden Tagaris’i Manisa’ya Saruhan Bey’le anlaşmaya gönderdi. Ancak Tagaris Manisa’ya geldiğinde Saruhan Bey’in ölümüyle karşılaştı. Bu duruma rağmen Tagaris Saruhan Bey’in yerine geçen oğlu Fahreddin İlyas Bey’le bir anlaşma yapmaya muvaffak olmuştur.13

Saruhan Bey gerek çok sevdiği oğlu Süleyman Bey’in vefat haberi ve gerekse arzu ettiği imkanlara kavuşamamasından dolayı müteessir olarak 1346 yılında vefat etti.14 Beyliğe en parlak dönemini yaşatan Saruhan Bey, aynı zamanda Manisa’ya bir Türk-İslam şehri hüviyetini kazandıran hükümdardır. Anadolu’yu gezen seyyah İbn Battuta, Manisa’da Saruhan Bey’le görüştüğünü ve Saruhan Bey’in son yıllarında şehrin tamamen bir Türk şehri hüviyetine büründüğünü yazmaktadır.15 Saruhan Bey’in oğulları Temur Han, Orhan, Süleyman Bey, İlyas Bey, Devlethan ve Budak Paşa bilinmektedir. Bunlardan Devlethan Demirci’yi ve Budak Paşa Gördes’i idare etmiştir. Saruhan Bey Manisa’da Körhane denilen bir türbeye defnedilmiştir. Saruhan Bey Dönemi’nde beyliğe ait olarak Manisa’dan başka Gördes, Adala, Akhisar, Turgutlu, Karacalar, Nif, Ilıca, Kayacık, Demirci, Urganlı, Manisa, Gördek, Güzelhisar ve Tarhanyat şehir ve kasabaları bulunuyordu.

Saruhan Bey’in ölümü üzerine yerine geçen Fahreddin İlyas Bey İmparatoriçe ile yaptığı dostluk antlaşmasına sadık kaldı. Nitekim İlyas Bey İmparatoriçe’ye yardım için 1346 yazında altı bin kişilik bir kuvveti harekete geçirdi. Aynı maksatla Aydınoğlu Umur Bey de iki bin kişilik bir birliği Trakya’ya sevk etmişti. Fakat İmparatoriçeye yardıma giden Saruhan ve Aydın kumandanları yolda anlaştılar. İlk olarak İstanbul’a giderek İmparatoriçe’den para ve hediyeler aldılar. Ondan sonra Trakya’ya geçen bu kuvvetler Kantakuzen ile ittifak ederek onun emrine girdiler.16 Kantakuzen ile beraber Bulgaristan topraklarına saldıran Saruhan ve Aydın birlikleri, pek çok ganimet ve esir elde ederek yurtlarına dönmüşlerdir.

İlyas Bey’in bu seferi Saruhanoğullarının Rumeli’ye yaptıkları son sefer olmuştur. Çünkü bu sırada Osmanlılar Karesi Beyliği’ni ilhak ederek Saruhanoğullarına komşu olmuşlardı. Daha sonra Gelibolu ve Trakya’da sürekli fetihler yapan Osmanlılar, Saruhanoğullarının gaza ve korsanlık yaptıkları yolları tıkadılar. Böylece kuzey kıyıları gibi batı sahilleri de Saruhanlılara kapanmış oldu. Bu arada İzmir’i almak isteyen Gazi Umur Bey, Latinler karşısında şehid düşmüş (1348) ve İzmir tamamıyla Latinlerin eline geçmişti. Bu durum da Saruhan deniz ticaretine önemli ölçüde darbe vurmuştur. Muhtemel olarak İzmir’e yerleşen Latinler doğu komşuları olan Saruhanlılardan bazı imtiyazlar elde ederek onların deniz ticaretlerine ve korsanlık yapmalarına engel olmuşlardır. Nitekim bundan sonra Saruhanoğullarının gaza ve korsanlık yaptıklarına dair kaynaklarda hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır.

1356 yılında Osmanlı sultanı Orhan Gazi’nin oğlu Halil, Gemlik sahilinde gezerken Foçalılar tarafından esir edilmişti. Halil’i kurtarmak için Foça’yı abluka altına alan İmparator Yuannis Paleologos dostu olan İlyas Bey’den yardım istedi. Bu isteği kabul eden İlyas Bey Foça’yı karadan kuşatınca Foçalılar Halil’i serbest bırakıp imparatora tabiiyetlerini bildirdiler. Bu sırada İlyas Bey Bizans İmparatoru V. Yuannes Paleologos’u hileyle esir ederek, yüklüce bir fidye almayı planladı. Ancak İlyas Bey’in kendisine bir tuzak hazırladığını haber alan Yuannis, bunu hissettirmeden Saruhanoğlunu bir ziyafet bahanesiyle donanmasına davet etti. Gemiye gelir gelmez de yakalatarak hapsettirdi. İlyas Bey bu durumdan zevcesinin verdiği fidye-i necat17 ve çocuklarını rehin bırakarak kurtulabilmiştir.

Son dönemlerinde daha sakin bir hayat süren Fahreddin İlyas Bey’in 1364 yılında vefatı üzerine yerine, oğlu Muzafferrüddin İshak Bey Saruhan hükümdarı olmuştur.18 İlyas Bey Manisa’da bir mescit ile bir çeşme yaptırmıştır. Kendisinin nerede gömülü olduğu belli değildir.

İlyas Bey’in oğlu İshak Bey, babasının sağlığında Menemen’i idare ediyordu. O, beyliğin en zayıf bir zamanında başa geçmesine rağmen döneminde Saruhanoğulları en parlak devrini yaşamıştır. İmar faaliyetleri ile beyliğin ve bilhassa merkez Manisa’nın çehresi değişmiş olup, bu eserlerin bir kısmı günümüze kadar da gelebilmiştir. İshak Bey’in Mısır Memlûk sultanı ile mektuplaştığı bilinmektedir. Rodos adasının şövalyelerden alınması için yapılacak sefere diğer Anadolu beyleri gibi İshak Bey de davet edilmiş ve kendisine 1366 tarihli sultanın namesi gelmiştir.19 Bu mektup İshak Bey’in meşruiyetinin ve Memluklerce tanındığının açık bir göstergesidir.

İshak Bey, beylik ettiği müddetçe özellikle güçlü komşusu Osmanlılarla iyi geçinmeye itina gösterdi. Böylece beyliğini sulh ve sükun içerisinde tutarken imar faaliyetlerine de geniş zaman ayırabilmiştir. Sultan I. Murad’ın oğlu Yakup Çelebi ile Bayezid’in sünnet düğünlerine nadir bulunan kıymetli hediyelerle elçiler göndermiştir. Yine Şehzade Yıldırım Bayezid’in Germiyan Beyi’nin kızı ile Bursa’da yapılan mutantan evlenme merasimine elçi ve hediyeler yollayan beyler arasında Saruhanoğlu’nun da adı geçmektedir. Diğer taraftan bu olaylar, Osmanlıların Rumeli’de tutunabilmek ve fetih hareketlerini devam ettirebilmek için Anadolu yakasındaki beyliklerle dostluk ilişkilerini kurmak hususunda her fırsattan faydalandıklarını başta Saruhanoğulları olmak üzere beyliklerinde kendi hakimiyetlerine halel gelmemesi şartıyla buna olumlu tepki verdiklerini göstermektedir. Ayrıca Saruhanoğulları, deniz hakimiyetlerini kaybettiklerinden Osmanlılarla birlikte Rumeli’de giriştikleri savaşlardan önemli ölçüde ganimet elde edebiliyorlardı

İshak Çelebi’nin Mevlevi oluşu sebebiyle zamanında Manisa’da Mevleviliğin itibarı bir hayli artmıştır. Onun bir mevlevihane yaptırması yanında Çelebi unvanını taşıması ve yine bu aileden birkaç kişinin aynı unvanı alması, bu sevginin bir delili olarak görülmektedir. İshak Bey için kitabeler ve vesikalarda “Sultan, Emir, Sultanü’l-Azam, Çelebi, Han, Mücahid”gibi unvanlar kullanılmaktadır.20

Osmanlı-Karaman ve Memlûkler arasında hassas dengelere dayalı politikasını ana siyaset olarak kabul eden, zaman zaman da Osmanlıların nüfuzunu kabul edip onların seferlerine yardımcı kuvvet gönderen İshak Bey bu sayede uzunca bir süre beyliğinin başında rahat bir biçimde hüküm sürmüştür. İshak Çelebi tahminen 1388’de vefat etmiş ve sağlığında yaptırttığı türbesine defnolunmuştur. Uzun müddet Manisa’da valilik yapan Şehzade Mehmed (Fatih), tanzim ettirdiği vakfiyesinde İshak Beyden sitayişle bahsetmektedir.

İshak Çelebi’nin ölümü üzerine, Hızırşah ve Orhan isimlerindeki iki oğlundan Hızırşah hükümdar olmuştur. Orhan Bey ise onun idaresini tanımayarak saltanat mücadelesine girişmiştir. Ancak Orhan Bey’in bu mücadeleyi kaybederek Osmanlılara sığındığı ve Hızırşah’ın Manisa’ya hakim olduğu anlaşılmaktadır.Türklerin Balkanlar’daki durumunu tayin ve Rumeli’de kati olarak yerleşmesini temin eden Birinci Kosova Muharebesi’ne (1389), Osmanlı ordusu ile birlikte Saruhan, Candar, Aydın, Menteşe, Germiyan ve Hamid kuvvetlerinin de katıldıkları görülmektedir. Ön saflarda çarpışan ve mühim başarılar gösteren Anadolu birlikleri, zaferin elde edilmesinde büyük rol oynamışlardır.21

Ancak Türklerin kesin bir zaferiyle neticelenen savaş sonunda, Sultan I. Murad şehit olurken yerine geçen oğlu Bayezid ise emirlerin kararıyla kardeşi Yakup Çelebi’yi ordugahta boğdurttu. Bu durum asker ve bazı emirler arasında hoşnutsuzluğa neden oldu. Fırsatı kaçırmak istemeyen Anadolu beylikleri de Karamanoğullarının etrafında toplanarak, Osmanlı Devleti’ne karşı bir ittifak meydana getirdiler. Saruhanoğlu Hızırşah da bu ittifak içerisinde yerini almış bulunuyordu.22

Anadolu beyliklerindeki bu gelişmeler üzerine Yıldırım Bayezid, 1389’da süratle Batı Anadolu seferine çıktı. Karşı duramayacağını gören Hızırşah, Bayezid’i hürmetle karşılayarak tabiiyetini arz etmiş ve memleketini sulh yolu ile Osmanlılara bırakmıştır.23 Bir rivayete göre Osmanlılara karşı Karamanoğlu liderliğinde tertip olunan ittifaka Saruhanoğullarından Orhan Bey katılmıştır. Nitekim Yıldırım Bayezid ona karşılık kendisine tabiiyetini arz eden Hızırşah’a Demirci, Adala, Gördes, Kayacık ve Kemaliye taraflarından oluşan beyliğin doğusunu bırakmıştır.

Bu durum üzerine Saruhanoğlu Orhan Bey, Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey’le ittifaka girişmiş ise de ertesi yıl Bayezid’in bu beylik üzerine gerçekleştirdiği seferde yakalanarak Bursa veya İznik’e sürülmüştür. O, daha sonra buradan Sinop’a kaçarak İsfendiyaroğlu’na sığınmıştır. Osmanlı Sultanı ise 1392 yılında Candaroğulları üzerine sefere çıkarak Kastamonu’yu almış ve ardından Sinop’u tehdide başlamıştır. Bu durum karşısında padişahla anlaşmak zorunda kalan Candaroğlu İsfendiyar Bey, kendisine sığınan Anadolu beylerini de himaye etmekten vazgeçmiştir.24 Kendilerini tehlikede gören Saruhan, Menteşe ve Aydın beyleri ise Sinop’u terk ederek Timur’a sığınmak zorunda kalmışlardır.25

Öte yandan Osmanlılar Manisa’yı 1390 yılında aldıktan sonra Karesi ile birleştirerek Bey Sancağı yaptılar.26 Yıldırım Bayezid buraya önce oğlu Ertuğrul’u, onun ölümü (1392) ile de Emir Süleyman’ı tayin etti. Hızırşah Bey’in bu dönemde Demirci, Kemaliye ve Kayacık taraflarının idaresiyle meşgul olduğu ve imar faaliyetlerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Hızırşah’ın Manisa Valisi Emir Süleyman’la çok iyi anlaşıp dost olduklarına dair bilgiler de mevcuttur.

Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Anadolu’yu eski sahiplerine dağıtan Timur, Saruhan Beyliği’ni de yanında bulunan Orhan Bey’e verdi. Nitekim 17 Ağustos 1402 tarihinde Manisa’ya gelen Orhan Bey beyliğin başına geçmiştir. Orhan Bey beyliğini meşru göstermek için de 1403 tarihli sikke bastırmıştır.27 Fakat çok kısa bir müddet sonra, bilhassa Timur’un Anadolu’dan çekilmesinden itibaren Denizli taraflarında hüküm sürmekte olan Hızırşah, tekrar gelerek beyliğe hakim oldu.

Hızırşah, Fetret Devresi’nde Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki mücadelede eski dostu Emir Süleyman’ın tarafını tutmuştur. Muhtemelen kardeşi Orhan’a karşı galebesini de Emir Süleyman’ın desteği ile sağlamış olmalıdır. Hızırşah, Aydınoğlu Cüneyd ve Menteşoğlu İlyas Bey’le beraber Süleyman Çelebi’nin, Çelebi Mehmed’e karşı Anadolu’daki en güçlü destekçisi idi.

Çelebi Mehmed, Emir Süleyman’a karşı başarılı olabilmek için öncelikle Anadolu’ya hakim olabilmek gerektiğini bunun için de beylikleri itaat altına alması lazım geldiğini düşünüyordu. Bu maksatla 1410 yılında Batı Anadolu seferine çıktı. Müttefik kuvvetleri perişan eden Çelebi Mehmed itaatini arz eden Aydınoğlu Cüneyd Bey’i affederken Manisa’ya kaçan Hızırşah Bey’in takibini emretti. Süratle Manisa üzerine yürüyen Çelebi Mehmed’in kuvvetleri hamamda yıkanmakta olan Hızırşah’ı yakalayarak Çelebi Mehmed’in huzuruna getirdiler. Hızırşah öldürüleceğini anlayınca Çelebi Mehmed’den atalarının yanına gömülmesini ve vakıflarına dokunulmamasını rica etti. Çelebi Mehmed, bu istekleri kabul ettiğini bildirdikten sonra Hızırşah’ı idam ettirdi.28 Hızırşah’ın ölümü ile (1410) Saruhanlıların Manisa kolu sona ermiş olmaktaydı. Fakat Demirci kolu devam etmiştir.

Hızırşah da babası gibi birçok hayır kurumları yaptırmış ve vakıflar ihdas etmiştir. Hızırşah’ın Adala’da cami, medrese, imaret ve hamamı, Alaşehir’in Kemaliye köyünde Hızır Paşa Camii ile bir hamamı ve Manisa’da Çınar zaviyesi yaptırdığı bilinmektedir.29

Hızırşah’ın ölümünden sonra Devlethan’ın oğlu Yakub Bey, Demirci’de hüküm sürmeye devam etmiştir. Nitekim Yakub Han’ın burada 1407 yılında yaptırdığı bir cami olup orda ki bir hamamı da bu camiye vakfetmiştir. Budak Paşa oğlu Begce Bey de Gördes’te bir cami ve hamam yaptırmıştır. Bunlardan başka bu aileden Hayreddin ve Yusuf Çelebi adlı iki kişi daha bilinmekte ise de haklarında malumat yoktur.

Bu arada Hızırşah’ın kardeşi olan Orhan, ağabeyinin ortadan kaldırılmasından ve Çelebi Mehmed’in bu bölgelerden çekilmesinden sonra Manisa’ya gelerek burayı ele geçirmiş ve istiklalini ilan etmiştir. Bu durum onun 1411 tarihli bir parasının bulunmasından anlaşılmaktadır. Ancak 1412 yılında bu bölgeyi yeniden itaat altına alan Çelebi Mehmed’in Orhan Bey’i de bertaraf ettiği görülmektedir.30 Böylece Saruhanoğulları Beyliği tamamıyla Osmanlı idaresi altına girmiş oldu. Orhan Bey, 1412 yılında vefat etmiştir.

Saruhanoğulları, 1300 yıllarında Manisa bölgesinde faaliyet gösterip Manisa’yı zapt ettikten sonra bölgedeki güçlü Türkmen beyliklerinden biri olmuşlardır. Özellikle deniz gazaları ve seferleri dolayısıyla İslam dünyasında önemli bir mevki kazanmışlardır. Tıpkı Osmanlı Beyliği’nin kuruluş ve gelişmesinde görüldüğü gibi Saruhanoğulları Beyliği’nde de Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum gibi toplulukların gazalarda bulundukları anlaşılmaktadır. Saruhan Bey sınırdan denize ulaşıncaya kadar bunlardan faydalandığı gibi, bu toplulukların deniz gazaları ve seferlerine katılıp Saruhanlıların mücadele kudretini artırdıkları görülmektedir. Nitekim Saruhanoğullarının yaptıkları bağışlar, verdikleri mülknameler gözden geçirilecek olursa, başta abdallar olmak üzere ahilerin ve gazilerin bu beyliğin kurulmasında ve yayılmasında nasıl bir yol aldıkları daha iyi anlaşılır.

Saruhanoğullarının da dahil bulunduğu Batı Anadolu Türkmen dünyası, her ne kadar idari bakımdan birbirinden ayrı bir siyasi yapı özelliği gösterse de taban itibarıyla aynı kültür ve dini düşünceye dayalı büyük ve geniş bir toplum halinde bulunuyordu. Dolayısıyla zaman zaman birinin diğerine karşı üstünlük kurması karşısında tabanın tepkisi yok denecek kadar az olmaktaydı. Nitekim Osmanlıların Rumeli’de fetih gücünü hızlandıracak insan kaynaklarını temin etmelerinde olduğu kadar, Anadolu’daki Türkmen beyliklerini kolay sayılabilecek bir şekilde idareleri altına almalarında da aynı kültür tabanına sahip olmaları en mühim rolü oynamıştır.

Saruhanoğulları, hüküm sürdükleri topraklar üzerinde birçok imar faaliyetlerinde bulundular. Camiler, medreseler, köprüler yaptırdılar. Beyliğin kurucusu Saruhan Bey zamanında merkez Manisa hemen hemen tamamen Türkleşmiş ve şehrin çehresi değişmeye başlamıştır. Saruhan Bey’in Çarşı mahallesinde bir mescit, Gediz üzerinde bir köprü ve Çaprazlar mahallesinde bir çeşme yaptırdığına dair kayıtlar mevcuttur.31

Saruhanoğulları ailesi içinde en çok İshak Bey imar faaliyetinde bulunmuştur. Bu Bey’in 1367’de Manisa’da yaptırdığı Ulu Cami aynı zamanda şehrin en eski ikinci mabedi olma hususiyetini de taşımaktadır. Caminin yanında bir de medrese bulunmakta olup kitabesinden 1378-79’da bina edildiği anlaşılmaktadır. Caminin doğu kısmında yer alan hamamı bugün harap bir haldedir. Burada ayrıca İshak Çelebi’nin türbesi de yer almaktadır. İshak Bey’in bunlardan başka Manisa’da bir mevlevihane, Karaoğlanlı civarında Koyun köprüsü, Çaprazlar-ı Sagir ve Kebir mahallelerinde birer çeşme, Manisa’da Yedi Kızlar Türbesi ve Karahisar ile Karaköy de birer çeşme yaptırdığı32 bilinmektedir. Saruhan Bey Devri’nin ileri gelen beylerinden Hacı Emet’in ise Nif’te bir camii bulunuyordu.

İshak Bey’in gerek Manisa’da Mevlevihane yaptırması gerekse kitabelerde Çelebi unvanını taşıması Saruhanoğullarının Mevlevilerle yakın ilgisini göstermektedir. Özellikle Anadolu’daki Moğol hakimiyeti sırasında başlayan ve Karamanoğulları, sonra da Osmanlılar döneminde adeta resmi bir nitelik kazandığı bilinen Mevleviliğin Anadolu’nun uç mıntıkalarındaki pek çok Türkmen beyliği gibi Saruhanoğullarını da etkilediği anlaşılmaktadır. İshak Çelebi Mevlevihanesi’nin vakfiyesine göre diğer görevlilerin yanı sıra Mesnevi okuyup takrir edebilen bir alim ile onu okuyacak güzel sesli iki hanende de istihdam edilecekti.33 Dolayısıyla her gün burada toplanan meclislerde mesnevi okunuyor, okunan bölümler üzerinde konuşuluyor, buradan seçme manzumlar kıraat ediliyordu. Böylece Mevlevilik hem yerleşik şehirli arasında hem de gelip geçen yolcular vasıtasıyla köylü kesimleri arasında süratle yayılıyordu. Neticede Mevlevilik toplumun manevi havasını tanzim etmesinin yanı sıra Saruhan Beyliği’nin üst idari kademelerinde de etkili olarak beyliğin devlet haline gelişinde önemli bir misyonu ifa etmiştir.

Saruhanoğulları, Latinlerle ticari münasebetleri dolayısıyla Jigliati şeklinde resimli, Latin harfleri ile gümüş sikke kestirmişlerdir. Bunlardan şimdiye kadar İshak, Hızırşah ve Orhan Beylerin İslami sikkeleri ele geçmiştir. Saruhanoğulları donanmaları ile faaliyette bulunarak pek çok ganimet malı elde ettikleri gibi, Batı devletleri ile ticari münasebetlerde de bulunmuşlardı.

Ancak bunların asıl alışverişleri Cenevizliler ile oluyordu. Bu arada şap madenine sahip olan Foça’da oturan Latinler ile Bizanslılar Saruhan Bey’le muahede yaparak ona her sene 15.000 hafif gümüş vermekteydiler. Bu durum Saruhan Beyliği’ni iktisaden rahatlatmaktaydı. Ayrıca her sene Foça Beyi Saruhan Beyi’ni ziyaret ederek kendisine hediyelerle beraber, 15.000 gümüş para getirirdi.34 Saruhanoğulları özellikle Bizans’a karşı düzenledikleri akın seferleri yanında denize açılmak suretiyle adalara ve Trakya sahillerine çıkmışlar, elde ettikleri esir ve ganimetlerle iktisadi güçlerini oldukça artırmışlardı.

Mesalikü’l-Ebsar’ın kaydına göre XIV. yüzyıl ortalarına doğru Saruhan Beyliği’nin on beş şehri, yirmi kalesi ve on bin askeri vardır. Onlara yollar dar gelir. Zira savaş ehli kişilerdir. Onların denizde daimi deniz korsanları ve gazileri vardır. Devamlı cihadla meşgullerdir. Bunların köleleri ve cariyelerini kimse ellerinden almaya muktedir değildir.

Denizli’nin kuzeyinde merkezi Nif olmak üzere Saruhan Beyliği’nin diğer bir koluna sahip olan Saruhan’ın kardeşi Ali Paşa’nın da sekiz şehri, otuz kalesi, okçulukta mahir birçok yaya askeri ve sekiz bin de atlı askeri ve büyük bir donanması bulunuyordu. Buranın memleketi hemen tamamen dağların tepelerinde kurulmuştur. Bu sarp dağlarda düşmanlarından rahatlıkla korunabilirlerdi.35

Saruhanoğullarının Türkçenin kullanılmasına da büyük hizmetleri olmuştur. Bilhassa Yakub b. Devlethan’ın emriyle Nasıreddin Tusi tarafından on sekiz bab üzerine tertip edilmiş olan Behname’nin Türkçeye çevrilmesi dikkate değer bir hizmettir.36

1 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 378, 408.

2 Ahmet Tevhid, Saruhan Oğulları, TOEM, sene 2, s. 615.

3 Çağatay Uluçay, Saruhan Oğulları, İA, İstanbul 1980, X, s. 239.

4 C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, (trc. Y. Boran), s. 295 v. d.

5 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1984, s. 84.

6 Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 1989, s. 17.

7 Yıldız Sunu, Namaz gecesi, Gediz, Mayıs 1943, VI/69, s. 9.

8 Uluçay, Saruhan Oğulları, s. 239; Aynı müellif, Manisa Tarihi, İstanbul 1939, s. 40.

9 M. Çetin Varlık, Saruhan Oğulları, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 8, s. 538-539.

10 Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi (Ata Bey trc. ), c. I, s. 172; Himmet Akın, Aydın Oğulları Tarihi hakkında Bir Araştırma, Ankara 1968, s. 43-45.

11 Feridun M. Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu’da Beylikler Dünyası, İstanbul 2001, s. 109; Varlık, Saruhan Oğulları, s. 539.

12 Enveri, Düstur name, (nşr. M. Halil), İstanbul 1928, s. 67-68.

13 Varlık, Saruhan Oğulları, s. 540.

14 Emecen, Manisa Kazası, s. 19.

15 İbn. Battuta, Seyahatname (trc. Şerif Paşa), İst. 1330, s. 337.

16 Emecen, İlk Osmanlılar, s. 111, 118; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (çev. F. Işıltan), Ankara 1981, s. 479.

17 Grigoras’da İ. Hoçi tercemesi, “Şehzade Halil’in sergüzeşti”, TOEM, 1/4, 1328, s. 243-244; Uluçay, Saruhan Oğulları, İA, s. 241.

18 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972, I, S. 75.

19 Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 87.

20 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Kitabeler ve Sahib, Saruhan, Aydın, Menteşe, İnanç, Hamidoğulları Hakkında Malumat, II, İstanbul 1929, s. 74-76; Emecen, İlk Osmanlılar, s. 142; Uluçay, Saruhanoğulları, İA, s. 242.

21 Solakzade Mehmed Hemdemi, Tarih, İstanbul 1298, s. 52.

22 Aziz b. Erdeşir-i Esterabadi, Bezm u Rezm (çev. M. Öztürk), Ankara 1990, s. 359; Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih (haz. İ. Parmaksızoğlu), Eskişehir 1992, c. I, s. 194.

23 Emecen, İlk Osmanlılar, s. 119.

24 Yaşar Yücel, XIII-XV. Yüzyıllar Kuzey-Batı Anadolu Tarihi Çoban Oğulları Candar Oğulları Beylikleri, Ankara 1980, s. 84-85.

25 P. Wittek, Menteşe Beyliği (çev. O. Ş. Gökyay), Ankara 1944, 85.

26 Aşıkpaşazade, Tevarih-i Al-i Osman (Ali Bey neşri), İst. 1332, s. 65.

27 Uluçay, Saruhan Oğulları, İA, s. 243.

28 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, c. II, s. 25; Uluçay, Saruhanoğulları, İA, s. 242.

29 Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 89; Ç. Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar, II, İstanbul 1946, s. 24.

30 Uluçay, Saruhan Oğulları, İA, s. 242-243.

31 Uluçay, Saruhan-oğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar, İstanbul 1940, I, s. 101, 129, 190; Aynı müellif, Saruhan Oğulları, İA, s. 241.

32 Uluçay, Saruhan-oğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar, İstanbul 1946, II, s. 24-27.

33 Emecen, İlk Osmanlılar, s. 142-145.

34 Dukas, Bizans Tarihi (trc. V. Mirmiroğlu), İstanbul 1956, s. 98.

35 Yücel, Çoban Oğulları Candar Oğulları Beylikleri, s. 198-199.

36 Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 86, 90.


Yüklə 14,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin