Resulullah (S.A.V.) bir defasında ise Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ı karşısına alıp dedi ki; “Sabahladığın zaman akşama ulaşacağını aklına getirme, akşamladığın zaman sabaha çıkacağın aklına gelmesin, hayatında ölümün için, sıhhatinden de hastalığın için zaman ayır. Ya Abdullah yarın adının ne olacağını bilemezsin”
Evet yarın adımızın ne olacağını hiç birimiz bilemeyiz. Ölü müyüz, diri mi, hasta mıyız, sıhhatli mi, zengin miyiz, fakir mi, bütün bunlar hayat içinde olağan ve değişken, bu durumda insan nasıl olur da hayattaki bu tür değişen şartlara değişmeyecekmiş gibi bir gözle bakar ve bu durumları önemser.
Öyle çabuk geçiyor ki zaman
Ne sabahın sabah olduğunun farkındasın
Ne de akşamın akşam
Öyle çabuk değişiyor ki hal-u ahval ve mekan
Bir anda mesutsun ya da perişan
Hepsi bir ibret görürse insan
O’dur güldüren O’dur ağlatan
Var mıdır sanırsın ebedi kalan
O’dur öldüren O’dur yaşatan
Hz. Ali rivayet eder; Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu;
“Sizin adınıza en çok korktuğum şey iki kötü huydur;
1.Nefsinizin isteklerine uymanız
2. Uzun emelli olmanız.
Uzun emel insanı aldatır ve nefsinin peşinden sürükleyerek helak yollarına düşürür. Düşünmeli değilmiyiz bizden önce de ne milletler yaşamış ne imparatorluklar yok olmuş şu üzerinde yürüdüğümüz toprak bizden önce tıpkı bizim gibi hiç ölmeyecekmişcesine hayata bağlananların elleri ayakları vesair organlarından ibarettir ve birgünde bu toprak altında yatanlar bizler ve üzerimizde dolaşanlar ise yeni nesiller olacak öyleyken hayatı iyi anlayıp onu en güzel şekilde değerlendirerek ebedi ve sonsuz olan ahiret hayatını kazanmak yerine bir önemi olmayan şu geçici dünya hayatına bağlanarak nefsimiz peşinde şu kısa hayatımızı tüketmek ne büyük bir ahmaklık olur.
İsa (A.S.) bir gün dağda ihtiyar bir abide rastlar görür ki o ihtiyar güneşin sıcağına aldırmadan sürekli ibadet ediyor. İsa (A.S.) o abide der ki” Ey ihtiyar görüyorum ki sürekli ibadetle meşgulsün seni sıcaktan ve kışın soğuktan koruyacak bir yer imar edip de ibadetini orda yapsan daha iyi olmaz mı?” İhtiyar ise şöyle cevap verir “Ey İsa ben peygamberlerden öğrendiğim kadarıyla insan bu dünyada yediyüz yıldan fazla yaşamazmış bu kısacık ömrü dünya imarına harcamak istemem.” İsa (A.S.); “Sana bundan daha acayip bir şey haber vereyim mi?” der. “Gelecekte öyle bir ümmet gelecek ki çoğu yüz yıldan fazla bir ömür sürmeyeceği halde hiç ölmeyecekmiş gibi evler, saraylar imar edecekler.” İhtiyar abid İsa (A.S.)’ın bu sözlerinden sonra İsa (A.S.) yakınında bir mağarada bulunan ibret verici bir mezara götürür mezar taşında ise şöyle bir yazı vardır; “Ey düşünen insanlar ben tam bin yıl hükümdarlık yaptım ve sayısız padişahla savaşarak onları yenilgiye uğratıp topraklarını ellerinden aldım, yüzlerce şehir imar ettim ve bir o kadar da evlilik yaptım işte benim akıbetim ey aklı olanlar benden ibret alın.”
Evet binlerce yıl düşlediğimiz gibi bir ömür yaşasak da akıbetimiz kara toprak değil mi? Neden bizden öncekilerin hayatları bizlere birer masal gibi geliyor. Oysa ibret verici ve bizi eğitici olması gerekirken bizden önceki bir çok medeniyet bizden kuvvetçe daha güçlü ve daha sağlıklı idiler, bir çoğu bizden daha zengin ve hayata tükenmez bir hırsla bağlı idiler. Öyleyken çoğunun artık mezarı bile yok. Allah-u Teala Tevbe Suresi’nde şöyle buyuruyor;
“Sizden öncekiler gibisiniz ki, onlar kuvvetçe sizden daha çetin, mal ve evlatça sizden daha çok idiler ve dünya hayatından kısmetlerince zevk sürmeye bakmışlardı. Onlar dünya hayatından kısmetlerince nasıl zevk sürmeye baktılarsa, siz de öyle kısmetinizce zevk sürmeye baktınız. Siz de onların daldığı gibi (bataklığa) daldınız. Onlar öyle kimselerdir ki, dünya ve amelleri heder olmuştur. Ve işte bunlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.”
Tevbe 69
“Onlara, kendilerinden öncekilerin Nuh kavminin, Ad ve Semud’un, İbrahim kavminin, Ashab-ı Medyen’in ve Lut kavminin haberleri gelmedi mi? Onlara, peygamberleri mucizeler getirmişti (de inkarları yüzünden helak edilmişlerdi). Demek ki Allah onlara zulmetmiş değildi, lakin onlar kendilerine zulm ediyorlardı.”
Tevbe 70
Nice medeniyetler ve nice kavimler çoğunun bıraktığı eserler çağın teknolojisini bile hayrete düşürmekte öyleyken bizi aldatan ne bu hayat onlara kalmadığı gibi bize de baki kalmayacak. Onların gittiği ahiret yurduna biz de gidiyoruz. Gidişimiz gayri ihtiyarı farkında bile değiliz her geçen gün ölüme daha da yakınız fakat sanki ölümden kurtulmuşuz gibi yaşamakta ısrarlı ve bir o kadar da düşüncesiziz.
Aslında şu yaşadığımız hayat o kadar kısa ve değersiz bir süre ki ancak onu tükettiğimiz zaman onun ne kadar kısa ve ahiret yanında ne kadar değersiz olduğunu anlama imkanı bulacağız. Geçmişe dönüp baktığımızda yılların ne kadar çabuk geçtiğine hayret etmiyor muyuz tıpkı geçen yıllara hayret etmemiz gibi ölüm geldiğinde de ne çabuk geldiğine hayret edeceğiz. Öyleyse eyvah demeden aklımızı başımıza toplamalı ve gerektiği gbii Allah-u Teala’ya kulluk etmeliyiz. Dünyayı ve ahireti en iyi bilen ancak onu yaratandır ve O buyuruyor ki;
“Bu dünya hayat bir oyun ve eğlenceden ibaret ve hakikaten son yurt (dar-ı ahiret) işte halis hayat O! Keşke bilselerdi.”
Ankebut 64
Hayata öyle bağlanmışız ki sanki elde ettiklerimize hiç kaybetmeyecekmiş gibi sahipleniyor zenginliğimizle ferahlanıyor ve isteyip de elde edemediklerimizle müteessir oluyoruz. Oysa ne sahip olduğumuzu zannettiklerimiz bizim ne de isteyip de elde edemediklerimiz. Düşünsenize bizden öncekiler de bu topraklar üzerinde neleri sahiplenmişler ve sahiplendikleriyle de çevresindekilere şımarıklık etmişlerdi. Şimdi de bizler aynı hataları yapmakta ısrarlıyız. Oysa mülk de Allah’ın sahiplik de sadece dilediğni bir müddet bu dünyada nasiplendiriyor, dilediğini ise bundan mahrum ediyor. Allah-u Teala buyuruyor ki;
“Ya artık müslimleri mücrimler gibi kılar mıyız? Neniz var, nasıl hükmediyorsunuz? Yoksa size mahsuz bir kitap var da onda şu dersi mi okuyorsunuz; siz alemde her neyi ihtiyar edinirseniz (seçip beğenirseniz) o her halde sizin olacak diye? Yoksa size karşı üzerimizde kıyamet gününe kadar sürecek yeminler, taahhüdler mi var; siz her ne hükmederseniz her halde öyle olacak diye?”
Kalem 35-39
Ancak gerçekleri göreceğimiz gün dünya hayatının faniliğini tam olarak anlayabileceğimiz ise Yüce Kur’an’da bize şöyle haber veriliyor;
“Allah onlara; Yeryüzünde kaç yıl kaldınız? Diye sorar. Onlar, ‘Bir gün, yahut bir günden daha az kaldık. Sayanlara (hesap tutan meleklere) soruver! Derler. Allah-u Teala buyurur ki: “Keşke vaktiyle bilmiş olsaydınız, hakikaten yeryüzünde pek az bir süre kaldınız.”
Mü’minun 112-114
Usame bin Zeyd Ebu Said El Hudri’nin bir ay vade ile cariye satın aldığını öğrenen Peygamberimiz (S.A.V.) buyuruyorlar ki;
“Bir ay vade ile cariye satın alan Usame’ye hayret etmiyor musunuz? O uzun emel peşindedir. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’ın yemin ederim ki; gözümü açtığımda, kapatmadan, lokmayı yuttuğumda onu hazmetmeden öleceğimi düşünüyorum. Ey Ademoğulları akıllıysanız kendinizi ölülerden sayın”
H.Şerif
Nitekim merhum N.Fazıl bir şiirinde şöyle buyuruyor;
Sual; Ey veli insan nasıl olmalı söyle
Cevap; Son anda nasıl olacaksa hep öyle...
Ancak insan bir an öleceğini düşünürse dünya nimetlerine aldanmaktan korunabilir öyleyse kısa emelli olup ölümümüzü gözümüzün önüne almalı ve vefat eden yakınlarımızın mezarlarını sık sık ziyaret edip birgün onların yanında olacağımızı düşünmeliyiz.
Senden önce gelene ibretle bakın
Boş şeyler eylemesin seni sakın
Hepsinden, mukadder ayrılık yakın
Akıbetin ölüm mezardır hakkın
Bakmaz mısın senden önce gelene
Bir dikili taştan başka nesi var
Kimler geldi geçti bak şu örene
Bülbül feryat eder gülde nesi var
Ömür dediğin bir gün,
Ya da bir günün bir kısmı kadar az
Bunu bir kenara değil, sinendeki kalbine yaz
Kör değilsen gerçeğe ölmeden mezarın kaz
O’dur ancak kurtuluş Rabb’ine eyle niyaz
Her ne kadar zaman zaman insanlar bu dünya fani her şey boş dese de bu konuyu gerektiği kadar geniş ve teferruatlı düşünüp hayatını bu gerçeğin gerektirdiği gibi bir düzene sokmayı istemez sadece bu konuşma klişeleşmiş bir sözden öteye gitmez. Oysa gerektiği gibi düşünüldüğünde bu dünya hayatında yaşanılan zevkler, eğlenceler, zenginlik ve unutulmaz sanan dostluklar zaman içerisinde güneşte eriyen bir buz gibi eriyip gidiyor, insanın elinde hiçbir şey kalmıyor ve Allah-u Teala’nın bize Yüce Kur’an’da buyurduğu gerçekler yıkılmaz bir duvar gibi insanın gözünde beliriyor. Ancak hayatını tüketen ve bir bir herşeyini kaybeden birisi Allah (C.C.)’ın Kur’an’da buyurduğu şu ayeti kerimeyi gerektiği gibi anlamak ve düşünmek zorunda kalıyor:
“Görüyor musun?Biz onları yıllarca yaşatsak da sonra o kurtuldukları azap başlarına geliverse o yaşadıkları zevk kendilerine hiçbir fayda sağlamaz”
Şuara 205-207
Dünya hayatında bu gerçeği ve Allah-u Teala’nın uyarılarını dikkate almayıp düşünmek zahmetine bile katlanmayanların o gün Allah’ın kendilerine bahşettiği tüm zahmeti alıp da bu düşüncesizlik sebebiyle küfrederek itaatsizlik edenlere vadettiği azabı gösterdiğinde pişmanlıklarını şu sözlerle ifade edecekleri Yüce Kur’an’da bildiriliyor:
“Ne olurdu iş bitiren olaydı ölüm
Hiçbir şeye yaramadı benden yana malım
Kayboldu binden saltanatu samanım”
“Rablerine küfredenlerin meseli şudur ki; Amelleri bir küle benzer ki onu fırtınalı bir günde rüzgar şiddetle savurmaktadır; kazandıklarından hiçbir şey ellerine geçmez! İşte budur, asıl o uzak dalal.”
İbrahim 18
“Küfredenlerin amelleri ise bir çölde serap gibidir, susayan onu bir su zanneder; nihayet ona vardığı vakit onu bir şey bulamaz da yanında vicdanı, Allah’ı bulur; O’da ona tamamıyla hesabını görüverir ve Allah seri hesaplıdır”
Nur; 39
“Ey insanlar! Rabb’inizden korkun. Ve öyle bir günün azabından sakının ki, baba çocuğu namına bir şey yapamaz. Çocuk da babası namına bir şey yapabileck değildir. Hiç şüphe yok ki, Allah’ın va’di haktır. O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi (Allah’ın afvine güvendirerek) ayartmasın.
Lokman 33
YARADILIŞ GERÇEĞİ
“İnsan bir düşünsün neden yaratıldı?Bir atılgan sudan yaratıldı ki sulb ile sineler arasından çıkar. Elbette Allah onu diriltmeye kadirdir.”
Tarık 6-8
İnsan o malum kerih sıvıdan yaratıldı gerek ki; Yüce Allah’ın yaratıcılığının gücünü bilsin gerek ki; aslını bilsin ve ona sonradan vücut ve azalar verip sonradan en güzel şekilde tertip edip sıfat veren yaratıcısını hamd etsin. Bilsin ki Yüce Allah dilerse onu daha çok yüceltebilir ve dilerse onu o yarattığı pis kerih sudan daha da aşağısına çevirebilir.
“Kasem olsun o Tin’e ve o Zeytun’e ve o Tur-i Sinin’e ve bu Belde-i Emin’e ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık, sonra da bazı fertlerini çevirdik esfel-i safilin’e kattık!”
Tin Suresi 1-5
İnsanı aldatan nedir o kerih sıvıya muazzam azaları verip tertip ve düzen ile sıfat veren kendisi midir yoksa anne babası mı. Siz hiç duydunuz mu bir anne baba doğacak yavrusunun eller kollar planlayıp ona suret belirliyor. Oysa insan bundan acizdir. Bu acziyetini bilip yaratıcısına hamd ile itaati en önemli vazife olarak kabullenmelidir.
“Babaya ve doğan çocuğa kasem olsun ki biz insanı hakikaten meşakket içinde yarattık. O kendisine karşı kimse güç yetiremez mi sanıyor ben yığın yığın mal telef ettim diyor. O’nu bir gören olmadı mı zannediyor. Biz O’nu iki göz vermedik mi bir dil ve iki dudak, bir de hayır ve şer iki yol göstermedik mi? Fakat o sarp yokuşa göğüs germedi.”
Beled Suresi 9-11
Vücudumun güzelliğiyle öğünen ben yakışıklıyım ben güçlüyüm diyenler hep o benlik ve kendini beğenmişlikle delalet ağlarını kendi başlarına örüyorlar. Oysa O’nu yaratan ve sahip olduğu herşeyi bahşeden Allah-u Teala’yı hamd etmek en doğrusu değil mi?
“Fetebarek Allahü ehsenül halikin” (Şekil verenlerin en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir)
Müminin 14
Bunun içindir ki Allah-u Teala Kur’an’ı Kerim’de “Biz insanı yaratılışta tersine çevirdik” buyuruyor yani insan doğumu ve gelişiminden sonra yaşlanarak sahip olduğu nimetleri bir bir kaybediyor o öğündüğü güzelliği, gücü ve görünüşü bir bir bozuluyor. Madem ki bu nimetler sendendi neden güzelliğinin, gençliğinin elinden gitmesine engellemiyorsun da seyirci kalıyorsun? Çünkü onu ve her şeyi sana bahşeden yaratıcı emanetini geri alıyor insana ise sade ameli kalıyor. Eğer o nimetlere şükretmiş vazifesini eda etmişse ve Rabbine nimetlerinden dolayı hamd etmişse Yaratıcısından daha sonsuz nimetlere kavuşacak yok tüm o nimetleri kendinden bilmiş ve ben güzelim ben zenginim diyerek benlik girdabında kaybolup gitmişse tarifi imkansız bir mahfiyet ve telafisi imkansız bir aldanışla o gün diriltilecek.
“Elbette O onu (tekrar) diriltmeye kadirdir.”
Tarık 8
“Sana kasem olsun ki o gün o naimden (nimetlerden) muhakkak sorulacaksınız”
Tekasar 8
İnsan kendine bahşedilmiş nimetlerin değerini bilerek gerçek sahibi olan Allah-u Teala’ya şükretmesi gerekirken o nimetleri kendinden bilmesi veya tabiri caizse nereden geliyor bu değirmenin suyu diye hiç düşünmemesi insanın kendi aleyhine ne büyük hezimettir. Peygamber efendimiz buyururlar ki;
“Kendinde varlık görmen diğer günahlarla kıyaslanmayacak kadar büyük bir günahtır” (C.Sağır)
Diğer bir Hadis-i Şerifleri ise şöyledir:
“İman iki sınıftır. Yarısı sabırda yarısı şükürdedir” (C.Sağır)
Aslında bu konu oldukça geniştir. İnsanın yalnız ömür, vücut ve diğer nimetleri değil ilim hidayet, merhamet ve sabrı da Allah-u Teala’dan bilmesi ve bunun bilinciyle yaşaması şarttır. Aksi takdirde hatalı bir yola girmiş olur ve bu yolla insanı kendi beğenmişliğe, kendini beğenmişlik ise helake götürür. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki;
“Bir insanın kendini beğenmesi yetmiş senelik ibadetini mahveder.”(C.Sağır)
İnsan her ne kadar doğumundan sonra vücut ve zeka bakımından gelişirse de gerçekte bebeklik ve çocukluk dönemindeki kadar aciz ve bakıma muhtaçtır. Yani Allah-u Teala’nın her konuda yardımına muhtaçtır. Kendi nefsinden, şeytanın ve diğer kötülüklerin şerrinden ancak Allah-u Teala’nın yardımı ve ona bahşedeceği ilim, hidayet ve sabırla korunabilir. Tüm bu hayırlara sahib olmak şöyle dursun insan öyle acizdir ki kendi iyiliğini bile dileyemez ancak Allah-u Teala onun iyiliğini diler.
“Siz nereye gidiyorsunuz O (Kur’an) Halis bir zikirdir (unutulmaması gereken bir öğüttür) alemin için. İçinizden müstakim olmak (doğru gitmek) dileyenler için. Fakat O alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe, siz dilemezsiniz.”
Tekvir Suresi 25
Böyle bir acziyete sahip olan insanın kendini de varlık görmesi tasvip edilecek şey değil de nedir? Alah-u Teala’ya ibadet etmek bir tarafa ibadet etmeyi dilemek bile kendi kendimize olacak şey değil. Hiçbir zaman ibadet ediyorum diye düşünme ibadet ettiren Rabb’imdir. O dilemese sen ibadet edecek değilsin. Resulullah Efendimiz bile şöyle dua ederdi; “Allah’ım beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsime bırakma” Ayeti Kerime’de ise “O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez” (Enam 59) buyurulmaktadır. Hal böyleyken insanın Allah-u Teala’ya nasıl bir tevekkül ile duada bulunmasın takdirini sizlere bırakıyorum. İnsanın kendini bir konuda Allah-u Teala’ya muhtaç bilerek mahfiyetle ibadet ve itaat etmesi gerektir. Hakikat ehlinin arzusu rıza ve mahfiyettir. Mahfiyetle Allah-u Teala’ya ibadettir. Onlar melekleri imrendirecek mertebelerdeyken bile mahfiyet soluklarlar. Zaten o mertebelerine yücelmelerine sebep de kendi acziyetlerini bilerek kendi başlarına hiçbir şeye malik olamayacaklarını idrak ve Allah-u Teala’yı hamd ile tesbih etmek ve tüm hayrın O’ndan olduğunu bilmektir.
“De ki; Ey mülkün sahibi Allahım! Dilediğine mülk verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın ve dilediğni aziz edersin, dilediğini zelil edersin! Hayr yalnız senin elindedir, muhakkak ki sen her şeye kadirsin.”
Ali İmran 26-27
Şeyh Ali Efendi Kuddise Sırruh Hazretleri bir hatıralarını şöyle naklederler; Kabe-i Muazzama’nın ön safında bulunuyorduk sabah namazını kılacaktık. Oturdğumuz yerde içimden acaba bu safta veli var mıdır diye geçti yanımdaki zat kulağıma eğildi ve “seninle yedidir” dedi. Her taraf dolu olmasına rağmen birinci safta bir boş yer vardı. Oraya kimse oturmuyordu “Acaba bu yerin sahibi kim ki oraya kimse oturmuyor diye merak ettim derken bu meydan da bir hacı ihtilam olmuş dışarı çıkacak ama izdiham var hem de vakit pek yakın bir şaşkınlık içinde iken bir zat ona gelmesini işaret etti. Cübbesinin koluna açtığı zaman bir de baktım gusül ihtiyacını giderecek her şey var ihtilam olan hacı hemen oraya girip gusul abdestini alarak çıktı daha sonra o zat gelerek o birinci saftaki kimsenin oturmadığı o yere oturdu anladım ki o yer o zatın imiş. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen o zatı bir daha görmedim bir gün çarşıda “seninle yedidir” diyen zata rastladım ve ona efendi o gün o harikulade kerameti gösteren zatı bir daha göremedim acaba nerededir diye sordum. Dedi ki; o bir gün yine ön safta ayakta durup hacılara bakarak içinde şöyle geçirdi “burada benden büyüğü varmış” Allah-u Teala’da onun bu halinden hoşlanmadı ve imanını selbetti dedi.
Bir insanın kendini beğenip ben biliyorum dediği zaman benlik girdabına girmiş demektir. Hakikat ehli “Ben” kelimesini bile söylemeyi kerih görürler ve kaçınırlar. Resulullah Efendimiz;
“Ya mukallibel gulup sebbit kalbi ala dinik (Ey kalpleri istediği tarafa çeviren Allah’ın kalbimi senin dininde sabit kıl) diye dua ederlerdi. Efendimiz bir diğer Hadis-i Şeriflerinde buyuruyorlar ki;
“Bir kimseye ilim olarak Allah-u Teala’dan korkar olması yeterlidir bir kimseye cehalet olarak da kendini beğenmesi, nefsine mağrur olması yeterlidir” (C. Sağır 6240)
Allah-u Teala’nın üzerimizdeki nimetlerini düşünerek şükretmeli ve Allah-u Teala’dan güzel ibadet ve itaati de bizlere bahşetmesini istemeliyiz. Oysa günümüzde insanlar nimetleri Allah-u Tealadan bilmediği gibi şükrü de eda etmiyor. Allah-u Teala buyuruyor ki;
“Ben yaratıyorum sizi bu hale ben koydum ama siz bu yaratıcıyı bıraktınız da düşmanım olan şeytana uydunuz, düşmanım olan dünyaya düştünüz, sizi dünya mı yarattı? Sizi şeytan mı yarattı? Ben yaratıyorum başkasına kulluk yapılıyor. Ben rızıklandırıyorum başkasına şükrediliyor.”
(Hadis-i Kudsi Taberani)
Öyle aciz öyle zavallı öyle kimsesiz
Mahvoluruz bırakırsan ya Rabbi sensiz
Yarattığın cümle varlık böyle çaresiz
Gökten bir tek damla düşmez senden habersiz
Bu acziyete körlük ederek kendinde varlık görmek insan için ne büyük bir gaflettir. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki;
“İnsan cennetlik dahi olsa kibir (kendini beğenmilik) ona girmesine engeldir”
Kur’an-ı Kerim’de konuyla ilgili buyrulur ki;
“Hem nasa (insanlara) avurdunu şişirme (böbürlenip kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme çünkü Allah övünen kurulganların hiç birini sevmez. Gidişinde mutedil ol sesinden (yüksek perdeleri) eksilt”
Lokman 16
Tüm hayırlar ve insanın sahip olduğu nimetler alemlerin Rabbi Allah-u Teala’dandır. İsterse kullarından bahşettiği nimetleri çeker alır, isterse daha fazlasını bahşeder. Öyleyken insanın kendinde nimetlerle (malı ya da sahip olduğu diğer vasıflarla) övünmesi; bunların gerçek sahibine hamd etmemesi elbette gafletin en büyüğüdür. Allah-u Teala buyuruyor ki;
“Allah dilediği kimseye rızkı genişletir daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı (basit) eşyadan başka bir şey değildir.”
Rad 26
“Hakikaten Karun Musa’nın kavminden idi de onlara karşı bağy (azgınlık ve şımarıklık) etmiş idi. Ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarları cidden güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu. O vakit kavmi ona şöyle demişti; Güvenme, çünkü Allah güvenenleri sevmez”
Kasas 76
Karun’un mal varlığına, şöhretine imrenenlere ise iman edenlerin Kur’an’da şöyle karşılık verdikleri bildirilir;
“Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise ‘Yazıklar olsun size’ dediler; Allah’ın sevabı, iman edip salah ile çalışan kimseler için daha hayırlıdır, ona ise ancak sabredenler kavuşturulur”
Derken biz onu, hem de sarayı ile yere çevirdik, o vakit Allah’a karşı yardımına gelecek taraftarları da olmadı. Kendini kurtaracaklardan da değildi. Dün onun mevkiini temenni edenler de ‘Vay be, demek ki Allah rızkı kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor, eğer Allah bize lutfetmeseydi, bizi de batırmıştı. Ayy! Demek ki hakikat bu, kafirler felah bulmayacak!”
Kasas 80-83
Güç, kuvvet, mülk ve bunların tasarrufu Allah-u Teala’nındır. Bundan dolayıdır ki insanın her durum ve şartta hakkıyla Allah-u Teala’ya tevekkül kılması sebep ve vesilelere kızmak ya da hayrı onlardan bilmek ahmaklıktır. Yüce Kur’an’da buyrulur ki;
“Şunun için ki kaybettiğinize gam yemeyesiniz ve size verdiğine de güvenmeyesiniz! Allah çok övünen- kurulanların topunu (kendini beğenmiş kibirlilerin hiç birini) sevmez.”
Hadid 23-24
İnsan ne kadar bilgili olursa olsun bilmeli ki kendinden daha üstün bilen biri var ve o sahip olduğu ilmi kendisine bahşeden Allah-u Teala’dır “Her ilim sahibinin üstünde daha üstün bir bilen vardır”
Yusuf 76
Bu durumda ilim, zenginlik veya insanda bulunan diğer nimetler insanı kibre sevketmemeli ve her durumda yumuşak huyla ve tevazu sahibi olmalıdır.
“Cennet ve Cehennem çekişirler Cehennem der ki; Ben kibirliler ve zorbalarla tercih olundum. Cennet der ki; Ben insanlardan zayıfları, alçak gönüllüleri, düşkünleri ve acizleri kabullendim” H.Şerif
Nuh (A.S.) ölümü yaklaştığında iki olunu yanına çağırıp; Size iki şeyi emrediyor ve iki şeyden men ediyorum dedi. 1. Allah’a ortak koşmak ve kibirden sizi men ediyorum, 2. Size La ilahe illallah ve sübhanallahi ve bihamdihi demenizi emrediyorum.
Mevlana Hazretleri yolda bir rahibe rastlar rahip eğilerek Mevlana Hazretlerini selamlar. Mevlana Hazretleri ise rahipten daha fazla eğilerek selamını alır. Rahip biraz daha fazla eğilir bu durum karşısında Mevlana Hazretleri rahipten daha fazla eğilir ve böylece rahipten uzaklaşan Mevlana Hazretleri; Elhamdülillah alçak gönüllülükte rahibi de geçtik buyururlar.
İnsanın kendinden yaşlı birini gördüğünde; “O Allah’a benden daha fazla ibadet etmiştir” diye düşünerek onu kendinden üstün görmeli kendinden daha genç birini gördüğünde ise “benden daha az günah işlemiştir” diye aklından geçirmelidir. Kendinden daha cahil birini gördüğünde “O bilmeyerek günah işliyor, ben bildiğim halde günahlara düşüyorum” diye düşünmeli ve hatta inançsız birin gördüğünde bile “Belki bir gün Allah-u Teala ona hidayet nasip eder de benden daha iyi birisi olur” diyerek kibirden kurtulup her durumda alçak gönüllü davranmalıdır.
Zamanın büyük velilerinden olan Beyazid-i Bestami (K.S.) Hazretleri halkın dertleri ve sorunlarıyla yakından ilgilenir ve onlara hasta olanlarına şifa için ilaçlar temin eder, Allah-u Teala’dan onlar için yardım dilerdi. Şimdiki hastanelere benzer yerlerde bulunan insanların dertlerini dinler yardım etmeye çalışırdı. Akıl hastalarının bulunduğu bir yerde onlarla ilgileniyorken bir tanesi ayağa kalkarak “Ey Beyazid! Bana da bir ilaç yazar mısın?” dedi. Beyazid-i Bestami Hazretleri derdinin ne olduğunu sorduğunda derdini şöyle anlatır: Bende merhamet, vicdan diye bir şey yok. Annemi babamı kestim, karımı öldürdüm, kardeşlerimi yaktım, çocuklarımı ise kuyuya attım ama içimde en küçük bir acıma duymadım. Beyazid-i Bestami Hazretleri bu ifşaat karşısında irkilir bu acımasızlık karşısında söyleyecek bir şey bulamaz “Evlat der sana ben ilaç yazamam, senin ilacın bende yok. O esnada akıl hastalarından bir diğeri seslenir onun ilacı bende var vereyim der. Sözlerine şöyle devam eder; “Ben buna bir reçete yazdıracağım: Tövbe kökünü alacaksın istiğfar yaprağıyla gönül havanına dolduracaksın. Tevhid tokmağı ile Hakk, Hakk, Hakk, diye döveceksin ta ki un oluncaya dek. Aşk odunda pişireceksin, muhabbet balıyla karıştırıp sabah akşam birer kaşık alacaksın. O zaman Biiznillah hiçbir şeyin kalmaz deyince Beyazid-i Bestami Hazretleri şaşkınlığını gizleyemeyerek bu güzel reçetenin sahibine hitaben şu dizeleri söyler;
Dostları ilə paylaş: |