KUR'AN'IN ÖZGÜN MANTIĞI
Daha önce de belirtildiği gibi Teologlar arasındaki Kaderiyye ve Cebriyye tartışmaları Hicri birinci asrın ikinci yarısında başlamıştır. Bu mesele en eski teolojik tartışmalardan biridir. Problemi tam manasıyla analiz edecek durumda değillerdi. bu yüzden hataya düştüler. Bir grup, Kaderiyyenin, diğer grup da Cebriyyenin destekçisi oldu.
Kadare inanan Teologların çoğu, Kaderiyyunun, insanın özgürlüğü ve self-determinizmi (kendi kaderini kendisinin belirleyeceğine inanma) kaderin inkarı olarak değerlendirdiler. İlk dönem Müslümanlarının kadere ve self determinizme aynı anda inanmalarına rağmen, bu konu teolojik tartışmaların konusu olduğunda, felsefi bir nitelik kazandığında aynı inanç Müslümanlar indinde kabul görmedi. Kur'an, Hazreti Peygamberden (s.a.a) gelen "akzedilernez hadisler ve İmamlar (a.s) çok açık bir şekilde her şeyin İlahî Takdire bağlı olduğunu insanın kendi kaderi üzerinde etkin bir faktör olduğunu ve hareketlerinden sorumlu bulunduğunu belirtmişlerdir. İki grup Kur'an ayetlerinden de örnekler verildiğini ve Kaderiyyun ve Cebriyye taraftarlarının, bir grup ayeti esas alıp diğer grup ayeti te'vil ettiğini söylemiştik. Kaderiyyun taraftarları insanın kendi kaderini kendisinin belirlediğini, özgür iradeyi ve insanın sorumluluğunu dile getiren ayetlere dayanmışlar; Cebriyye taraftarları da İlahî Takdiri ifade eden ayetleri göz önüne almışlardır. Problem çözüldüğünde; kadere inanmak sorumluluğu kalkmayacak, kendi kaderi üzerinde insanın belirleyici olduğu iddiası kaderin inkarını gerektirmeyecektir. Aradaki çelişki kendiliğinden giderilmiş olur ve herhangi bir te'vil ve haklılaştırma çabalarına gerek kalmaz. Yol gösterme üzerine kurulu olan, doğru ve kötü yolu gösteren, şan, şeref, güç, refah, sağlık ve hatta iyi hareketler ve günahın da Allah'ın iradesine bağlı olduğu belirtilen Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır:
Allah dilediğini saptırır dilediğini doğru yola iletir."
(ibrahim Suresi, 4)
"De ki `Mülkün sahibi olan Allah'ım; Sen dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden de onu alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler elindedir. Muhakkak ki Sen her ,şeye kadirsin."
(Âl-i İmrân Suresi, 26)
"Şüphesiz rızk (bütün rızkların) sahibi Allah'tır. Güçlü ve sarsılmaz olan (sonsuza kadar) da O'dur."
(Zâriyat Suresi, 58)
"Sizin rızkınız da size söz verilen (azap) da vücuda," gelir."
(Zâriyat Suresi, 22)
"Beni yediren de içiren de O'dur. Hasta olduğunda ebe"i iyileştiren O'dur. Beni öldürecek sonra da tekrar diriltecek" O'dur."
(Şuara Suresi, 79-el)
".... Her, şey Allah'tandır."
(Nisa Suresi, 78)
Yukarıda belirtilen ayetlerin hiçbiri sebep-sonuç münasebetlerinin inkar edilmesini gerektirmez. Bu ayetlerle; insanın doğru yolda olup olmamasında, güçlü olup olmamasında, kazancındâ ve sağlığında, doğru hareketlerinde ve günahlarında insanın rolü üzerinde duran ayetler arasında hiçbir çelişki yoktur. Kur'an'da da buyurulduğu gibi:
"Semud milletine doğru yolu göstermiştik ama onlar gördüğü doğru yolda gitmeye tercih ettiler.
(Fussilet Suresi, 17)
Yine Allah, Firavun'un o zelil macerasını, onun en yüksek yerlerden en zelil sefilliğe düşüşünü anlatırken şöyle buyuruyor:
"İnsanlar kendi kalplerindekini değiştirmedikçe Allah onlar için ihsan ettiği nimeti değiştirmez.
(Enfâl Suresi, 53)
Yine Allah, müşriklerin kadere karşı olmalarını eleştirirken şu şekilde buyurur:
"Onlara, kendilerine ihsan edilen rızıklardan sarf edin dendiğinde, müşriklerin"onlara, Allah'ın dileseydi doyurabileceği bir kimseyi biz mi doyuralım?' derler?."
(Yâsîn Suresi, 47)
Yine Allah şöyle buyurur:
"Denizde ve karada olan her kötülük insanın elleriyle işledikleri yüzündendir.
(Rum Suresi, 41)
Bu iki ayet grubunun aslında çelişki arz etmemesi, daha önce de belirtildiği gibi İlahî Kader, İrade ve Bilginin tabii sebeplerle uygunluk arz etmesi, onlara muhalif olmaması nedeniyledir. Bu sınırsız ve düzenli sebepler sistemi, İlahî Takdir. ve İrade orijinli ve bu sebeple İlahî Takdir ve .İradeye bağımlıdır. Bu sebeplerin nedenselliği ve etkinliği ile kaza ve kaderin nedenselliği ve etkinliği aynıdır.
Bu yüzden, olayları ikiye ayırıp bir kısmını Allah'ın, bir kısmının Allah'ın olmayan hareketler olduğunu söylemek yanlıştır. Aynı şekilde bir şeyi Allah'a atfettiğimizde o şeyin mahluka ait olmayacağını söylemek veya tam tersini, bir olayı mahluk yapıyorsa o hareketin Allah'la ilişkisi olmadığını söylemek de yanlıştır. Yaratan ile yaratılan arasında bir işbölümünün olduğunu düşünmek hatadır.9 Vesilelerin hareketleri olsa da her şey Allah’ın fiilidir.
Tuhfetu'l Ukul'ün 468. sayfasında İmam Hadi'nin (a.s) adalet, kadere karşı olma gibi konularda bir grup Şü'ye yazdığı anlaşılan mektupta (risale anlamına da geliyor) Hazreti Ali'den bir rivayet yer alır10:
"Bir keresinde Emir'ü1 Mü'minine insanın güç ve kudrete sahip olup olamayacağı sorulur. Eğer insan güç ve kudret sahibiyse, hareketlerini de kendi gücüne dayanarak yapıyorsa, Allah, insanın kendi yeteneği ve gücüne dayanarak yaptığı hareketleri nasıl engelleyebilir?"
Bu sorudan, soruyu soranın insanın güç ve kudret sahibi olabileceğine, insanın gücüne dayanarak hareket ettiğine ve Allah'ın müdahalesinin anlamlı olmadığına inanmağı sonuç" çıkarılabilir.
İmam bu kişiye sorar:
"Güç ve kudret hakkında mı soru,oturuyorsun? Bu kudrete insanın Allah'ın müdahalesi olmadan, kendi kendine mi sahip olduğunu, yoksa ona Allah'ın yardımıyla mı sahip olduğunu soruyorsun?"
Soruyu soran ne söyleyeceğini düşünür. İmam devam eder;
"Eğer Allah'ın ve insanın beraberce bu kudrete sahip olduğunu iddia ediyorsan seni öldürürüm (Çünkü bu durumda sen kendini Allah'ın ortağı olarak görüyor-sun, kendini Allah'la aynı düzeyde buluyorsun, bu da küfürdür.) eğer bazı kudreti Allah'ın müdahalesi olmaksızın kazanabileceğini iddia edersen seni yine öldürürüm (Çünkü bu takdirde kendini her, şeyden müstağni, Allah'a ihtiyacı olmayan biçimde görüyorsun demektir. Bu da küfürdür, her düzeydeki bağımsızlık özdeki bir bağımsızlığı da gerektirir.)".
Soruyu soran kişi,
"0 halde ne söylemeliyim?"
der. İmam şöyle buyurur:
"İnsan ancak Allah'ın iradesiyle bir güce sahip olabilir. Allah bu gücün bağımsız sahibidir, insan ise ancak bağımlı ve kendi kendine sahip olamayacak biçimde bu gücün sahibi olabilir. Allah ise bu güce bağımsız ve kendi kendine sahip olabilir. Eğer Allah sana bir güç verirse o, Allah’ın sana olan bir nimetidir, eğer onu senden alırsa seni imtihan etmektedir. Şunu da bilmelisin ki Allah bazı şeyleri senin mülkiyetin altına verse bile onların gerçek sahibi O'dur. Sana ne verirse versin sen hâlâ O,nun kudreti altında olmaya devam edersin. O'nun kontrolünden asla çıkamazsın,"
Rivayeti özetlemek gerekirse, her sonuç kendi nedeni üzerine bina edilmişse de ayrıca Allah'a da bağlıdır. Bir sonucu alalade ve doğal bir vasıtaya bağlayacak olursak, bu sonucu kendi kendine varolmayan bir şeye bağlamış oluruz. Ama Allah'a bağlayacak olursak kendi kendine varolana bağlamış oluruz. Sonucun gerçekleşme ihtimalini Allah garanti etmektedir. Bir şeyin Allah'"ı mülkiyetinde olması ve Allah'ın bir şeyi vermesi, insanların mülkiyetinden ve insanların bir şey vermelerinden çok farklıdır. İnsanın bir şeye sahip olması, başka bir sahipten veya o şeyi verenden o şeyin alınmasını gerektirir, yani bir şey başka birisinin mülkiyetinden çıkmadıkça bir başkası o şeyin sahibi olamaz. Fakat İlahî mülkiyette bir şeyin verilmesi o şeye Allah'ın malik olmasına bir 1-halel getirmez, o şey yine Allah'ın mülkiyeti altındadır. Allah her şeyin mülkiyetini verebilir, ama O yine de her şeyin sahibi olmaya devam eder. Bu durumu ifade eden birçok belge vardır oma burada bunlârdan bahsetmeyeceğiz.
Dostları ilə paylaş: |