İnsanin kendiNİ tanimasi



Yüklə 415,76 Kb.
səhifə5/9
tarix18.08.2018
ölçüsü415,76 Kb.
#72163
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Mutaffifin Suresi 1-6

Ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere merhamet ve adalet bir huzur ve mutluluk kaynağıdır tabi ki sadece insanlar için değil bütün çevrenizdeki canlıları en küçüğünden en büyüğüne kadar bu güzel ve yüce islam ahlakından nasibini alırlar. Peygamber efendimiz (S.A.V.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“Nefes alıp veren her canlıya gösterilecek merhamet ecir kazandırır”

Hadis-i Şerif

Çevremizdeki insanların ve bizlerin huzur ve mutluluğu ve hatta canlı olan bütün varlığın huzuru yalnız bu prensiplerin iyi anlaşılması ve öğrenilmesi kaydiyledir. Hz. Ömer (R.A.) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır;

“Allah merhamet etmeyene rahmet etmez. Affetmeyeni affetmez ve özür dileyenleri bağışlamayanın tevbesini kabul etmez”

Hz. Ömer (R.A.)

Bu konuyla ilgili bir hadisi şerif ise şöyedir:

“İnsanlara karşı merhametli davranmayana Allah rahmet etmez”

Hadis-i Şerif

Şimdi Yüce Kur’an’ın adalet ve merhamet hakkında bizlere bağışladığı öğütleri inceleyelim ve bu konu hakkında daha geniş bir bilgi elde edelim:

“Tarafımızdan ona bir kalp yumuşaklığı (rahmet) bir paklık (verdik) çok takva sahibi idi”

Meryem 13

“Bütün bunlardan sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır”

Beled Suresi 17

“Allah’ın ayetlerine küfredenler. Haksızlıkla peygamberi öldürenler ve insanlar işinde insaf ve adaletle emredenleri öldürenler yok mu? Onlara acıklı bir azabı müjdele”

Ali İmran Suresi 21

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe götürmesin. Adalet gösterin o takvaya en yakın olandır. Allah’tan korkun çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”

Maide Suresi 8

“De ki; Rabbim adaleti emir buyurdu her mescidde yüzünüzü kıble tarafına çevirin ve dinde samimi olarak O’na ibadet edin. İlkin sizi O nasıl yarattı ise yine O’na döndürüleceksiniz.”

Araf Suresi 29

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya vermeyi emrediyor. Zinayı, fenalıkları ve insanlara zulüm yapmayı da yasak ediyor. Size böylece öğüt veriyor ki dinleyip tutasınız”

Nahl Suresi 90

“And olsun ki biz peygamberlerimizi mucizelerle gönderdik. Hem onlarla birlikte adalet terazisini de indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutsunlar”

Hadid Suresi 25


II. BÖLÜM

SONSUZ MUTLULUĞA DOĞRU


Mutluluğu, insan ne kadar çok arzu etmişse onun uğrunda o derece mücadele etmiş ve yine o derecede arayış içine girmiştir. Kimisi doğada, kimisi insan sevgisinde, kimisi arzu ve ihtirasların tatmininde ve kimisi de içki ve benzeri uyuşturucularda mutluluğu aramış fakat bütün arayışlar belli bir süre sonunda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Oysa sonsuz mutluluğun insanın ve bütün evrenin yaratıcısı olan yüce Allah (C.C.)’ın kuvvet ve kudretinde olduğunu bilenler ve bu uğurda hakkıyla mücadele edenler gerçek mutluluğu sonsuz huzuru insanın gerçekten iyiliğini, mutluluğunu istememiş sebebi olmasıdır. Gerçekten insan iyiliğini isteyenlerden olsaydı elbette Allah’ın yardımı ile başarıya ulaşırdı. Bu size oldukça garip gelebilir fakat şu soruyu kendimize bir sorup cevap arayalım acaba ben gerçekten mutluluğumu sonsuz huzur ve iyiliğimi istiyor muyum? Düşüncelerde hep aynı cevap “elbette istiyorum” peki sizce bu doğru mu, eğer doğruysa zaman zaman neden insanların kendi zararına olan şeylere aşırı bir ilgi duyduğunu açıklayabilir miyiz? Bir çoğumuz sigara içeriz zararlı olduğunu bildiğimiz halde ve bir çoğumuz içki içeriz sağılımıza zararlı olduğunu b ilerek yine bir çoğumuz buna benzer kötü alışkanlıklarda ısrarlı bir biçimde inat ederiz. Örneğin insanın sosyal yaşamındaki bazı kurallar toplumun huzur ve refahı açısından şarttır ama bir çoğumuz buna riayet etmeyiz. İlim öğrenmek, değişik okullarda tahsil yapmak iyiliğimizedir fakat çoğu zaman bunun yerine eğlence ya da boş işlerle uğraşmak hoşumuza gider. Hangimiz çalışmayı gezmeye tercih eder. Tercih edenlerimizin de mutlaka bunlara benzer mutluluk ve iyiliğine zararı dokunacak bir tavır ve davranışta bulunma alışkanlığı olduğu aşikardır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bunun yerine isterseniz şu ayeti kerimeyi ve söylenenleri bir düşünerek ne derece iyilik taraftarı olduğumuzu görelim:

“O Kur’an, ancak bütün alemlere bir öğüttür. Tabii, içinizden dürüst olmak isteyenler için. Bilhassa alemleri Rabbi (sizin dürüst olmanızı) dilemedikçe siz dilemezsiniz.”

Tevir Suresi 27-28-29

Nefsimize ağır gelen her şey bizim için hep bir iticilik oluşturmuştur. Bu sebepledir ki hayrımıza olan bir şey her ne kadar iyiliğimiz içinse de nefsimize ağır geldiği için hoşumuza gitmez, fazla kilolular her zaman bu durumdan hoşlanmazlar yine de büyük bir iştahla yemek yeme zevkinden mahrum kalmak nefislerine ağır geldiği için bu duyguyu bastıramazlar öyle ki sağlıkları ve mutlulukları tehlikesi pahasına olsa bile. İnsanların bir çoğunda buna benzer örnekler vardır, farklı farklı şekillerde insan hep hayrına olmayan mutluluğunu zedeleyen tavır ve alışkanlıkları sergiler bu sebepten dolayı insanın kendini iyi tanıması gerekir bu gerekliliği kitabımızın başında da kısaca belirtmiştik. Şimdi bu konu üzerinde biraz daha duralım. Kendini tanımayan, nefsinin aşırı arzu ve ihtiraslarının kendi sonunu ve mahfolmasını gerçekleştirecek kadar tehlikeli olduğunu kavrayamayan insan sonuç itibariyle hüsrana uğrar. İşte insan nefsinin zaafları yüzünden hiçbir zaman tam anlamıyla iyiliğini mutluluğunu isteyemez, lakin Yüce Allah(C.C.) kullarının iyiliğini isteyendir, onun içindir ki Allah-u Teala’dan dua ve ibadetle onun yardımını dilemeli ve sonsuz mutluluğumuza zemin hazırlamalıyız. Tabi ki ibadet ve dua konusunda da sabırlı olmak ve umutsuzluğa kapılmamak şarttır. Sabrın önemini daha önceki yazımızdan da hatırlarsanız konunun anlaşılmasına yardımı olur. Evet dua dedik, insanın en büyük dayanağı, insanın tek güvencesi öyle ki Yüce Allah (C.C.) dua ile ilgili olarak şöyle buyurmakta ve duanın önemini bize anlatmaktadır.

“De ki; Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var”

Furkan Suresi 77

Peygamber efendimiz dua ile ilgili bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Bütün iyilik çeşitleri ibadetin yarısıdır diğer yarısı ise duadır”

Hadisi Şerif

Sonsuz mutluluğun anahtarıdır dua, çünkü insanın kendi başına bu mutluluğa erme imkanı yoktur anca Yüce Allah’ın dileme ve yardımıyla mümkündür, Allah-u Teala’nın yardım ve dilemesine vesile ise duadır.

Bazılarımız dua konusunda; dua etmesine rağmen duasının kabul olmadığını ve dileğinin gerçekleşmediğini söyler oysa Allah (C.C.) dua edenlerin duasını kabul eyleyendir. Nitekim Yüce Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır;

“Ey Muhammed, kullarım sana benden sorarlarsa (söyle) Ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. Doğru yolu bulmak için bana yalvarsın, bana inansınlar”

Bakara Suresi 186

Allah-u Teala’nın sözü ve vaadi haktır ve gerçektir bu ayeti kerime karşısında nasıl şüphe duyabiliriz. Ancak bu konuda yeterli bilgi sahibi olamadığımızdan kalplerimiz tatmin olmayabilir.

Dualarımızın kabul edilmesini dilediğimiz bir dileğin veya isteğimizin aynıyla yerine getirilmesi olarak algılarsak yanılmış oluruz. Çünkü Allah (C.C.) çok yüce ve rahmet sahibidir. Bizim bilmediklerimizi bilir ve göremediklerimizi çok iyi görür ve bu rahmet ve yüceliğinin derinliğine göre çok buudlu cevaplar verir. Öyle ki bizim düşünemediğimiz her şeyi bilir, göremediğimiz her şeyi görür ve bizim daralttığımız hususları açarak bu günümüzü ve yarınlarımızı da nazar-ı itibara alarak dualarımıza cevap verir. Yüce Allah (C.C.) bu günlerimizi aydınlatırken yarınlarımızı karartmaz hem bu günümüzü hem de yarınlarımızı iç içe görerek gönüllerimize hayal ettiğimizden daha iyisini verir.

Sonuç itibariyle Allah-u Teala dua edenlerin duasını kabul edendir ve er ya da geç bu dünyada veya ahirette ama mutlaka dua edenlerin özünü Allah’a teslim edenlerin mükafatını verecektir.

“(Resulüm) İman edip de yararlı işler yapanlara kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! Onlardan kendilerine ne zaman bir meyve rızk olarak yedirilse, “Bu daha önce de rızıklandığımız (yediğimiz) şeydir” derler. O meyveler birbirine benzer şekilde kendilerine sunulur (renkleri birbirine benzer fakat tatları başkadır) Onlar için orada temiz pak zevceler de vardır. Hem onlar orada ebedi olarak kalacaklardır”

Bakara Suresi 25

“Müttakiler için Rableri katında ağaçları altından ırmaklar akan cennetler vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır”

Ali İmran Suresi 15

Dediğimiz gibi neden bütün bu ayetlerden sonra insan olarak sonsuz mutluluğa giden yolun haberlerini duyduktan sonra aksi yönde ilerlemeye devam ederiz hiç düşündünüz mü? Oysa gözlerimizin görebildiği yerde Allah’ın varlığına ve birliğine deliller var şu muhteşem doğa dengesinde en küçük yaratılan varlıktan en büyüğüne kadar o eşsiz yaratıcılık örneğinde üstelik, insanlara sürekli olarak Allah (C.C.)’ı haber veren hakla batılı birbirinden ayıran peygamberler geldiği halde, aslında bütün bunları kabullenmek istemeyen nefsimiz ve bizi felakete sürüklemek isteyen şeytandır. Kendi nefsimiz normal olarak özgürlüğünün kısıtlanmasını istemez ve bu sebepledir ki kendi özgürlüğünü kısıtlayıcı her şeye muhalefettir.

Nefsimiz hakkında biraz bilgi edinmek için Yüce Kur’an’daki şu ayetlere bakacak olursak; kendi nefsimiz hakkında bilgi edinmiş oluruz.

“Nefse ve onu düzenleyene sonda da ona, fenalığı ve ondan sakınmayı bildirene yemin ederim ki; muhakkak o nefsi temizleyen felaha ermiştir. Onu kirletip gömen ise hüsrana uğramıştır.”

Şems suresi 7-8-9-10

İnsan nefsini terbiye etmeli ve her zaman onu kontrolü altında tutmalıdır, aksi halde ona yol verdiği sürece öyle bir zaman gelir ki artık nefsi kendisini kontrol altına alır kendisi ise sadece nefsinin esiri olmuş zavallı bir durumda kalır, böyle bir insan nefsinin elinde sağa sola, o duvardan bu duvara çarpılan bir pinpon topuna benzer ve o derece acınacak ve utanacak durumlara düşer ki kendisi bile hayretler içinde kalır. İşte nefsinin elinden hiç tahmin edemeyeceği bir duruma düşen ve hep bu pişmanlıktan dolayı acı ile kıvranan bir adamın hikayesini dinleyelim:

Bildiğiniz gibi Harun El-Reşit adalet ve merhametiyle bir çok ülkede iyi tanınan ve hatta Halifeliğinden sonra kendisinin yaptıklarını taklit eden hükümdarların olduğu çok değerli bir islam alimi ve halifesiydi. Alışkanlığı üzere veziriyle kılık kıyafetini halkın kıyafetine benzeterek sık sık halkın arasında gezinir onların sorun ve dertleriyle bizzat ilgilenirdi.

İşte yine böyle bir günde Bağdat sokaklarında veziriyle dolaşıp halkın huzurundan memnun olduğunu gördükten sonra tekrar saraya dönmek için bir köprüden geçiyorlardı, köprüde oldukça yaşlı ve gözleri görmeyen bir dilenciye rastladılar. Harun El-Reşit dilenciye bir miktar para vermek isteyince dilenciden kendisine vurmasını aksi takdirde verdiği sadakayı almayacağını öğrenince oldukça şaşırdı. Bunun üzerine; Ey ihtiyar neden sana vurmamı istiyorsun. Oldukça yaşlı ve zavallı bir durumdasın, dedi. İhtiyar adam: Ben bana her sadaka verenden bana vurmasını isterim aksi takdirde verdiği sadakayı almam cevabını alınca çaresiz adama hafifçe vurdu, ihtiyar adam, hayır daha sert vurmalısın yoksa paranı iade edeceğim dedi. Bunun üzerine Harun El-Reşit tekrar ihtiyara vurdu ve veziriyle birkaç adım dilenciden uzaklaştılar. Vezirine git o adama halife olduğumu bildir ve kendisini yarın sarayımda beklediğimi söyle dedi. Vezir dediklerini aynen yaptıktan sonra birlikte saraya döndüler.

Ertesi sabah ihtiyar dilenci Harun El-Reşit’in huzurundaydı. Harun El-Reşit dilenciye şöyle seslendi;

Ey ihtiyar oldukça yaşlı ve gözleri görmeyen bir dilencisin sana sadaka verenlerden, seni dövmeni istemen hiç hoş bir şey değil üstelik böyle yapmakla halkımın gençlerine kötü örnek oluyorsun öyle ki babaları yaşındaki birine el kaldırmaya alışmaları oldukça sakıncalı değil mi? Hem neden böyle bir iş yapmaktasın?

İhtiyar dilenci bu sözler karşısında hikayesini anlatmaya koyuldu:



Ben gençlik yıllarımda oldukça hırslı ve zenginlik tutkusuyla yanan biriydim ve bir türlü bu duygularımı bastıramazdım o zamanlarda babam vefat etti ve miras olarak ondan 20 deve aldım. Bu develerle ticarete atılarak şehirden şehire kervanımla tüccarlık yaparak oldukça zengin oldum ama bir türlü zenginlik beni tatmin etmiyordu, develerimin sayısı seksene yükselmişti ve bu develerle bir gün Bağdat’a dönerken çölde bir ağaç gördüm yemek yemek için ve biraz develerin dinlenmesi için uygun bir yerdi, ağacın gölgesine oturarak yemeğimi yemeye koyuldum. Tam o sırada ak sakallı bir derviş yanıma sokularak selam verdi ve ben de selamına karşılık vererek onu sofraya davet ettim. Birlikte birşeyler yedikten sonra Derviş bana dönerek şöyle dedi; Benim dünya malında gözüm yok, gerçek mutluluğun kaynağı zenginlik değildir. Eğer öyle olsaydı şu ilerdeki dağların arasında bir mağara var ve içerisi altın ve mücevherlerle dolu, gidip onu alır ve hayatımı yaşayabilirdim. Dervişin bu sözleri benim zenginliğe karşı olan duygularımı uyandırdı ve hemen dervişe şöyle seslendim; Ya derviş biliyorum ki sen dünya malına ve zenginliğe önem vermezsin, içi altın ve mücevherlerle dolu bir mağaranın yerini bilmenin de sana hiçbir faydası yok, neden o mağarayı bana tarif etmiyorsun, böylece ben de develerimi altın ve mücevherlerle doldurur ve sonra da bu devlerden birini sana altın yüklü olarak veririm. Dervişe bunları söyledikten sonra baha bakarak “Sence bu adil mi? Ben sana 80 deve yükü altın ve mücevher verirken, sense bana sadece bir deve yükünü veriyorsun” Aslında derviş benim aç gözlü biri olduğumu anlamıştı bu sözler üzerine çaresiz dervişe develeri ve yükünü yarı yarıya paylaşma teklifinde bulundum, derviş de bu teklifi kabul etti ve birlikte mağaranın bulunduğu yere doğru yola koyulduk. Oldukça dar bir geçitten geçerek bir dağın önüne geldik. Derviş bazı garip hareketlerden sonra dua ederek dağa doğru yöneldi, bu sırada dağın yamacında bir mağara kapısı açıldı, birlikte bu mağaraya girdik ve dervişin sözünü ettiği altın ve mücevherlerle develerimizi yüklemeye koyulduk. Ben hızlı bir şekilde altınları çuvala doldurmakla meşgul iken dervişin mağaranın en uç noktasına doğru yöneldiğini gördüm, belki daha değerli bir mücevher için oraya gittiğini düşünerek onu izliyordum orada yerin altından tahtadan yapılmış bir küçük kutu çıkararak yanına aldığını gördüm daha sonra birlikte develerimizi yükledik ve mağaradan dışarı çıktık. Derviş tekrar dua okuyarak mağaranın kapısını kapattı ve birlikte yola koyulduk. Derviş Basra’ya gidiyordu bense Bağdat’a gidiyordum. Her ikimizin de yolunun ayrılacağı kavşağa geldik ve 40’ar deve alarak birbirimizle vedalaştık biraz ilerleyip birbirimizden ayrıldıktan sonra tekrar dervişin yanına giderek on tane daha deve almanın kolay olacağını düşünerek koşarak dervişe yetiştim ve şöyle seslendim; “Ya derviş sen yaşlı aynı zamanda güçsüz bir adamsın bu kırk deveyi gideceğin yere götürebileceğini sanmıyorum bunlardan on tanesini bana verirsen belki yolculuk etme imkanın kolaylaşabilir” derviş beni kırmayarak peki dedi ve on deveyi daha alarak diğer bana ait olan kırk devenin yanına götürdüm. Bu on deveyi almak o kadar kolay olmuştu ki tekrar dervişin yanına gidip bir on deve daha almak hiç de yanlış bir fikir olarak gelmemişti bana, hemen tekrar dervişin yanına gelerek şöyle dedim; “Ya derviş ben sana bu 30 deveyi götürebilmek kolay olabileceğini söyledim ama ancak usta bir deve çobanı için kolaydır senin gibi yaşlı bir adam için çok zor hem biliyor musun develerin herhangi bir şeyden ürkmesi sebebiyle onlardan biri seni ısırabilir ve bir devenin ısırığı kimi zaman insanın ölümüne bile sebep olabilir. Sen en iyisi bu develerden 10 tanesini daha bana ver böylece yükün daha da hafiflemiş olur. Derviş yine beni kırmayarak teklifimi kabul etti ve bana 10 deve daha verdi, o on deveyi de diğerlerinin yanına götürdükten sonra bu denli kolay develer yükü altın ve mücevherleri almanın cesaretiyle koşarak tekrar dervişe geldim “Ya derviş sen gerçekten de zenginliğe ve dünya malına önem vermeyen, Allah’ın yolunda yürüyen iyi bir insansın geriye kalan şu yirmi deveyi de bana vermek senin için zor olmasa gerek, hem öyle ki sen kendi memleketinde bir derviş olarak biliniyorsun onların yanına bu altın yüklü develerle gidersen senin hakkında ne düşünürler sonra, eminim diyecekler ki ‘bu gerçek bir derviş değildir ve bu altınları da bir yerlerden çalarak elde etmiştir’ diyecekler ve bütün bunlar da senin mutsuzluğuna sebep olacaktır” sözlerimi bitirdikten sonra derviş bana diğer develeri de alabileceğimi söyleyince oldukça şaşırdım acaba bu cömertliğin sebebi neydi diye düşünürken dervişin mağaranın en uç köşesinden aldığı o küçük tahta kutu aklıma geldi ve onun içinde mutlaka bütün bunlardan daha değerli bir şey vardır diye düşündüm. Dervişe “Ey derviş sen mağaranın köşesinden bir küçük kutu almıştın onun içinde ne olduğunu bana söyler misin?” diye sordum. Derviş onu da isteyeceğimi anlamış olacak ki istersen onu da sana vereyim dedi ve kutuyu bana uzattı, kutuyu alıp kapağını açtım ve içinde küçük bir şişe olduğunu gördüm, şişenin içinde bir çeşit yağa benzer sıvı vardı, dervişe “Ya derviş bu ne işe yarar” diye sordum derviş de bana “Onu sol gözüne sürersen yer yüzündeki bütün mücevher ve altınların yerini görebilirsin fakat onu sağ gözüne sürme yoksa kör olursun.” Hadi dedim dervişe bir sol gözüme sür de bir deneyelim derviş yağı sol gözüme sürünce gerçekten de toprağın altında olan altınları görebiliyordum az ilerideki taşın altında da şuradaki ağacın dibinde çok şaşırmıştım. Derviş dedim tek gözümle iyi göremiyorum biraz da sağ gözüme sürebilir misin. Bak oğlum dedi derviş eğer diğer gözüne de sürersen her iki gözünde kör olur. Onu dinlemeyerek ısrarla sürmesini istedim çünkü şöyle düşünüyordum bir göze sürüldüğünde iyi gösteren bir şey diğerine sürüldüğünde neden kör etsin.Olsa olsa derviş benden başka bir şey saklıyor olmalı.

Derviş benim ikna olmayacağımı anlamıştı ve asla arzularımın önüne geçmek gibi bir düşüncemin de olmadığını. Derviş bana; Pekala senin kalbinin körlüğü her iki gözünü de zaten kör etmiş diyerek diğer gözüme de sıvıyı sürdü. Gözlerimi açtığımda her yer karanlıktı hiçbir şey görmüyordum, kör olmuştum. Derviş bana “Şimdi bütün bu develerin hepsini alacağım ve fakirlere dağıtacağım onlar senin razı olmadıklarına razı olacaktır” dedi ve develerle oradan uzaklaştı. Beni ise çölün ortasında yapayalnız bıraktı daha sonra bir kervan gelerek beni Bağdat’a getirdi o gün bu gündür bana kim yardım etmek istese karşılığında beni dövmesini istiyorum” sözlerini böyle tamamlayan ihtiyar dilenci Harun El-Reşitten şu cevabı aldı “Ey ihtiyar hatan büyükmüş lakin cezanda ondan büyük olmuş şimdi sana saraya yakın bir yerde bir ev bulacağım orada kalacaksın ve ihtiyaçlarını bizler karşılayacağız.

Evet görüldüğü gibi insanın bitip tükenmek bilmeyen arzularına boyun eğdiği ve nefsine bu konuda yol verdiği takdirde tarifi imkansız durumlar içinde zavallı bir duruma düşmek kaçınılmazdır. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, insanlık tarihinde hep buna benzer olaylar, küçük ya da büyük yanmıştır ve hala da yaşanmaktadır. Onun içindir ki mutluluğu arzu ve ihtirasların tatmininden, zenginlikte ya da buna benzer her hangi bir fani olan şeyde aramanın ne derece bir ahmaklık olduğunu siz hesap edin, öyle ki Yüce Yaratıcımız Allah (C.C.) insanların düştüğü bu hayatı, sözde mutluluğunu sağlamak amacıyla peşinden koştukları şeylerin Yüce Allah’ın vadinin gerçekleştiğinde nasıl önemini yitirdiğini ve nasıl terk edilip bırakıldığını Yüce Kur’an’da bizlere şu şekilde anlatmaktadır:

“Güneş dürüldüğü (ve nurunun söndürüldüğü) vakit yıldızlar düşüp saçıldığı, dağlar yerinden yürütüldüğü, kıyılmaz mal terk edildiği vakit bütün yabani hayvanlar bir araya toplandığı denizler kaynayıp ateş kesildiği, ruhlar (bedenlerle) çiftleştirildiği ve diri diriye mezara gömülen kız çocuğuna hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu vakit amel defterleri açıldığı; Gökyüzü bu (görünen şeklinden ve halinden) soyulduğu vakit cehennem karıştırıldığı vakit, cennet yaklaştırıldığı vakit herkes (iyi, kötü) ne hazırladığını anlar”

Tekvir Suresi 1’den 15. ayete kadar.

Elbette evrenin yaratıcısı Yüce Allah (C.C.) bizlerin ne yapmakta olduğunu iyi bilir ve elbette bizlere yaptıklarımızın hesabını soracaktır. Nitekim bizlere doğru yolu (sonsuz mutluluğa giden yolu) haber vermiş hakla batılın ne olduğunu bildirmiş ve bütün bunları anlayabilecek nimetler bahşetmiştir.

“Biz ona iki göz vermedik mi? Bir dil ile iki dudak. Bir de ona (hayır ve şer) iki yol göstermedik mi? Ama o sarp yokuşa göğüs germedi. O sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin. Bir köle azad etmektir. Yahut bir açlık gününde yemek yedirmektir. Akrabalığı olan bir yetime yahut topraklı (tozlu) bir yoksula. Bütün bunlardan sonra iman edip, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.”

Beled Suresi 8’den 18. ayete kadar.

Yüce Allah (C.C.) bizlere o sarp yokuşa göğüs geren kullarından olmayı nasip eylesin. Dediğimiz gibi insanoğlu bu güne kadar mutluluğunu hep geçici olan dünya nimetlerinde aramış ve bu arayış içinde var olan huzurundan bile mahrum kalmıştır. Oysa hiçbir zaman sonsuz mutluluğun gerçek huzurun habercileri olan Yüce Peygamberlerimiz bizleri yalnız bırakmamış; bizlere Yüce Allah (C.C.)’ın mutluluğa huzura götüren haberlerini getirmişlerdir.

Ne var ki insanoğlunun çoğunun nefsine ağır gelen bu emirleri kabullenmek ve gerçek huzura ermek yerine geçici ve aldatıcı olan dünya nimetlerine yönelmek yeğlenmiştir. Bunun sebebi de bildiğimiz gibi, insanın arzu ve isteklerinin önüne geçmeyerek, nefsinin aşırı arzularından alıkoymayarak ona zulm etmiş ve kontrolü bırakılmaması gerekene teslim etmiş olmasıdır. Böyle bir insan yeterince sağlıklı düşünemez ve hiçbir zaman kendi lehine ve mutluluğuna olanı tam anlamıyla isteyemez. Eğer uzun süre bu şekilde yaşamaya devam edecek olursa sonunda içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklenir ve gerçeği asla gözleri görmez. İşte böyle bir zümrenin tarifi Yüce Kur’an’da şöyledir:

“Semud kavmi, azgınlığı sebebiyle inkar etti”

Şems Suresi 11

Vaktiyle Semud kavmi nefsine zulmetmiş onu aşırı arzulardan alı koymayarak kendi mahfıne sebep olmuştur. Öyle ki Yaratıcısının emirlerini dinlemeyecek kadar azmış ve Yüce Allah’ın gazabına çarptırılmıştır.

“Allah’ın peygamberi onlara ‘Allah’ın dişi devesine ve onun sulama işine asla dokunmayın” dedi. Fakat onlar onu yalanladılar da, deveyi öldürdüler. Bunun üzerine Rableri, günahları sebebiyle azabı başlarına geçiriverdi ve hepsini (yerle) bir etti.”

Şems Suresi 13-14

İnsan için en acıklı sondur bu, Yüce Allah (C.C.)’ın gazabına muhatap olmak Allah (C.C.) bizleri korusun hayali bile korkutucu ve ürkütücüdür.

Eğer biz böyle bir acı çekmek ve tarifi imkansız böyle bir cezaya çarptırılmak istemiyorsak öncelikle kendimizi iyi tanımalı ve nefsimizin ne istediğini iyi bilmeli ve hayat yolunda her adımımızı düşünerek atarak, Yüce Allah (C.C.)’ın bize vadettiği o sonsuz mutluluğa ve yine Yüce Allah (C.C.)’ın gösterdiği yolda onun yardımı ve izniyle yürüyerek hedefimize ulaşmalıyız.

İnsanların istedikleri bütün istek ve arzularını yerine getirmenin ne derece bir tehlikenin içine insanı ittiğini zaman zaman hepimiz ibret verici öykülerle izlemekteyiz. Bir çoğumuz bu tür olaylara şahit olmuştur. Bir anne intihar eden çocuğunun böyle bir şeye nasıl kalkıştığına anlam veremeyerek şöyle sesleniyor; “Ben çocuğumun istediği her şeyi ona verdim; bir dediğini iki etmedim, onunla sürekli ilgilendim sevgimi ondan esirgemedim neden böyle bir şey yaptı?”

Aslında sorunlar hep aynı noktadan kaynaklanıyor. Kendimizi yeterince tanımıyoruz ve hala bir çoğumuz tam anlamıyla mutluluğun ve huzurun nerede aranacağını bilmiyoruz ve sonuç bir felaketle sonuçlanıyor. Yukarıda geçen örnek yalnız çocuklar için değil yetişkinler için de geçerli belki yetişkinler intihar gibi bir yolu seçmezler ama içlerindeki huzursuzluk ve mutsuzluk hayat tarzlarından tavır ve davranışlarından kendini belli eder. Öyle ki sağlıklı bir sosyal yaşamı yoktur, sürekli huzursuz ve insanlara karşı aşırı bir anlayışsızlık ve sinirlilik gösterir. Kendisini daha önce eğlendiren şeyler ona hiçbir şey ifade etmez, en sevdiği değerler bile zamanla önemini yitirir ve acılar içinde çaresiz durumda bocalar kalır. Sorunun ne olduğunu bilmediği için bir çıkış yolu bulmak zordur hep bir boşluk içerisinde çaresizlikle kıvranır bazen onu neşelendirecek mutlu edecek bir şeyler bulduğunu sanır ama bir müddet sonra onun da bir anlamı kalmaz.


Yüklə 415,76 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin