*22.04.2012 tarihinde şubemize başvuran Abdulselam Aydın, şu beyanlarda bulundu: “24.04.2012 tarihinde saat 10.00’da babam olan Veysi Aydın ticari taksi kullandığı vakitte kolordu kavşağında trafik polisi babamı durdurarak cam ve plakanın uygun olmadığını söyleyerek “kendilerini takip etmelerini” istediler. Babam beni arayarak trafik polislerinin aracını bağlayacaklarını söyledi. Bende bunun üzerine otoparka hareket ettim. Aracı bağlamak isteyen polislere” bunu yapmayın ne gerekiyorsa burada halledelim” dedim. Aracın içinde bulunan tornavida ile plakaları sökmek istedim. Ama sökmeden polisler bana hakaret ve küfür etmeye başladı. Bu hakaretler üzerine dışarı çıktım. Tekrar içeri döndüğümde bana “çakal” deyince bende “terbiyesizlik yapıyorsun devlet memuruna yakışmaz bu laflar” deyip tekrar dışarı çıktım. Etrafımda biran 3-4 ekip arabası geldi. Bana sen kimin “anasına küfür ettin” dediler. Ben de böyle bir şeyin olmadığını kimseye küfür etmediğimi belirttim. Yanımda bulunan babamı ittiğini görünce biran polise kafa attım. Bunun üzerine 8-9 polis coplarla üstüme saldırdılar. Bu darbelerden kaynaklı yaralandım. Araştırma hastanesinde darp raporu aldım. Polisler benden darp raporu alarak savcılığa vereceklerini söylediler. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla polisler benim hakkımda savcılıkta gidip şikâyetçi olduklarını söylediler. Asıl mağdur olan ben ve babamdır. Onlar hakkında ben şikâyetçi ve davacıyım. Bu konuda sizden hukuki yardım talep ediyorum.” (İHD Diyarbakır Şubesi)
*22.04.2012 tarihinde şubemize başvuran Zeliha Balin, şu beyanlarda bulundu: “Ben ve 4 arkadaşım aile baskısından kaynaklı olarak kaçmaya karar verdik. Kızıltepe üzerinden Suriye’ye geçmek istedik. Yolda Arapça konuşan biriyle karşılaştık. İşaret diliyle anlaşabildik. Arkamdan gelin diye bize işaret edince biz de bizi Suriye tarafına geçirebileceğini düşünerek peşinden gittik. Suriye’ye varmadan Arap bir anda kayboldu. Suriye karakolu görünüyordu. Ancak karakolun ışıkları söndü ve askerler üzerimize ateş etmeye başladılar. Yaklaşık olarak 7-8 asker üzerimize saldırdılar. Askerlerden biri kendi arkadaşını yaraladı. Bunu gördüğümü fark edince beni silah dipçiği ile ve tekmelerle darp etmeye başladı. Arkadaşları beni darp eden askere Orçun bazı arkadaşları da Halil diye sesleniyorlar. Askerler bize teröristler, Afganistan’daki arkadaşlarımızı öldürdünüz bizde sizi öldüreceğiz diyorlardı. Olay yerinden bizi Ata Piyade Alay Komutanlığı diye bir yere götürdüler. Bize sürekli bir şekilde tehdit ve hakaretlerde bulundular. Kendi yaraladıkları arkadaşları içinde bizi suçluyorlardı. “Ona bir şey olursa sizi de yaşatmayız” diyorlardı. Bulunduğumuz odaya birileri girip çok ağır küfürler ediyorlar. Bize PKK’nın piçleri” küfürler ediyorlardı. Burada yaklaşık olarak 3 saat kaldık. Bizi gece saat 01.00 sularında Akıncılar Jandarma Karakoluna götürdüler. Burada bir gece kaldık. Burada bize karşı herhangi bir saldırı olmadı. Ertesi gün Mardin devlet hastanesine götürüp buradaki erkek doktor sadece sözlü olarak muayene etti. Bana vücudunda herhangi bir darp olup olmadığını sordu. Bende kolumu kullanmakta zorlandığımı söyledim. Bizim yanımızda komutan bulunuyordu. Bizi doktor odasında muayene etmediler. Polislerin odasında şikâyetlerimizi dinlediler. 5 arkadaşla birlikte muayene olduk. Doktor daha sonra kolumun filmi çekilsin diye sevk etti. Film çekildikten sonra doktora gösterdim. Kolumun kırılmadığını yalnızca ezildiğini ve 20 gün boyunca kolumu hareket ettirmememi söyledi. Oradan bizi Mardin İl Jandarma Komutanlığına getirildik. Burada 3 gün kaldık. Burada bize çok iyi baktılar. İhtiyaçlarımızı karşıladılar. 21.03.2012 tarihinde bizi tekrar Mardin devlet hastanesine götürdüler. Tekrar polis odasında başka bir erkek doktor bize darp yapılıp yapılmadığını sordu. Bizde son kaldığımız yerde bize herhangi bir şey yapılmadığını ancak daha önce darp edildiğimizi belirttik. Daha sonra bizi savcılığa götürdüler. Jandarmadayken iki tane sivil polis geldi. İfademizi almak istediler. Susma hakkımızı kullandık. Savcılıkta ifademiz alındı. Mahkemeye sevk edildik. Mahkemede yeterli delil olmadığından dolayı hepimizi serbest bıraktı. Halil isimli asker ve buna engel olmaya çalışan ancak göz yuman, durdurmayan diğer askerlerden şikâyetçi olmak istiyorum. Sizden bu konuda hukuki yardım talep ediyorum.” (İHD Diyarbakır Şubesi)
*Hakkari'nin Yüksekova İlçesi İspiriz Dağları, Aşağı Uluyol (Tilorana Binî) ve Yukarı Uluyol (Tilorana Serî) köyleri ile Pinyanişi, Dostki ile Dağlıca alanlarında 3 gün önce başlatılan operasyonlarda yurttaşların akıl almaz uygulamalara maruz bırakıldığı iddia edildi. Alınan bilgilere göre; köy içlerine helikopterlerle özel birlikler, özel hareket timlerinin indirildiği ve yurttaşların evlerden çıkarılarak yerlere yatırıldığı ve saatlerce sorgulandıkları belirtildi. Söz konusu operasyona tugay komutanı, il ve ilçe emniyet müdürlüklerinden de yetkililerin katıldığı, köylülerin kırsal bölgeleri kullanmamaları konusunda tehdit edildiği ifade edildi. Ayrıca Esendere bölgesinde bulunan Soryan Köyü'ne giden askerlerin de köylülere "Köy dışına çıkmayın. Pancara çıkışları yasaklıyoruz. Koyun ve davarlarınızı köyün etrafında otlatın" dediği ileri sürüldü. Yüksekova’ya 30 kilometre uzaklıkta bulunan ve İspiriz Dağları'nın altında kalan Yukarı Uluyol ( Tlorana Binî) Köyü'ne birkaç gün önce yapılan operasyonun detayları da ortaya çıktı. Operasyon esnasındaki uygulamalar nedeniyle kadın ve çocukların sinir krizi geçirdikleri ve birçoğunun bayıldığı belirtildi. Olayda 3 saat sorgulanan köylülerden adını vermek istemeyen bir yurttaş, “Sabah saat 04.30 sıralarında köyü ve İspiriz Dağları üzerinden çok sayıda kobra ile skorsky tipi helikopter belirdi. 10 dakika içinde köyün etrafına helikopterlerle asker ve polis indirilerek köy ablukaya alındı. Karadan da askerlerin köyün etrafını tuttuklarını gördük. Helikopterler köy üzerinde kalırken asker ve polisler köyün içine dağılarak, tekmelerle köy kapılarını kırarak yurttaşları çıkararak yüzü koyun yere yatırdı. Gençlerin omuzlarına silah dayandırılarak kalkan şeklinde kullanılıp evlere ahırlara girildi. Evleri çamurlu ayakkabıları ile basan askerler arama esnasında köpek de bulundurdu. Tüm aramalara rağmen köyden bir şey bulamayan güvenlik güçleri tek tek sorgulamalara başladı. Özellikle genç kızlar ile genç erkeklerle ilgilenildi. Gençlere 'bize köye giren çıkanlarla ilgili bilgi verin. 155'i arayın, olmazsa size özel hat telefon verelim. Özel hat telefonla direk yetkili amirle konuşacaksınız. Bu işbirliği sayesinde yeşil kart sorunlarınız olmayacak, devletin tüm nimetlerinden yararlanacaksınız' diyorlardı. Yine öğrencilere de sizin dershane ve okul masraflarınızı karşılayacağız' şeklinde ajanlık dayatmasında bulundular" dedi. Polis ve askerin kendilerini ayrı ayrı sorgulandıklarını söyleyen yurttaş, “Tüm köy, ev ve içinde yaşayanların fotoğraflarını çektiler. Kameraya aldılar. Birçok köylü tartaklandı. Bu olaylar sırasında köyde çocukların ve kadınların çığlıkları hakimdi. Yaşanan psikolojik ortamda yüzü kar maskeliler adeta psikolojik işkence yaratıyordu. Biz köylülere dönerek 'size adalet yok adalet burada biziz' diyorlardı" şeklinde konuştu. Yaşananlara tepki gösteren yurttaş, "İnsan hakları savunucuları ve duyarlı kurumları yaşanan süreci iyi okumaları ve gereken tavrı takınmalarını bekliyoruz” diyerek duyarlılık çağrısında bulundu. (24.04.2012/DİHA)
-Cezaevlerinde İşkence
*Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nde bulunan Nedrap Demir, Semiha Can, Duriye Odabaşı, Yasemin Budak ve Dindare Tanırgan isimli siyasi tutuklu kadınlar, Bayburt M Tipi Kapalı Cezaevi'ne sürgün edildi. Tutuklu kadınlar, aileleri aracılığıyla sürgün edilmelerine ilişkin yaptıkları açıklamada, ring aracında askerlerin şiddetine maruz kaldıklarını söyledi. Kadınların cezaevi girişinde de gardiyanların hakaretleri ile karşılaştıkları belirtilirken, 5 kadın tutukludan Dindare Tanırgan'ın iki ay sonra tahliye olacağı, buna rağmen sürgün edildiği kaydedildi. (21.01.2012/DİHA)
*Antep H Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan Urfi Aksu adlı tutuklu cezaevinde yaşanan hak ihlalleriyle ilgili Adana Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği’ne (TUHADER) mektup gönderdi. Aksu, gönderdiği mektupta, keyfi uygulamalarla karşı karşıya bırakıldıklarını belirterek, "Yönetmelikte belirlenmiş hiç bir hakkımız verilmemektedir. Ortak alan, spor, kütüphane ve iletişim gibi sosyal haklarımız verilmemektedir. Bu cezaevinde bu haklarımız ciddiyeti olmayan gerekçelerle, tutanaklar tutarak açık görüş haklarımız ellerimizden alınıyor. Bazı arkadaşlarımız ise bir yıla kadar hakları ellerinde alınmıştır. Hemen hemen hepimizin açık görüş ve etkinliklere çıkma hakkı keyfi bir şekilde engellenmektedir" ifadesini kullandı. Aksu, mahkemeye veya hastaneye giderken jandarmanın sözlü ve fiziki saldırısına maruz kaldıklarını ve onur kırıcı şekilde jandarmanın arama yaptığını ve bunu kabul etmeyince de haklarında tutanak tutulduğunu belirtti. Aksu, "Tecrit içinde tecrit yaşıyoruz. Kendi anadilimizde stran (türkü) söylediğimiz için hakkımızda tutanak tutularak etkinliklere çıkma hakkımız elimizden alınıyor. Dışarıdan gelen bazı eşyalarımız yönetmelikte yasak olmamasına rağmen bizlere verilmiyor. Gönderilen bazı mektuplar bizlere verilmiyor. Ayrıca açık görüşte yıllarca ailesini görmeyen arkadaşlarımız ailelerini görünce attıkları sevinç çığlıkları bile soruşturma konusu olup hakkımızda rapor tutularak disiplin soruşturmasına tabi tutuluyoruz" denildi. Aksu, cezaevi memuru ve bir arkadaşları arasında yaşanan bir tartışma nedeniyle İsa Yağbasan, Vedat Özdemir, Bulut Ayana, Eşref Bolat, Hakan İraz, Ahmet Sadık Soner, Nuh Taş, Mustafa Kaney ve Mehmet Muyan'a 8 günlük hücre cezası ve bir yıl görüşe çıkmama cezasının da yolda olduğunu ifade etti. Yağbasan'ın hiç bir pratiği olmamasına rağmen hücre cezası verilmesinin temel sebebinin infazının yakmak olduğunu belirten Aksu, "Daha önce de hücre cezası alması, cezaevinde 5-6 yıl daha fazla kalmasına sebep olacaktır. Sonuna kadar irademizle mücadelemizi en üst düzeye çıkartarak, özgürlük yolunda hep beraber yürüyeceğiz" diye yazdı. (18.02.2012/DİHA)
*Bingöl M Tipi Kapalı Cezaevi'nde PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için bedenini ateşe veren tutuklu Şehmus Anik'in tedavi gördüğü Bingöl Devlet Hastanesi'nde astsubay tarafından işkenceye maruz kaldığı iddia edildi. Anik ile aynı cezaevinde tutuklu bulunan 32 arkadaşı toplu olarak 2 farklı dilekçe ile İHD Bingöl Şubesi'ne hukuki yardım talebi için başvuruda bulunarak, Anik'in sağlığından endişe duyduklarını belirtti. Anik'in vücudunun büyük bir kısmında birinci derecede yanık olduğunu söyleyen tutuklular, Anik'in Bingöl Devlet Hastanesi'ne pansuman yapılmak üzere götürüldüğünü kaydetti. Götürüldüğü hastanede subay tarafından bir odaya kapatıldığını dile getiren tutuklular, oda içerisinde arkadaşları Anik'e fiziki ve sözsel işkence yapıldığını iddia etti. Anik'in vücudunun büyük bir kısmında yanıklar olması nedeni ile bir kişinin yardımı olmadan oturup kalkamadığını, hatta ellerini dahi kullanamadığını ifade eden tutuklular, Anik'in cezaevi ring aracına konularak saatlerce bekletildiğini de kaydetti. "İşkenceci astsubayın Anik'e 'Bundan sonra seni hastaneye ben götürüp getireceğim, ağzını açıp konuşursan kafana sıkıp bir köşeye atarım' demiştir" diyen tutuklular, bu tür durumların daha önce yaşandığını ve subay hakkında suç duyurusunda bulunduklarını dile getirdi. Tutuklular, suç duyurusunda bulunmalarına rağmen subay hakkında herhangi bir işlemin yapılmadığını ifade etti. (20.02.2011/DİHA/Yeniozgurpolitika.com/ Diyarbakirhaber.gen.tr)
*Muş’ta Aralık 2010'da "KCK" operasyonları adı altında tutuklanan BDP eski İl Yöneticisi Mehmet Fuat Erol’un karar duruşması Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Erol ve avukatının hazır bulunduğu duruşmada mahkeme heyeti Erol’a "Örgüt üyesi olduğu” iddiasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Verilen cezaya tepki gösteren Erol, “Bijî Serok Apo”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganı attı. İddialara göre, Erol’un slogan atması üzerine salonda bulunan asker ve polisler Erol’a sert müdahalede bulundu. Tartaklanarak salondan çıkarılan Erol’un ring aracına ise sürüklenerek götürüldüğü belirtildi. Erol’un ailesi çocuklarının sadece Kürtçe savunmada ısrar ettiği için bu kadar ceza aldığına dikkat çekerek, yaşananlar hakkında yasal girişim başlatacaklarını dile getirdi. (29.02.2011/DİHA)
*13.03.2012 tarihinde şubemize başvuran Hasan Aslan, şu beyanlarda bulundu: “Ağabeyim olan Hüseyin Aslan, Malatya E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu olarak kalmaktadır. Siyasi tutukluların kaldığı koğuşta kalması gerekirken cezaevi yönetimi tarafından adli tutukluların arasında tutularak diğer tutukluların saldırılarına ve hakaretlerine maruz bırakılıyor. Ağabeyim son görüşmemizde cezaevi yönetimi ve Seçkin isimli 2. Müdür olduğu belirtilen şahıs tarafından kötü muameleye maruz kaldığını ve ölümle tehdit edildiğini belirtti. Ayrıca ağabeyimin şikâyet amacıyla gönderdiği tüm mektuplara da cezaevi yönetimi tarafından el konulmuştur. Ağabeyim maruz kaldığı gayri insani muameleden dolayı açlık grevine başlamıştır, sağlık durumu konusunda endişe duymaktayız. Ağabeyime karşı bu tutumu sergileyen kendisine kötü muamelede bulunan kişiler hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını ve ağabeyimin siyasi tutsakların bulunduğu koğuşa naklinin sağlanmasını talep ederim.” (İHD Diyarbakır Şubesi)
*05.03.2012 tarihinde şubemize başvuran Galip Güneş, şu beyanlarda bulundu: “Kardeşim olan Mehmet Güneş, siyasi hükümlüdür. Cezaevinde uğradığı kötü muameleden dolayı 1,5 ay önce şubenize başvuruda bulunmuştum. Kardeşim Diyarbakır’dan Samsun/Bafra cezaevine nakledildi. Bafra’ya 3 mahkûmla birlikte götürülürken arabada elbiseleri çıkartılmış ve kucaklarına köpek verilerek köpeklerlin kendilerini ısırdığını söyledi. Yolculukta ihtiyaçlarını gidermek içinde izin vermediklerini, geceleri gözlerini, ellerini ve ağızlarını bağlayarak işkenceye götürdüklerini, bu sürenin yaklaşık 1,5 saat sürdüğünü belirtmiştir. Bu uygulamaya birde gece 12.00’dan sonrada İstiklal Marşını dinlettiklerini söyledi. Haftalık telefon görüşmesinde de işkenceye tabii tutulduğunu söyler söylemez telefon kesildi. Gardiyanların kötü muamelesinde de bahsetmiştir. Sizden biran önce bu kötü durumun kamuoyuna duyurulmasını ve hukuki girişimlerde bulunmanızı istiyorum. Bu konuda sizden hukuki yardım talep ediyorum.” (İHD Diyarbakır Şubesi)
*Ağrı merkezli yürütülen "KCK" soruşturması kapsamında 3 Aralık 2011'de Diyarbakır'da gözaltına alınıp Ağrı'ya gönderilen ve burada çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanan Ajda İnci'nin, kalp yetmezliği nedeniyle götürüldüğü Erzurum Devlet Hastanesi'nde kelepçeli muayeneyi kabul etmediği gerekçesi ile tedavi edilmeden yeniden cezaevine götürüldüğü iddia edildi. Konuya ilişkin İHD Diyarbakır Şubesi'ne başvurarak hukuki yardım talebinde bulunan baba Hacı Hasip İnci, kızında kalp yetmezliği bulunduğunu ve kapalı alanda kalmasının hayati riske neden olduğunu söyledi. Konu ile ilgili hastane kayıtları ve raporlarının da bulunduğunu dile getiren baba İnci, kızının hastalığı nedeniyle büyük sıkıntı içinde olduğunu söyledi. En son rahatsızlığı nedeniyle Erzurum Devlet Hastanesi'ne götürülen kızının ring aracında baygınlık geçirdiğini ifade eden baba İnci, "Kızım araç içinde askerlerin gözü önünde yarım saat baygın kalmış. Buna rağmen hiç bir asker kızıma müdahale etmemiş. Daha sonra kadın gardiyan ve asker nezaretinde kızım acil servise götürülmüş. Kelepçesi çıkarılmadan muayene edilmek istenen kızım, 'Ben bu şekilde muayene olmam' demiş. Askeri yetkili de kızımın bu itirazına karşın, muayene ettirmeden yeniden cezaevine götürmüş" dedi. Cezaevine götürüldükten sonra kızının durumunu arkadaşlarına anlattığını bildiren baba İnci, arkadaşlarının da durumu cezaevi müdürüne ilettiğini, müdürün de ring aracında bulunan kamera kaydını isteterek izlediğini ifade etti. Kamera kayıtlarına rağmen şu ana kadar herhangi bir işlemin yapılmadığını öğrendiklerini söyleyen baba İnci, "Cezaevinde iken kızımın hayati tehlikesi çok yüksek. Normalde ayda bir iğne yapması gerekiyor. Bu iğneyi yapmadığı takdirde sık sık baygınlık geçiriyor. Kızım, 2008-2009 yılları arasında kaldığı Gebze Cezaevi'nde de askerlerin koğuşlara girerek siyasi tutuklara yönelik yaptığı saldırıda, kafasından ağır darbe almıştı. Kafasında da şiddetli ağrı olduğunu söyledi" dedi. Kızının sağlık sorunlarına ilişkin Adalet Bakanlığı'na başvuruda bulunduğunu fakat henüz bir yanıt verilmediğini hatırlatan baba İnci, kendisinin de İHD Diyarbakır Şubesi aracılığı ile hukuki mücadele başlatacağını kaydetti. Konuya ilişkin sorularımızı yanıtlayan ve Erzurum E Tipi Kapalı Cezaevi 2. Müdürü olduğunu söyleyen yetkili, Ajda İnci'nin sürekli baygınlık geçirdiğini doğrularken, her gün düzenli olarak iğne yaptırmaya gönderildiğini savundu. Hastalığına ilişkin henüz bir teşhisin konulmadığını öne süren yetkili, bahsi geçen kelepçeli muayene olayını da doğruladı. Konuya ilişkin kendilerine yapılan şikayet başvurusunun Adalet Bakanlığı'na gönderildiğini belirten yetkili, hekimin talebi doğrultusunda kelepçeli tedavi yapılabileceğini iddia etti. İnci'nin yarım saat ring aracında baygın kaldığına ilişkin bilgiyi de doğrulayan yetkili, İnci'nin ring aracının kapısına yaklaşırken bayıldığını, askerlerin müdahale şeklini bilmediği için karışmadığını, daha sonra gerekli müdahalenin ise yapıldığını ve bunun kamera kayıtlarında olduğunu söyledi. (08.03.2012/DİHA)
*12.04.2012 tarihinde şubemize başvuran Mehmet Avcı, şu beyanlarda bulundu: “Oğlum Kenan Avcı, Muğla Üniversitesinde okuyordu. 2008 yılında Diyarbakır’da gözaltına alındığını polisler tarafından bize bildirildi. İstanbul’da bir eyleme katıldığı gerekçesiyle “örgüt üyeliği ve yardım yataklıktan” dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Şuan da Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kaplı Cezaevinde kalmaktadır. Cezaevi yönetiminin insanlık dışı uygulamaları, cezaevindeki yaşam hakkı ihlalleri, görüş yasaklamaları, cezaevi yönetiminin kendisine karşı zalimce davranması, sürekli ceza vermesi ve kötü muamele yapması oğlumun psikolojik ve ruh halini bozmuş durumdadır. Oğlumun bize yazmış olduğu mektupta maruz kaldığı haksızlıkları dile getirmiştir. Oğlum hüküm giymiş olsa da hakaret, işkence, tek hücrede alıkoyması, aşağılama gibi bir davranış insanlık suçudur. Bu konuda sizden hukuki yardım talep ediyorum.” (İHD Diyarbakır Şubesi)
-Kaçırma ve Ajanlık Tehdidi
*28.02.2012 tarihinde şubemize başvuran Ramazan Polat, şu beyanlarda bulundu: “31 Aralık 2011 tarihinde polisler tarafından gözaltına alındım. Polisler beni Huzurevlerinden alarak Terörle Mücadele Şubesine götürdüler. Benimle birlikte 97 kişi gözaltına alınmıştı. Dört gün gözaltında kaldıktan sonra mahkemeye çıkarıldım ve mahkeme tarafından serbest bırakıldım. Gözaltında bulunduğum süre içerisinde sivil giyimli beş polis yanıma gelerek beni başka bir odaya götürdü “bizimle çalış, bize ajanlık yap, ayda sana 5.000,00TL hesabına yatıralım” diyerek beni zorladı. Ancak ben bu şahısların teklifini kabul etmedim. Mahkeme tarafından serbest bırakıldıktan sonra beni gözaltındayken ajanlık için zorlayan ve polis olduğunu beyan eden ismini bilmediğim ancak görürsem hatırlayabileceğim şahıs işyerime iki defa geldi. Bu şahıs önce nasıl olduğumu sordu ancak daha sonra bana yaptıkları ajanlık teklifini düşünüp düşünmediğimi sordu. Ben kendisine teklifini kabul etmediğimi söyleyince bu şahıs beni tehdit etmeye başladı “sana bu memleketi dar ederim, bu memlekette sana ekmek yedirmem” şeklinde tehditlerde bulunduktan sonra gitti. Ben bu tehditler üzerine korktuğum için dükkânımı kapattım. Görsem tanıyabileceğim şahıs beni sürekli olarak benim kullanmış olduğum 0539 721 89 72 numaralı teflonumu arayarak beni bana yapılan teklifi kabul etmem aksi halde memleketi terk et şeklinde tehditlerde bulunuyordu. En son yaklaşık 20 gün önce beni Turkcell e ait bir numaradan yine arayarak tehdit etti. Ben o numarayı ayrıca savcılığa bildireceğim. Bu tehditlerin devam etmesi özerine telefon hattımı kapatıp telefon kullanmamaya başladım. Aradan bir ay geçmeden ben surların dibinde otururken aniden yanıma geldi. Bana “teklifimi kabul etmiyor musun kabul etmiyorsan senin yerinde olsam bu memleketten giderdim” dedi ve uzaklaştı. Ben bu olayla ilgili suç duyurusunda bulunmak üzerine hukuki yardım almak için insan hakları derneğine başvuruda bulunduktan sonra bu polis olduğunu belirten arkadaşları kardeşimi arayarak şikâyetinden vazgeçsin. Tüm zararlarını karşılarız demiştirler. Ancak ben bunu kabul etmedim. Bugün yani 05.03.2012 tarihinde Dağkapı meydanında oturduğum esnada söz konusu şahıs yanıma gelerek şikâyetimi geri almamı aksi halde başıma kötü şeyler geleceği yönünde beni tehditlerine devam etti. Ben bu polis olduğunu belirten, Tem Şube de gözaltındayken beni başka bir odaya götürüp ajanlık için zorlayan kişiler arasında olan ve tehdit eden, daha sonra benim dükkânıma kadar gelip ve takip eden ve tehdit eden bu şahıstan şikâyetçiyim. Öncelikle beni takip edip tehdit eden şahıs ve TEM Şube de beni başka bir odaya alarak tehdit eden ajanlık yapmaya zorlayan diğer şahısların tespit edilmesini ve hakkında gerekli soruşturmanın başlatılması ve cezalandırılması için kamu davası açılmasını talep ederim.” (İHD Diyarbakır Şubesi)
*Mardin'in Nusaybin İlçesi'nde 2011 yılı ve öncesinde yapılan gösterilerle ilgili "KCK Nusaybin Gençlik yapılanması"na yönelik düzenlenen operasyon sonucu 23'ü tutuklu 26 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Yer darlığı nedeniyle Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan duruşmaya, tutuklu sanıklar Sait Erçik, M. Cahit Koyuncu, Ercan Aka, Barış Ayaz, Vedat Er, Şiyar Tarlak, Muhabbet Kıno, Peşger İlhan, Cesur Bedir, Musa Arslan, Abdullah Erdal, Serhat Özbey, Süleyman Arslan, Cengiz Bozan, Mazlum Akman, Nazım Duman, Serhat Kartal, Cevat Altunkaya, Botan Cankurt, Tekoşin Bulca, Zinar Çakır, Cumhur Karuman ve Hogir Özbek ile tutuksuz sanık Gülizar Atak katıldı. Sanık Tekoşin Bulca, yazılı savunmasını okudu. Bir fuhuş çetesinin tuzağına düşürülerek Azadiya Welat Gazetesi ve BDP içine polis tarafından sızdırıldığını söyleyen Bulca, "Polisin ve kontra çetesinin oyununa geldim. Bana cinsellik ile erkekleri etkileme konusunda eğitim verildi. Bu şekilde BDP'nin içine sızdırıldım. Polisin kendisi taş atmamı istedi. BDP'ye gittiğimde gazete dağıtıyordum. Oradaki gençleri uzaklaştırmaya çalışıyordum. Bana toplulukları provoke etmem söylendi. Bende öyle yaptım. Bir çok kişiyi partiden uzaklaştırdım. Korsan eylemleri yapıp BDP gençliğine mal etmek istiyorlardı. Serhat Kartal'dan boş şişeler istedim. Polislerle birlikte molotof yapıp polise atacaktık" dedi. Mahkeme Başkanı Türkmen'in "Polis kendi kendini yakmayı nasıl göze alsın?" yönündeki sorusuna şeklindeki sorusuna Bulcan, "Tek dertleri provakasyon yapmaktı. Polisle birlikte hazırlayıp attığımız molotoflar oldu. Nusaybin girişinde BİM'e molotof atılması olayı oldu. Polis bize molotofları verdi ve BİM'e atmamızı söyledi. Amaç olayı BDP gençliğine yıkmaktı. Olayda benimle molotoflu eyleme katılanlar da polis adına çalışıyordu. Dilekçemde bahsettiğim erkekleri etkileme sanatını kullandım. Polis beni, ben ise bazı gençleri kullandım. Zaten benimle ilişkileri duyulduğunda partiden uzaklaştırıldılar" dedi. Sanıklardan 19 yaşındaki Serhat Kartal'da hazırladığı yazılı ifadesini okudu. Daha önce hırsızlık ve uyuşturucudan sabıkası bulunduğunu hatırlatan Kartal, "BDP'nin çalışmalarına katılmaya başladım. Bir süre sonra bu işlerden koptum. Siyasete atıldım. Sempati duymaya başladım. Bu nedenle polislerden çok baskı gördüm. Önümü kesip tehdit ediyorlardı. Bana sürekli 'Gel yine hırsızlık yap" dediler. Bir gün evimizi basarak beni aldılar. Nusaybin Otogarı arkasında boş bir araziye götürüp kafama silah dayadılar. Bana ajanlık teklif ettiler. İstediklerini yapmadığım için burada yargılanıyorum. Polisin bana ajanlık teklifini İHD'ye aileme ve partiden bazı arkadaşlara anlatmıştım. Örgüt ajan veya hain olarak nitelendirdiği kişileri öldürmez. Devlet öldürür, örgüt bağışlayıcıdır. Polis benden Cevat Altunkaya, Musa Aslan ve Burhan isimli kişileri vurmamı istedi. Bunları bana söyleyen Nusaybin'den Servet isimli polistir. Ben bu 3 kişiyi öldürseydim beni burada yargılayamazdınız. Sizin dediğinizi yapmadım diye yargılıyorsunuz" ifadelerini kullandı. Yazılı dilekçesini okuyan bir diğer sanık Botan Cankurt (19) ise, BDP'ye gittiği için polis tarafından sürekli baskı gördüğünü, geçen yıl düzenlenen "Amara Yürüyüşü" sonrası gözaltına alındığını ifade etti. "Servet" isimli plisin kendisine ajanlık teklif ettiğini söyleyen Cankurt, "BDP'den bilgi getirmemi istiyordu. İstediğim kadar para teklif etti. Baskılara dayanamayıp kabul ettim. Gençleri toplayıp eylem yaptırmak istiyordu. Beni ismini bilmediğim bir kişi ile tanıştırdı. Bize patlayıcı madde eğitimi veriyorlardı. 30-35 kişilik gruplar halinde eğitimlere tabi tutulduk. Bazı evlerde Perşembe akşamları toplanıp Fethullah Gülen'in kitaplarını okutuyorlardı. Polis Servet bana 7.65'lik silah vererek akrep polis aracına ateş etmemi istedi. Eylemi yapıp silahı istediği yere bıraktım. Daha sonra başka bir eylemde emniyet binasına ateş ettik. Bu olaydan sonra baskınlar başladı. Banka şubelerine saldırı yapıyorduk. Eylemleri hafta sonu yapmamızı istiyordu. Servet'in talimatı ile birçok eylem yaptık. Şu anda gizli tanık olup olmadığımı bilmiyorum. Şayet gizli tanık olarak ifadem varsa bunların hiç birini kabul etmiyorum. Tamamen polisin hazırladığı beyanlardır. 33 ATM 34 plakalı arabayla beni alıyorlardı. Silahlı eğitimi Servet'in polis lojmanlarındaki 3'ncü kattaki evinde aldık. Ancak ateş etmemiz yasaktı. Siyasi eğitimleri değişik evlerde alıyorduk. Polis Servet'in kod adı Rızgar'dır. Bahsettiğim örgüt buraya gelmeden nerede toplantılar yaptığımızı söylemeyeceğim. Eğitim aldığımız yerlerden biri Peker marketin altıdır ve girişi arka taraftadır. Diğer yer demiryolu arkasındaki Cami'nin arkasında bodrum kattı. Polis sizin polisinizdir. Siz de bu oyunları biliyorsunuz. Dosyadaki tüm gizli tanıkları tanıyorum. Gizli tanıklar Kızılay ve Tango'yu tanıyorum. Bunlar benimle çalıştıkları için biliyorum. Gizli tanık Kuşçu'yu tanımıyorum. Artık polislerin kirli oyunlarına gelmeyeceğiz. Gençleri nasıl düşürdüklerini gördük" dedi. Cankurt'un beyanının ardından söz alan müdafi avukatı Abdullah Düzgün, "Müvekkilim 2 polisten ve 33 ATM 34 plakalı araçtan söz ediyor. Bu hususların araştırılmasını istiyoruz. Adreslerini verdiği eğitim yerlerinin tespit edilmesi gerekir. Ayrıca tapelerden Rızgar kod adlı polisin araştırılmasını talep ediyoruz" dedi. Savunması alınan sanıklardan Peşger İlhan, Nusaybin'de istihbarattan Ali isimli bir polisin kendileriyle çalışmasını teklif ettiğini, BDP'ye gidip gelenleri kendisine bildirmesini isteyerek tehditlerde bulunduğunu söyledi. Korktuğu için dediklerini yaptığını belirten İlhan, "Ali isimli polis bana 8 tane havai fişek vererek Atatürk Lisesi arkasındaki çukura gömmemi ve sonra ihbar etmemi istediler. Ben havai fişekleri gömerek polis Ali'yi arayıp ihbar ettim. İstihbaratçı ve polislerin dini imanı paradır. Bunları para için yaptılar. Bana, 'Sen malzeme koy yakalat, sen kazan biz de kazanalım' diyordu. Devlet şu an burada olanları kullanmış, sonra cezaevine atmış. Ben emniyete uzak durduğum için şu an buradayım. 10 aydır cezaevindeyim. Okulumdan geri kaldım ve bende sizin oturduğunuz koltuklara oturmak istiyorum. Asıl yargılanması gereken polislerdir" dedi. Söz alan sanık avukatları, onlarca polis ismi ve yapılanların anlatıldığını, iddia makamının bununla ilgili bir ara karar ve soruşturma başlatması gerektiğini belirtirken, polislerin yargılanan gençleri kullandığını, bu nedenle haklarında soruşturma açılması gerektiğini talep etti. İddia makamının taleplerinin ardından söz alan sanıklardan Botan Cankurt, "Polisler bana sadece 7.65 değil, keleş bile verdiler. Çözüm çadırlarına molotofları bizzat polisler koydu. Hatta birlikte gidip koyduk. Mitanni Kültür Merkezi'ne de polis Servet'in adamları molotof koydu, sonra da baskın yaptılar. Diyarbakır'da gösteride ölen Murat Elibol'un ölümünde bu çetenin rolü vardır. Cumhuriyet Okulu'nun yanında silah kaleşnikof ve el bombalarının bulunduğu sığınak polis Servet'lerin yeridir" dedi. (05.03.2012/DİHA / Taraf / İlkehaber.com / İnternethaber.com / Nusaybinim.com)
*BDP Bingöl İl Örgütü tarafından 2010 yılında startı verilen seçim çalışmaları çerçevesinde düzenlenen etkinlik sonrası meydana gelen gösteriye katıldığı iddia edilerek, 15 Nisan 2011 tarihinde gözaltına alınıp tutuklanan M.B.'nin yargılandığı davanın 6. duruşması Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Hakkında "örgüt adına suç işlemek", "Tehlikeli maddeleri izinsiz taşımak, bulundurmak", "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet", "Kamu malına zarar vermek" ve "Etkin direnmek" iddiaları ile dava açılan M.B. ile müdafi avukatlarının hazır bulunduğu duruşmaya, "Duman" isimli gizli tanığın da katılarak ifadesini geri alması polisin oyununu ortaya çıkardı. Talebi üzerine ismini gizli tuttuğumuz gizli tanık "Duman", sanığın 2011 yılı içinde öğrenim gördüğü okula geldiğini ve her hangi bir eyleme karışmadan okuldan ayrıldığını bildirerek, "Okuldaki kameradan sanığın ve benim görüntülerim tespit edildiği için 2 gün sonra polis beni ifadeye çağırdı. Bana baskı yapıp, sanık için 'Kimdir bu?' diye sordular. İfademi aldılar. Yazdıkları ifadeyi bana okutmadan imzalattılar. Diyarbakır'da da savcıların ifademi alacağını söylediler. Sabah 06.00'da beni aldılar. Kamera kayıtları ile ilgili ifade verdim. Fakat hiç bilmediğim olaylar ile ilgili ifadeler vardı. Gizli tanık olduğumu burada öğrendim. Gizli tanık olduğumu aileme söylediğim taktirde 'seni de içeri atarız' diye tehdit ettiler. Ben bu şekilde gizli tanık olarak ifade vermiş oldum. Gizli tanık olarak adım bildiğim kadarıyla Duman'dır" dedi. Gizli tanığın ifadesini çekmesine rağmen iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını yenileyerek sanığın bu doğrultuda cezalandırılmasını talep etti. (07.03.2012/DİHA/DHA/Gercekgundem.com/ Mynet.com/Hurriyet.com.tr/Evrensel.net/Yurtgazetesi.com.tr/Posta.com.tr)
Dostları ilə paylaş: |